• edebiyat alaninda yapisalcilik, yani structuralism yapisal dilbilimin babasi sayilan ferdinand de saussure'nin goruslerinin edebiyat elestirilerine uygulanmaya baslanmasiyla 1960'li yillarda ortaya cikar. saussure'ye gore dil, bir simgeler (sign) sistemidir ve senkronik (synchronically) olarak, yani tarihi gelisimi goz ardi edilerek, belli bir zaman diliminde ele alinmalidir. saussure'ye gore, her simge (sign) bir simgeleyen (signifier) ve bir de simgelenenden (signified) olusur. "elma" kelimesi bir simgedir, "e-l-m-a" harfleri veya sesleri bir arada signifier, zihnimizde beliren elma konsepti yani anlam singified'dir. burada dikkat edilmesi gereken, signified'in dokunabildigimiz, gorebildigimiz bir cisim olan elma degil (buna referent diyoruz), zihnimizde beliren anlami oldugudur. saussure'ye gore dilbilimci, insanlarin ne soyledigiyle (parole) degil, insanlarin konusmalarini ve yazmalarini saglayan simgeler sistemiyle (langue) ilgilenmelidir.

    saussure'nin ikinci kurali, signified ve signifier arasindaki iliskinin rastlantisal (arbitrary) olmasidir. bu rastlantisallik hem signifier, hem de signified boyutundadir. "e-l-m-a" signifier'ini olusturan seslerin veya harflerin zihnimizde beliren "elma" fikriyle hicbir alakasi yoktur. onomatopeia (onomatope, yansima) olayinda bazi kelimelerin dogadaki sesleri cagristirmasi zaman zaman bir istisnaymis gibi sunulsa da, yansima kelimelerin de dilden dile, kulturden kulture farklilik gosterdikleri gorulur. ornegin, turkcede kurbaga sesi"vrak" seklinde ifade edilirken, lehcede kurbaga "kum kum" diye bagirir. ayrica buyuk bir ihtimalle turkce haric dunyanin hicbir dilinde horoz umlaut bilmez, "ü-ürü-ü" sesini cikarmaz, ayni horoz, turkiyedeki akranlarinin aksine "kukuriku", "cock-a-doodle-doo" gibi acayip sesler cikarir. bu da signifier signified iliskisindeki "arbitrariness" durumunu desteklemektedir.

    signified boyutundaki rastlantisalligin anlasilmasi daha zordur. renk skalasini dusunun. renk skalasinda renkler tek tek ve birbirinden bagimsiz olarak durmaz, birbirlerinden kesin cizgilerle ayrilmazlar. biz, o skaladaki renkleri sadece oyle olmasini istedigimiz icin bolmusuzdur. kirmizi, daha onceden var oldugu icin degil, dilimiz onu renk skalasindan oyle "kesip ayirdigi" icin kirmizidir. ayrica, kirmizi tek basina hicbir sey ifade etmez. kirmizi, yesil veya mavi olmadigi icin de kirmizidir. ayrica bir kelimenin ya da saussure'nin deyimiyle simgenin "anlaminin" bir dilden diger dile farklilik gostermesi de bu rastlantisalligi kanitlamaktadir.

    yani, dil basit bir isimlendirme islemi degildir. anlam, sanildigi uzere evrensel, en bastan beri orada olan bir kavram da degildir. icinde yasadigimiz ve algiladigimiz dunya, konustugumuz ve anladigimiz dil tarafindan yaratilmistir. kirmizi, evrensel olan, dilden once var olan bir kavram degil, dili kullanan insanin yarattigi bir kavramdir ve tamamen rastlantisal olarak kirmizi kavraminin sinirlari belirlenmistir. iste saussure'ye gore, dildeki butun signified'ler ve signifier'ler bu sekilde sekillenmistir.

    yapisalcilik, bu yuzden edebi metni bir sistem olarak ele alir. bu sistemin icinde her sistemde oldugu gibi yapilar ve fonksiyonlar vardir. o yuzdendir ki, yapisalci bir elestirmen, bir metni okurken, anlamlari ve bahsedilen nesneleri gozardi eder, simgeleri ve bu simgeler arasindaki baglantilari calisir.

    yapisalci elestirmenin bir metni nasil analiz ettigini terry eagleton'dan bir ornekle aciklamaya calisalim:

    cocuk, babasiyla tartisir ve evi terkeder. ormanin icinden gecerken derin bir cukura duser. cocuk eve donmeyince baba meraklanir ve oglunu aramaya, ormana gider. derin cukuru gorur, cukurun icine bakar, ama cukur karanlik oldugundan hicbir sey goremez. bir zaman sonra gunes tam tepeye gelir ve cukuru aydinlatir. baba cocugunu kurtarir, sarilip barisirlar ve beraberce eve donerler.

    metnin ilk cumlesi, "cocuk, babasiyla tartisir", "ast, uste karsi gelir" seklinde tekrar yazilabilir. cocugun ormanin icindeki yatay hareketi, ust/alt kavramlarinin zitti olarak gorulebilir ve "orta" olarak tanimlanabilir. cocugun cukura dusmesi "alt(ast)"i simgelerken, gunesin tepeye yukselmesi "ust"u simgeler. yani, "ust", "alt(ast)"a ustun gelerek ilk cumledeki durumu tersine cevirir. baba ve ogulun kucaklasip barismasi "alt(ast)" ve "ust"un birlesmesini, beraber eve gitmeleri de "orta"yi simgeler.

    analizden anlasilacagi uzere, hikayenin icerigi tamamiyle gozardi edilmis, icerisinde bulunan yapilar ve fonksiyonlar ele alinmistir. hikayedeki baba/ogul ikilisi bir yapisalci icin baba/kiz ikilisinden farkli degildir. ancak ,mesela, psikoanalitik bir okuma yapsaydik, pekala cocugun cukura dusmesini oedipal kompleks acisindan degerlendirebilir, babaya karsi gelmenin cezasi olarak dusunebilirdik. humanist bir elestirmen insan iliskilerindeki zorluklardan dem vurabilirdi pek ala.
  • "yapilarin algilanmasi ve tasvir edilmesiyle iliskili olan dunya ile ilgili bir dusunus seklidir. yapisalcilar her hangi bir durumda ortaya cikan her ogeye ait unsurun kendiliginden bir anlami olmadigini, bu ogelerin ancak diger unsurlarla birlestirildiginde bir anlam ifade edecegini ileri surduler. herhangi bir varliga ait butuncul anlam, soz konusu varligin bicimini olusturan parcalarin yapisiyla karsilikli etkilesime sokulmadikca algilanamaz. yapisalcilar beseri faaliyetlerin tamaminin belirli yapilardan olustuguna, ozlerden veya dogalliklardan meydana gelmedigine inandilar. kisaca ozetlersek, onemli olan organizasyon sistemidir. yapinin icindeki secmeye dayali kaliplardan soz edilmektedir. bu formullestirilirse, anlatici aksiyonlarinda gecen ve birilerinin bicakla bezelye yiyemeyecegi gibi herhangi bir faaliyet farklilik sistemi icinde yer alir ve bu hareket, sistem icindeki olasi diger faaliyetler icinde degerlendirildigi zaman ancak bir anlam ifade eder.

    claude lévi-strauss, roland barthes, ferdinand de saussure, vladimir propp ve terence hawkes yapisalci anlayisin baslica temsilcileridir."

    kaynak: http://w3.balikesir.edu.tr/
  • kabaca ve kısaca kuramsal anti-hümanizmdir. descartes’dan sartre’a uzanan batı felsefesinde mevcut olan bir eğilimin özne-merkezciliğin eleştirisidir. yöntemsel türdeşliğe sahip tek bir yapısalcılıktan söz etmek mümkün değildir. dilbilimden göstergebilime, antropolojiden sosyolojiye, sosyal psikolojiden edebiyat eleştirisine, marksizm’e uzanan bir araştırma yöntemidir. tüm yapısalcılar yapısalcılığın bir kuram değil bilimsel bir yöntem olduğu iddiasına sahiptirler. bu iddia zımni olarak althusser’in felsefenin ancak bilimlerden sonra ortaya çıkabileceği tezi ile paraleldir. yapısalcı yöntem olanı açıklamak maksadıyla yapıyı temel çözümleme birimi olarak alır. yapı, fiziken gerçek olan ilişkiler bütünü, görünmeyen bir gerçeklik düzlemidir ve bu anlamda toplumsal ilişkilerin görünmeyen kısmını teşkil eder. bilimsel faaliyetin amacının bu gizli ya da görünmeyen yapıyı ortaya çıkarmaktır. yapısalcı analiz yapıdan, toplumsal gerçekliği/ilişkileri yaratan/belirleyen fakat görünmeyen içsel olarak kendi başına özgül etkililiği bulunan oluşturucu öğeleri arasında daimi ilişkilerin bulunduğu toplumsal gerçekliğin arkasında, ardında yatan mantığı kavramayı amaçlayan açıklayıcı zihinsel bir inşayı kastederler. yapısalcılık açısından gerçek bilimsel bilgi, özün bulunduğu düzeye tekabül eden görünenin arkasında yer alan yapısal unsurlar vasıtasıyla elde edilir. bu anlamda, yapısalcı yöntem olguların tekil/atomistik incelemesini reddeder bunun yerine yapının bütünsel incelemesini koyar. zira yapısal analiz, toplum çözümlesinde nesnellik, evrensellik, kesinlik ve tutarlılık kategorilerine dayanılarak öznelliğin yarattığı ‘kirlilikten/malullükten’ arındırılmış bir hakikate ulaşacağını düşünür. genel olarak ampirizm ve pozitivizm karşıtlığı üzerinde yükselen yapısalcılık, toplum bilimleri alanındaki çözümlemelerini bireylerin kasıtlı davranışlarına ya da öznenin iradi müdahalesine dayanarak temellendiren yöntemleri reddeder. öne çıkan figürler, saussure, formalizm ve sosyo-semiyotik arasında konumlanan jabokson ve prag okulu, roland barthes, jean piaget, lacan (zorlarsak proto-yapısalcı denebilecek freud), althusser, (erken dönem) poulantzas, bütün külliyatı olmasa bile en azından the order of things: an archaeology of the human sciences ve the archaeology of knowledge kitaplarını yazan foucault.

    kaynaklar,

    j. g merquior, from prague to paris a critique of structuralist and post-structuralist thought, london: verso, 1986.

    miriam glucksmann, structuralist analysis in contemporary social thought: a comparision of the theories of claude levi-strauss and louis althusser, london: routledge & kegan paul, 1974.

    john sturrock, structuralism, oxford: blackwell, 1986.

    terence hawkes, structuralism and semiotics, london-new york: routledge, 2003.
  • başlıktaki tüm entryleri okuduğum halde annamadığım teori ya da yaklaşım. bir hayırsever yapısalcılık ve post yapısalcılık konusunda konuyu basite indirgeyerek, felsefe antropoloji ve dilbilim konusunda cahil birine anlatır gibi anlatırsa ilminin zekatından bi kuple vermiş olacak. cahilim zira.
  • levi strauss'un mutfak ücgeni

    materyalin durumu

    l normal
    l
    l kültür ------------------------- doga
    l
    l................ham
    l................ /\
    l............... /..\
    l.............. /....\
    l............. /......\
    l............ /........\
    l .........pismis cig
    l
    l dönüstürülmüs

    yapisalcilik ikili karsitliktir: kültür/doga , dönüstürülmüs/normal

    yapisalcilik konvansiyoneldir: pisirmek doga ve kültür arasinda dönüstürücüdür

    yapisalcilik izomorfiktir: cig yiyecek, ham yiyecek, pismis yiyecekte vardir. ama bunlarin birbirlerine donusme yetiside vardir

    yapisalcilik insani uykusuz birakir
  • yapısalcılık, xx. yüzyılın ikinci yarısında dil, kültür, matematik, felsefe ve toplum analizinde en fazla kullanılan bir yaklaşım biçimidir.

    fransa'da gelişen ve temel bir gerçeklik olarak yapıya dayanan/yapı üzerine kurulan bilim teorisidir.

    çıkış noktasını, dilbilimden alan yapısalcılık, bu etki ile, insan bilimlerinin yöntemi olmuştur. gerçekliğin yapısını kavramada dili örnek alır, dil örneği insan davranışlarının tüm alanına, özellikle de toplumsal olaylara, belli bir yönteme uyularak, uygulanır.

    öte yandan, yapısalcı yöntem, ele aldığı konuyu, bütünleştiği yapı içine koyarak, sonra da daha geniş kapsamlı yapılar içine koyarak aydınlatmaya çalışır.

    yapısalcılığın tanımı çeşitli bilimlere göre farklı şekilde tanımlanmaktadır. bu teoriye göre, bütün kültürlerin temelinde yapısal benzerlikler vardır ve kültür birimleri arasındaki ilişkilerin çözümlenmesi insan düşüncesinin evrensel ilkelerine ışık tutabilir. bu kurama yönelik eleştiriler daha çok, kuramın sınanamayacağı ya da kanıtlanamayacağı ve tarihsel süreçleri gözardı ettiği gibi noktalar üzerinde toplanır.

    yapısalcı hareket, çerçevesinde insan davranışları ve olgular büyük sistem ve yargılar aracılığı ile incelenmeye ve açıklamaya çalışmıştır. yapısalcılığın en etkili olduğu alanlar dilbilim, göstergebilim ve antropolojidir.

    psikolojide bütünü kendisini oluşturan ögelere indirgemek gibi atomistik bir eğilime karşı çıkmıştır. güncel felsefi tartışmalara göre de yapısalcılık tarihsiliciliği ve hatta insana yönelik tüm kuramları sorgulamaktadır. jean piaget’e göre‘’ yapısalcılık bir yöntemdir. bir öğreti değildir.’’ ancak, öğretisel sonuçları çok olmuştur. bir yöntem olduğundan uygulanabilirliği kısıtlıdır. yapısalcılığın başlıca temsilcilerini şöyle sıralayabiliriz:dilbilimde, saussure, ve jakobson; ruhsal çözümlemede: j. lacan; felsefede, m. foucault.

    yapısalcılığın başlıca özellikleri:

    • bilgi insan tarafından oluşturulur.
    • bilgi sosyal olarak yapılandırılır.
    • bilgi deneyseldir.
  • yapısalcılığın genel özellikleri

    durkheim'ın çalışmaları yalnızca işlevselciliğin değil yapısalcılığın da gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. durkheim'ın özellikle toplumu kolektif nitelikte olan ve başka herhangi bir şeye indirgenemeyen toplumsal olguların bütüncül bir sistemi olarak gören anlayışı yapısalcılığın gelişiminde oldukça etkili olmuştur.

    yapısalcılığın temel gelişiminde dilin son derece önemli bir rol oynadığı ve kökenlerini dilbilimden aldığı bilinmektedir yapısalcılığın kökenlerini dilbilimden alması düşünce tarihi içerisinde disiplinler arası etkileşimin en önemli örneklerinden birisini oluşturur. dil(ler)in yapısal özelliklerini çözümleme üzerin-de odaklanan yapısalcılık ilk olarak 1900'lerin başında dilbilim (linguistics) içinde, özellikle isviçreli dil bilimciferdinandde saussure'un çalışmalarında ortaya çık-mıştır. saussure'un çalışmaları dil bilim ile sınırlı olsa da geliştir-diği düşünceler sosyal bilimlerde yapısalcılığın yeni bir toplum teorisi olarak geli-şiminde oldukça etkili olmuştur.yapısalcılığın toplumsal ve kültürel çözümlemesinin temellerinde yapısal dilbilim yatar.

    "yapısalcılığın işlevselcilikten ve pozitivist marksizmden farklılaştığı nokta, nesnel toplumsal olgular ile toplumu nesnel, problematik olmayan bir dışsal veriler şeklinde gören anlayışını reddetmesidir"

    yapısalcılık özellikle 1950 ve 1960'lardan sonra başta antropoloji olmak üzere edebiyat, sosyoloji, iktisat, felsefe ve psikana-liz gibi sosyal bilim dallarında büyük bir önem kazanmıştır. sosyal bilimler içeri-sinde geniş bir etki alanına sahip olan yapısalcılık, başta antropologclaude lévi-straussolmak üzere edebiyat alanındarolandbarthes, psikanaliz alanındajacqu-es lacan,marksist alanda iselouisalthusser'ietkilemiştir.

    yapısalcılığın özellikleri konusunda farklı görüşler vardır. özellikle toplumsal araştırmalarda uygulanacak yapısalcı yaklaşımın aşağıdaki genel özelliklere sahip olduğunu söyleyebiliriz:
    ? yapısalcılığın bütüncüllük anlayışına göre yapı, onu oluşturan öğelerin ba-sit bir toplamı değildir.
    ? yapısal dönüşüm düşüncesine göre yapılar durgun değildir, dinamiktir. ye-ni öğelerin yapıya girip değişmesi belli kurallar ve yasalar tarafından belir-lenir.
    ? yapısalcılığın öz-düzenleme kavramına göre yapının kendi içsel işleyiş yasa ve kuralları vardır. tüm bu yasa ve kurallar kendi içlerinde birbiriyle ilişki-lidir.

    "yapısalcılık, gerçekliği, şeyler ve toplumsal olgular temelinde değil, öğeler arasındaki ilişkilere dayanarak açıklar"

    erken yapısalcılık: sigmundfreud(1856-1939)

    bilinçdışı kavramı yapısalcılık için önemlidir. zira bu kavram hem insan düşün-cesinin doğasını yöneten yapıları ortaya çıkarır hem de aynı zamanda özgün bir keşiftir.freudbilinçdışı kavramı ile insan zihninde var olan ancak daha önce far-kına varılmayan bir alan olduğunu ortaya çıkarır. bu anlamda yapısalcılık bilincin içerisinde işleyen daha derin ve bilinçdışı yapılarla ilgilenir. bu nedenden dolayı psikanaliz "derinlikler psikolojisi" olarak ad-landırılır.

    insan zihni, bilinç ve bilinçdışı olmak üzere iki temel bölümden oluşur. zihnin işleyişi sırasında kontrol edebildiğimiz ve farkında olduğumuz olgular bilinci oluştururken, organik, biyolojik ve hayvani do-ğamızın doğrudan ifadesi olan ve doyurulmayı bekleyen, yemek ve seks gibi te-mel içgüdüsel itkiler ise bilinçdışını oluşturur"

    freud'un temel tezleri şöyledir: insanlar doğdukları günden itibaren toplumsal bas-kıyla karşı karşıya kalırlar. bu da bazı arzuların bilinçdışına bastırılmasına neden olur.
    ?id, (b) ben (ego) ve (c) üst ben(superego)

    freud'a göre id kişiliğin biyolojik temelini oluşturur. id haz ilkesine göre çalışan, sürekli dolayımsız tatmin arayan, biyolojik eğilimlerden oluşan bölümdür. ıd'de zaman, mekân ve mantıklı yargı tanımayan 'birincil süreç' düşüncesi vardır. ben (ego) ile üst ben (süpergo) ise sosyalleşme sürecinde id'den farklılaşarak oluşurlar. ben (ego) idin 'gerçeklik ilkesi' çerçevesinde dönüşümüne dayanır. kişiliğin etkisizleştirilmiş, yani bastırmalar sayesinde seksüel ve saldıran eğilimlerinden sıyrılmış bölümünü oluşturur. üst ben, ben'in bir bölümünün kültürel faktörleri içselleştirmesi ile ortaya çıkar. üst ben, özelikle ensest yasağının ve kültürel ahlak değerlerinin içselleşmesiyle tamamlanır.

    eğer dilbilim "dilin toplumsal pratikleri anlamlandırma/simgeleme özelliğinin düşüncenin oluşumunu açıklamadaki gücü" ise freud'a göre kendi içinde bir dil gibi olan rüyaların analizi de sembolik olarak mümkündür.

    yapısalcılığın gelişmesi:

    dilbilim ve ferdinand de saussure (1857-1913)

    durkheim'e göre "dil toplumsal bir olgudur" ve bu nedenle diğer tüm toplum-sal olgular gibi bireysel olana indirgenemeyen kolektif niteliktedir. ferdinand de saussure de yapısalcı dilbilimin unsurlarını oluştururken bu düşünceden hareket eder. saussure'un genel dilbilim dersleri (1916) adlı çalışması onun 1907-1911 yıl-lan arasında verdiği konferanslara dayanır.

    dilbilim üzerine olan çalışmalarında saussure öncelikle, (a) dil (langue), yani dilin soyut kuralları ile (b) söz (parole), yani dilin konuşma şeklindeki somut hali arasında bir ayrım yapar. bu ayrım aynı zamanda dilin kolektif karakteri ile sözün bireysel karakteri arasında da bir ayrımdır.

    dil kolektif uzlaşıya dayalı olan ve konuşmayı yönlendiren dilbilimsel kuralların soyut bir sistemidir. söz ise bu sistemin bireysel gerçekleştirme eylemleridir. ko-nuşma eylemi ancak ona geçerlilik sağlayan bütüncül sistem üzerinden bir anlam kazanabilir ve/ya anlaşılabilir.

    ona göre toplumsal bir olgu olarak dil, bireyler üzerinde sınırlayıcı bir etkiye sahiptir ve de bireylerin konuşmalarından bağımsız olarak belirli bir sistem ya da yapı olarak vardır.

    saussure'ün yaptığı bir diğer önemli ayrım da (a) senkronik/eşzamanlı dil ça-lışması (yani dili geçmişe gönderme yapmadan yalnızca belli bir anda mevcut bir ilişkiler yapısı veya sistemi olarak çalışma) ile (b) diyakronik/artzamanlı dil çalış-ması (yani dilde zaman sürecinde meydana gelen değişmeleri çalışma) arasındaki ayrımıdır.

    saussure bu alandaki görüşlerini açıklamak için satranç imgesini kullanmıştır.

    saussure dili eşzamanlı bir perspektiften olguları sistematik karakterde olan toplumsal ve uzlaşımsal bir kurum olarak tanımlar. söz ise sistematik karak-terden yoksun olan artzamanlı bir boyuttur ve bireyin (öznenin) dili kullanması ile ortaya çıkan gerçek/somut bir nesnedir. dil, söze yani bireysel kullanıma olanak tanır ve bu özelliğiyle uzlaşımsal bir kurumdur. dilin tek geçerlik koşulu onu ko-nuşanlar tarafından üzerinde anlaşmaya varılmış olmasıdır.

    dolayısıyla saussure için "dil, birey ta-rafından yaratılmamış, onun tarafından değiştirilemeyen, bireyin dışında, kendi içinde kurallara sahip yapısal bir bütünlük olarak bilim nesnesi haline dönüşür."

    gösteren (signifier) ve gösterilen(signified)

    saussure'e göre dil bütün işaret sistemlerinin genel bir çalışması olan semiyoloji gi-bi bir işaret veya gösterge sistemidir. bu bağlamda dil yapısının unsurları gösterge-ler yani işaretlerdir. yapısalcılığın kurucu elemanları da bu işaretlerdir. her işaret veya gösterge (a) gösteren (signifier) ile (b) gösterilen(signified)olmak üzere iki bölümden oluşur. gösteren ve gösterilen birbirlerinden önce var olmazlar ve ilişkilerinin dışında da hiçbir anlamları yoktur. bu nedenle aynı gösterilen (anlam) için farklı diller farklı gösterenler (sesler) kullanırlar. örneğin, türkçede 'kedi' sözcü-ğün yerini ingilizcede rahatlıkla'cat'sözcüğü alabilmektedir.

    işaret, gösteren ile gösterilen arasındaki eşdeğerlik ilişkisinin toplumsal olarak yerleşmesi ve kural haline gelmesi sonucunda oluşur. dilde gösteren ile gösterilen simetrik gibi görünse de kavram ve ses imgesi aynı harekette meydana gelirler. dilsel bir gösterenin tek başına gösterilen ile hiçbir bağı yoktur.

    cowardve ellis'egöre yapı yalnızca yerleştirmekle kalmaz, hem gösterenleri hem de gösterilenleri aynı zamanda yaratır. "her gösteren ona benzeyen fakat onunla özdeş olmayan gösterenlerden farklı olmakla kalmaz, anlamlandırma zinciri içerisinde kendinden önce ve sonra gelenden de farklıdır. yani dil, öğelerinin birbirlerini farklılık yoluyla meydana getirdiği bir yapıdır." sözcüklerin anlamı dil sistemi dışında ka-lan nesneler dünyasından değil dil yapısı içindeki öğeler arası ilişkilerce belirlenir. örneğin, ağaç kelimesinin anlamı ağaç olarak işaret edilen objenin kendisinden değil, dil kurallarınca belirlenen kavramlar arası farklılıklarca oluşturulur. buna göre dil içerisinde ağaç kelimesinin anlamı onu 'çalı', 'funda' 'orman' gibi benzer ancak farklı anlamlar taşıyan diğer sözcüklerden ayırt etmemizden gelir. başka bir örnek vermek gerekirse, "güzel" sözcüğü "çirkin" ve ben-zeri farklı sözcükler olmasaydı hiçbir anlam taşımazdı. bu da "güzel" sözcüğünün anlamının, onu diğer sözcüklerden ayırt etmemizi sağlayan farklılıklarca üretildiğini göstermektedir.

    saussure göre, dil özünde farklılıklar üzerine kurulu bir anlamlı yapı veya anlamlı sistemdir.

    lechte'ye gö-re, insan bilimleri içerisinde saussure'cü modelin ortaya çıkışı ile birlikte, araştır-macının dikkati tarihsel olayları belgelemekten ya da insan davranışının olgularını kaydetmekten, bir anlam sistemi olarak insan eylemi kavramlaştırmasına yönelmiş-tir.

    semiyoloji (göstergebilim) ve roland barthes (1915-1980)

    semiyoloji, basitçe dil, edebiyat, sanat ve diğer tüm alanlarda beliren işaretlerin ya da işaret sisteminin genel bir çalışmasıdır. ). semiyoloji kültürel çalışmalar alanında özellikle yeme alışkanlıkları gibi diğer disiplinler tarafından ih-mal edilen kültürel kodların çalışılması ile ilgilenmiştir. semiyoloji özellikle fran-sa'da 1950 ve 1960'larda hızla gelişmiş ve toplumdaki işaretlerin bilimi olarak or-taya çıkmıştır. semiyolojinin konusunu oluşturan anlamlama dizgeleri el, kol, baş hareketleri, ezgili sesler, nesneler, törenler, protokoller ve gösterilerdir. rolandbarthes'ın semiyolojiye yönelmesinin kökünde kültürel kodları 'burjuva toplu-munun kendini donattığı temsil etme biçimleri' olarak görmesinden kaynaklanır. dilin kullanım sürecinde aralarında ortaklık bulunan dil-sel öğeler bellekte birbirlerini çağrıştırarak egemen öbekler oluştururlar. barthes buna çağrışımsal düzlem adını verir. örneğin, yemekle ilgili sözcükler bellekte birbirlerini çağrıştırırlar.

    barthes bir kitle kültürü incelemesi olan mitolojiler (1957) adlı çalışmasında margarin, deterjan, oyuncak gibi gösterme sistemlerini tartışır ve kitle kültürünün bu ürünlerinin işlevini "modern kapitalist toplumun gerçek doğasını 'mistifiye et-mek' olarak görür. mitolojiler kitabında barthes, "yeme, giyinme, tatile gitme, güreş etme gibi ayinlerin işaret sistemlerinin 'mit' olarak adlandırdığı başka bir anlamlandırma sistemi (yani başka bir dil) tarafından yönlendirildiğini bulur"

    barthes'ın bu çözümlemesinde mit bir kavram, düşünce ya da nesne değil, bir mesajdır. mit özgül olarak "mesajını söyleme biçimidir". daha açık bir ifadeyle mit mesaj ileten başka bir dildir. barthes'a göre basit bir gösterge veya temsil biçimi çok defa birden çok sayıda anlam içerir.

    iki anlam sistemi ortaya çıkar: (a) düzanlam ve (b) yananlam. düzanlam nesne-dilidir. yani anlamlandırdıkları ölçüde film, yemek, oyuncak ara-ba bu dilin örneği olabilir. daha açık bir ifadeyle düz anlamda film yine film, ye-mek yine yemek ve oyuncak araba yine oyuncak arabadır. yananlam burada 'anlamın ardında gizlenen asıl amaçlanandır'

    barthes'ın 'düzanlam'a ve 'yananlam"a verdiği en popüler örneğiparis-match dergisinde fransız bayrağını selamlayan siyah renkli fransız askerin fotoğrafının kapak olarak kullanılmasıdır. fotoğrafın düzanlamı "fransız bayrağını selamlayan zenci asker" iken yananlamı ise "sömürgeci milliyetçilikler ve militarizmin karışımıdır".

    barthes'a göre, burjuva kültürü, doğal olgular gibi gö-rünen normlar üreten bu mitsel, ideolojik anlamlar etrafında kurulmuştur... demek ki bir iletişim aracı olarak mit, kendi anlamlarını üreten bir dildir."

    yapısalcı antropoloji/claude levi strauss(1908-2009)

    lévi-strauss'undurkheim ve saussure'un yanı sırafreudvemarx'inbakış açılarından da oldukça etkilendiği bilinmektedir. anahtar kavramlar 'farklı-lık' ve 'ilişki'dir. lévi-straussçalışmalarında özellikle aşiret topluluklanndaki akrabalık ve mito-lojilerin çalışılması ile ilgilenmiştir.lévi-strausstüm kültürlerdeki gündelik faaliyet-lerin ve geleneklerin temelinde belirli evrensel kurallar yattığını düşünür ve çalış-malarında bu evrensel kuralları keşfetmeye çalışır.

    özellikle akrabalık, yemek pişirme ve benzeri gözlemlenebilen gündelik gelenek, görenek ve kültürel alışkanlıkların temelinde, dilbilimdeki gramer ve anlam yapılarına ol-dukça benzeyen, evrensel yapılar ve kurallar yatmaktadır. lévi-strauss'da bilincin ikili karşıtlıklarla işle-diğini düşünür. ona göre zihnin evrensel işleyiş süreçleri vardır. ikili karşıtlıklar bi-rinin diğerini kesin ve doğrudan dışladığı ikili terimlerdir: 'aşağı-yukarı', 'açık-kapalı', 'sol-sağ' ve 'kadın-erkek' karşıtlıkları bunlardan bazılarıdır.

    lévi-strauss'untotemizm(1969) ve yaban düşünce (1972) adlı çalışmaları da aynı kavramsal düşüncenin ürünleri olarak ele alınabilir.lévi-strauss'untotemiz-me olan ilgisi "'ilkel' insanlar 'gelişmiş' toplumlardaki insanlardan farklı düşünür" tartışmasına karşıt olarak başlar. bu tartışmanın savunucularına göre totemizm ve aşiret topluluklarında ki düşünce tarzı göz önüne alındığında 'ilkeller' mantıksal düşünme kapasitesinden yoksundurlar. lévi-straussise totemizmin yalnızca kabile topluluklarına özgü ve tek bir şey olduğu görüşüne karşı çıkar. ona göre totemizm genel görüngünün bir parçasıdır. levi-strauss, "batı burjuva tarzlarının amansız yayılışına rağmen varlığını sürdü-ren çeşitli toplumsal örgütlenme biçimlerini" inceleyerek bu toplumları kendi iliş-kileri açısından ele alır. bu ilişkileri daha sonra "bizim ilişkilerimiz açısından ince-leyip bu toplumların insanlarının birbirleriyle ve dünyayla olan ilişkilerini kavrama ve örgütlenme mantıklarını" açıklamaya çalışır. mit-leri incelerken "kendilerini mitler bünyesinde sonsuzluğa doğru tekrarlayan, gene de belli bir toplumun tavır ve davranışlarını açığa vuran temel çelişki ve ilişkiyi an-latan karşıtlıklar bulur."

    c.lévi-straussve mitler

    lévi-strauss'unçalışmaları ağırlıklı olarak mitlerin yapısal çalışmasına dayanır. onun yapısal çalış-masında 'mitler' daha çok 'ilkel' toplumlardan özellikle de güney amerika toplum-larından alınmıştır. bütün bunları dört ciltlik mitolojiler (1964/1968) kitabında top-lar.

    birinci cildindemitlere göre etin pişirilmeye başlandığı dönemde ortaya çıkan kültürün çözümlemesi ya-pılır. burada ateşin efendisi jaguar vardır. etin pişirilebilmesi için insan ile jaguar arasında bir dayanışma olması gerekir. bu ilişki pişirme ve akrabalık kodlarında kurulmuş ve gelişmiştir.

    ikinci cildinkonusu aşırı pişirme biçimleridir. bal yeme-nin ve tütün tüketmenin aşırılıkları ile insan-doğa karşıtlığı arasında bir denge var-dır. örneğin bal tüketimin o toplum içerisinde verili kuralları vardır. ciltte bu kuralları çiğneyerek bal tüketen kadınla ilgili olan mit bal delisi kadın miti vardır. zira yaban toplumda balın aşırı tüketilmesi evlilik kurallarının bozmak anlamına da gelir. toplumda bal ve tütün zor elde edilen maddeler olduğu için kullanımında belli kurallara bağlanması kaçınılmaz hale gelmiştir.

    üçüncü cildiise erkeklerin kadınlara kabul ettirdiği kurallar hakkın-dadır. çünkü kadının doğurganlık yeteneği vardır. bu yeteneğinden dolayı kadın doğa ile kültür ayrımını bozar: kadın doğurganlığından dolayı doğal ve insan ola-rak konuştuğu, düşündüğü ve eylemde bulunduğu için eşit derecede kültüreldir. kadının bu durumu kültür ve doğa sınıflandırmasında bir düzensizlik yaratır. mitler bu düzensizliği ayinsel ya da dinsel yollarla çözmek için vardır.

    lévi-strauss'tadoğa-kültür ayrımı "kültürün ürünüdür", yani anlamlandırmanın sonucudur. lévi-strauss'unyapısal analizi mitlerin derin ve entelektüel sorunlar olduğunu ve altta yatan yapıları ile mantıksal sistemler olduklarını gösterir.

    sonuç olaraklévi-strauss'agöre 'mitler' katmanlı ve karmaşık bir biçimde ya-pılanmışlardır. yapı, hikâyedeki olayların zıtlıklar arasında yeniden dağılımı ile keşfedilir.

    oedipus miti

    lévi-strauss'agöre oedipus mitinin amacı "birden mi (dünyadan mı) yoksa iki-den mi (kadın ve erkekten) doğduk sorusuna mantıksal bir araç sağlamaktır.

    mit ve anlam'ınüçüncü bölümünde tavşan dudaklılar, ayak gelişli doğumlular ve ikizlere ilişkin değişik mitleri kodlara ayırır. bu kodların öğelerini ilişkilendirir. yani tavşan dudaklılar tamamlanmamış ikizlerdir, ikizlerle ikiz olmayanlar arasın-da bir dolayım oluştururlar.lévi-straussyapısal antropolojiçalışmasında etobur-larla ot oburlar arasındaki dolayımın ise leş yiyiciler olduğunu gösterir.

    cufff, sharroc ve francis'egörelévi-strauss'unyapısalcı görüşünde güçlü bir anti hümanist bakış açısı vardır. dolayısıyla mitler anlatıcının farkında olmadığı, aklın bilinçdışı işlemle-rinin bir ürünüdür. mitlerin bireysel anlatımı genelin işleyişinin örnekleridir, insan aklının bilinçdışı olarak işleme tavrıdır.lévi-strauss,bütün mitlerde olan kalıplara onları kimin yarattığından ya da ortaya çıktığı coğrafyadan bağımsız olarak bakar. anlam bireyden değil sistemden çıkar. bu düşünce yapısalcılarda ve post yapısalcılarda yazarın ölümü ve öznenin merkezsizleşmesi olarak ifade edilir.

    c.lévi-straussve akrabalık ilişkileri

    lévi-strauss'agöre akrabalık ilişkilerini de temellendiren derin katmanlı yapılar vardır.lévi-straussakrabalık ilişkilerinin analizinde "kurulu bir aile biriminden de-ğil, "evrensel" aile içi cinsellik tabusundan ve bunun sonucunda kadınların müba-delesinden işe başlar. ona göre şimdiye kadar görülmüş bütün toplumsal örgüt-lenme biçimlerinin ön koşulu aile içi cinsel ilişki tabusudur" (ensest yasağı)

    lévi-strauss,"erkek kardeş/kız-kardeş, karıkoca, baba/oğul, annenin kardeşi/kız kardeşin oğlu gibi dört ilişkiden meydana gelen temel bir birim belirler.lévi-strauss'unortaya koyduğu bu "insanlar arası gerçekliği yapılandıran kavrama ise simgesel düzen" denir.

    marksizm ve yapısalcılık/ louis althusser (1918-1990)

    louis althusser yapısala marksizm’in öncüsü ve en önemli temsil-cisi olarak kabul edilmektedir. althusser'in yapısalcı yaklaşımı bu kitabın üçüncü ünitesinde ele alman marksizm’in hümanisttik yorumlanışını reddeder ve bunun ye-rine "öznesiz bir tarih" anlayışına dayanır. althus-ser'in anahtar kavramları, (a) ekonominin son kertede belirleyiciliği, (b) egemen bir yapı olarak toplumsal formasyon ve (c) toplumun parçaları arasında göreceli özerk bir ilişki olması olarak ortaya çıkar.

    althusser geleneksel marksizm’in altyapı-üstyapı modelini, özcü bir nitelik taşıması ve emek-sermaye gibi tek bir egemen öğeyi öngören toplumsal totallik kavrayışına sahip olması nedeniyle reddeder. "ideolojik düzeyin sahip olduğu mekanizmalar kapitalist bir toplumsal formasyonda sadece üretim araçlarının değil, aynı zamanda üretim güçlerinin de, yani emek gücünün de yeniden üretimini, başka bir deyişle üretici bireylerinde sisteme uyumlu hale getirilmesini olanaklı kılmaktadır. ideoloji bu işlevini ideolojik aygıtlar içerisinde bir üstyapı pratiği olarak gerçekleştirir" ekonomik, politik ve ideolojik süreçler farklı toplumsallık düzeyleri olarak birbirlerine indirgenemezler ve karşılıklı etkileşim içerisinde ki bir özerklik ilişkisine sahiptirler.

    althusser'de toplumsal bütünlük kompleks bir yapıdır. althusser'e göre toplum veya onun deyimiyle toplumsal formasyon, (i)ekonomik, (ii) politik ve (iii) ide-olojik olmak üzere üç ana düzeyden (yapıdan) oluşur.

    althusser'e göre egemen sınıf iktidarını devletin baskı aygıtları ve ideolojik ay-gıtları aracılığı ile kurar. zorlama ve şiddet kullanan polis, ordu, mahkeme, hapis-hane vb. kurumlar devletin baskı aygıtı, ideolojik onaylama mekanizmalarını kul-lanan "eğitim kurumları, aile, din, medya araçları, siyasi partiler, sendikalar vb. ise devletin ideolojik aygıtlarıdır.

    althusser'in yapısalcı marksist yaklaşımında insan aktörlerin sınırlı bir rolü vardır. althusser bu konudaki görüşlerini özellikle lacan'dan ödünç aldığı bi-linçdışı kavramını kullanarak netleştirmeye çalışır. bu görüşe göre "gerçek bir dün-yada yaşamıyoruz, aksine her toplumsal formasyonun ideolojik aygıtları tarafından yaratılan ideolojik bir dünyada yaşıyoruz."

    yapısalcılığa getirilen eleştiriler

    1.giddens'a göre dil çalışmalarından ortaya çıkan yapısalcılık toplumsal yaşamın ekonomi veya politik faaliyet gibi daha pratik konularında daha az uygulanabilir-liğe sahiptir.

    2.yapısalcılık özneyi güçsüzleştiren ve merkezsizleştiren bir yaklaşımdır. nesne-nin, öznenin bilincini belirlemede epistemolojik ve ontolojik bir üstünlüğe sahip olmasının, öznelliğin çözülmesi alanında yapısalcı kuramsal modelleri yetersiz kıl-dığı savunulmaktadır.

    3. yapısalcı analizde toplum ve tarihin "anlaşılması zor ve bulanık" kavram-lara dönüştüğü vurgulanmaktadır. 4. yapısalcı yazıların zor ve anlaşılması güç olmasının da yaklaşımın daha çok yayılmasını genel anlam-da engellediği düşünülmektedir.

    5.bireyleri/insan özneleri anlamların ve sosyal dünyanın oluşturulması sürecinde etkisiz gören, bu nedenle de onları toplumsal analizin merkezinden uzaklaştıran bir yaklaşım olarak değerlendirilmektedir.

    post-yapısalcı düşünce

    michelfoucaultve jacquesderrida

    m. foucault(1926-1984)

    çalışmalarımarx, freudve ünlü alman fi-lozoffriedrichnietzsche'in etkilerini taşır. lechte'ye göre foucault'nun önemli ça-lışmalarının özgünlüğü birbiriyle bağlantılı 5 terimi açıklığa kavuşturmak olarak or-taya çıkmaktadır. bunlar, (a) şimdi, (b) soykütük, (c) epistemoloji, (d) süreksizlik ve (e) teknolojidir.

    foucault'nun, şeylerin düzeni (1966), disiplin ve ceza: hapis-hanenin doğuşu (1975) adlı çalışmalarını ortaya çıkarır. şimdi kavramıyla daha sıkı bir ilişki içerisindeki başka bir kavram soykütük kavramıdır. soykütük şimdinin konularına odaklanarak yazılan tarihtir. soykütüksel çözümleme "tarihin gözardı etmiş ol-duğu bir dizi görüngü eşliğinde, görülmeye değer olaylardan ayıklanarak dışlanan tek tek olaylara döner, onları canlandırmaya ve korumaya çalışır. bu anlamda soykütük bir eleştiri biçimidir.

    foucault yaşamı boyunca aklın dışladıkları ile ilgilenir. bunlar "delilik, rastlan-tı, kopukluk" olarak ele alınabilir. suç ve günah yazını ile ilgilenir. nitekim delilik ve uygarlık kitabında "17. yüzyılda devletin sorumluk alanına giren deliliğin yok-sulluk, işsizlik ve çalışmayacak durumda olma düşünceleriyle birlikte algılanması-nın ardında yatan nedenleri çözümlemeye çalışır".

    şeylerin düzeni ve bilginin kazıbilimiadlı çalışmalarında bilimsel söylemlerin yapısını çalışma konusu olarak ele alır. yine pierre riviere 19. yüzyılda bir aile cinayeti adlı kitabın ana konusu cinayet suçu ile usdışının suç-suzluğu arasında bulunan sınır sorunsalıdır.

    foucault iktidar ile bilgi arasındaki ilişkiyi tersine çevirir. bilgiyi özgürleştirici gören düşüncenin aksine foucault bilgiyi yeni bir kontrol ve denetim biçimi, yani yeni bir iktidar biçimi olarak görür. ona göre bilgi insanların üzerine abanan bir iktidardır ve bu iktidara dayanarak başkalarını da belirler. ona göre bilgi, özgür-leşmenin önünü keserek gözetlemeye, düzene sokmaya, disipline etmeye yönelik bir kip halini alır".

    disiplin ve cezaadlı çalışmasında "insanla-rı gözetim altında tutmaktansa onlara ibret teşkil edecek birtakım cezalar vermenin etkili ve yararlı olduğunun düşünüldüğü döneme odaklanır".

    kitap, "kral katiline halkın gözü önünde yapılan işkenceler eşliğinde gerçekleş-tirilen idamın korkunç bir betimiyle başlar. böylelikle seksen yıllık tarihsel süreci göz önünde bulundurarak, bu dönem içinde ortaya çıkan değişiklikleri betimler: işkence kaybolur, bunun yerine mahkûmların ıslahı geçer; birtakım yeni gözetle-me düzenekleri kışlalarda hapishanelerde ve okullarda etkin bir biçimde uygula-maya konur".

    cinselliğin tarihikitabında "cinselliğin doğal bir gerçeklik olmadığı bire-yin gözlem ve denetim altında tutulmasına önemli katkılarda bulunan bir söylem-ler ve uygulamalar dizgesinin ürünü olduğu" savını getirir. zira "özgürleşmenin bir kölelik (baş eğme) biçimi olduğunu çünkü hâlihazırdaki 'doğal' cinselliğimizin gerçekte iktidarın bir ürünü olduğunu ileri sürer"

    jacquesderrida (1930-2004)

    derrida'nın, özellikle yapısökümcülük ola-rak bilinen dille ilişkili eleştirel düşünce yöntemi de sosyolojik teoriyi etkilemiştir. yapısöküm herhangi bir metnin içinde ki ikili karşıtlıkların (açık-kapalı, iyi-kötü, devamlı-devamsız vb.) metnin bütünlüğü açısından tutarsız kullanımlarını ele alarak yazarın kurduğu kavramsal ayrımların başarısızlığını açıklamak için geliştirilmiş bir metin okuma yöntemidir. felsefe tarihinde ikili karşıtlıklar-dan oluşan metafizik ve idealist düşüncenin önderleri olan plato,rousseau, hegel, nietzsche, heidegger,vefreud'unkitaplarını merkezine alır.

    derrida'nın yapısökümle karşı çıktığı "bulunuş metafiziği"dir. zira birçok filo-zofun kuramının başlangıcını ve köklerini 'bulunuş' düşüncesinden alır. "bulunuş bilincin taşrasıdır. nasıl ki geçmişte neler olup bittiğinden emin olamıyorsak, gele-cekte neler olacağından ve şimdi başka bir yerde neler olup bittiğinden emin ola-mayız; ama 'bulunuş'a ilişkin bilgimizin kesinliğinden burada ve şimdi emin olabiliriz bu anlamda, 'bulunuş' o an deneyimlediğimiz algısal dünyanın ta kendisidir."

    yapısöküm üç aşama içerir: (a) tersine çevirme, (b) yer değiştirme ve son ola-rak da (c) yeni bir kavramın yaratılmasıdır. derrida bunu dayanak sözcük olarak adlandırır. örneğin, 'iz' kavramı böyle bir kavramdır. 'bulunuş/bulunmayış' ikili karşılığının yapısökümünden ortaya çıkar. zira 'iz' aynı zamanda hem 'bulunuş'tur hem de 'bulunmayıştır.'

    anthony gıddens ve yapılaşma teorisi üzerine kısa bir not

    giddens'ın yapılaşma(structuration)olarak adlandırılan teorisi bir anlamda toplumsal sistemin yaratılmasında hem aktörlerin hem de yapıların etkilerini bir arada çözümlemeye çalışan bir yaklaşım olarak tanımlanabilir. başka bir ifadeyle, yapılaşma teorisi toplumsal analizde eylemi merkeze alan teoriler ile yapıyı merkeze alan teoriler arasındaki bölünmeyi eylem-yapı(agency-structure)bütünleşmesi yoluyla çözmeye çalışan bir yaklaşımdır. bütün eylemler yapılar tarafından, bütün yapılar da eylemler tarafından içerilmektedir. eylem ile yapı diyalektik bir karşılıklı etkileşim halinde olan ve birbirleri dışında düşünülemeyen, aynı madalyonun iki yüzü gibidirler.

    giddens'ın deyimiyle eylem ve yapı bir ikilidir ve akış halindeki toplumsal pratik içinde ayrılmaz bir biçimde iç içe geçmiş bir "yapı ikiliği"dir
  • çınarcık ve havalisi müteahhitlerinin cumartesi-pazar günleri okey oynayıp digitürk izlemek için kurdukları dernek ve lokale kaynaklık eden kavram. çınarcık ve havalisi yapısalcılar derneği lokalidir tam adı. rakip mütehaahhitlerin derneği ise postyapısalcılar derneği şeklinde kurulup gizli gizli kumar oynatma opsiyonunu da eklemiştir.
  • hırsıza, katile, aldatana, kopya çekene kızmayı engeller.
  • bu konuda okunabilecek en eğlenceli yazılar, yapının yanısıra yürüyüp etrafa bakanların "hmm yapısalcılık mı kaldı mı öyle bir şey" veya "şu kişi/dönem çok pis yapısalcıydı,aktörün canına okudu, şöyle hizaya soktu, böyle kontrol etti düzeltti, öyle manipülasyon ustasıydı" gibi bir ok çıkarıp, sonra o oku kendine batırdığı yazılar. şöyle mesela: "insanların örgütlenmeye üşendiği bir çağda, onları örgütlemek için ne yapmalı? lobotomi mi, televizyon dizisi mi, yoksa bir bütün olduğumuzu hatırlatacak yeni bir felaket mi?" ama oku çıkarma ve batırma işlemleri kesinlikle birarada olacak, yoksa o yazı eğlenceli olmaz. aktörün örgütlenmediğini veya yapıya muhtaç/maruz veya ikincil olduğunu düşünürken, o zaten bir şeyler yapmakta ve ortalığı karıştırmaktadır. inanmazsan sor weber'e. üstelik bu sırada yapının penceresinden izleyen hanımlar çaylarını yudumlarlar. işte o an cidden: "language speaks the subject; (...) book reads the audience." ama başka türlü, tepetaklak. kendini kitaba tekrarlatan çılgın öznenin kaprisi ve dilin kendisini konuşmasını sağlayan öznenin yapıya gününü göstermesi şerefine bu entry'yi bitiriyorum. özne hepimizden akıllı valla. iktidar nerede, biliyor.
hesabın var mı? giriş yap