• bilincin hizmetçisidir.
  • tanım: yazı, m.ö. 3500 yılı civarında sümerler tarafından icat edilmiştir. (kaynak sorarsanız, ilk kaynağımın adı saklı, ikincisi için google filan işte.)

    teşekkür: sümerler

    geçelim.

    yazımın adını "bok" koydum; şu an hissettiğim şekilde... bok sizin için ne kadar anlamlıysa bu yazı da o kadar anlamlı olsun.

    bok

    dünya denilen gereksiz gezegenin üzerinde yaşayan gereksiz bir canlı: insan. tanımını yapmamı isteselerdi, böyle yapardım şimdiki zamanımda. genelgeçer bir tanım değil elbette ama belki benim kişisel tarihimin genelgeçer tanımıdır. günaha girercesine korkuyorum bu tanımdan amma velakin böyle olmasını ben dilemedim fakat böyle oldu. ben başka tanımlar düşlerdim aslında insan için. insancıl dediğimiz hiç insancıl değil. derken söze karıştı cesur yine. bu adı ona ben koydum, bilmiyordum gerçek adını, hâlâ bilmiyorum, bir önemi de yok adının. kedi değil cesur, bir insan ve ben de juliet gibi adını yadsımasını da istemiyorum ondan. önemsiz şeyleri önemlilerden ayırabilsek keşke... juliet mi yadsımış, juliet mi istemiş? belirsizlikler, belirsizlikler... hem o romeo değil, ben de juliet değilim. ne sen leyla'sın ne de ben mecnun... of, tam tersi! hani isimlerin bir önemi yoktu? isimlerin mi ismin mi? çok cesurca bir soru. çıkar mısın kafamdan bir saniye cesur?! sonunda bir zehir ve bir hançer. sonunda iki ölüm ya da bir doğum. iki eşittir bir şeklinde... bakış açısı, bakış açısı... oysa canım ophelia tadamadı böyle bir ölümü bile... işte cesur burada bir yerlerde karıştı söze ve şöyle dedi:

    - canımı sıkıyorsun ırmak, insan seninle konuşurken hiçbir şeyden emin olamıyor.

    ben cesur'un canını sıkmışım. oysa kesinliği olmayan şeyler söylemiyordum. insanlar "bence" demediğim için beni kibirli buluyorlardı, ben yalnızca "bence" demeyi deniyordum. cesur bundan hoşlanmadı, eski ırmak'ı arıyor o. oysa aynı ırmağa iki sefer girilmez. bunu bilmiyor mu? bilmiyorsa sahiden şaşırırım. itiraf etmeliyim ki hiç cesur'ca bir durum olmaz ortada. şaşırmaya özlem duyduğum bir dünyada-sanki başka dünya varmış gibi, belki vardır-, cesur eğer böyle bir şey yaparsa beni şaşırtır fakat iyi yönde olmaz bu. bence cesur da biliyor aynı ırmağa iki defa girilemeyeceğini. öyleyse benden ne istiyor? şunları yazmaya başladığım zamanki ırmak ile şu an burada, bu tekli koltukta tek başına-tekli koltukta iki kişi de oturulur çünkü-oturan ırmak da bir değil ki. öyleyse cesur da aynı cesur değil şu anda. peki şimdi ne derdi bu duruma? hangi cümleyi kurardı.

    - cesur... cesuuur!.. hey! niye bakmıyorsun yüzüme? kızdın mı bana düşündüğüm için? ya ne yapacaktım düşünmeyip de? aynı ırmağa ikinci sefer mi girseydim?

    cesur cevap vermiyor, yüzüme bile bakmıyor. kös kös oturuyor bir köşede, sanki ben hiç yokmuşum gibi davranıyor. bu cesur'u hiç sevmedim; neyse ki tüm cesurlar toplamını seviyorum. bütünü seviyorum, sevmediğim parçalarını bile seviyorum o bütünün içinde. parçalar sürekli değişiyor ama bütünü etkilemiyor bu, sevgimi etkilemiyor. aynı cesur'a iki sefer... öhö! çok pardon. aynı ırmağa iki sefer giriliyor yani bu şekilde fakat cesur, şu an su çok soğuk. of!.. cesur benim gibi davranıyor; susuyor. ben sevmiyorum susmayı, yani onun susmasını, yani ne bileyim, onun özelliği olmayan bir davranışta bulunmasını sevmiyorum işte. beni gıcık etmek için yapıyor ya da daha iyi ihtimalle bana ayna tutmak için... ben tüm bunları düşünürken o susuyor. ne düşündüğünü bilmiyorum, ne düşündüğünü merak ediyorum. ne düşünüyorsun, ne hissediyorsun, ne bekliyorsun cesur?

    - aynı ırmağa iki sefer girilir ırmak.

    efendim? nasıl?!! nasıl? kafamın içinde ne sorduğumu duymuş olması mümkün mü? yoksa sadece düşünüp geç mi karşılık verdi az önce kurduğum cümleye? sizin orlara bizim burlardan geç mi gidiveriyo cümleler yavrum? şimdi de ben susuyorum. verecek bir cevabım yok ki buna. soru sormadı ama olsun, konuşmak istiyorum. ne diyeyim de şu lanet suskunluk son bulsun? bakın işte! yine susuyorum. kafamın içinde ne çok konuştum oysa. çok konuştum, yoruldum. sesim çıkmıyor. cesur'un da sesi çıkmıyor. birbirine ayna tutan iki insan olduk. iki gereksiz insan... yine de birbirimiz için gerekliyiz, bu güzel. yani gerekli de pek olmadı ama... tüh! kelime seçimlerim ne kötü!.. şimdi açsam ağzımı kesin saçma sapan bir şey fırlayacak içinden, ses hızını geçemeyeceğime göre yakalayamayacağım onu. bir şey demeli...

    - sivrisinek var.
    - ?
    - cesur, sivrisinek var.
    - ne güzel ırmak.
    - nesi güzel, sivrisinek var diyorum. sevmezsin ki...
    - ...

    bok herif! manasız ot! keşke hiçbir şey demeseydim yine sinirim bozuldu, tadım kaçtı. aynı ırmağa iki sefer girilmez diyerek bir münakaşa ve bu münasebet ile bir münazara mı başlatsaydım? iyi de aynı ırmağa iki sefer girilir. nasıl girileceğini de ben buldum. burada "ben" diyebilirim bence. kibirsiz bir '"ben". iyi ama o benim aynı ırmağa nasıl iki sefer girileceğini bulduğumu bilmiyor ki! benim aksini düşündüğümü zannediyor, yoksa öyle neden desin durduk yere? girilirmişmiş. sanki ben ne dedim? yok, bu adam düşüncelerimi okuyor benim. öyleyse çok korkunç. bir deneme yapalım: salak cesur. pişt, cesuuur! hey, pıst, pişt, insan, dost! bu ne ya ucuz ayran markası gibi oldu. suratında mimik oynamadı, buna kesin gülerdi aklımı okusaydı. oh! çok rahatladım.

    - al şu takatukaları takatukacıya götür.

    aaa, yüzünü bana döndü, bana bakıyor. haha. bana bakıyor. eee? bir karşılık versene, "saçmaladın" desene!

    - takatukacı takatukaları takatukalatmazsa takatukuları takatuklatmadan take back.

    ulan gülsene. gülmüyor, niye? sevmiyor beni işte. şu dediklerimden sonra da aptal olduğumu ya da deli olduğumu düşünüyor. öyleyse hoşça kal parça bütün ilişkisi. bütün parçadan azmış demek ki ya da hiçbir parçamı sevmemiş bütüne bakarken. yazıklar olsun sana. boyun devrilsin zühtü! evet, bundan sonra senin adın zühtü, ben koydum. madem beni sevmiyorsun, ben de sana zühtü diyeceğim bundan sonra. bu ikisi bağlantılı değil ama olsun, ben deliymişim ya, parçamı bütünümü sevmeyerek beni paramparça etmişsin ya... kocasına eve bağlama büyüsü yapan teyzeler gibi "benim herif" demek istiyorum sana. o teyzeler böyle mi derler, bunlar teyzeler midir, in midir cin midir bilmiyorum ama öyle işte. can benim, keyif benim değil mi? ellere nesi? iki elin sesi.

    - zühtü
    - efendim?

    na.. nasıl ya? cevap mı verdin sen az önce bana? nasıl, okudun mu zihnimi yani? belki de en az benim kadar delisindir.

    - ırmaklar serin derelerden mi akar?
    - sanmam ırmak ama öyle olsun isterdim, çok sıcaksın hiç çekilmiyorsun şu yaz günlerinde.
    - hep böyle mi yapacaksın?
    - nasıl?
    - ...

    aha! rollerimize geri döndük işte cesur bey. aynı ırmağa iki sefer girilir belki ama aynı açıklamaları kırk sefer yapmak kalbimi kırıyor.

    - biliyorum.
    - nasıl?
    - ...

    yok daha neler! şaka mı bu ya? resmen bilerek yapıyor, sabır taşı olsa çatlar ama hâlâ beni deniyor. korkmuyorum, okuduğu falan yok düşüncelerimi, bunlar çok genel kelimeler.

    - sadece seni çok iyi tanıyor olabilir miyim?

    aaa soru sordu. sahiden cevap gerektiren bir şey yaptı. dur bakalım.

    - bilmem.
    - biliyorsun.
    - bilmiyorum.
    - bildiğini bilmiyorsun.
    (aynı anda ikisi birden)
    -tek bildiğim hiçbir şey bilmediğim / tek bildiğin hiçbir şey bilmediğin.

    düşünemiyorum.

    - ırmak?
    - hı?
    - hadi git yat güzelim.
    - sen gelmiyor musun?
    - yok, biraz da ben düşüneceğim. senin düşüncelerini okurken düşünmüş olmuyorum tekrar etmiş oluyorum.
    - dalga geçme cesur.
    - sen de komik olma.
    - olur.
    - tamam.

    düşünmemeyi düşün. düşünmemeyi düşün. düşünmemeyi düşün. git ve yat. yat ve git. yat ve kat. tekne. bot. arsa. bir arsa alır üç kat çıkarız. kaçak kat olmasın. kap kacak olsun. bugün ne öğrendim? ayyuka çıkmak deyiminde geçen "ayyuk", auriga takımyıldızının en parlak yıldızı olan capella'ya arapların ayyuk demelerinden geliyormuş. (acapella gibi... bir dur allah aşkına ırmak.) onu göğün en en en en yüksek noktası sanıyorlarmış meğerse. göğün. göğsün. tavuk göğsü gerçekten tavuktan yapılıyor. of. uyu! uyu! uyu! cesur'a anlatamamam ne kötü... uyu! cesur. uyu! ces... of!

    - ırmak?
    - sen daha yatmayacaktın hani?
    - düşünürken yorulmuşum. saçımı okşar mısın?
    - sonsuz kere yelkenleri suya indiriyor olmam, sence de saçma değil mi?
    - değil.
    - tamam.
    - iyi geceler.
    - daima...

    parçayı ve bütünü, tüm parçalar ile tek bir bütünü, seviyorum, çok seviyorum.
  • kısa ve uzun olmak üzere ikiye ayrılıyor benim için. uzun yazanlara bir eleştiri değil sadece bakış açım bu bahsedeceklerim. herkes istediği gibi yazabilir. bana ne. beğenmezsem okumam.

    uzun yazılar bana bağırmak gibi geliyor. insanın gözünün içine sokmak. bak bak neler var.söylediğin şeyi tekrar söylemek bazen. bazen anlam karmaşası. amacın ne olduğu da önemli tabi. bir hissi derin bir şekilde yaşatmak mı? her okunduğunda bir sürü anlamlar çıkarılması mı? benim için birincisi amaç. belki ondan öyle düşünüyorum. bir de şey var şiir dışında çokça anlam ararım okuduğum şeyde. yani paragraflarca yazıp da tek bir anlamda beni boğuyorsan tek paragrafı okuyup geçmek yeterli.

    her yeni kelime, her yeni cümle yeni anlamlar demektir. eğer bir mesaj vermek istiyorsan konuyu dallandırıp budaklandırmak, hedef şaşırtmaktır. okudukça konudan uzaklaşır. ayrıntıları düşünmeye başlar.
    birinin sizi dinlemeyeceğinden emin olmak istiyorsanız, ona çok uzun, ayrıntılı, belki de kişinin ilk birkaçında anlamaması ihtimaline karşı söylemek istediğinizi farklı biçimlerde defalarca kanıtlayan bir mektup yazın. eğer anlaşılmak istiyorsanız artırmanız değil azaltmanız gerekir. kişi özü görebilsin.
    anlam için yazılır. ama her anlam, her yeni ifadede o kadar çoğalıyor ve bir o kadar müphemleşiyor.

    tabi amacınız okuyanı diyardan diyara sürüklemek, gezdirmek, hayal aleminde amaçsızca dolaştırmak ise bir şey diyemem.

    neyse bunu tekrar düşünürüm.
  • "yazıya dökülenin dışında kalan tek şey ölümdür." (robert pinget)
  • ismi yazı olan biriyle karşılaşmak gibi bir hadise yaşayana kadar tam olarak üzerinde tefekkür edemediğim farklı mefhumları ifade eden bir kelime.

    evet. adamın adı "yazı"

    ailesinin adama neden küçükken yazı ismini verdiğini düşünürken kendimi hislenmiş buldum senelerce ve defaatle.

    babanın ana rahmine bir imzası mıydı?

    yoksa kız evlatlarına kader ismini koydukları gibi, alın yazısı manasında mıydı?

    ya da meltemle sessizce sallanan yeşilliklerin gün doğumunu selamladıkları uçsuz bucaksız bir düzlük müydü, doğumun gerçekleştiği veya bir zaman ayrılınmış, ve özlemi duyulan...

    seneler önce işyeri servisinde bir kız diğerine "adını neden çilem koymuşlar" diye sormuştu, pek adetim olmamasına rağmen o an boş bulunup yırtık dondan fırlar gibi "meşakkatli bir hamilelik dönemi olmuş olabilir" demiştim. kız da hayretle bana dönüp "nereden bildin, valla bravo, evet, annem bana hamileyken çok zor günler geçirmiş, ablamınkinden çok daha zor" demişti.

    yazı ismini duyunca hep önce aklıma uzun sararmış bir düzlük ve hafif rüzgar geliyor.

    sonra isminde yazı geçen yerleşim yerleri. gölyazı gibi. (ek: sarıyazı, yeşilyazı, akyazı, gökyazı)

    belki annesi kız beklerken erkek oldu diye, kader manasında yazı ismini verdi, bilemiyorum. gözümde bir düzlükte hafif bir rüzgarla güneş ya doğuyor ya da batıyor. dalıp gidiyorum.
  • anlam, duyduğumuz sesler üzerine yükleniyor. duyduklarımız bu anlamda var olanlara birer gösterge oluyor. ancak duyduklarımı yazıya da dökebiliyoruz. yazı böyle doğuyor. yazının bu gelişim sürecini araştıran saussure neredeyse aşağılarcasına yazı için bir göstergenin göstergesi diyor. yani yazı doğrudan bir anlam taşıyıcısı değil, telafüz edilene işaret ediyor, telafüz edilense anlama işaret ediyor.
  • ilkin, cümleyi ortaya çıkaracak bir nedenden geçmeli başlangıcı ortaya çıkaran neden. nedenlerin ardılladığı biçimlerin öncesindeki nedenlerle kurulan diğer biçimleri, değiştirip, tamamladığını hisse yatkın ve makul olmayan akıl arklarıyla somutlaştırarak akıtmalı. drenaj. listeye, soyuta bulaşmanın belasını ve bedelini, anlamlandıran ve sözcüklere giden yolculuğun yetersiz konukluklarla diğer nedenlere de bağlanmasını, bulaşmak ve ödemek olarak eklememeli. sıradan bir yazma eylemiyle beliren orojenezin; peyda, zuhur, başlangıç, yaşam ve ölümle donatılma, örtülü düzlemlere dönüşme, kağıdı, duvarı, ekranı, boşluğu kaplama ve geri kalan tüm sözcüklerin kurguladığı listelerle oturtmaya çalıştığı "anlatımın ana karası" tüm monotonlaşan listeler gibi içinde barınan faylarla kopacak. kopacak bi parçanın mucidi olmak zorunda kalacak. kopartılmış parçaların keşfedilmesine olanak tanımanın yollarında muhteliflik takınacak. yepyeni bir liste başlayacak.

    örüntünün sonsuz imparatorluğu. yerleşik düzeni.

    kaligrafi, anlambilim, dil kuralları, devrik söylentiler, göksel ifade arayışları, seslerin biraraya geliş nedenlerini ardıllayan diğer nedenler, anlamlı olabilmenin miladından ve anlamın daha eski dönemlerinden koparak büyüyen fayların parçaladığı kadimlik yanılsaması, kopyaların öykündüğü eşsiz ilkelliğin ve zarafetin, sanatsal-şairane olanla istemsizce gizlediği, boyutsuz hiyerarşisiyle koruduğu katmanlar...

    yazının bölgelerinde itiraz götürmeyen delilleriyle örtbas edilen suçluluğun tabakaları.

    bulunulmuşluk ivmesiyle gelen, mevcut tabakaların makamlarında, yazının, itirafa dönüşen serpilme süreci, başkalığa evrilen yoldan çıkmaların, geçişi ahlaksızlık büyüteçlerinde irdeleyen yargı.

    madde ve ötesinin günaha itip, yaftaladığı; cenneti ve cehennemi, kaybın en ulu fayı olan araf familyasının hatları boyunca konumlandıran bir başka listeleme.

    yazının kırklama gücü ve yetkisi var. yaşamaya getireceği yorum, yaşanılandan daha kısa ve net olmasaydı, sözü, ilk nedenden başlayan merkezin etraflandırdığı sarmal listelere dönüştürmenin anlamsızlığını nasıl kanıtlardı yazıcı? zıtlaştıran örneklemelerin diyalektiği sarsıntının neden olarak sunulana lütfundan beslenen muhannetle çevrili ve ona yaslı.
    su içmenin yanında pörsük bir detaylandırma denilebilir.

    anlatının akış ya da hareketlenmeleri, durağana yaklaştığı intikalleri, anlatılanı terkeden sapmaları, kayıpları, sıradanlaştığı eksen, döngüden geriye doğru sayışları, etmen-in bambaşka ve boyutsuz öteki listesi.

    metni mitleriyle besleyen uydurcayla iyi geçinen evrensel yasaların hoşgörüsüne, yazının zorbalığa dönüşen katkısı yadsınmamalı. yazıya inananların, bir süre ermişliğine yol açan arınma ve temas pekala birden şiddetin en rafine haliyle sürükleyebilir seyri. azizin barutu ve çeliği keşfi.

    çocuğa, önce eril ve dişil tanrısallığı yaşatıp, ekonomik kuramların yazgı üzerindeki kabullenme aşamasına isabetli retleri tutturamayacağını ifşa eden masalsı korunaktan çıkışta başlayan diğer dayatmalar ve inançsızlıkla gelen aydınlanmayla gerilince esin, amacından sapmış muselerin içlerindeki karanlığın potansiyeline dokunup, kalemi eline alması, yazının aldıklarını iyelik kavramlarına iade edebilir ancak.

    boşluğa bakınca sınırlar çizip, soyut parsellerin biçimcisi ve anlatıcısı olmanın girişimi, ördüğün duvarın yarattığı gölgeleri, gölgelerin gölgelerin, hesaplanamayan izdüşümleri listelemeye başlar.sonra bu sonsuz tutuya gücü yetmeyen aklın içinde barınan kırılmalarından doğan başkalıklarda, keşfi aramaya döner yineleyerek.

    önce, bir neden, sonra nedenin başlayacağı boşluğu bulmalı. sonra da uzun bir liste.
  • duygu, düşünce,olay ve durumları aktarmak için kullanılan sembollere dayalı iletişim aracıdır.

    üç türü vardır:
    pigtografi: insanları yonlendiren bilgi aktlarıdır.
    ideografi:kore,mısır,çin,japon vs alfabeleri bu türe dayalı oluşur.
    fonografi:seslerin tekrarlanmasını sağlamak için bunları madde üzerinde iz olarak gösterme yöntemidir.

    ilk çivi yazısını sumerliler, ilk latin yazıyı fenikeliler bulmuştur.

    yazıyı oluşturan semboller zihinde kavramları canlandırır. bu kavramları yazıya yükleyen insanlardır. ve esasında semboller ve kavramlar arasında bir bağ yoktur.
    her kavramın bir sembolü yoktur. ancak her sembolün bir kavramı vardır.
  • yazarın aynası.
    saklanamazsın, istediğin kadar saklanmaya çalış o yazı seni bir şekilde açığa çıkartır bu kadar kuvvetli bir tılsımı vardır. bu nedenle, yazmak eğer süreklilik arz ediyorsa yazı sahibi için yalan saklamaz.
    iyi bir okuyucu yazarı hayal eder hatta onu yaşar da. bazen yazar, okuyucunun onu yaşamasını sağlar öylesi daha da zevklidir.
  • ınsani benligiyle bulusturan somut seydir .
hesabın var mı? giriş yap