• 1873-1875 orta anadolu kıtlığı teziyle türkiye tarihine önemli katkılarda bulunmuş tarihçi. birincil kaynaklara dayalı bu çalışmasını oldukça geliştirdi ancak hala yayımlamadı. sanırım biraz mükemmeliyetçi. doktorada ise mustafa reşit paşanın biyografisini osmanlı, ingiliz ve fransız arşivlerini kullanarak hazırlamakta. ortaya değerli bir çalışmanın çıkacağına eminim. umarım tezini tez zamanda tamamlar ve biz de güzel bir çalışmasını daha okuma imkanı elde ederiz.
  • ehliyete ve liyakate riayet eden, insanlara karşı gayet dürüst ve yardımsever, bulunduğu konuma tırnaklarıyla gelmiş, alanında velud bir tarihçi.
    sadece uzun zamandır tanıdığım bir insanın zırcahillerin magandalığına maruz kaldığını görünce müdahale etmek istedim. niçin bilginiz ve derinliğiniz olmadan tartışmalara girip, çaresiz kalıp, ezilip, bu sefer de hıncınızı almak için nicklerin arkasına gizlenerek insanlara iftira etmekten medet umarsınız ki?
    bir kere kimseye saldırmayacak kadar naif ve kibar bir insandır. hatta belki de fazla mesafelidir. “bir noktaya kadar” tahsil görmemiş, hayatının çok uzun ve renkli bir kısmını tahsille harcamıştır.
    bir kere sevan nişanyan’a belki de en uzak ve en eleştirel yaklaşan bir insanı onun “kırıntısı” zannetmek ahmaklık değil midir? biraz takip eden herkes hemen her hafta birbirlerinin fikirlerini tenkit ettiklerini görür. çünkü bunu kendi hesaplarından ya yorumlarda ya da paylaşımlarda isim zikrederek yapmaktalar. oturma organıyla okuyanlar böyle anlıyor demek ki. bir de tanıdık bildik izlenimi verilmek için haince detaylar eklenmiş ama onlar da yanlış. evvela asistanlıktan kovulmadı, kendisi istifa etti. haa o sıralarda kovulan binlerce insan vardı, onlara da kötü insanlardır diyemem. çok aşağılık, salt kötülük odaklı saldırılar bunlar. sen japonya’da yaşayan dış kapının dış mandalısın nasıl olur da bir insanın uzmanlık alanı hakkında hiçbir müktesebatın olmadan ahkâm kesersin? bu cüretin normal mi yoksa linç toplumunun bir ferdi olmaktan iftihar etmenle mi alakalı? işin ilginci sevan nişanyan hakkında hiç sıkılmadan 20 farklı entry girip sayıp sövecek kadar nefret ettiğini gördüğümüz bu japon sığıntısı şayet okuduğunu anlayabilme yeteneği olsa burada övgüler düzmüş olurdu.

    edit: düzeltme.
  • fikirleri, çalışmaları, üslubu, dili... hiçbirine lafım yok. hatta ilgiyle takip ediyorum. fakat şu bir gerçek ki gerçekle bağı kopuk, muhakemesi de bozuk. bunu hakaret olarak yazmıyorum. yürekten söylüyorum. umarım sevenleri yardımcı olur, tedavi görür, içgörü kazanır.
  • araştırmalarını ilgi ile izlediğim koltuk sahibi meslektaşlarından kat kat üstün bilgi sahibi olan yener küstüğü zaman infaz yöntemini kullanmasa keşke. memlekette akıllı insan yaşatmazlar iyi ki yurt dışında.
  • entelektüel gelişimi 2010 yılların başında stop etmiş. hala kemalizm diye sayıklıyor..
  • kendisi onemli elestirel tarih okumalari yapabilen bir akademisyendir.

    academia.edu'da islam ekonomisi tarihi calisan profesor murat cizakcanin yazdigi bir calismaya yazdigi cevapla bircok akademisyenin dikkatini cekmistir. turkiyede elestirel sosyal bilimler maalesef yok denebilecek kadar zayif oldugundan yazdiklarini cok kiymetli buldum. getirdigi elestiriler karsisinda murat cizakca'nin, 'yahu siz daha temel seyleri bilmiyorsunuz' minvalindeki cevabi turk akademisindeki dinozor hocalarin genel tavri ve ruh halini cok iyi ozetliyor.

    yener hoca'nin verdigi ikinci cevap bence cok kiymetli. ben tarihci degilim ancak tarihe ilgi duyanlarin dahi okuyup irdeleyebilecegi, onemli elestiriler barindiriyor. murat cizakca hocayla malezya'da bir konferansta tanismistik, cok ustten ve kibirli biri gibi gelmisti bana. en tuhaf tavri da konferans boyunca kendisinin gelistidigini iddia ettigi osmanli vakif sistemi temelli ekonomik modellemenin gelecekte islami bankaciligin kurtaricisi olabilecegini curetkar bir sekilde savunmasiydi. hatta ekonomi hocalari modellemesine temel elestiriler getirdiginde cani sikilmis, yapilan elestirileri duymazdan gelmisti. academia.edu da yener hocanin getirdigi elestirileri duymazdan gelmis yine ama onemli bir entelektuel brifing (tartisma diyemiyorum cunku yalnizca yener hocanin argumantasyonlarini duyabildigimiz icin belki entelektuel bir brifing) oldugunu dusundugum icin buraya tasimak istedim. eger yener hoca academia.edu'daki yorumlarini eksiye tasimamdan rahatsizlik duyarsa bana iletebilecegi bir mesajla hemen kaldirabilecegimi belirtmek isterim.

    "merhaba hocam, nasılsınız umarım afiyettesinizdir. yazınızı okudum, muhtemelen bir tebliğ taslağı gibi duruyor. müsaadenizle birkaç kelam etmek istedim. bu diyeceklerim zaten sizin malumunuzdur ancak yine de başka bir bakış duymanın ziyanı olmaz galiba diye düşündüm.
    evvela burada tarihçilikten ziyade modelleme yapan ve teori inşa eden bir sosyal bilimci yaklaşımıyla baktığınızın ve osmanlı vakıf tarihinden günümüz müslüman memleketleri için geleceğe yönelik hayırlı bir hisse çıkarmaya odaklandığınızın farkındayım. bunu daha derinleşerek yapmamak için bir engel yok. buradaki metninizi ziyadesiyle anakronik ve teleolojik buldum. şöyle ki:

    1) vakıfların osman ekonomisine olan katkılarını eğitim, sağlık, belediye ve altyapı hizmetleri sağlamak üzerinden human capital üretmekle izah etmişsiniz. osmanlı imparatorluğunun nüfusunun tamamına yakını kırsal hayat sürüyordu, ve okuma yazma bile bilmiyordu. bu başlıkları yani eğitim sağlık gibi sahaları şimdiki zamanla mukayese etmek kabil olmaz. osmanlılar kendilerine lazım olan personeli kalemlere çırak almak, çocuk devşirmek, enderunluları dışarıda görevlendirmek, paşalara yüksek maaş ödeyip onların hanelerinde kadro yetiştirmek gibi muhtelif şekillerde ediniyorlardı, buralarda vakıflar pek de bir rol oynamıyordu. sağlık ve doktorlar keza özel doktor veya saray hekimi şeklindeydi. ve ekseriyetle gayrimüslimlerdi. belediye meselelerini kadılar aslında angaryayla çözüyorlardı. yine vakıfla değil. bunlar zaten kar küretmek çöp attırmak limanı kazıp temizletmek vs gibi iş büyüdükçe bütçeden para ayrılmasını gerektiren işlerdi.

    2) dolayısıyla osmanlıların düşük vergi tarh etmesiyle vakıfları ilişkilendirmek zordur. kaldı ki devrin diğer devletleri gerçekten de eğitime ve sağlığa para harcadıkları için mi yüksek vergi talep ediyorlardı?

    3) vakıfların sosyal eşitsizliği azalttıkları törpüledikleri de kolay iddia edilemez. mecburi değildi ki ve fukaraya para dağıtmıyordu ki belki bir kap çorba veriyordu. bu sadece bir gün daha fakir olarak nefes almasına yardımcı olur, zenginle arasındaki makasa çare olmaz.

    4) vakıfların enflasyonu azaltması veya enflasyonun menfi tesirlerini azaltması da aklıma yatmadı ancak istihdamı arttırması makul bir çıkarım.

    5) buradan sonraki vakıflar osmanlı örneğinde niçin tekemmül etti kemale erdi başarı sergiledi sualiyle başlayıp meseleyi yer yer medinetü'l-fâzıla tasvirine yaklaştırmanız da problemli. elbette burada mehmet genç'e istinat etmeniz de sizi savuruyor. rahmetli beni severdi ama onda böyle bir tepkisellik vardı, yaygın işporta pozitivizminin kolaycı karalamaları karşısında biraz osmanlı sempatizanlığına kapılırdı. burada merhumu izleyerek osmanlı idari zihniyetinin kafasını okurmuş gibi kaydettiğiniz cümlelere delil bulamayız. yani gerçekten dediğiniz gibi orta sınıf veya yumuşatayım orta halli insanlar olsun aşırı fakir de zengin de olmasın gibi bir amaçları oldu mu? hep mi oldu? kimin oldu kim buna karşı çıktı? hiç de öyle bir güzellemenin üzerinden "demek ki böyle şuurlu bir politika izlenmiş" diyerek kapatılabilecek bir mevzu değil bu.

    6) peki osmanlıda vakıflar dediğiniz gibi başarılı, işlevli, faydalı mıydı? hayır değildi. şayet böyle olsaydı 2. mahmud bunları niçin gasp etsin, idarelerini merkezileştirip direkt kontrolü altına alsın? cumhuriyet bir kez daha niçin istimlak edip tarihe karıştırsın, elde ettiği ganimeti vakıfbank üzerinden en verimsiz bir şekilde berbat etsin?

    7) dikkat buyurursanız tam da sizin varsaydınız bağlamda yani 19. yüzyılda eğitim, sağlık ve altyapı yatırımları hem mümkün hem anlamlı hem de hacimli olduğunda vakıflar artık yoktur. gayrımüslim vakıfları ve hatta yabancı amerikan misyonerleri gibi hayır kurumları diyelim bu devirde önplana çıkarlar. ancak müslüman vakıfları bitiktir; kadim vakıflara devlet çökmüş mütevellileri üç kuruş maaşla susturmuştur yeni vakıfsa kurulmamaktadır. bu husus sizin tartışmanız bağlamında çok mühim.

    8) peki vakıfların osmanlı sistemindeki işlevleri nedir? bu da mühim bir soru, zira bunların 21. yüzyıl iktisat teorisine doğrudan ilintilendirilmelerinin zorlama olması hiç de alakasız oldukları neticesine götürmez bizi. bu vakıflar bir kere "tüzel kişilik" olabilmek bakımından önemliydi, hicaz'ın finanse edilmesini sağlıyorlardı surre'yi hazırlayarak bütçenin üzerinden bir yük alıyorlardı, devletten otonom kendi vakıfnameleri şartları kuralları olan kuruluşlar olmaları mühimdi, imamları müezzinleri camileri tekkeleri fonluyorlardı bu da çok mühimdi, hem devletin bunlara maaş bağlamaması bakımından hem de islamın sivil bir din olarak kalmasını sağlıyorlardı, aristokrasi teşekkülüne zemin sağlıyorlardı, sizin değindiğiniz darüşşifa medrese gibi büyük müesseleri fonlayan vakıflar ya hanedanın yahut da yüksek devlet adamlarının vakıflarıydı bu da osmanlı emperyal sisteminin hanedanıyla sarayıyla ve vüzerasıyla meşrulaşmasına kitlelerin gözünde hayırseverler olarak rıza üretebilmelerine imkan veriyordu ve başka maddeler de yazabilirim. ancak benim gözümde en önemli işlevleri idarî oldu. bildiğiniz gibi osmanlı vakıf idaresi farklı farklıdır. sıradan insanların vakıflarına istanbul kadısı bakar, su vakıflarına eyüp kadısı, bayezid vakfına ve ulema vakıflarına şeyhülislam nezaretinde bayezid vakfının özel bürokrasisi, saray vakıflarına darüssaade ağası gibi. evvela kadılar nezaretiyle kurulan sıradan vakıfların puanını zaten osmanlılara vermemek lazım, bunlar osmanlılardan önce de vardı. ve selçuklu devrinden eyyubi devrinden ve hatta daha önceden kalma vakfiyeleri osmanlılar istinsah edip yenileyip mühürlüyorlardı yani bu eski örneklerden öğreniyorlardı da. islam hukukunun cevaz verdiği bu uygulamaya osmanlılar izin vermeyecek bir halde değillerdi. osmanlı vakıfları deyince bizi esas alakadar eden grup askerî sınıf diyebileceğimiz şeyhülislam nezaretinde çalışan bayezid-i veli vakfı ve bu vakıf bürokrasisinin idare ettiği grupla darüssaade ağasının yine kendi bürokrasisi olan gruptur. su vakıflarını da elbette sultan süleyman ve diğer hanedan vakıflarına dahil oldukları için burada düşünmek gerekir. bunlar birkaç devlet arazisi olabilecek büyüklükte topraklara sahip sayısız köylüsü olan su yolları hanları kervansarayları olan müesseselerdi. birer idari merkezdi her biri. bugün halen pek çok mahalle orijinalinde böyle bir vakıf mülkü olduğu için tapu problemleri yaşar. o devirde sayısız dükkanı kiraya veriyorlar öşür ve sair topluyorlar adeta birer paralel devlet gibi çalışıyorlardı. ancak bir farkla, normal devletten daha meşru daha güçlüydüler. dinî dokunulmazlıkları sayesinde zarar vermek, gelirini çalmak, düzenini bozmak vs insanın ahiretini yakan veballerdi. bu sebeple 18. yüzyılda asi âyânların kontrol altında tutulmalarında bu vakıfların çok kilit bir rolü oldu. zira babıâliyle veya vali paşalarla sık sık bozuşan âyânlar hele bir de bunların askerlerini mağlup ettikten sonra kimseyi tanımıyor ilişkileri kesip bağımsızlığa çabalıyorlardı. işte bu aşamada devreye vakıf kâtibi veya ruznamçecisi filanca hacı efendi giriyor, (bu adam zaten her sene bir iki defa oradaki vakıf köylerini dolaşan tahsilat yapan tanınan muteber biridir muhtemelen hacca bile gitmiş mübarek bir zattır) profili böyledir yani, âyâna vakıf malına ilişmemesini tenbih eder. zira bu vakıf gelirleri haremeyene mevkufdur surre ile hicaza gönderilmektedir oradan bir beddua almak hiç de makul olmaz. mirî statüdeki topraktan daha emin ve meşrudur vakıf köyleri ve arazileri. ve hem de bunların ahalisi de bir tür dokunulmazlıktan istifade ederler. vergileri kendi kadimden gelen vakıfname şartlarına göre vakıf yetkililerine öderler mahalli ağa vali paşa defterdar vs zulmüne diğer sıradan köyler kadar maruz kalmazlar. istanbulda güçlü ve muteber bir tanıdıkları vardır. işte bu yaşananlar vakıfların en önemli işlevi olmuştur ve pamuk ipliğiyle bağlı olan âyânları pek çok yerde sistemin içinde tutmuşlardır. mahmud orduyu güçlendirip âyânları suikastlerle failimeçhul temizleyince artık vakıflar da fonksiyonunu tamamlamış olur ve onları da budar. bu çok olumsuz oldu, türkiyeyi bir sünni kilise-devlet haline soktu yüz küsur bin kadrolu maaşlı ruhban sahibi birkaç milyon imam hatip ilahiyat talebesi işsiz ordusu sahibi etti ama bir yandan da bu saydığınız eğitim sağlık belediye altyapı gibi hizmetlerin tek sağlayıcısı olarak devleti patrimonyal bir yere sıkıştırdı ve cemiyeti de militarize etti. yani aslında sizin vakıflara atfettiğiniz fonksiyonlara 19. yüzyılda ve sonrasında teşvik veya en azından müsaade edilmiş olsa belki de çalışacaklardı ve bu düşündüğünüz iktisadi faydaları da verebileceklerdi. ancak tarihteki osmanlı vakıfları çok başka faydalar verdiler ve militarize olan devlet tarafından ezildiler."

    yener hocanin bu yazdiklarina muteakiben prof murat cizakca soyle bir cevap verdi:

    "yener bey, zahmet edip makalem hakkında uzun bir yorum yazmışsınız. teşekkür ederim. ancak, daha ilk paragrafınızda osmanlı hakkında bilginizin çok eksik olduğu anlaşılıyor. a history of philanthropic foundations başlıklı kitabımı okumanızı öneririm. selamlar."

    yener hoca bu kez gercekten cok keyif aldigim bir cevap verdi murat hoca'ya.

    "estağfurullah hocam zahmeti yok, sadece daha fazla istifade edebilmenizi isterdim. kitabınızdan elbette haberdarım. bu vesileyle benden onun için de bir eleştiri almak istediyseniz birkaç şey söyleyebilirim. gerçi layıkıyla takdir edebildiğinizi hissedemedim. ancak burada başka tarihçiler de okuduğu için yüksek müsaadenize sığınarak bir iki hususa dikkat çekeyim, zira kitabınızda da aynı problemler farklı şekillerde var. modellemenizi challange eden tarihî gerçekleri görmezden gelerek aşmaya çabalamaya meyillisiniz gibi geliyor bana.

    kitabınızda elbette gereksiz pantürkist kısımları ihmal edeceğim bunları birer dil sürçmesi olarak kabul etmek istiyorum, şimdi yazsanız böyle yapmazsınız diye ümid ediyorum; mesela osmanlıların mısır'ı işgali bahsine, "fi tarihinde mısırı idare eden bir ıbn tulun vardı o da türktü dolayısıyla mısırlılar türklere alışkındı ve bir kültürel şok yaşamadılar" diye başlamanızı nereye koyayım allah aşkına? ıbn tulun "türk" yani "turkish" değildi "turkic" idi, uygur bu adamcağız, ismi ahmed babası tulun bir kâfir olarak çin hududundan esir edilmiş bağdada götürülmüş bir köle, gılman asker. ahmed de abbasi valisi olarak mısıra geliyor, bir büyük türk fatih olarak filan değil, arap halife tarafından tayin edilerek geldikten sonra orada ayak oyunlarıyla fiili durum yaratıyor. osmanlılarla ne tür bir alakası olabilir? bu dönem osmanlılardan 600 küsur sene önce, arada mısır'ın ismailî olduğu koca bir fatımiler devri bile var. peşinden eyyubiler var. kim ıbn tulun'u hatırlardı, kim iyi hatırlardı, kim osmanlılarla onu özdeşleştirirdi 16. asrın mısırında? ve sizin vakıflarla alakalı kitabınızda böyle bir milli eğitim pantürkizminin ne işi var?

    pekiyi mısırın osmanlı idaresine geçmesi niçin şok yaratacaktı ki? yavuz devrinde 1517de hemen orayı bir milyon çekik gözlü türk(!) istila ederek her yere çökmedi. öyle bir şey olmadı. mısırın osmanlı idaresine gerçek entegrasyonu 1525te pargalı ibrahim paşanın hem hanedanın damadı hem de sadrazam olarak bizzat ekibiyle birlikte mısıra gitmesi ve yaklaşık bir sene çalışarak yeni bir kanunname hazırlatması ve hadım süleyman paşayı da orada bırakması şeklinde oldu. siz bu kanunnameyi kanuni'ye malederek zikrediyorsunuz ancak yapılma sürecinin detaylarını ıskalıyorsunuz. yani sırf metod bakımından uzatıyorum bu bahsi, kısacası şunu söylemek istiyorum: teori kurarken tarihi ciddiye alırsak problem gibi akla gelen pek çok şeyin cevabını o zaten otomatikman veriyor bize. tarihi ciddiye almayıp onun yerine mesela pantürkist bir slogan koyarsak ne olur? veya islamcı bir güzelleme uydurarak karambolden yuvarlasak? kendimizi baltalamış oluruz.

    pekiyi vakıf hakkındaki bir kitapta mısır'ın işgali ele alınır da oradaki vakıfların yağmalanması yazma kütüphanelerin istanbula kaçırılması hatta ulemanın da göz hapsine alınarak zorla istanbula getirilmesi gurbette sersefil perperişan edilmeleri nasıl ima bile edilmeden geçiştirilir? kanuni tahta çıkınca ilk icraatlerinden birisi bu ulemayı serbest bırakmak oldu. dolayısıyla kanuni'nin puanı hakettiği kısım da ıskalanmış oluyor. bu mevzu mısırlılar için halen travmatik bir mesele. toz pembe resme uymayan gerçekleri yok saydığımızda yok olmuyorlar maalesef. "mısırlılar niçin türk şoku yaşamadılar" diyip pantürkist bir nihal atsız sloganı attınız, halbuki burada görmeniz gereken ciddi ve her bakımdan muhatabı olan soruyu hiç görmediniz ve cevap da aramadınız. "şeriate uygun davrandığını iddia eden sünni bir idare vakıfları yağmalarsa ne olur?" belki de bunu zorlaştıracak bir mekanizmanın da düşünülmesi lazımdır? ama sizin okurlarınız böyle bir sorudan hiç haberdar olamayacaklardır ne yazık ki.

    bakınız tübitak sosyal bilimler ansiklopedisi için yazdığınız "islam iktisadı" maddesinden:

    "osmanlı bu yeni sistemin zirvesidir. barkan, inalcık, quataert, stoianovich ve çizakça gibi tarihçiler bu sistemin bir tür sosyalizme benzediğini belirttiler (çizakça, 2021). öte yandan osmanlı ekonomik sisteminin de kur’an’ dan kaynaklandığı şüphesizdir."
    nerden şüphesizdir? böyle eserler var mı tartışmalar var mı incelemeler var mı? osmanlıda sadece narh uygulamalarının keyfîliğine ve arızîliğine bakmak bile insanı böyle genelgeçer cümleler kurmaktan men eder. bu arada cümlenin gelişinden "militarist" demeniz gerekirken diliniz varmamış olsa gerek ki "sosyalizme benzer" diye taca atmışsınız. bu maddenizde büyük problemler var ama burada girmeyeceğim (sadece "hristiyanlar hacca gitmiyor muydu?" sorusunu aklınızda tutarak tekrar bakınız).

    sevgili hocam ben sizi çok seviyorum ve sayıyorum, dünkü tenkidimde bunu hissetiremediysem bu benim kabahatim. yazılı iletişimin de güçlüğü ve kısıtları var elbette. ama ben sizi artık bir duayen olarak görmek ve bilmek istiyorum, sizden beklentim büyük, buna da hakkım var, siz bir otorite olmalısınız bu potansiyeli haizsiniz. yazılarınız keskin, net ve güçlü olmalı, tribünlere oynar tarzda olmamalı. bunun için asistan desteği lazımsa gençleri kullanın beni kullanın mesela, seve seve hazırım. dün yazınızı okuduğumda sükut-ı hayale uğradım. akademi çok kötü yerlere gidiyor, yozlaşıyor, siz kıdemli hocalarımıza çıtayı yükseltme iyi bir örnek bırakma vazifesi ve sorumluluğu düşüyor. islami finans, islami ekonomi konularında yazıyorsunuz çok mühim, ama niçin körfezdeki asyadaki mısırdaki sair yerlerdeki islamcı popülistlerin gönlünü hoşnut etme tutumuyla yazıyorsunuz? tam tersine onları challange edin, silkeleyin, rehavetten uyandırın. sizden beklentim böyle olduğu için yazınızı tenkid ettim, yoksa herkesin yazısından kötü mü? haşa. halen almanya birinci cihan harbinde yenildiği için osmanlının da durup dururken hükmen mağlup sayıldığını düşünenler var. sizde erken modern dönemde vakıflara eğitim sağlık ve altyapı yatırımları yaptırarak human capital ürettirmişsiniz. ne olacak canınız sağolsun. allah başımızdan eksik etmesin. öyle bakarsak hiçbir problem yok, ben daha iyi olsun diye bakıyorum.

    kitabından devam edeyim, belki yeni bir edisyon hazırlıyorsunuzdur lütfedip değerlendirmeye alırsınız mesela tamamen keyfî ve duygusal ve hatta yine ideolojik sayılabilecek savrulmalarınız var. ingilizler bilhassa da fransızlar koloni idarelerindeki müslüman vakıflarına düşmanlık ettiler zira bunlar kendi ideolojilerini dayatmak istiyorlardı. ama kendi refah devleti tedbirleri başarısız oldukça veya problemlerle karşılaştıkça vakıfların önemini anladılar ve düşmanlıktan vazgeçtiler. ama müslüman ülkelerde modernist geçinenler bunu ıskalayarak geriden gelerek halen vakıflara zarar vermeyi bir marifet sanıyorlar. çok güzel. gerçi türkiye örneğinde vakıf düşmanlığını "canım para vakıflarının mütevellileri de parayı tanıdık bildiklerine veriyor yozlaşma yapıyorlardı" gibi bir gerekçeyle alttan alta makul gösteren cümleleriniz de vardı. ancak önemli birkaç nokta yine ıskalandı, kemalistler niçin kendi ideolojilerini dayatan kolonyalistler olarak görülmüyorlar? başka sahalarda onlara böyle bakanlar var. ankara hükumetinin vakıflarla alakalı yaptığı düzenlemelerin gayrimüslim azınlık vakıflarını gaspetmekle alakaları muhakkakken niçin hiç değinilmiyor? avrupa birliğinin bu gaspları iade ettirdiği de ıskalanıyor haliyle. halbuki çok önemli bir dönemeç değil miydi? kendi ülkenizdeki hristiyan vakıflarına bu kadar tahammülsüz davranıp da avrupalı kolonyal idarelerden tolerans beklemek neyin nesi? bu soruları retorik olarak sormuyorum kitabınızı çok zenginleştirecek ve dengeli bir hale getirecektir.

    her şeye rağmen vakıflar "survive" edebildi deyip koç vakfı örneğini gösteriyorsunuz. ancak bunlar seküler cari hukuk kapsamında kurulan müesseseler islami vakıflarla doğrudan bir alakaları yok. böyle islami bir bağ düşünülseydi müsaade de edilmezdi, laikliğe mugayir bulunurdu. yine diyanet vakfı örneğini veriyorsunuz. burada verdiğiniz rakamlardan nicelikleri büyük olduğu için bu örnekleri seçerek okuru yönlendirmek istediğiniz anlaşılıyor. ben dün size vakıfların niceliklerinden ziyade niteliklerinin mühim olduğunu arz etmek istemiştim. bunu tamamen ihmal etmeniz çok yazık oluyordu. hemen bir örnek: bu diyanet vakfının da bildiğiniz gibi bir üniversitesi var. barış için akademisyenler bildirisi internette yayınlanır yayınlanmaz daha hükümetin bir tepki vermesini bile beklemeden imzacı iki hocalarını bir çöp gibi derhal kovdular. adeta hükümete de yol gösterdiler hatta teşvik ettiler daha doğrusu kışkırttılar. halbuki diyanet isminin prestijine sığınsalardı ve görmezden gelselerdi, otonom bir iradeleri bir duruşları olsaydı, fikir ifade hürriyetinin lüzumunu idrak edebilmiş olsalardı bugün türkiyede bambaşka bir akademik atmosfer olabilirdi. ve böyle bir cemiyetin ekonomisi de iyi olur. şimdi diyorlar ya bağımsız mahkemeler hukuk ekonomi için birincil önemde diye, nasıl sahip olacaksınız o kurumlara güçlü bir sivil toplumunuz olmadıkça? kozmetik düzenlemeler semere vermiyor.

    yine kitabınızdan: "magnificent ıslamic tradition" (s. 129) "all over the vast ıslamic world, from the atlantic to the pacific, magnificent works of architecture" (s. 8) "the magnificent ıslamic heritage" (p. 22) tabii başka örnekler de bulunabilir. buradaki "magnificent"ları atsanız ne kaybedersiniz? metniniz propaganda metni gibi görülmez. kitabınızda dünkü tebliğinizde ve ansiklopedi maddenizde yazar yetişkin gibi değil çocuksu bir yazar. iyimser, düz, şeffaf ama derin değil. bunu kastetmiştim işte. özeleştiri yok mesela, objektiflik kaygısı yok.

    ve bu kitabınızda bir tane vakfiyeye bile referans göremedim. tarihçilik kısmına dokunan yerlerde dedikoduvari alıntılarla geçiştiriyorsunuz. edhem eldem demiş ki filanca fransız vesikasında şöyle bir cümle geçiyor, sağolsun iyi ki söylemiş. hangi tarih için hangi yer için, bunun öncesine sonrasına yemenine bağdadına halebine de bakmak gerekmez miydi? hadi gayrımüslimleri tarihten attık zaten, bari istanbul dışındaki müslimleri alsaydık? veya vedat eldem demiş ki filan sene ziraat bankası şu kadar kredi verdi. iyi ki söylemiş, rahmetli sağ olsaydı şimdi 150 yaşında olurdu. bunlardan nereye varılır allah aşkına yapmayın. osmanlı devleti battı, iflas etti, moratoryum ilan etti, avrupalardan borç almadığı dilenmediği banka tefeci sarraf aracı kalmadı. her kapıyı çaldı fahiş faizler ödedi. paraları saraylar yaptı saray düğünleri yaptı görgüsüzce imansızca saçtı savurdu. duyun-ı umumiye geldi vergi toplamasına el koydu. tütün rejisi geldi, sayısız vatandaşı kaçakçılık şüphesiyle vurdu katletti. bunları unutuyor muyuz vakıfların osmanlı ekonomisine katkıları derken, abartmayalım. neredeyse bizim zamanımıza kadar bu borçların geri ödenmesi sürdü, o da lozanda paylaştırıldıktan sonra bile. para vakfının osmanlı ekonomisinde ne hükmü var bütün büyüklüğü ne kadar? çıtır çerez mesabesindeki şeyler. niçin bu gerçekle yüzleşmediniz? orada yine nicelikten ziyade nitelik ve zihniyet mühim değil midir? bir hile-i şer'iyye bulmak, faiz yasağını delmek mühim değil midir?

    yine kitapta orada şu cümleniz bakın çok önemli:
    "that the sarrafs, indeed, borrowed capital from the cash waqfs has been proven also by an original ottoman document."
    burada 17 nolu dipnot (c.ml, 46/2144): bir tane yahudi sarraf selanikte para vakfından para almış ama dolandırılmış şimdi borcunu ödeyemiyor ne olacak? belge bunun hakkında. sizin cümlenizi desteklemekten çok uzak. bir kere siz nasıl belge kullanıyorsunuz? "sarrafların para vakıflarından borç almaları yasaktı" gibi bir iddia yok ki siz aksini ispat edeyim diye kaynak arıyorsunuz onu da bulamayıp kenarından temas eden bu vesikaya sığınıyorsunuz. buna ne lüzum var? ben size daha enteresan bir şey söyliyeyim onu kullanın. taşradaki para vakıflarının nazırları faiz oranı daha yüksek diye istanbuldaki sarraflara borç veriyorlardı. kitabınızda ender-i nadirattan osmanlı arşivine bir referans o da böyle üstünkörü.
    dün size arzettiğim bir husus vardı. eğitim sağlık altyapı harcamaları ancak 19. asırda anlam kazanabilecekti ancak bu devirde müslüman vakıfları militarist hükumetin gadri sebebiyle ortada yoktular. bu sizin argümanınızla tezat oluşturan bir gelişmeydi ve izahatınızı bekliyordu. bunu biliyorsunuz para vakıfları bahsinde biraz daha derinleşiyor. zira para vakıfları 18-19. yüzyıllarda diğer vakıflara nazaran daha fazla yaygınlaşıyorlar. yani tam sizin atfettiğiniz human capital fonksiyonlarını üstlenebilecekken bilakis faizciliğe yöneliyor hayırseverler!

    ve ben ankarada vakıflar arşivinde, istanbulda başvekâlette evkaf defterlerinde, bab-ı defteride haremeyn muhasebesinde selatin evkafında dosya usulü envanterlerde, kısmet-i askeriyede, şeriye sicillerinde dirsek çürütmüş gözümün feri gitmişken (umarım bu fon kodlarını bir yerde görseniz posta kodu zannetmezsiniz!) sırf sizi tenkid ettiğim için yaşınızdan da utanmayarak bana kalkıp da "cehaletin ilk cümlenden belli al git kitabımı oku" diye önüme koyduğunuz kitap bu mu?

    bu kitabınızda o kadar komik şeyler var ki sayfa 17'ye bakınız mesela, edirnede haim gerber çalışmış da bütün vakıfların sadece yüzde 1-2si hanedan mensuplarına aitmiş. taneyle sayıyorsunuz, gerçekten karpuz bile kiloyla ama siz vakıfları tane hesabı ölçüyorsunuz öyle mi? birisi bir mescid yaptırmış hutbe verilmiyor o da bir vakıf, ötekisi selimiye külliyesiyle beraber o da bir vakıf. 1+1 etti 2 vakıf maşallah çok bereketli. bilgi mi bu ne?
    "thus gerber has reached a very clear conclusion: ordinary citizens tended to establish small and medium sized waqfs, while the elite founded larger ones." vay anasını sayın seyirciler einstein detected! yahu hocam ingilizce öğrenirken writing sorularında böyle cümleler ekleyerek uzun yazdığımız görüntüsü vermeye çabalıyorduk.
    bakın vakıflarla ilgili olduğunu düşündüğünüz kitabınızda "surre" kelimesi bir defa dahi geçmiyor, hac pilgrimage geçmiyor, haremeyn vakfıdır bunlar adı üstünde. sizde haremeyn kelimesi taa maqrizi'den alıntılanarak orta çağ için serseri mayın gibi oraya bırakılmış. dikkat edin dün benim yazdığım sosyal medya yorumumda bunlar hepsi var sizin kitabıma bakın diye kaf dağından gösterdiğiniz kitabınızda ise yok. ve benim cehaletimi ilk cümlemden anladınız değil mi? sizde de ne göz varmış hani. bakın şaşırtıcı olacak ama kitabınızda su vakıfları da yok bir kez dahi ismi anılmamış. halbuki kendi argümanınız bakımından bile ne kadar mühimdi. alın size altyapı belediye yatırımı. bir şehre su getirmekten ötesi var mı erken modern dünya şartlarında? şayet bu kitaptan ibaretse, ve bu kitabınızı bir gençlik hatası saymayarak halen arkasında övünerek duruyorsanız sizin osmanlı vakıfları hakkında bilgiyi geçtim fikriniz bile yok. kısır literatürdeki pembe tasvirleri tekrarlamaktan öteye geçmemiş araştırmalarınız. işte eksikler ortada kitap ortada. osmanlı vakıfları hakkında gerçekçi, tarihe aykırı olmayan bir kanaat dahi veremiyor bu kitap. sadece altı doldurulamamış ve savunulamamış öylece ortaya bırakılmış bir güzelleme bir medhiye yapıyor. yani biraz vicdansızlık edersem sırf islamcı popülist bir siyasetçi "zekât fakirliği bitirir vakıflar eşitsizliği bitirir dayanışmayı coşturur" filan diye ileri geri meydanlarda atıp tutarken göstermesi için hazırlanmış bile diyebilirim. inanın ki böyle bir propaganda metni olarak görülmeye hiç de uzak değil. zaten yukarıda gerekçelerini sıralıyorum.

    tarihten kopmanın, romantizme kapılmanın geldiği nokta: erken modern kırsal köylü göçebe ve ümmi bir demografiye dayanan osmanlıda vakıflara eğitim sağlık ve altyapı yatırımları yaptırarak human capital ürettirmek!
    hangi eğitim bana söyler misiniz? yani mesela o devirde fransada nasıl bir eğitim veriliyordu da osmanlıda da verilseydi. ve niye verilseydi, mesela buğday ekmek için lise diploması mı lazımdı? koyun gütmek için proje yazdırılıp tübitak desteği mi verilmeliydi? meslekleri içerisinde insanlar yetişiyordu. vakıflar burada kayda değer bir rol oynamıyordu. ha mesela nuruosmaniye vakfiye bakarsanız hattatlık dersi verilmesi için ödenek ayrılmıştır. bu bir teşviktir güzel bir şey. ama olmasa verilmeyecekti, yeterince verilmeyecekti gibi bir sonuca ulaşılmaz. osmanlıda bunları tam tersinden düşünmeniz lazım demek ki 18 yüzyılda hattatlığa bir alaka var ilgilenenler var ki bunlara bir dershane tahsis edilmiş. saray bu camiyi yaparken nasıl mimarisini çağına göre barok yapıyorsa oda tahsislerini de yine reel duruma göre yapıyor ki iş görülsün hayra geçsin ıssız tenha kalmasın. tabii olan da budur sosyal mühendislik yaklaşımı değil. ama enderunda da hat dersi veriliyor, bizzat padişahlara da şehzadelere de veriliyor, efendim kalemlerde de veriliyor, medreselerde de talik gösteriliyor, maliyede siyakat gösteriliyor her çırağa mesleğine göre. lale devri konaklarında da hat dersi veriliyor. yetenekli gençler de bu performanslarıyla sivriliyorlar. ne bileyim devrin meşhur şeyhülislamı veliyüddin efendi de hattat vs. yani o eğitimin o dersin tamamına baktığınızda (ki istanbul dışını hiç düşünmedik bile) o vakfiyedeki madde en fazla sembolik sayılabilir. size somut örnekler üzerinden tarihi pratiği anlatıyorum. size teorik alanda vakfiye metinlerinde kalırsanız bunları alt alta dizersiniz ooo şu faaliyetlere bak vakıflar arı gibi işliyor herkesi eğitiyor sanırsınız. 2500 senesinde birisi ibb halk eğitim ders programına erişmiş ve yorumluyor böyle düşünelim. her şeye oradan izah etmek de mümkün, 20 milyon nüfusta bu üç beş ders çok kaliteli olsa bile ne fark yaratır ki diye makul olmak da mümkün.

    hangi sağlık hocam? tıp tarihini bilmiyor muyuz? peki berberlerin sünnet yaptığı, hacamatın her derde deva ameliyat sayıldığı günlere şahsen yetişmediniz mi? hangi tıp vardı da hangi hastaneler açılsaydı yahu? sarayda şehzadeler sultanlar patır patır ölüyordu, vakıflara kalana kadar adamlar kendi çocuklarını tedavi ettirmezler miydi? kısır padişahlar var, deli padişahlar var, iktidarsız padişahlar var, alkolik padişahlar var sayısız özel yerli yabancı müslim gayrımüslim saray doktorları var. dünya o aşamaya gelmemiş ne yapalım yani şimdi? koleradan vebadan ölenleri bu salgınları hiç mi duymadınız. erken modern osmanlıda ne sağlık hizmeti bekliyorsunuz ki vakıflar da bunları fonlasın? ve bu da dönüp ekonomiye olumlu tesirler yapsın?

    buna da mecbur değilsiniz. yani osmanlı örneği veya tarihteki başka bir örnek sizi niçin bağlıyor, niçin kullanmak istiyorsunuz? tamamen teorik ilerleyin çok iyi islam vakıf hukuku kitapları var, ortaçağdan beri müstakil kitaplar var bu mevzuda, bunlar üzerinden yürüyün tutarlılığınız ve ciddiyetiniz olsun. pratiğe tarihe bakmıyor, modelleme yapıyor, idealizasyon yapıyor, soyutlayıp sistem kurguluyor densin. sosyal bilimler buna kapalı değil ki? her tarihi uygulama gibi osmanlılar da iran da hindistan da doğru ve yanlışlar yapmış olabilir ben meseleyi teoride bitiriyorum deyin. neden hakkını vermediğiniz bir sahada ileri atılıyorsunuz? ve bu "osmanlı asr-ı saadeti" üretme ısrarı neden? bunu diğer müslümanlara da empoze etmekle ne murat ediliyor? tabii siz sadece kendi metinleriniz olarak düşünmeyin bunu, dizilerden popüler tarih kitaplarına kadar koca bir endüstrisi var bu "pakistana osmanlı pazarlama" sektörünün.

    sizin argümanlarınız için bunlara gerek yok boşuna zaaflar yüklüyorsunuz metinlerinize. çünkü siz osmanlı vakıf tarihinin bir detay meselesine takılıp onu aydınlatmaya çabalamıyorsunuz ki. büyük islam medeniyeti üzerinden çağları aşan ve geleceğe bakan makronun makrosu bir yerde duruyorsunuz. kendinizi çelmelemeyin. hatta mesela koç vakfını alacağınıza niçin harvard university endowment'ı almıyorsunuz? veya pımco'yu alın mesela günümüzde rüşdünü ispatlamış büyüyen başarılı olan örnekler. aşağıdaki hocamızın söylediği gibi devleti soyarak palazlanan güdümlü özgül ağırlıktan yoksun müesseseler değil bunlar. buyurun inceleyin irdeleyin meydana serin gerisini müslüman ülkelere bırakın, kendi fıkıhlarını iç hukuklarını ona göre ayarlayıp yollarını çizsinler.
    sizinkisi ne tarih kitabı ne fıkıh kitabı ne de dış dünyadaki doğru örnekleri veriyor. istifade imkânı bırakmıyorsunuz. milliyetçi hisleri okşuyor islamcı hisleri okşuyor anti-kolonyalist tepkileri okşuyor, bundan ibaret. ben kötü mü yapıyorum tenkit ederken? size yakıştıramadığım için söylüyorum. başkası olsa deli miyim bana ne, gitsin cehennem olsun derim. hürmetlerimle. "
hesabın var mı? giriş yap