• doğumgününün eski dildeki karşılığı. artık kimse kullanmıyor.
  • doğum gününün eski dildeki karşılığı gibi dursa da aslında anlamı biraz farklıdır.

    bu hollywood etkisi, güzel dilimizin zenginliklerini de kullanmaktan vazgeçmemize sebep oluyor, üzülüyorum. halbuki, ne kadar güçlü ifadeyle ayrılmış dilimizde...

    yaş günü doğum gününden farklıdır, insanın doğduğu gün değil, yaş aldığı gündür. insan her sene doğuyor mu ki "doğum günün kutlu olsun." diyoruz? seneler seneler önceki günü bugün kutlamak biraz anlamsız.

    hepsini bir "happy birthday" ile ifade edip kolaya kaçmayacak kadar incelikli ve ayrıntılıdır bizim dilimiz. keşke kıymetini daha çok bilebilsek.
  • ya$ günü, yaşını aldığın ya da yeni yaşına nail olduğun gündür.

    bir yaş günümde bir zaman, bu zaman
    annemin beni dogurdugu yaştayım. bu yaş, o yaş oldugu icin farkli, daha sorumluyum sanki, kaldiramadigim icin de daha sorunlu.

    bir kadinin ilk cocugunu dogurdugu yaşta, dogurdugu günde
    bir cocuga bu kadar uzak olabilmeye sasiriyorum bazen, belki annemi anliyorum daha cok..
    oynayamayacagin bir bebege sahip olmak bir kiz cocugu icin,
    sadece
    seninle oynayabilecek bir bebek

    oyuncak olmaya kızışını belki de ilk kez bu kadar anlıyorum anne.
    nasıl bir maceraya girdiğini de...
    yeni yaşa girmek sembolik olsa da, sembollerin böyle olması
    bu kadar başka
    bu kadar fazla
    bu kadar bende, benle ilgili olması.. gordugum sene kadar once, goremezken, aynı gunde sahip oldugun bana sasiriyorum..

    yeni yaşın artık yapabileceklerin, ya da o yaşa kadar yapamadıkların değil, nelerin altina girdigini anladığın bir anneyi ya da aha senin gibi oturan, yiyen içen bir kadının anne olmasını anlamaktır...

    kacirdigi gunlerin hicbirini geri veremeyecekken, kendini boslukta gormek...

    artik karsilastirmak degil de, o'nu anlamak ..karsılastırmak da degil, karsilamak da... sadece biraz anlamak...
  • bazen insan yılışık veya samimi olmayan sevgi gösterilerini bile arayabiliyormuş. samimiyetsizlik kokan tebrik edilmelerden dahi mutluluk şırası çıkartabiliyor, medet umabiliyormuş.
    çok değil, belki 2-3 yıl öncesine kadar bunları hissedebileceğime en ufak ihtimal vermezdim sanırım. sanırım diyorum, çünkü tam net hatırlamıyorum. kendimi, özümü, canımı.
    yaş günüm bugün. 2400 gram olarak başladığım yolculuğumu net hatırlamasam da yoğun, anlaşılmaz, tarih kokan hatta küflenmiş hislerim var.
    nereye kadar sürecek, bekleyelim, görelim.
  • yılın en sıkıcı günüdür. beklersin çünkü... diğer günlerden bambaşka olacak sanırsın. bi de her yıl aynı hataya düşersin. halbuki sabah sıradan bir güne uyandığın gibi kalkarsın yataktan, günün sonunda da sıradan bir günün sonu gibi çekilirsin odana. bir gün biri çıkıp elinde bir çift biletle bana 'hadi kalk uzaya gidiyoruz' diyene kadar da... yok düşündüm de uzay evrendeki en sıkıcı yer olmalı :)
  • doğum gününden farklıdır. bu defa ölümün heyecanı sarmıştır kişioğlunu.
  • doğum günüm olan günün öğleninde bu entry yi görmek enteresan oldu. iyi ki doğdun yazar. iyi ki doğdum.
  • (bkz: ad günü)
  • yaş günümde muhtemelen bunları yazacak vaktim olmayacak. ama bugün baktığımda bunca yılın geçip giderken bıraktığı şeylerden renkli bir gardrop kalmış elimde. anılar ve sorularla dolu, kapı ağzında arkadaşlarım var.

    geçtiğim dersi yeniden alıp imansız bir hoca tarafından bırakılmak da tetiklemiş olabilir bu duygularımı gerçi.

    geçen hafta annemler gümüş yıllarını kutladılar. benim hiç başıma gelmeyecek bir şey daha... hayatta pek çok şeyin başıma gelmeyeceğini biliyorum ben. son 5 yılda bu his daha çok şey için ortaya çıkmaya başladı. bazı şeyleri çok istedim, gerçekten istedim. sonuna kadar cesaretle istedim ve olmadı. önceleri “neden x’in başına geliyor da benim başıma gelmiyor?” diyordum, bu çok acı bir kıyas cümlesi. sonraları “herkesin yazısı ayrı” diyebilmeyi başardım. ama şimdi... bazı şeyleri ben olduramamışım gibi hissediyorum. sanki çok kritik bir hata yapmışım da tüm bonuslar gitmiş elimden gibi.

    inanın her tür insanla karşılaştım, canilerle bile. hırsızı, tecavüzcüsü, yalancısı, iyi aile çocuğu, safı, salağı, müzisyeni, yazarı, oyuncusu, ünlüsü, ünsüzü. bunca geniş çevre ve bunca geniş skala içinde her gözde aynı yansımayı gördüm. ve hayat geçti. bazı şeyleri konuşmak için çok geç, bazı şeyleri istemek için bile çok geç.

    sevgilim olan erkeklerden biriyle bile “ulan çok mutlu olabilirdik, nasıl harcadık o şansı?” demiyorum ve bence bu tersinden daha acı. içlerinden sadece bir tanesinin -o da televizyonda görünen bir insan olmasından kaynaklı- bana yaşattığı duyguları çok özlüyorum, biz ne evlenebilir, ne birlikte uzun yıllar kalabilirdik. ama emin olduğum tek şey var, onunla çocuğumuz olsaydı genetik açıdan olabilecek en sağlıklı çocuk olurdu. aşkın çocuk yapmak için bir motivasyon olduğunu söylüyorlar hani, tüm her şeyin bilinçdışı algıladığımız kokuyla analiz edildiğini ve buna göre seçtiğimizi... işte sadece onunla bu hissi tanıdım ben. ne şöhreti, ne ismi umrumdaydı. bunu anladığında çok geçti. şimdi de öyle.

    hepimizin en büyük sorunlarından biri geç kalmışlık hissi; aslında yapmak zorunda olmadığımız şeyleri yapamadığımız için garip bir eziklikle yaşamaya çalışıyoruz ve hayat bu ezilmiş yürekle yaşamak için fazla kısa. artık “neden?” demediğinde bir seviye atlıyorsun, ama asıl seviyeyi “hiç gerçekleşmeden öleceğini” bildiğin şeyleri kabul ederken atlayacağını bilemiyorsun. ve sanırım bu sürecin en sert olduğu yerdeyim ben şimdi.

    istediğim ve istemediğim şeyleri söyleyecek cesareti taşıdığım için kendimi kutluyorum. korkakların da cehennemin dibine kadar yolu var. iyi ki doğdum.
hesabın var mı? giriş yap