• lisedeyiz. dediler müfettiş gelecek. o zamanlar çok müfettiş gelirdi liseliler bilmez*

    soru soruyordu falan bize. öğretmen masasına oturuyordu. öğretmenle fısır fısır bir şeyler konuşup sınıf defterine bakıyorlardı.

    her neyse...

    ben de o gün beden eğitimi dersinden sonra okuldan kaçıp eşya taşımaya gideceğim bir yere. para pul kalmadı cepte.

    en arka sırada oturuyorum. 3. - 4. dersler beden. ilk iki ders edebiyat. amelelik yapacağım diye okul üniformamı giymedim. işte " müfettiş gelecek " demeleriyle müfettiş ile edebiyat hocasının sınıfa girmesi arasında bir dakika bile yoktu.
    " boku yedim " dedim.

    tünedim iyice arka sıraya. kendimi saklıyorum falan. o zamanlar müfettişler her şeyi görürdü 2000'liler bilmez.

    " sen " dedi birden. ben o sırada ayet-el kürsî okuyorum içimden. sınıfta müthiş bir sessizlik...

    " sen oğlum sen " dedi bir daha. o zamanlar beni ismimle çağırmayanlara bakmıyordum. bunu ailem bile bilmez.

    " passenger28, kalksana oğlum ayağa " dedi edebiyat hocası.

    " hee ben mi? kusura bakmayın hocam dalmışım... " falan diyerek kalktım ayağa.
    müfettiş, peşmerge görmüş devlet bahçeli gibi bakıyor bana.
    ulan müfettiş neyse de hocamla da aram çok iyi, adamı zor durumda bırakacağım.

    " sen niye üstünü giymedin çocuğum? " diye sordu müfettiş bana.
    etrafıma bakıyorum falan böyle salak gibi. suratım oldu kıpkırmızı. bizim çocuklar piç gülüşüyle bana bakıyorlar. neredeyse ben de kahkaha atacağım ama bir yandan da edebiyat hocamdan çekiniyorum.

    " gel bakalım tahtaya " dedi müfettiş. " aha niyeti bozdu adam " dedim içimden. tahtaya çıktım. altımda don, üstümde tişört, ayağımda esem sport*

    " sen niye giymedin bakalım okul üstünü? bak arkadaşların ne güzel giyinmiş " dedi bana masumca bir gülüşle. bu gülüşü biliyordum. babam da kelimeleriyle ağzıma sıçmadan evvel böyle gülerdi önce.

    ve o an iblis, asla aklıma gelmeyecek bir yalanı fısıldadı kulağıma;

    " hocam ben kaynaştırma öğrencisiyim " dedim.

    edebiyat hocamızın yüzü üçüncü sınıf korku filmlerinde rol alan boktan oyuncuların yüzüne dönüştü. dehşete kapıldı adamcağız. sınıftakiler de " ne diyor lan bu? " dercesine bakmaya başladılar.

    " okuldan çıkınca spora gitcemmmm. üstüme yemek döküldü bi' de. ondan giyemedim gömleğimi " dedim.

    müfettişin bakışları bu sefer erdoğan'ı görmüş devlet bahçeli bakışlarına evrilmişti. elini omzuma koydu.

    " derslerin nasıl bakalım? " falan diye sorular sordu. ben de çukur
    dizisindeki aliço gibi jest ve mimiklerle cevaplar verdim.

    " geç bakalım yerine " dedi müfettiş. sonra başka arkadaşlara sorular sormaya başladı.

    ilk dersin teneffüsünde kaçtım hemen okuldan.
    ertesi gün edebiyat hocasının paçalarına yapışmış hâlde " bokunuzu yiyimm hocaaammm affedin... sizin için yaptım vallaaa... " diye bağıra bağıra sürünerek girdim okula.

    şimdi ben de bir edebiyat öğretmeniyim ve şu müfettişleri hâlâ daha sevmiyorum.

    " kaynaştırma öğretmen " gibi hissediyorum kendimi.
  • bu anlatacağım olayı okuyun ve unutun, sakın örnek almayın.

    ankara'da üniversite okuduğum zamanlar. yıl 2011. tiyatrodan geniş arkadaş çevresi, okulla sıfır bağ, her gün ayrı kafalar, memlekete zorunlu görev gibi sadece bayramlarda gitmeler filan. tipik ankara gören masum köylüyüm.

    ev arkadaşım sevgilisiyle ay dönümü mü yıl dönümü mü bir zımbırtı kutlayacak dışarıda. sonra kızın evine gidecekler. ben ise sakarya gibi kıvrım kıvrım gecelere akmak yerine sapanca gibi evde sap sap takılıyorum.

    gece saat 00:30 civarı. acaba yatıp uyusam mı diye aklımdan geçiyor ama bünyeme ters. aylardır gün ışığı görmemişim. ağzına kadar dolu kül tablası, üstü temiz içi pis sinsi bir halı, odalarımızın salona açılan kapılarında "park yapmak yasaktır" gibi oradan buradan çaldığımız uyarı levhaları, televizyonda ntvspor, salonun ortasında da ben. ciddi anlamda kendi götümü avuçlayasım var öyle sıkıldım yani. kim bilirdi ki o gece hayatımın en unutulmaz olaylarından birini yaşayacağım.

    kapı çaldı. evimiz kerhane gibi olduğu için zil kaçta çalarsa çalsın şaşırmazdık. kapıyı açtım. tiyatrodan bir arkadaştı. ankara'da ailesiyle yaşıyor. evde canı sıkılmış, çıkmış gelmiş bize. amk zaten sıkılıyorum, şimdi 2 kişi sıkılacaktık. salonda ntvspor izliyoruz. benim için değişen bir şey yok. 5 dk öncesiyle tek fark salonda nesne gibi duran arkadaşım. dayanamadım. sikerim böyle aşkın ızdırabını kalk çıkalım dedim. nereye dedi. bilmiyorum dedim gidip bir şeyler içelim. tamam dedi. giyindik çıktık derken saat 02:00 olmuş, bizim yaşam döngümüzde o saat gayet makul bir saat, içebileceğimiz ama aynı zamanda eğlenceli de olsun dediğimiz bir yer arıyoruz ama neredeyse her yer kapanmış. arabayı koyduk bir yere mal mal yürümeye başladık. hala sıkılıyoruz. tam vazgeçip eve dönecekken bir yerden hayal meyal bir müzik sesi duyduk. derede yüzen timsah gibi hiç konuşmadan sese doğru gidiyoruz. sanki konuşsak ses kaçacak amk. neyse sese baya baya yaklaştık ama mekanı göremiyoruz. normal sakin bir sokak ama bir yerden müzik sesi geliyor ve 3-5 apartmandan başka bir şey göremiyoruz sokakta. nerenin güvenliği olduğunu anlamadığımız bir güvenlik gördük. müzik sesini sorduk. apartmanlardan birini göstererek şuranın 2. katı dedi. ne var orada dedik. eğlence mekanı işte dedi. ulan zaten sıkıntıdan birbirimizi sikeceğiz, tamam dedik gidip bakalım. biraz tırsak biraz meraklı bir şekilde apartmanın 2.katına çıktık. mekanın adı yazıyor kapının üstünde ama kapı kapalı ve içeriden de deli gibi müzik sesi geliyor. ulan diyoruz mekan burada işte, içeride deli gibi eğleniyorlar ama kapı kapalı. çıldıracağız. merakımız korkumuza üstün geldi ve eğlence mekanının zilini çaldık. hayatımda ilk defa bir mekanın zilini çalıyordum amk. müzik o kadar yüksek ki zili duyan yok heralde, bir iki bastıktan sonra baktık duymuyorlar kapıyı yumruklamaya başladık. güvenlik eğlence mekanı demese, üstte de mekan ismi yazmasa dönüp gideceğiz ama yazıyor işte. kapıyı yumruklarken bir anda müzik sesi kesildi. aslan görmüş antilop gibi içimde kaçma hissi belirdi ama mala bağlamışım kaldım öyle. arkadaş zaten mal. neyse kapı açıldı. 2 tane garson tipli genç açtı kapıyı. mallığımı atıp lafa girdim
    -biz müzik sesini duyunca mekana geldik ama açık mı?
    -abi aslında mekan kapandı biz bulaşıkları yıkarken müzik açtık, sonra kendimizi kaptırmışız öyle tepiniyorduk sahnede.
    ulan amk gülsem mi ağlasam mı bilemedim ama can sıkıntım o anda yine böğrüme inek gibi oturdu. sikerler böyle işi
    "kardeş biz de kafa dağıtacak yer arıyoruz, hem bir şeyler içeriz, hem bulaşığa yardım ederiz olmaz mı?"
    oğlan hiç düşünmeden "olur abi" dedi, girdik içeri.

    kafamı sikiyim.

    her yer bulaşık. sayılamayacak kadar çok bardak, meze tabakları. bir yandan kendime kızıyorum, bir yandan da ulan diyorum bu adamlar her gün böyle hayatlarını kazanıyorlar, yıkayalım da bize de ders olsun filan. o kafayla hem son ses müzik eğleniyoruz, içiyoruz hem de bulaşık yıkıyoruz. arada çıkıp sahnede çıldırıyoruz.
    bulaşıkların sonuna gelirken sigaramızın bittiğini fark ettik. garson çocuk ben de var abi içebilirsiniz filan diyor ama pakette 3-4 tane ancak var. yok dedim "24 saat açık büfe tarzı bir yer var mı buralarda ben alıp geleyim". bizim arkadaş "ben de geleyim bir hava alıyım" dedi.
    garsonlardan biri "var abi ama biraz uzak, ben de geleyim sizinle karıştırmayın, zaten bulaşık bitti sayılır" dedi. ben, arkadaşım ve genç garson dışarı çıktık. 20-25 dakika yürüdükten sonra sigaramızı aldık, bizim arkadaş 4 tane de puro aldı mekana dönünce içelim diye. keyfimiz yerinde mekana dönerken garson arkadaş dedi ki
    -abi sizi şimdi bir yerden geçireceğim, içeride dehşet karılar var, geçerken uzaktan bakarız (karı? ben demedim o dedi)
    -valla mı! diye atladık arkadaşla, hadi geçelim amk.

    neyse sokağa girdik, sokağın orta tarafları hareketli gibi duruyor, taksiler var, alengirli ışıklar, insan siluetleri filan. yavaş yavaş yaklaşırken o aralar ezberlediğim bir şarkı sürekli dilime dolanıyordu "perdono". perdonoooo sıkoloji peco debi reseloooo, is kulllsaaa hiperamasa filan diye gidiyor böyle. şarkının bir italyancası bir de ispanyolcası vardı sanırım ama benim ezberlediğim hangisi bilmiyorum. böyle mırıldanarak gidiyorum. bizim arkadaş dedi ki
    -bu hangi dil?
    -bilmiyorum ispanyolca heralde.
    -ulan aklıma bir şey geldi, mekanın önünden geçerken ispanyol taklidi yapalım mı? belki yabancı zannedip içeri alırlar.
    -tamam lan dedim zaten tiyatrocuyuz oynayalım bakalım. ama üçümüz de yabancı olursak anlaşamayız, birimiz rehber olsun.
    bizim arkadaş da uzun kıvırcık saçlı, gözlüklü. tam rehber amk. neyse bu rehber oldu.
    garsona da dedik ki sen konuşma, yanımızda dil bilmeyen yabancı gibi takıl işte.
    o da "tamam bana şu purolardan birini verin ben takılırım öyle" dedi. amk bebe puroları unutmamış. neyse bu yaktı bir tane, mekana yaklaştık. ben düz tonda perdono şarkısını söylüyorum konuşuyormuş gibi;
    -perdono sıkoloji peco debi reselo??
    arkadaş espri yapmışım gibi kahkaha atıyor filan. kapıdaki iri cüsseli güvenliğin ve mekanın önündeki 3-4 kişilik taksici grubunun dikkatini çekmeyi başardık. bizim arkadaş güvenliğe yaklaştı.
    -abi merhabalar, bunlar ispanyol buraya gezmeye geldiler, ben de bunlara hem rehberlik yapıyorum hem de para tokatlıyorum, baya baya zengin piçleri. mekana bir baksalar olur mu? beğenirlerse iyi para bırakırlar.
    - adamın gözler açıldı, telsizimsi bir şeyden birşeyler mırıldandı. içeriden takım elbiseli mafyavari bir adam çıktı geldi.
    güvenlik adama döndü : abi arkadaşlar ispanyolmuş, sağlamlarmış, bu da rehber.
    takım elbiseli adam: oooo merhaba kardeşim, sen arkadaşlara söyle içeri gelsinler, ne arzu ederlerse yardımcı oluruz.
    bizim arkadaş bana döndü
    -obldoe ldoesp lfdıfropeps kdkdkf ?
    adamlardan biraz tırstım ama ne olacaktı ki, amaç zaten garson arkadaşın tabiriyle içerideki karılara bakmak. içeri gireceğiz, bakacağız, beğenmedik deyip çıkacağız. öğrenci adamız sonuçta. öyle mekanlara zaten gücümüz yetmez.
    perdono şarkısının nakaratından bir kısımla başımı onaylar gibi yaptım ve takım elbiseli adam önde biz arkada mekana girdik. yalan olmasın hayatımda ilk defa öyle bir mekan görüyordum. içerisi boş gibi. zaten mekan eğlence mekanı değil pezevenk-orospu mekanı amk. anlaşan gitmiş, anlaşan gitmiş. boş masalarda tekli tekli kadınlar oturuyor 8-10 tane.yalnız öyle böyle değiller. hangisine bakacağımı şaşırdım. +18 filmlerden fırlamış gibiler. içeri girince hepsi bize döndü. biz ayaktayız, takım elbiseli adam anlatmaya başladı.
    - buranın olayı şudur, buradaki kızlardan biriyle oturursun, içkini içersin, o sırada kızla nasıl anlaşırsan anlaş, ister tavla, ister parasını öde. ona biz karışmayız ama içkini burada içeceksin.

    yalanını sikiyim, karışmazmış. tezgahı iyi kurmuşlar. bir şişe içkiye dünyanın parasını ödettirecekler, üstüne bir de kızcağızın parasını alacak pezevenkler (burada cuk oturdu.) neyse bizde zaten para yok, amaç içeridekilere bakmak, baktık ve artık çıkmamız gerekiyor. garson çocuk zaten ayakta boşalmış amk.

    bu adamın dediklerini bizim arkadaş çevirir gibi yaptı bana. ben de yine perdono şarkısının sonlarına doğru bir bölümle onaylamaz gibi yaptım. bizim arkadaş adama döndü;
    - abi yok beğenmemişler, otele dönelim diyorlar.
    adam biraz sinirlenir gibi oldu;
    - tamam burada bir şeyler içsinler zaten kadınlarla anlaşmak zorunda değiller.
    bizim arkadaş yine bana döndü hebele hübele dedi. ben de ona yine aynı tarz cevap verdim ama yine de gülümsüyorum ki ortam gerilmesin. bizim arkadaş adama yine "abi istemiyorlar" filan deyince adam iyice sinirlendi.
    - bak kardeş, sen söyle bu götveren puşta ankara'da daha iyisini bulamazlar.

    ulan arkadaş, adam karşımda yüzüme doğru tüküre tüküre götveren puşt diyor ve ben sadece gülümsüyorum kaderimi sikiyim. gerçi bu adam yolda yürürken dönüp bana götveren puşt dese yine gülümserim herhalde. öyle mafyatik bir adam. bizim arkadaş;
    - abi boşver ısrar etmeyelim, bunlar otele gitmek istiyor, dedi adama.

    adam tam bizden vazgeçer gibi olurken gözleri parladı, neşelenerek birisini çağırdı bir şeyler dedi.
    ben arkadaşa ne olduğunu anlamaya çalışır gibi baktım, o da "ne biliyim amk" der gibi bana baktı. adam dedi ki:
    - bizim burada ispanyolca bilen bir kadın var, onunla bir tanışsınlar belki dil olarak anlaşınca oturur bir şeyler içerler belli olmaz

    aynı anda üçümüz de orada altımıza sıçmadıysak ben de bir şey bilmiyorum. garson çocuk neredeyse ağlayacak, bizim arkadaşın kıvırcık saçlarından terler damlıyor. ben bir şeyler anladığım belli olmasın diye hala mal mal gülümsüyorum. resmen gülümseyerek sıçıyorum.

    birazdan ispanyol kadın gelecek, bize bir şeyler diyecek, biz bir sik anlayamayacağız, kadın yine bir şeyler diyecek, ben "perdonoooo" diyeceğim. sonra kadın bunlar ispanyol değil diyecek, adam da takım elbisesinin arkasından çıkardığı silahla ya kafamıza sıkacak ya topuğumuza. vay amk. karılara bakalım diye bizi buraya getiren garson arkadaşı da sikiyim, ispanyol taklidi yapalım diyen kıvırcık arkadaşımı da sikiyim, bunlara uyan kafamı da sikiyim.

    herkes gergin gergin beklerken içeriden sarışın bir kadın çıktı. yalan yok kadın tam bir afetti ama bizi birazdan sırayla afetzede yapacaktı. kadın yanımıza kadar geldi. o anki konuşmalar aynen aktarıyorum.

    kadın: opkdooekmfpd pdodjkf pdodkodkdk
    ben: skoloci peco debi reselo?
    kadın: jkdspo o odkod odkodkfodkf
    ben: rosa eraskamiye pistama palamedey

    bu konuşmanın bir yere gitmeyeceği belli, kadın bir şeyler söylüyor ben şarkı sözlerini söylüyorum. öyle saçmalarken bir an dedim buradan eşhedü enlaa ya bağlayayım bitsin her şey. o sırada kıvırcık arkadaşımdan hayati bir müdahale geldi.

    -abi ben farkettim, bu kadının ispanyolcası bizimkinden farklı, şimdi bunlarda farklı farklı bölgeler var ya o yüzden anlaşamıyorlar. bizim kürtçe gibi düşün abi.

    vay beynini yaladığım canım arkadaşım. resmen hayatımı borçlandım.
    adam kadını gönderdi, sonra bize döndü;
    - söyle de siktirsin gitsin pezevenkler. sen nerelisin kardeşim?

    hem pezevenklik yapıyor hem bize pezevenk diye küfrediyor. amk pezevengi. neyse. bizden umudu kesince bizim arkadaşı bağlamaya çalıştı ayak üstü. belki arada böyle yağlı müşteri getirir hesabı.

    bizim arkadaş çorum morum filan derken içimden dedim amına korum zaten korkudan altıma sıçmışım, dışarı çıkıp hava almam lazım. arkadaşa "hebele hübele " dedim, kıvırcık arkadaş ayak üstü takım elbiseli adamla konuşurken biz çıktık mekandan, mekanın önünde garson çocukla bekliyoruz. hemen yanımızda da taksiciler sigara içiyor, muhabbet ediyor. birisi dedi ki;
    -bak abi bunlar ispanyolmuş
    diğeri : hadi yaa, wass yor neymm?
    ben: spanish spanish?
    -amk cahili tamam sipaniş de hiç mi ingilizcen yok, mehmet bunlar bizden cahil amk laaaaa ahahahahaha

    sikiyim karşımda eğlenip kahkaha atıyor ankara taksicileri, ben hala gülümsüyorum.
    biri dedi ki
    - fenerbaahhçee?? fe-ner- bahçee?
    anlamamış gibi yaptım. diğeri atladı, "abi galatasarayı sor". benimle dalga geçen adamlara bak. abi galatasarayı sor diyor o da dönüp bana "ga la ta saraayyyy? " diyor. hey allahım ya. neyse galatasaray deyince böyle elimle refah partisi işareti yaparak "yeaaahhhh" filan dedim. anaaam nasıl seviniyorlar.
    - bak gördün mü galarasarayı biliyor, biz dünya takımıyız babaaaa akıllı ooolllll.

    muhabbetinizi sikiyim. bu arada garson çocuğun elinde puro, gülmemek için altına sıçtı sıçacak. o sırada bizim kıvırcık arkadaş geldi. taksiciler hemen yapıştı tabi. bizim arkadaş arabamız var diye sıyrıldı onlardan. hiç bozuntuya vermeden yavaş adımlarla sokakta yürümeye devam ettik. güleceğiz diye birbirimize bakamıyoruz amk. sokağı dönene kadar tek kelime etmeden yürüdük. mekandan iyice uzaklaşınca öyle bir kahkahaya boğulduk ki yerlerde yuvarlanıyoruz, durduramıyoruz kendimizi, garson arkadaşın tabiriyle iki karıya bakacağız diye götümüzden kurşunu yiyecektik. içimizde ki son kahkahayı atana kadar güldükten sonra ilk mekana geri döndük. diğer garson yatmış uyumuş, ( bu arada bu iki garson mekanın arkasında rutubetli küçük bir odada kalıyorlar) yaktık puroları, gece sabaha dönerken olayın kritiğini yapıyoruz. olayın aslında ne kadar ciddi olduğu, ispanyol olmadığımız anlasalar, bizi öldürmeseler bile öldürene kadar döveceklerini idrak edince bir daha irkildim resmen. bizim kıvırcık arkadaş şöyle diyor.
    - olum kadın sizin ispanyol olmadığınızı anlasaydı ben adama dönüp "beni de kandırmışlar abi " diyecektim diyor.
    hem şerefsiz hem de mal. biz seni kandırıyorsak bizim dediklerimizi nasıl çeviriyorsun adama yapraaamm.
  • (#96616312) filmi olsa izlenir.
  • 2017 yılının ilk çeyreği. kendisiyle şu anda görüşmediğim, görüşmek istemediğim ve kurtuluş olarak tanımlayabileceğim bu duruma gelene kadar kendisinden ve hareketlerinden çok çektiğim, kendini hem kabadayı hem de şair ceketli çocuk sanan, ayrıca entelektüel/nostaljik gibi giyinmeye çalışırken aslında mafyavari/organizatör rıza gibi giyinen eski bir arkadaşımla o dönemki ev arkadaşımı almak için adnan menderes havaalanı'na gideceğiz.

    önce eshot'a ardından izban'a atlayıp gittik. tabii o zamana kadar uçakla birkaç kez yolculuk yapmıştım ama onlar da memleketten izmir'e gelmek için bindiğim uçaklardı. yani hiç adnan menderes'ten uçağa binmemiştim çünkü geri dönüşleri otobüsle yapardım. dolayısıyla arkadaşımı karşılamak için içeri girmeye yer arıyordum. ama ne yazık ki nereden gireceğimi bir türlü bilmiyor, kestiremiyordum.

    hafif bir acele de mevcuttu zaten. telaş içerisindeydim. ev arkadaşımı içeride karşılamak istiyordum. sonra efendim, tam girebileceğimi düşündüğüm bir yer bulmuştum ki, meğer o zamana kadar arkamdaki arkadaş dediğim dallamanın aklında başka şeyler varmış. girmemeyi planlamış çoktan aklında ama benim çabalarımı izliyormuş bu sığır mal mal. söylemiyor da. en son demez mi, benim cepte mermi var giremeyiz diye. küfredeceğim moruk vallahi billahi edeceğim ama hâlâ zor tutuyorum. gülüyorum da bu olaya ama sinirlerimi bozuyor.

    taşımayı seviyormuş bu eleman cebinde mermi. hafif bir zorundalık hatta. doluymuş bir de mermi yanlış hatırlamıyorsam. raconmuymuş neymiş, o yüzden taşıyormuş.

    sonra bir gün kaybetti bu mermiyi. hafif bir üzüldü. yüzünde buruk bir ifade varken ne yapacaksın şimdi dedim. bir şey olmaz eskişehir'deki evimizde yedeği var, gidince onu alırım dedi. aklını seveyim senin. aldığın her nefes boşa oğlum, boşa.
  • (bkz: mete yarar)
  • levent'ten zincirlikuyu'ya gitmek için minibüse binmiştim. minibüsün en arka koltuğuna geçtim oturdum. şöför ani bir fren yaptı ve oturduğum yerden şöför koltuğuna kadar ışık hızıyla gittim. şöför bana baktı anlamsız bakışlarla bende rezilliğimi belli etmemek adına abi işler nasıl gidiyor diye sordum. yaşandığı an çok komikti ama anlatınca o kadar komik olmuyor.
  • son 1 aydır her sabah iş yerine gelirken, bina girişinde tasmalı evcil kül rengi bir kediyle karşılaşmam. kediyle haftada 3-4 gün günaydınlaşıp, kapının şifresini girmem için beni beklemesi. asansörü beraber beklememiz. kedinin 7.katta yaşadığını bilmem. her gün asansörle onu 7.kata bırakmam. her çıkışında bana miüv deyip öyle gitmesi.
    bu sabah kediyi bina girişinde bulamamam. ofisin olduğu kata çıkınca ofisin kapısının önünde iş yerindeki aptalları kediyi seviyorken bulmam. beni görünce fıtı fıtı yanıma gelmesi. yine gayet normal bir şekilde kediye günaydın deyip asansöre yürümemiz. *
    sanki çok normal bi durummuş gibi asansöre binip onu 7.kata bırakıp ofise geri dönmem. kedinin asansöre benimle yürürken arkamızdaki şaşkın bakışlı iş arkadaşlarıma sizin yapacağınız işi sikiyim bakışı atması.

    edit: olum debe'de kendimle karşılaştım lan. garip bi hismiş. söylemeden edemedim. *
  • amerikada aşırı dinci bir eleman ortamlarda sürekli "tanrı homoseksüelleri doğal felaketlerle cezalandıracak" diye atıp tuttuktan kısa süre sonra kendi evinin sel felaketinde feci şekilde zarar görmesi ve neredeyse yıkılması.

    https://deadstate.org/…royed-in-a-natural-disaster/
  • okuldan bir kız arkadaşım ailesinden uzakta öğrenci evinde kalıyor. arada marketlerde sucuk standında, konfeksiyon açılışında tavşancık, doğum günlerinde palyaço olarak para kazanmaya çalışıyordu.

    bir gün sözleştik beraber sinemaya gidicez, dönüşte bizde kalacağız sabahlayacağız falan planlar yapıldı. fakat bi sorun o gün bir alışveriş merkezinde maskot olması gerek. neyse dedik oranın sinemasına girelim işi bitince. avm büyük biryer tarif etti bulunduğu yeri, akşamüstü gittim.
    bakınıyorum etrafa gördüm pembe renkli bir ayı var, el salladım cevap yok, yaklaştım sarıldım ayıya :)) ne zaman işin biter diyorum ses yok. elleriyle bilmem gibi bişey yaptı. kahve alıp geliyorum dedim ayrıldım yanından.

    geri geldiğimde etrafını çocuklar sarmış, elele tutuşmuşlar salak gibi dönüyorlar. her önümden pembe ayı geçtiğinde poposuna vuruyorum, koş ayıcık koş diye. hayal edin koca bir ayı kafası, vücudu yumuşak bir peluş ve pembe.

    ben artık sıkılmaya başladım söyleniyorum. hadi gidelim, bitir şunu, filme girelim, karnım acıktı ve bunları söylerken ayının poposuna, sırtına parmakla dürtüyorum. rahatsızlık verdim galiba ki o sevimli pembe ayıcık döndü boğazıma sarıldı, duvara yapıştırdı beni. homurtular geliyo koca kafasının içinden. o kafayı bi çıkardı ki allahım sana geliyorum. içindeki erkek!!

    be been ezzgiyii diyebildim sadece. benim salak arkadaşım üst katta tavşanmış meğer. film yalan oldu eve gelip yatağa yüzükoyun atlayıp ağladım, mutlu ol pembe ayı.
  • hocam siz bir roman yazın bence tutma ihtimali olabilir diyeceğim bir yaran olay entrysi barındıran başlık. saygılar:
    (bkz: #96616312)
hesabın var mı? giriş yap