• eve misafir getirerek yanıt verdiğim talep.
    işimle ilgili bir metin üzerinde çalışırken, metin sıkıcı bir konuda ise eğer, sayfanın dibine hikayeler yazarım. zamansız, başı sonu belirsiz, bir düşten kopmuş gibi, boşlukları dünyadan, gerçek hayattan izlerle doldurulmuş gibi duran hikayeler... bunlar iş stresimi alır, kavramlar, rakamlar, süreçlerle düzensiz bir çöplüğe dönmek üzere olan zihnimi toparlar; sonra daha diri bir beyinle işe dönerim. hikayelerin atmosferinin yaptığım işin ve ofisinkinden çok daha kaotik olması mı sağlıyor bunu, bilemiyorum.
    işte öyle bir hikaye; yazar katar mı, misafiri kovar mı, bilemiyorum:
    kahramanımız orta yaşlı bir adam, adı sait olsun; ufak tefek, sessiz, sakin... bir düğüne davetli. düğüne gitmek istemiyor ne var ki davet eden genç, 25-30 arası görünüyor, orta boylu, ince yapılı; ısrarcı. onu tanıyıp tanımadığından emin değil sait. arkadaşlarıyla konuşmalarından titiz, kararlı biri olduğunu hissediyor; hem çok iyi tanıyor hem de hayatındaki yeri hakkında sayısız soru zihnini kurcalıyor. yine de mecburen düğüne gidecek, gitmesi gerektiğini hissediyor. düğün bugün. lacivert takım elbise ve bordo ayakkabı giymiş. genç, onun adı adil olsun, sade günlük kıyafetinde, düğün hazırlıklarıyla meşgul.
    ikinci karede, evdeyiz. davet sahibi gencin evi. bir salonda değil, odada konuk ediliyor. çok mütevazı, hatta yoksulluk izleri taşıyan bir evin bir odasında, yedi – sekiz yaşlarında bir – iki çocuk, bir bebek de var. odada tam bir curcuna hakim. anne (sadece varlığını hissediyor adam, yüzünü, bedenini görmüş değil) içerden seslenerek çocuklarla başa çıkmaya çalışıyor, delikanlının işi başından aşkın, elinde telefon, sürekli meşgul. davet sahibi kimin nesi oluyor, bilmiyor adam. üstüste atılmış düğümler gibi an, çocukların curcunasında yanıtsız sorularla misafir için sıkıntılı bir atmosfer yaratıyor.
    evde kimse kimseyi dinlemiyor. bebek, kanepeden misafirin kucağına çıkmak istiyor. o da evdeki herkes gibi ısrarcı. adam çocuklara düşkün sayılmaz, yine de isteklerine duyarlı. onlara hediyeler almayı sever. çocuğu kırmıyor. kucağına alıyor. o bebekle meşgulken içeriye uzun boylu, sarışın, yüzündeki güneş lekeleri olan, yirmi yaşlarında bir kız giriyor. çıplak. sait başını çevirme ihtiyacı hissediyor; ne de olsa misafir ve edebiyle oturması gerektiğini düşünüyor. adil’e ayıp olur diye geçiriyor içinden ve kıza bir daha hiç bakmıyor. diğer herkes onun varlığına alışmış, zaten kimsenin bir başkasına ayıracak vakti yok gibi. herkes kendi dünyasında, çığlık çığlığa bir curcunada zaman geçiriyor.
    sait dışarıda. ayakkabısının ön tarafında, üstünde, bebeğin marifeti olmalı, sarı, sıvımsı bir kaka izi var. lacivert takım toz içinde. düğüne gitmeyi unutmuş. nerede kıyafet değiştirebileceğini düşünerek yürüyor. evi var mı, yakında mı, zamansız, boyutsuz bir dünyada sanki; hiçbir sorunun kesin yanıtı yok. içinde kıyafetler olan bir çantası var mıydı, düşünüyor; yanıt bulamıyor. yürüyor.
hesabın var mı? giriş yap