• anneannemin anlattığı masallarda mı behrengi'nin masallarında mıdır kaynağı, bilmiyorum ama masaldaki karakterlerin bir gizemi çözmek için uyumadan beklemeleri gerektiği zaman kullandıkları bir yöntemdir bu. parmaklarını bir parça keser, beklerken dalmamak için üzerine tuz basarlardı.

    o yaşlarda kurguya böyle bir giriş yapınca sonradan tarantino falan çok sarsmıyor insanı.
  • attila ilhan'ın insanın ciğerini söke söke okuduğu, kore'de bir neslin, harbiyelilerin içleri parçalana parçalana, mustafa kemal paşa'nın "harb zaruri olmadıkça cinayettir" lafını hatırlayarak savaştıklarını; ardından yurda dönüp, kore'de yaptıklarının küçümsendiğini görüp kahroldularını; menderes hükümetini karınca çalışkanlığı ile devirdiklerini anlattığı türk edebiyatının en iddialı kitabıdır. az bilinir.
  • dizimde oluşan derisi yüzülmüş eski model demir elli bin lira(oeh) büyüklüğündeki yaraya bakarken aklıma gelen deyim. "ulan nedir ne değildir.. niye böyle demişler, deneyip göreyim" dedim. yaraya hemen tuz tatbik ettim, kıvrım kıvrım kıvrandım. sonra kanaat getirdim; söyleyen ne kadar yerinde, ne kadar güzel kullanmış. deyimlere güveniniz, bırakın deyim olarak kalsınlar.
    (bkz: bunu evde sakın denemeyin)
  • okuyali on seneden fazla oldugu halde iz birakan attila ilhan romani...

    siyasi izlegi protagonistin libidinal-fizyolojik gudusune indirgemekte ne derece basarili oldugu tartisilabilir olsa da, ilhan'in yaptigi isi yapan hic kimse olmadigi icin alaninda tektir.

    vedat turkali'nin guven'ini aman ne terbiyesiz, cok fazla cinsellik katmis usta diye elestirenler bu kitabi hic okumasalar cok daha iyi olur, sanirim bir film olsa-ozgun metne sadik- ancak nc kategorisinde gosterilebilirdi.

    bir de ilhan'in nasil bir andre malraux hayrani oldugunu-les conquerants'i turkceye kanton'da isyan adiyla ilhan cevirmistir- da cok net bir sekilde ortaya koyar. ikisinin siyasi izdusumu de oyle benzerdir ki...

    ayrica:
    (bkz: ondortler)
  • türk edebiyatında ana konusu kore savaşı olan neredeyse tek romanın ismidir. olaylar daha sonra 27 mayıs ihtilalinde de yer alacak olan demir ismindeki türk subayının gözünden anlatılır.

    “harbediyorum, başkasının harbi. ihtilal yapıyorum, başkasının yararına. kendi yarama tuz basayım derken başkasının yarasına tuz oluyorum…”
  • yaraya tuz basmak 27 mayıs'ı çok güzel anlatır. dönemin ihtilalcilerini konuşturur, subayların nasıl düşündüklerini, duygularını diyaloglarla muhabbetlerle yazar. salt bilgiden ziyade romanlaştırır kabibay'ı, erkanlı'yı öyle anlatır. kore'ye gidip gelen subayların halet-i ruhiyelerini aktarmaya çalışır. subayların şimdiye nazaran ne kadar ilginç olan hayatlarını, düşün yapılarını anlatır. üsteğmen demir vardır ışıklar mezunu duygusal çalkantıları vardır şimdiki subayların yaşamasına izin verilmeyen cinsten. bir tane de yüzbaşı vardı bıyıklı gülümsetir adamı okurken. attila ilhan çoğu eserinde olduğu gibi bunda da çok şey anlatır.
  • ağız içi yaralarında gerçekten işe yarayabilen işlem. ağrı/acı eşiğiniz yüksek ise tabii. yoksa fena ciyaklarsınız.
  • attila ilhan'ın muhteşem romanı.

    konu bakımından türk tarihinin onca badireye rağmen edebiyat sahasında nedense hep bakir kalmış kore savaşı ve 27 mayıs darbesi'ni ele almasıyla zaten başlı başına değeri hak etmiştir bana kalırsa. ha, hiç yok mu, elbette var fakat bu bambaşka bir şey.

    evvela attila ilhan'ı yalnızca bir duygu adamı, şair olarak tanımak ne kadar yanlışsa, aynı attila ilhan'ı kuru kuruya fazla teorik ve didaktik hangi serisiyle tanımak da yanlış, bunu söyleyelim. fakat romanları her ikisinin karışımı gibi, hangisi ne ara baskın anlamıyorsunuz, harikulade şiirsel bir üslup yerini birkaç sayfa sonra ayağı sağlam basan gerçekçi bir dile evrilebiliyor.
    ve hani şu da var, öylesine canlı, capcanlı bir şey ki bu, okumadığınız her an kitaba açlık duyuyorsunuz. bu açlık merak ögesinin öyle çok da diri tutulmasından kaynaklanmıyor, onun kaleminden dökülen o ruhi tasviratı, bulanık zaman akışlarını, çevre betimini görmeden duramıyorsunuz.

    ana karakter binbaşı* demir'in huzursuz bir iç dünyası var. kitap bununla doğrudan alakalı. eylemlerinde kendinin doğruyu yaptığına emin olamayan bir adamın hikayesi bu. kore'de savaşırken, 27 mayıs darbesi'ni (pek tabii ideolojik saiklerle ihtilal diyenler var ama ben darbe tabirini tercih ediyorum. zira darbe darbedir, benim darbem senin darben diye bir şey olamaz (bkz: 27 mayıs darbesi/@traianus01)) hazırlarken, darbe sonrasında askerin kendi iç çekişmesinde; duygusal ilişkilerinde, ümid'te, suat'ta kararsız bir insan. hani zannetmiyorum ihtilal hazırlığında bir askerin bu kadar duygu yüklü olabileceğini ama neticede kusursuz bir doğallık bu duygululuğu bize vallahi billahi yediriyor. inandırıcı gelebiliyor.

    kore savaşında ağır yaralandıktan sonra bugünün diliyle konuşacak olursak sanırım travma sonrası stres bozukluğu geçiren, bununla birlikte cinsel aktifliğini psikolojik nedenlerle geçici olarak yitiren bir karakter demir karakteri. bu iki sorun roman boyunca önemini koruyor. iç dünyasında bunlara dönük de bir savaş var demir'in.

    kore'den sonra istanbul'a gelen demir, matrak ve kadın düşkünü komutanı "zizi* yüzbaşı"nın yönlendirmesiyle gazeteci ümit (aslında ümid ama ben kolaylık olsun diye ümit diyeceğim) ile tanışması kitabın dönüm noktasıdır. bu noktadan sonra demir'in hayatında ümit vardır, tek başına. adına ümit dediğimiz gazeteci kadın karakteri, biraz garplıların femme fatale dedikleri, biraz o devre göre serbest kaçan; başına buyruk, atılgan, "farklı" bir karakterdir 1960'lar türkiye'sine göre. ha gerçi 2020'ler türkiyesi'ne de muhakkak fazla gelir herhalde, o ayrı. bu durum yan karakterlerin ağzında sıklıkla ve "barones" sıfatıyla pekiştirilir. demir ile ümit arasında kısa sürede duygusal, ama duygusaldan önce cinsel bir bağ kurulur. fakat demir, her ne kadar sevdiğini söylerse söylesin bir süre sonra hayatına suat'ın girmesiyle bu kez ümit'i sorgulayacaktır. zira ümit fazla siyah beyaz, fazla serbest, fazla "erkeksi", fazla aykırı bir kadınken, suat demir'in hayalindeki renkli, canlı, kadınlığın naif sorunlarını kendine dert edinmiş, evcimen, sevimli bir kadındır. ancak sorun şu ki, suat kitabın neredeyse sonuna kadar evlidir.

    kore savaşı'nın kimin hesabına yapıldığı, orada dökülen kanın neden döküldüğü tartışıladursun, menderes iktidarının giderek antidemokratikleşmesi genç subaylarda rahatsızlık yaratır (bkz: genç subaylar rahatsız). birkaç genç subay bir araya gelerek cunta hazırlıklarına başlar ve buna demir de dahil olur bir süre sonra. çember genişleyecek, büyüyecek, kuvvetlenecek ve o çember 27 mayıs'ta darbe yapacaktır bilineceği üzere. demir ekibe katılsa da şüpheleri burada da onun peşini bırakmaz. zira bir iç savaş çıkacağından endişelidir. darbe bir kere olup bittiğinde ise siyasi hayata da gerçekten yansımış olan mbk'nın "tamam mı devam mı" tartışması onu endişelendirir. yine bilindiği üzere mbk'nın bazı üyeleri radikal bir şekilde askeri idarenin devamını savunurken bazıları idarenin sivillere (attila ilhan'a göre yani inönü'ye) teslimini savunmaktaydı. sivilci kanat bir süre sonra radikal kanadı tasfiye edip her birini yurtdışına sürgüne* gönderdi. işte demir'in üçüncü şüphe ve endişeleri bir zamanlar bir araya gelerek ihtilal yapmış genç subay kadrosunun kendi içinde ufak ufak cuntalaşarak bölünüp birbirine silah çekmesiydi. kitabın arkasında da yazan "harbediyorum başkasının harbi. ihtilal yapıyorum, başkasının yararına. kendi yarama tuz basayım derken başkasının yarasına tuz oluyorum..." sözleri boşuna değildir yani anlayacağınız. çelişki, şüphe, endişe ve korku vardır demir'de.

    işte, kadınlara geri dönecek olursak (dönmemiz lazım zira psikocinsel buhran önemli yer işgal ediyor) bu çelişki, şüphe, endişe ve korku burada da devam eder, bir kısmını yukarıda zikretmiştik. savaştan döndükten sonra sık sık japonya'da tanıştığı (lan buna ne demek lazım şimdi) bir fahişe sık sık rüyalarına girer ancak iktidarsızlığı devam eder. çeşitli kadınlarla, bu meyanda ümit ile de ilişkiye girse de sonuç değişmez. ne zaman ki suat ile tanışır ve onu arzulamaya başlar, o zaman bu durumdan sıyrılır. ümit ile ilişkideyken suat'ı düşünerek yeniden cinsel aktivitesini kazanması (ulan daha nasıl anlatayım ben bunu) demir'i dehşete düşürür ve ilişkisini sorgular. ümit'i kendisine göre "fazla..." bulan demir, suat'ı giderek daha çok düşünmeye başlasa da ümit ile de belli bir yol da katedilmiştir şimdi. eee? quo vadis binbaşım?

    kitabın sonu bu ikilemin sona erdirileceği gibi bir izlenim verse de mbk'nın radikal kanadının tasfiyesi, bu son vermeye olanak vermez ve kitap öylece, suat'ın çalışma odasında bir yazıyı okuyup tekrardan eski baş dönmesine tutulan demir'in emeklilik yazısı ile sona erer.

    gelelim, attila ilhan'ın kore savaşı, menderes ve 27 mayıs'a yönelttiği eleştirilere. attila ilhan'ın tabii olarak kore'de nato'ya katılmak için savaşmamıza, bu yüzden orada kayıp vermemize menfi baktığı muhakkak. bu arada şu bilgiyi de verelim, türkiye savaşa gönderdiği birlik mevcuduna oranla en yüksek kayıpları veren ülkedir. türk tugayı, emsalsiz kahramanlık ve cesaretiyle, kunuri'de ve katıldığı diğer muharebelerde büyük başarılar göstermiş, ancak ne yazık ki büyük kayıplar vermiştir. attila ilhan, kore'yi karakterlerin dönüşümü ile sorgular. kore'ye giderken kendini gelecekte muzaffer bir komutan, birliğiyle çinlileri ezip geçecek bir lider olarak görür, ancak harp sahasında neden savaştığını düşünür, gazi'nin meşhur "harp hayati ve zaruri olmalıdır, öldüreceğiz diyenlere karşı ölmeyeceğiz diyerek harbe girebiliriz, lakin millet hayatı tehlikeye uğramıyorsa harp bir cinayettir" sözünü aklına getirir.

    menderes'i ve devrin hükümetini ise hem kore yüzünden hem de giderek antidemokratikleşmesi nedeniyle eleştirir. demokrasiye yeni geçmiş bir ülkede bir diktanın kurulmasından huzursuzdur ve bu huzursuzluğunu karakterlerin ağzından yansıtır. bu arada inönü'yü de eleştirmekten geri kalmaz (attila ilhan'ın inönü'yü ve inönücü atatürkçülüğü de sevmediği bir gerçektir, (bkz: hangi atatürk)). hatta sivillere teslim etmek isteyen kanadı "inönücüsün yani"* diyerek suçlar. hakikaten sivilci (inönücü) kanadın bu tavırları, devrin askerleri tarafından da gerçekte eleştirilmiştir. mesela 1960 darbesine, talat aydemir'in 1962 ve 1963 darbe teşebbüslerine katılan binbaşı bahtiyar yalta da mbk'daki inönücü kanattan rahatsızdır. (bkz: darbeci bir subayın hatıraları)
    inönü'den rahatsızlığı hem atatürk sonrasındaki otoriterleşme ve devrimin dondurulmasına yöneliktir, hem de darbeden sonra sanki darbenin onun için yapıldığı izleniminin oluşması nedeniyledir, ki bence iki eleştiri de haklıdır.

    27 mayıs da ilhan'ın kaleminden nasibini alır. askerleri devrimin sonrasında düştükleri iç çekişmeler ve plansızlıkları nedeniyle eleştirir. fakat getirdiği en büyük eleştiri, darbecilerin halkı yanına almaması olmuştur. darbenin (yani ihtilalin) halk tabanında karşılık bulmaması, darbenin meşruiyetini azaltan sebeplerden biridir ilhan'a göre. attila ilhan'ın solculuğuyla harmanladığı bu eleştiri de bence haklı görülebilir. "ne kadar haklı ve teşkilatlı olursanız olun halkı davaya katmadıkça bu basit bir hükümet darbesidir" (bunun gibi bir sözdü sanırım) diyip suat'ın çalışma odasında bu yazıyı okuyan demir'i yeniden travmaya sokarak kitabı nihayete erdirir.
  • kurtçuk oluşturur. sürülerce hijyenik kurt yara* iyileşiminde ölü dokuyu yiyerek kısa sürede yeni doku oluşumunda faide sağlar.
hesabın var mı? giriş yap