• toplu taşımalardaki yaşlı terörü başlığını iki yıl önce açtığımda giriş yaptığım bir konu. gitgide daha fazla tecrübe etmeye başladığımız bir konu oldu malesef bu geçtiğimiz iki senenin sonunda.

    doğru düzgün muhatabıyla ilişki kuramayan, bir şey isterken nezaket kurallarına uymayı beceremeyen, her şeyi kaba saba itici bir tavırla yapmaya çalışan yaşlıların sayısı ciddi şekilde arttı.

    durakta annesine yer isteyen 60 yaşındaki bir kadın eliyle kışt kışt işareti yaptı geçen gün tek kelime etmeden. sanırsın kendisi iran kralı biz de onun köleleriyiz ve ağzını açıp kelam etme ihtiyacı bile duymuyor. ben de daha yayıldım, "ağzınız var hanımefendi, güzelce isterseniz elbette yer veririm" dedim.

    bir başka gün durakta beklerken yaşlı bir kadın "kenara çekilsene yolumu kapatıyorsun" diyerek eliyle iteklemeye çalıştı. milim kıpırdamadan, "öyleyse ya nazikçe isteyecekseniz ya da yanımdam geçeceksiniz" dedim. kavga çıkardı, vay efendim "yaşıma başıma" bakmadan nasıl da cevap veriyormuşum. sen yaşının terbiyesini gösteriyor musun?

    eminim asansörde, durakta, otobüste, devlet dairesinde, bankada, benzer şekilde davranan, nezaketten medeniyetten habersiz çok sayıda yaşlı görüyorsunuz. bu bana göre gerçek bir sorun ve bir noktadan sonra "yaşlıdır aman yapsın ne olacak" diyememeye başlıyorsunuz.

    ben de kendimce çözüm üretmek durumunda kaldım diyelim. nezakete nezaketle, kabalığa ve terbiyesizliğe de misliyle mukabele ediyorum. bir insan sırf yaşlı diye niye terbiyesizliğini ve huysuzluğunu çekmek zorunda olalım?

    debe editi: 44. sıradan debedeyiz. demek ki nokta atışı bir tespit olmuş.

    debe editi 2: arkadaşlar şöyle bir kampanya var, açıkçası başım dolu olduğundan çok araştıramadım, ama okuyup ilgilenebilecekleri şöyle alabiliriz: (bkz: #60164641)
  • uşak'ın tarihçesi

    uşak ve çevresinin mö 4000 yılından itibaren yerleşime açıldığı anlaşılmaktadır. özellikle bronz çağında yerleşimin daha yaygınlaştığı görülmektedir.
    mö.2000 de anadolu’da ilk siyasi birliği kuran hititlerin 1000 de ise frizlerin batı sınırını oluşturan uşak ve çevresi bu kültürlerden ziyade ion kültürünün etkisi altında kalmıştır.
    mö. 7. yüzyılda kral gyges’in lidya imparatorluğunu ele geçirmesi ile topraklarının büyük kısmı lidya’da kalan uşak. mö. 620’de tamamen lidya’nın egemenliğine girmiştir. dünyada ilk kez parayı basan ve kullanan, döneminin en zengin krallığı olan lidya’nın hâkimiyeti mö. 546 yılına kadar devam etmektedir. bu süre içerisinde efes’ten başlayan kral yolu yapılmış ve yol gediz (hermos) nehrini takip ederek uşak ili sınırları içerisinde güre köyü, uşak-keromon-agora kentlerine uğrayarak devam etmiştir.
    mö. 546’da lidya’nın son kralı kroisos ile pers kralı kyros arasındaki savaşta lidya’nın tarihten silinmesi sonucu bölge iran’dan gelen perslerin hakimiyetine girmiştir. pers egemenliği mö. 334 yılına kadar devam etmiştir. bu tarihte makedonya’ lı büyük iskender’ in anadolu seferi sonucu bölge tüm anadolu gibi büyük iskender’ in hakimiyetine girmiş, iskender’ in ölümünden sonra ise bölge, büyük iskender’ in generallerinden antigon’ un payına verilmiştir. daha sonra bir süre bergama krallığına bağlanan uşak ve çevresi mö. 189 yılında roma konsülü montius’ un himayesine, başka bir ifadeyle roma hakimiyetine geçmiş, kavimler göçünden sonra roma imparatorluğunun ikiye ayrılması neticesinde doğu roma sınırları içinde kalan uşak, ms. 12, yüzyıla kadar bizans hakimiyetinde kalmıştır. 1071’den sonra yöre, zaman zaman selçuklular ile bizanslılar arasında el değiştirmiş, 1176 yılında selçuklu sultanı ıı. kılıçarslan ile bizans imparatoru manüel komnenos arasında yapılan miryakefalon (kumdanlı) savaşı sonucunda selçuklulara geçmiştir.
    sultan ıı.kılıçarslan yeni bir fetih hareketine girişerek 1182’de uluborlu, daha sonra kütahya civarını fethetti. uşak yöresinin de bu sefer sırasında selçuklu hakimiyetine geçtiği muhakkaktır. çünkü; selçuklu sınırları denizli’ye kadar yaklaşmıştı. bu arada sultan ll. kılıçarslan 1185 tarihinde ülkeyi 11 oğlu arasında paylaştırdı. bu taksimat sonunda kütahya-usak-uluborlu bölgesi gıyaseddin keyhüsrev’ e verildi. bu taksimattan sonra kardeşler arasında hakimiyet mücadelesi haşladı. l. gıyaseddin keyhüsrev 1192 tarihinde devletin başına geçmeyi başardıysa da diğer kardeşlerini bertaraf edemedi ve 1196 da ıı. süleyman şah tarafından sürgüne gönderildi. kardeşler arasındaki bu taht mücadelesinden yararlanan bizans kütahya-uşak civarını geri aldı. bizans hakimiyeti 1233 tarihine kadar sürdü. b u tarihten itibaren uşak civarı artık tamamen türk hakimiyetine geçti.
    uşak, anadolu selçukluları döneminde bu devletin bir anlamda sınır şehri olmuştu. sultan alaaddin kevkubad zamanında, kütahya ve uşak civarının kesin olarak türk hâkimiyetine girmesini takip eden yıllarda, bölgeye kesif bir türkmen yerleşmesi olmuştur. bundan sonra uşak ve çevresini germiyanoğulları beyliği’ nin hakimiyetinde görüyoruz, xııı. yüzyılın ilk yarısında anadolu selçuklu devleti’nin hizmetinde olarak malatya taraflarında meskun bulunan germiyan asireti’nin, muhtemelen 1241’de baba ishak isyanının bastırılmasından sonra ıı. gıyaseddin keyhüsrev zamanında veya bir müddet sonra kütahya-uşak bölgesine yerleştirildikleri anlaşılmaktadır. çünkü cimri (alaaddin siyavuş) hadisesinde germiyanlıların faal bir rol oynamaları bu aşiretin cimri hâdisesinin ortaya çıkısından (1277) önce kütahya- uşak yöresine yerleştiklerini göstermektedir. bu hâdise sırasında sahip ata oğulları emrinde görülen germiyanlılar, bundan sonra artık batı anadolu’da en kuvvetli beylik haline gelmiştir.
    beylikler döneminde germiyanoğulları’ na tabi olan uşak ve çevresi, 1391 de yıldırım bayezid’ in germiyanoğulları hakimiyetine son vermesi ile osmanlılara dahil olmuş, fetret devrinde beylikler tekrar canlanmış, 1429 yılında germiyanoğulları’ nın son hükümdarı ıı. yakup bey’ in vasiyeti ile osmanlı devletine kalmıştır. uşak, osmanlı hakimiyetine girdikten bir süre sonra yapılan idari taksimata göre anadolu eyaletine bağlı kütahya sancağının bir kazasıdır. her ne kadar tapu ve kadastro genel müdürlüğü arşivindeki 16.yüzyıla ait 48 numaralı kütahya sancağı tapu tahrir defterinde uşak nahiye olarak geçmekte ise de mustafa çetin varlık’ın "16.yüzyılda kütahya sancağı" (1980) isimli kitabında, 1513 tarihinde uşak kütahya sancağının kazaları arasında gösterilmektedir. uşak bu statüsünü 1530 tarihinde de muhafaza etmektedir.
    16.yüzyılda detaylı şekilde bilgi bulabildiğimiz uşak kazası hakkında daha sonraki yıllarda belgelere dayalı fazla bir bilgiye rastlanmamaktadır. 17.yüzyıla ait bilgiler çoğunlukla seyahatnamelerde mevcuttur. bu yüzyılda yaşayan katip çelebi’nin (1605-1658) "cıhannüma" adlı eserinde ; "uşak, kütahya’dan doğuya bir merhale murat dağı yakınında, bir dere içinde kaleli bir kasaba, 150 adet köyü bulunan mamur bir kazadır. kasabası geniş bir ovanın doğusuna düşüp köyleri o ovada bulunmaktadır. seccade ve halısı meşhurdur." diye bahsedilmektedir.
    uşak hakkında aynı yüzyılda yazılmış bir diğer kaynak da evliya çelebi’nin "seyahatname" adlı eseridir. bu eser katip çelebi’nin cihannüma’sından daha sonraki yıllarda yazılmıştır. verilen bilgiler kesin olmamakla birlikle katip çelebi’nin anlattıklarını teyit eder niteliktedir.
    seyahatname’ye göre uşak; kütahya sancağı dahilinde bulunan bir kaza olup, gevher sultan ‘has’sıdır. şehir, doğuda banaz, kıble tarafında honaz, güneyde komar, batıda kule, kuzeyde gediz olmak üzere beş kapısı olan bir kale ile çevrilidir. eserde kalenin özellikleri ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. buna göre; kalenin müstahkem olmadığı, beş arşın yükseklikte , şeklinin kare olduğu, buğday pazarı kapısında hendek bulunduğu ve 1598 tarihinde uşak halkının celali isyanlarından dolayı bu kaleyi tuğla ve taşlarla tamir ettikleri anlatılmakladır.
    uşak. osmanlı yönetimi altında l7 ve 18. yüzyıllarda münferit olaylar hariç uzun süre barış içinde yaşamıştır. 19. yüzyılda siyasa! açıdan sakin bir dönem geçiren uşak canlı bir ticaret şehri haline gelmiştir. özellikle halı ve kilimleri izmir yoluyla ingiltere ve fransa’ya kadar ulaşmıştır. alaşehir-afyon demiryolunun 1869 yılında tamamlanmasıyla izmir metropolü ile uşak arasında ulaşım kolaylaşmış ve ticari hayat daha da canlanmıştır. 19.yüzyılın ikinci yarısındaki uşak hakkında "la turquie d’asie" adlı eserinde bilgi veren vital cuinet, evlerin büyük çoğunluğunun pişmemiş tuğladan yapıldığını, 1890 da ise hem daha sağlam hem de daha zarif olan ahşap evlerin tercih edildiğini belirtmekledir.
    izmir’in işgalinden sonra batı anadolu’da gediz ve menderes vadilerinde ilerlemeyi planlayan yunan kuvvetleri; 25 mayısta manisa’yı, 29 mayısta ise turgutlu’yu işgal etti. bu işgaller karşısında alaşehir’de kuvayı milliye teşkilatı kuruldu. akabinde uşak’ta da kıpırdanmalar başladı. izmir’in işgali sırasında 17. kolordudan ayrılarak uşak’a gelen selanikli kaymakam fuat bey, yüzbaşı hakkı bey, ve sökeli hilmi bey burada gizli bir cemiyet kurdular. ödemiş’in 1 haziranda istilaya uğraması üzerine uşak’a gelen alaşehir mevkii kumandanı süleyman sururi bey’in teşkilatı mahsusa ile bir irtibatı vardı. sururi bey’in etkisiyle bu cemiyetin adı "müdafaa-i hukuk heyeti milliyesi" şeklinde değiştirilerek karakol cemiyeti ile bağlantısı sağlandı. kuvayı milliyeye karşı olan kaymakam ve belediye reisinin bütün baskılarına rağmen uşak’ta milli hareket sindirilemedi.
    gizli cemiyetin çalışmaları neticesinde salihli cephesinden ayrılan bir bölük eşme’den takviye alarak 17 temmuz 1919 günü uşak’a girdi ve şehre hakim oldu. ardından gediz ve simav’da kuvayı milliye teşkilatı kuruldu.kuvayı milliyecilerin uşak’ta hakimiyeti ele geçirmesi, istanbul ve işgal kuvvetlerine "kuvayı milliyeciler hrıstiyan nüfusa saldırdı" şeklinde aksetti. düşman kuvvetleri istanbul hükümetine baskı yaparak uşak’ta asayişin sağlanmasını istedi. hükümet, afyonda bulunan l 500 kişilik 23. fırkayı uşak’a göndermek istedi. general milne. fırkanın kuvayı mılliye’ye katılabileceğin i düşünerek bunu kabul etmedi.
    eski bir ittihatçı olan ibrahim tahlakılıc (dalkılıç) gizli bir cemiyet olan "müdafaa-ı hukuk heyet-î mılliyesi" cemiyetinin içinde yer almadı. hatta bu cemiyetin zarar vermesinden endişe duyarak 30 temmuz 1919 da "redd-i ilhak" cemiyetini kurdu. ibrahim bey’in başkanı olduğu bu cemiyet milli kuvvetlerin halka zarar vermelerini önlediği gibi uşak’ta kuvayı milliye hareketini yaygınlaştırdı.
    izmir’in işgalinin ardından uşak’ta bu gelişmeler yaşanırken, bütün batı anadolu’yu kapsayacak bir üst kongre niteliğinde "alaşehir kongresi" 15-16 ağustos tarihinde toplandı. kongreye; balıkesir, manisa-alaşehir, sındırgı, buldan, gördes, uşak, ödemiş, bozdağ, inegöl, denizli-nazilli, akhisar ve ayvalık’tan temsilciler katıldı. kongrede hacım muhittin çarıklı başkan, uşak temsilcisi ibrahim bey ise başkan yardımcısı seçildiler. ıı. ve ııı. balıkesir kongrelerinin ardından ekim ayı içerisinde uşak’ta bir kongre toplandığına dair bilgiler bulunmakla birlikte oldukça sınırlıdır. alaşehir kongresinde kurulması kararlaştırılan "alaşehir heyet-i merkeziyesi" 14 eylül 1919’ da ilk toplantısını yaptı. daha sonra, heyet-i merkeziye talimatnamesi’ nin 8. maddesi olan "heyet-i merkeziye, karargahını kendisi için muafık göreceği mahalle nakil edebilir" hükmüne istinaden merkezini uşak’a nakletti. heyet-i merkeziye uşak’ta ilk toplantısını ibrahim bey’in başkanlığında gerçekleştirdi. sivas kongresinde bütün cemiyetlerin anadolu ve rumeli müdafaa-i hukuk cemiyeti adı altında toplanması karan alınmasına rağmen, uşak’ta heyet- i merkeziye "hareket- i milliye redd-i ilhak cemiyeti heyeti-i merkeziyesi" adını korudu. bu isimden daha önce uşak’ta kurulan redd-i ilhak cemiyeti ile heyet-i merkeziyenin bütünleştiği anlaşılmaktadır. uşak heyet-i merkeziyesinin görevi sadece cepheye asker göndermek değildi. cephe gerisinde de ihtiyaçları gidermek için büyük gayretler sarf ediyordu.
    sivas kongresinin toplanmasından sonra yunan kuvvetlerinin harekete geçmesiyle izmit, eskişehir ve konya livaları en hassas bölgeler haline geldi. istanbul hükümeti bu bölgelerde kuvayı milliye teşkilatının kurulmasını önlemeye calıştı. heyet-i temsiliye ise istanbul hükümetini istifaya zorlayarak bu bölgelerde gücünü arttırmak istiyordu. bu karmaşa içinde garbi anadolu umum kuvayı milliye kumandanlığına ali fuat (cebesoy) paşa, eskişehir mıntıka kumandanlığına atıf bey, 23. fırka kumandanlığına ömer lütfi bey getirildiler. harbiye nazırı mersinli cemal paşa, batı cephesinde yaptığı yeni düzenleme ile 23. fırkayı konya’da bulunan 12. kolorduya bağladı. heyet-i temsiliye yaptığı çalışmalar neticesinde 23. fırkayı kendi denetimi altına aldı.
    23. fırkanın 68. alayı bir taburu eksik olarak uşak’a yerleşti. 8 ocak 1920 tarihinde 23 fırkanın kumandanlığına aşir bey tayin edildi. fırkanın içinde milis tümeni de vardı. ibrahim bey’in isteğiyle kurulmuş olan uşak hücum taburu ocak 1920 tarihinde milis tümeninin içinde yer aldı.
    yunanlılar silah zoruyla sevr antlaşmasını osmanlı devletine kabul ettirebilmek için 22 haziran 1920 tarihinde taarruza başladılar. yunan kuvvetlerinin bir kolu bursa tarafına, bir kolu da izmir’in doğusuna doğru harekete geçti. 29 ağustosta uşak’ı işgal etti. yunanlılar uşak’a girdikleri zaman eşraftan ve köylülerden pek çoğunun evlerini yağmaladılar. ayrıca işgal sırasında yunan askerleri pek çok kişiyi öldürdü. bu katliamda ne suç tespiti yapıldı ne de mahkeme kararı alındı. yunanlılar işgalden sonra şehre yerleşmek için bazı evlere el koydular. uşak’ta yerli halkı sindirmek gayesiyle nüfuzlu kişileri, atina ve yunan adalarındaki esir kamplarına sürdüler. sürgüne gönderilen 300 kadar vatandaşımız 10-12 ay sürgünde kaldılar. bunlar kuvayı milliyeye katıldıklarından dolayı sudan bahanelerle suçlandılar. 29 ağustos 1920 de işgal edilen uşak, iki yıl iki gün süren yunan işgalinden 1 eylül 1922 günü kurtuldu.
    milli mücadele yıllarında uşak, maddi ve manevi bakımdan zarara uğramasına rağmen, cumhuriyet türkiyesi’nde ilk girişimlerle sanayi hamlesini başlatmıştır.
    osmanlı devrinde hüdavendigar vilayetinin kütahya sancağına bağlı bir kaza olan uşak, 20 nisan 1924 tarihli 491 sayılı teşkilat-i esasiye kanunu ile yapılan idari düzenlemede yine kütahya vilayetinin bir kazası olarak kaldı. türkiye cumhuriyetinin yeni idari yapısı içinde banaz, sivaslı, karahallı ve ulubey nahiyeleri, uşak kazasına bağlandı. 9 temmuz 1953 tarih ve 6129 sayılı kanunla vilayet haline getirilen uşak’a . manisa ilinden eşme ilçesi bağlandı. nahiyeler ilçe statüsüne getirildi
  • kesinlikle büyük bir sorun. bunun sebebi bu insanların gençken terbiye almamış olması ve görgüsüzlük içinde cahil bir hayat geçirmeleri. yaş arttıkça herkese bilgelik getirmiyor, bazen kabalığı arttırıyor sadece. hele bir de yaşlı olduğu için kibre kapılanlar var, o kadar aptalca ki şaşırtıyor beni.

    ancak görgülü, kültürlü ve iyi huylu kimseler yaşlandıklarında kendilerinden hayat konusunda ders alınacak hazine gibidirler. bizde sayıları az.
  • samumed gibi firmaların morukları gençleştirip hayata döndürme çabaları sonucunda daha vahim hal alacaktır. adam 110 yaşında çakı gibi ama mendebur davranacaktır.
  • şimdi ne diyeyim...

    aynen bunu görüyorum. toplu taşımada doz aşımlı telefon konuşmaları ve daha neler... ve o gençlerin kibarlığı.. şaşılacak bir şey.

    allahım bir nesil temizliği iyice lazımlı. akıl baştan gitmiş gibi büyüklerimizde...
  • başlığı açan arkadaş dışında kimsenin ne dediğini anlamadığım başlıktır.

    bunun dışında yazan arkadaşa kesinlikle katıyorum. hatta benzer konuda geçmişte yazmış olduğum entry için burdan buyrun.
    ne yazık ki insanlarımızın çoğunda olduğu gibi yaşlılarımız da nezaketi enayilikle eş görüyor ve buna göre davranıyor.
  • zamanın terbiyesiz gençliğinin, zamanla yaşlanması ile daha daha artacağını düşündüğüm durum. gençken yaşlıya saygı göstermeyen, yaşlandığında genç olana saygı gösterir mi ?
  • öncelikle (bkz: ooo hayırlı olsun troll kardeş debe yapmışsın) diyorum, sözlüğün en ağlak trollü lord eddard stark'a. *
    kendince de doğru bir tespit yapmış bir yerde aslında... ancak bazı konuları neden sonuç ilişkisi içerisinde de değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.

    çevremde gözlemlediğim kadarıyla ihtiyar intiharları giderek artıyor. elimde bu konuyla ilgili yapılmış sayısal bir veri yok maalesef, ancak bu benim gözlemlerim.
    en son geçen sene ışıl teyze intihar ettiğinde çok kafa patlattım bu konuya.
    yani insan neden 70 yaşına kadar yaşayıp da ölümüne zaten az kalmışken intihar eder ki?
    aslında cevabı da bir o kadar basitti, depresyon. yaşlılık depresyonu...
    çok zor bir dönem olmalı bence. düşünün ki, çok hızlı akıp giden zaman içerisinde gençliğinizi çok güzel yaşamışsınız, eğlenmiş ve dünyayı çok sevmişsiniz, özgürce yaşamışsınız ancak yaşlandığınızda artık kendi işinizi kendiniz göremez olmuş, bir bakıma başkalarına ve bakıma "muhtaç" hale gelmişsiniz. işte bu depresyon tam da bu anda başlıyor. insanlar ağır bunalıma giriyor, artık işe yaramadıklarını düşünüyor. ve işte tam bu noktada önce huysuz ve kaba bir insana dönüşüyor.
    insanlara kendisini ispat etmeye çalışıyor. halâ güçlü olduğunu, birilerine halâ söz "diş" geçirebildiğini ispatlamaya çalışıyor.
    bir bakıma eskiden gördüğü "saygıyı" bu şekilde tekrar görebileceğini düşünüyor.
    o nedenledir ki, yaşından ötürü kendisine hürmet edilmesinin de avantajıyla insanlara karşı kaba olabiliyorlar.
    kısacası kaba olmalarının nedeni aslında yaşlılık depresyonu..
    işte bu depresyon sonucu da intiharlar, ihtiyar intiharları yaşanmaya başlıyor.

    günümüzde bu intiharların bu denli artmasının en önemli sebeplerinden birisinin de hızlı değişim olduğunu düşünüyorum.
    çağımız teknoloji ve iletişim çağı. teknoloji çok hızlı bir şekilde gelişiyor ve değişiyor. genç ve orta yaşlı nüfus bu duruma çok çabuk adapte olabilirken, yaşlı nüfus hem adapte olamıyor hem de çağın çok çok gerisinde kalıyor.
    bunu basit bir örnekle de kendimce tasvir etmek istiyorum.

    bundan yaklaşık 5 sene önce akıllı telefonlar yoktu veya bu denli yaygın değildi. ondan 5 sene önce ise kameralı telefonlar yeni yeni hayatımıza girmişti. ondan 5 sene öncesinde ise kameralı telefon yoktu. ondan 5 sene öncesinde ise cep telefonu sadece sınırlı sayıda kişide mevcuttu.

    işte yaşlı nüfus bu 5 senelik periyotlarda bir üst basamağa çıkamıyor. halâ daha elinde 3310 tarzı telefonlar ile gezen mesaj okumayan sadece numara çevirebilen, hatta aramalarını telefonun rehber kısmından değil de kendi tuttuğu manuel fihristinden gözlüklerini takarak okuyan bir yaşlı çoğunluk bulunmakta.
    değişen teknolojiye ayak uyduramadıkça da, çağın gerisinde kaldıklarının farkındalar. ancak hem değişime çok çabuk adapte olamıyor, hem de alışkanlıklarından vazgeçmeyerek yeniliğe karşı tepkili oluyorlar.
    bir çoğumuz ailemizdeki yaşlı insanlarla şu diyaloğu yaşamışızdır.

    -ya dede fihristten bakarak mı arıyorsun numaraları
    ++evet ne var bunda
    -ya getir telefona kayıt edeyim ordan daha kolay
    +böyle daha güzel yavrum hem telefondan silinir, kaybolur fihrist daha sağlam...
    siz artık bu konuşmadan sonra dedenize ne kadar dil dökseniz de, o fihristten onu vazgeçiremezsiniz. çünkü o fihrist aslında dedenizin kimliğinin bir parçası, o fihrist onun geçmişle bir bağı, o fihrist ona göre yaşlanmadığının göstergesi, o fihrist dedenizin akıp giden zamana karşı direnişinin sembolü..

    işte tam bu noktada ailenizdeki yaşlıları yeniliğe uyum sağlaması konusunda ısrar etmemenizi tavsiye ederim.
    bırakın kendi bildiklerini yapsınlar çünkü bu baskı onları yaşlılık depresyonuna iten sebeplerden bir tanesi.

    yaşlılarınızı sevin ve onlara aslında çok ihtiyacınız olduğunu söyleyin, onlarla bol bol iletişime geçin ve işe yaradıklarını hissettirin.

    not: toprağın bol olsun ışıl teyze.. seninle çok sohbetimiz olmadı belki ama ben senin o huysuz ihtiyar halini seviyordum. özellikle kendini beğenmiş apartman sakinlerine karşı..
hesabın var mı? giriş yap