• (bkz: lavaboda saç yıkamak)

    sabah sürünerek yataktan çıkıp tuvalete giden buz gibi koridordan geçerken "ulen şimdi duşta yıkarken kafayı üst baş, terlik sırılsıklam olcak" diye düşünüp tuvalette bi lavabo parsellenir. ardından çeşitli diş fırçalama sesleri, sümkürme sesleri eşliğinde burun lavaboya yapışık bi şekilde saç hafifçe çitilenir. çeşmeyi kapatırken kafa çeşmeye vurulur. havlu kafada, şampuan elde şıpıdık şıpıdık koğuşa gidilir.

    ne zaman bi lavabo görsem usulca sokulur 'merhaba' derim.

    edit: kepirtepe anadolu öğretmen lisesi'ne selam olsun.
  • anahtarlarınıza her daim sahip olursunuz, anahtar, cüzdan kaybetmemeyi öğrenirsiniz.
    kendi başının çaresine bakma yetisi can acıta acıta gelişir, işe yarar, yara açar...
    krom bardaktan nefret edersiniz, yıllar geçer, cam bardağa hala tabiat mucizesi muamelesi yaparsınız.
  • kalabalık bir yemek masasında sizi tanımayan insanların yatılı olduğunuzu anlamalarına yol açabilir bu alışkanlıklar. masadaki yatılıların tümü kullanmadığı elini masanın altına koyarak yemektedir, şüphesiz ki yemekhanedeki dar masaların yatılı insana kattığı diğer bir alışkanlıktır bu.
  • efendim, hikayemiz bir yatılı okul mezunu, yatıp kalktığı okuldan mezun olduğu akabinde 4 ila 5 sene geçtikten sonra vuku buluyor.
    bu mezun kişisinin üniversitede bir bölüm dersi var, haftada 4 saat. bunun dışında bu dersteki şahıslarla herhangi bir ortak dersi veya aktivitesi mevcut değil, sınıftan kimseyi tanımıyor.
    bir gün bir gün bu mezun, derste başını gömmüş ha uyudu ha uyuyacak. bir hapşırık sesi duyunca refleks olarak "çok yaşa" diyor ve o anda ince bir ses ona "hep beraber" cevabını veriyor. hapşıran şahısla mezun kişisi daha sonraki günlerde önce kafayla selamlaşmaya daha sonrasında ne var ne yok fasıllarına geçiyorlar.
    bir gün ders bitiyor, ne var ne yok dendikten sonra hanım kızımız, yani hapşıran vatandaş soruyor, yemek yiyip yemeyeceğini. birlikte yemekhaneye inip başlıyorlar yiyip içmeye. sonra hapşıran vatandaş, aynı zamanda bir tespit uzmanı olduğunu ispat edercesine, mezun kişiye dönüyor ve şöyle bir diyalog gelişiyor.

    - sen insanlara sonuçlarına veya durumlara göre değil de kendi reflekslerine göre yaklaşıyorsun.
    - nasıl yani? anlamadım.
    - yani diyorum ki, bir çıkar veya hedef gözetmeden yaklaşıyorsun. doğru muyum?
    - evet aslında, haklısın sanırım.
    - ayrıca insanlara ya hiç güvenemiyorsun ya da fazla güveniyorsun?
    - evet bak, bunda haklısın!
    - hem sen zaten ya çok içine kapanık ve karamsarsın ya da fazla neşeli ve şımarıksın kesin?
    - he valla...
    - zaten sen laflarını da ölçüp biçmeden ortaya atıyor ve çoğu zaman haddinden fazla dobra oluyorsun? değil mi?
    - maalesef...
    - eskiden kalma kimseyi bulamadığın için ne okula ne derslere geliyorsun? haksız mıyım?
    - haklısın ablacım...
    - de bakayım bana, en son ne zaman anahtarını kaybettin?
    - hatırlamıyorum ki!
    - uyku sorunların da vardır kesin...
    - var, evet!
    - tokken bile normal bir insanı doyuracak bir yemek de yiyebilirsin sen?
    - olayı nereye bağlayacaksın merak ettim bak.
    - olay şu, sen kesin yatılı okul mezunusun! doğru muyum?
    - nerden anladın?
    - seni gördüğüm ilk gün anladım ben. yüzüme bile bakmadın sana cevap verdiğimde. hem zaten şu an bile, yemek yerken yani, nazik olmak veya kendini birilerine beğendirmek gibi bir kaygın yok. ne zaman ayağa kalksan önce ceplerini kontrol ediyorsun, bir şey unuttun mu diye. sonra, ne bileyim işte... tam bir yatılı okul mezunusun her halinle...
    - beni tanıdığına göre sen de öylesin?
    - evet! ehehe!
    - nerdensin gözüm sen?
    ........

    hani derler, haci haciyi mekke'de deli deliyi dakkada bulur diye; yatılı okul mezunu kişi, bir başka okulun mezununu bu alışkanlıklarından ötürü dakkasında bulur! böyle, alnınıza yazılmış yazı gibidir. bu konuda uzmanlaşmış ve artık insan sarrafı kıvamına gelen kişiler yolda yürüyüşünden ve hatta bakışından bile tanıyabilir bir başka yatılı okul mezununu.
    doğal davranır bu insanlar, çeşitli takıntıları, zaafları, açıkları, son derece kapalı oldukları konuları ve özellikleri vardır. öyle herkesle haşır neşir olamazlar, kanları ısınırsa hemen kaynaşırlar. ya çevrelerine duvar örülüdür, ya da sizi olanca hızıyla hayatlarına sokuverirler.
    yatılı okullar makdullerine çeşitli mühürler vururlar, bunlar alışkanlık halindedir.
    alışmış kudurmuştan beterdir derler. yatılı okul öğrencisi kudurmuştur, mezunu ise alışmıştır. bu sebeble bir giren pişmandır, bir de çıkan.
    alnınızda yazar, hal hareket ve tavırlarınıza yansır. yıllar geçse de, siz çok değiştiğinizi düşünseniz de, üzerinizden tır da geçse yine yatılı okul mezunusunuzdur ve yine bu alışkanlıkları eksiksiz barındırırsınız.
    yatılı okul alışkanlıkları da mezunların birer rozeti gibidir. yakaya değil ruha takılır, ömür boyu taşınır.
  • çatalla portakal soyabilmek
  • terliği ayağın bir parçası haline getirmek.
  • dağınıklığı yorganın altına saklamak
  • iğrenmemek... bu duygu baya köreliyor.
  • - böreği hep başka şeylere batırarak yeme (komposto, yoğurt, sulu yemek..)
    - insanları daha tanışma anında kategorize etme
    - her ortamda, her pozisyonda (gözler açıkken dahi) uyuyabilme
    - sunulan bir dizi kuralın içindeki boşlukları çok hızlı şekilde tespit edip ona göre davranma
    - yardımlaşma, dayanışma ve sır tutma
    - kadınsanız: erkekleri daha rahat anlayabilme
    - tüm sorumlulukları çok hızlı yerine getirip o sıkışıklığın içinde kendine eğlence için vakit ayırma
    - nezaket, incelik gibi fuzuli(!) yüklerden kurtulma
    - öpüşürken etrafı kolaçan etme
  • herşeyi ekmek arasına koyarak yemek, bir eliyle sürekli cebindeki anahtarı kontrol etmek, kültablası kullanmaktan imtina etmek, fütursuzca otuzbir çekebilmek
hesabın var mı? giriş yap