• yaratici olan kisilerin hepsi yaratici olduklari alan disinda bir alanda da cok basarililar. mesela bilim adami ama keman da calabiliyor, vs. ve de bu kisiler kaos ortamina tahammulluler...duzen pesinde degiller.
  • yok edicidir aynı zamanda, her şeyi altüst edip tersyüz etmek zorunda olan cinsleri vardır*. (bkz: yaratıcılık).
  • adı üstünde yaratıcı yaratmadan, üretmeden duramaz, durağan dönemleri hep huzursuz geçer. bir şey üretmeye karar vermekten öte kusar gibi yaratır. içindekiler, tasarıları kurtulması gereken şeylerdir aslında ve yaratmadan kurtulamaz bunlardan.
  • "yaratıcı" tanrının diğer varlıklardan ayırtedici sıfatı olduğuna göre, "yaratmak" kelimesi bize bulutların üzerinde duran sakallı bircharlton heston çağrıştırdığına göre, tüm ölümlü yaratıcılar tanrının parçalarını ödünç almışlardır. bir ressam tanrının gözlerini ve ellerini ödünç almıştır, yani "herşey" tanrının eseridir, tezi ancak bu açıklama ile doğrulanabilir.
  • (bkz: üretken)
  • (bkz: yaratan)
  • yaratmaktan değil o da bir çok temel element gibi "yarmak"dan türemiştir.
  • bir cisim üzerinde şekil değiştirmek yaratıcılık değildir.bir ressamı yaratıcı diyebilmemiz için resim yaparken kullanmış olduğu tüm araç ve gereçleri kendisinin yapmış olması gerekir. bu da şunu gösterir; kullanmış olduğu kalemlerdeki renklerin oluşumu bitkilere dayanmaktadır ve doğal olarak önce bitkileri ve hatta bitkiden daha önce onun ihtiyaç duyduğu hava su ve güneşi yaratması gerekir ki top yekün hiç bir şey de yardıma muhtaç olmadan bir cisimi yapabilmiş olsun. bunun mümkün olmadığına hatta olamıyacağına göre yaraticinin yarattiklarina bakıp,cisimler üzerinde oynayıp "yarattik"demenin ötesinde,cisimleri taniyip, onlari keşvetmek ve bunlari insanlik aleminin yararina sunmak yaratıci olma eyleminden çok daha zengin bir keyfiyettir.
  • bilinmeyen varlik üstü bir varligi; allah, tanri vb. belirli düşünce kaliplarinin ve inanç sistemlerinin ürettiği ve temsil ettiği terimler yerine kullanmayi tercih ettiğim sözcük.
  • çiğdem dürüşken hocamın çok hoş bir hatırlatması vardı, fen bilimleri üzerine eğitim alanlar ya da kendilerini bu alanlara adayanlar için felsefe & filoloji ikisi birden ya da tek tek lafoloji enstitüsü kapsamına girermiş, oysa descartes'ta da, roger & francis bacon'larda da laf u guzaf 'tan öteye bir şeyler akar felsefe-bilim-teoloji üçgeninde bütün çıkarımlar birbirini dürtükler halde, ortaya melez mi melez, çelişkili mi çelişkili bir bütünlük sunulmuş olur , sonuçta bir kafa çıkmış bir şey demiş, ortaya koyduğu veriler, nietzscheci "çelişkisi en bol olanın en bilge olduğu" bir tipe ait olduğundan ifadenin peşinden koşsan koşamazsın, itsen itemezsin.

    yanılmıyorsam joannes schwetz'in o eşsiz theologia dogmatica catholica 'sına göz gezdirdiğim bir vakit, yaratıcı nedir veya kimdir üzerine düşünüyordum, oysa asıl ipucu masamın diğer tarafındaymış da haberim yokmuş, ipucu elbette ki bacon'dan, de sapientia veterum'dan, orada xii. caelum sive origines başlıklı bölümden; üstadımız caelum demiş yani 'kuşatıcı' gök "ya da" demiş; origines yani "kökenler" , çok açık yunan düşünüşünde yaratım ve kökenler hususuna değiniyor, oysa tarihin yargıladığı lafoloji enstitüsünün değerli üyelerinden bay bacon için sadece lafta kalacağını sandığımız müthiş bir değerlendirmeyle karşı karşıyayız, "sadece laf", düşünebiliyor musunuz felsefi veya mitolojik söylemi sadece lafta kaldığıyla eleştiriyor gibi görünüyorum, ben de lafta kalıyorum sanıyorum, "yahu başka ne olacağıdı?" diyebilirsiniz, neyse, konuya geçiyorum.

    bacon, yaratıcı'sında bahsedecek, hem de ne bahsediş, tutup da idola humanum üzerinden insanların bazı putlarını, tabularını devirmesinden, doğaya ancak böyle hakim olabileceğinden bahseden kahramanımız mitolojik hikayeyi kendine has yorumlarla süsleyerek, bildiğin creatio ex nihilo'nun yaratıcısına vararak, "aman yahu bunların hepsi fasa fiso, aslı şudur işin" diyecek ve (flashbacktir bu, söz konusu bölümde geçen ifadenin son kısmını başa alıyorum) şöyle ekleyecek:

    "zira biliyoruz ki (inanç sayesinde); bütün bu teoriler artık kendilerine inanılmayan, kusurlu hislerden oluşan kerametlerden başka bir şey değildirler; dünyanın hem madde hem de yapı itibariyle yaratımı tümüyle bir yaratıcıyla alakalıdır." (novimus enim [ex fide] haec omnia nil aliud esse quam sensus jampridem cessantia et deficientia oracula; cum mundi et materia et fabrica ad creatorem verissime referatur.)

    onun anlatımıyla, değerlendirmeleriyle yunan kafasında kadir-i mutlak yaratıcının olmadığına ulaşıyoruz, kısaca hikaye şudur: "şairler caelum'un tanrıların en eskisi olduğunu ve oğlu saturnus tarafından üreme organının orakla kesildiğini anlatıp durmuşlardır. saturnus'un da çeşit çeşit çocukları olmuş, ancak erkek olanları sürekli yutmasına rağmen, jupiter kaçmayı başarmış da büyüyünce babası saturnus'u tartarus'a göndermiş ve krallığı ele geçirerek, caelum'unkinin doğranmasında kullanılmış olan aynı orakla babasının hayalarını kesip denize atmış venus de orada doğuvermiş. jupiter'in krallığı kendini iki büyük savaştan güç bela sıyırmıştır, ilki güneş'in yardımıyla sonlanmış titan'lara karşı olan; ikincisi ise jupiter'in silahları ve yıldırımıyla mağlup edilmiş gigant'lara karşı olandır; bunlardan sonra güven içinde hükmünü sürdürmüştür. " bacon'ın özetlediği hikayenin özü zaten bu kadar, detaylar için theogonia/@jimi the kewl entirisine bakabilirsiniz. ancak mesele bu kadarla da sınırlı değil, yani detaylı hali de aslında creatio continua nın niteliğini bize vermesinden ötesini sunmuyor (bazı hiristiyanlar creatio ex nihilo'nun içinde creatio continua'nın da olduğunu söylerler, şöyle ilginç bir makale var, tavsiye ederim: http://www.earlychurch.org.uk/…_exnihilo_copan.html ), yani mutlak br yaratıcı olmadığı için, yaratıcısız evren tasavvur edilmeye çalışıldıkça üzerine tartışmaların hala sonlanmadığı, bu gidişle de sonlanamayacağı hikayeler birbirini kovalıyor ve antikçağ zihninin perde arkasında yatan harmonia düşüncesinin kendisi aslında herhangi bir "yaratıcı"ya ihtiyaç duymadığından, "doğada uyum" ve "kendinle uyum" nazariyeleri bizzat mutlak yaratıcı yerine, kişileştirilmiş ve doğadaki etkinliklerden kendilerine atfedilmiş insanüstü, doğaüstü kabiliyetlerle dolu olympos ve minor tanrılarla yetinmiştir. bu yetinmenin sonucudur ki hayalar kesildiğinde, denize kopan bir parçadan venus doğar. şiir dini olan antikçağ kültürü'nün çimentosunun akla dayalı ve bu açıdan bakıldığında da insanlar elinden çıkma olduğu aşikar olan bu yapısı günümüzde ve geçmişte insanların kimi sorularına cevap verememiş, veremeyecektir, bu yüzden fasa fiso olarak değerlendirilecekler belki de tek tanrılı inanç sisteminin ortaya koyduğu tüm buğulu veriler bile milyonlarca inananla onurlandırılırken, beri taraftan saturnus'un hayalarından doğan güzellik mefhumunun içerdiği derin nazariye yaratımı görmezden gelinecektir, bu görmezden gelim durumu işte filoloji ve felsefenin problemi olarak ele alınmaktadır. zaten biraz incelenirse bacon'ın de sapientia veterum'unun içeriği budur, "mitolojik söylem ya da felsefi çıkarım"dır, örneğin orpheus bütünüyle philosophia'nın kendisidir, ya da perseus, bellum'un (savaş); actaeon ve pentheus, curiosus'un (merak) ya da soror gigantum yani devlerin kızkardeşi, fama'dır. yani mitolojide en azından ibrahim'in dininin sunduklarına uymayan, onun taraftarlarını tatmin etmeyecek bir mutlak tanrı düşüncesi olmasa da, creatio continua yani sürekli yaratım düşüncesi kendi içinde o kadar derin bir felsefi söylem içermektedir ki, zaten antik yunan'ın üretici kafa yapısının kendisi yaratıcı'ya ihtiyaç duymamıştır. zaten şiir dini'ne yakışan da budur, aksi olamazdı.

    paganist hülyalarla ibadetler iç içe girmiştir, kehanet merkezlerinin büyüsüyle doğanın hakikatinin araştırılması dip dibedir, bazen birinin gücü kırılmış, bazen ötekinin, ama dip dibedirler; kesin günahlar ve kesin kabuller yoktur orada, ortada bir kilise ve onun etrafında, ondan aldığı gücün etkisiyle kullardan bağış adı altında kulu kula kul etme yoktur orada. buradaki durum aslında yaratıcısına özenmeyle alakalı gibi duruyor, insanoğlu ibrahim'in dininin yeryüzüne hakimiyeti (sayısal manada) kendini gösterdikçe daha çok tanrısına özenmiş gibi. düşünsenize yeni çağ düşüncesinde doğaya ona egemen olmak için giden, onu bu yüzden tanıyabilmek, hakikatin verisine ulaşabilmek için onu yenmek isteyen insanoğlu, giderek tanrılaşmış, tanrılaştıkça da kutsal kitaplardan okuduğu tanrısı gibi davranmaya başlamıştır. kesin kurallar koymuş, sine qua non sınırlar belirlemiş, tanrının krallığından insanın krallığına geçişte tanrısının yolunu yeğ tutmuştur. bunun en büyük göstergesi xv. yy.'dan itibaren kilisenin gücünün kırılmaya başlaması ve devlet düşüncesinin (özellikle de bu durumu en güzel görebileceğiniz yer bacon'ın eserleridir) ağırlık kazanması, yazarları, düşünürlere ütopyalar yazdırmasında, devletin daha iyi nasıl olabileceğini, egemenliğin daha iyi nasıl kurulabileceğini düşündürmesinde kendini gösterir. yani yeryüzünde egemen kudretle, aristoteles'in eyimiyle politik hayvanın elinden çıkma yasalarla bütün insanlığa egemenlik kurmayı amaçlayan, summum bonum yani en iyinin peşinde koşan yepyeni bir modern insan tipiyle karşı karşıyayız, bu insan tipi en iyiyi kah sömürge kurmakla ( coloniae eminent inter antiqua et heroica opera) kah keşiflerin peşinde siyasetini geliştirmekle sağlar, en azından teorilerini buna göre geliştirir, tıpkı bugün abd'nin düşünce & strateji kuruluşlarında yaptığı gibi.

    yani yaratıcı artık insandır o kafaya göre, o retro bir bakışla ne görüyorsa, ilkel ve barbar olarak değerlendirecektir, buna mecburdur, zira o yeni bir yaratıcı olarak, gelmiş geçmiş tüm kültürlerin yarattığı, beslediği en iyi insan tipidir, zaten yaratıcıya yakışan da böyle bir tip değil midir?
hesabın var mı? giriş yap