• son derece kafa karıştırıcı bir tabir. ingilizcesi de öyle. sanki yenilemek için özel bir yenileme süreci gerekiyormuş gibi. mesela "yenilenebilir pil" deyince hiç bitmeyen pil mi düşünürsün yoksa cihazın kapağını açıp değiştirebildiğin pil mi?

    o yüzden bunun ismini "tükenmez enerji", "bitmez enerji" koymadan kamuoyu tarafından benimsenmesini sağlamak zor. "amaan şimdi yenileme işi çıkarmasın başımıza" deriz geçeriz biz.

    bitmiyor bu.
  • yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam enerji üretimindeki payı, dünya genelinde bir türlü istenen seviyeye gelemiyor. fosil yakıtlardan, yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişte de büyük bir atalet söz konusu.

    bunun sebebi ise teknolojik engelden (yani maliyetlerin yükseliğinden) ziyade, devletlerin vatandaş aleyhine olan politikaları. halihazırda enerji üretiminde kullanılan hammadeleri elinde tutan tekellerin, siyasal otoriteye yaptıkları baskılar (lobiler) buna sebep oluyor.

    özel iştirakler, mevcut elektriğin üretilmesini sağlayan sınırlı kaynakların denetimini elinde bulundurduğu için; enerji ticari bir maldır**. hiç kimseye ait olmayan kaynaklardan (güneş, rüzgar vb.) elektrik elde edilmesini engellemek için de özel şirketler ellerinden geleni yaparlar. bu noktada hükümetlere iş düşüyor. halklarının iyiliğini, refahını garanti etmesi gereken yönetimler, bu amaçla enerji bağımsızlığını ana hedef olarak belirlemelidirler.

    konu hakkında güzel bir yazı var, üşenmezsem bir ara çeviririm.
    http://www.japantimes.co.jp/…tymie-energy-autonomy/
  • her seferinde yenilebilir diye okuduğum enerji türüdür. yeter artık!
  • rüzgar, güneş gibi değişken kaynaklı türlerinde, elektrik şebekesine entegrasyonu konusunda, farklı etkilere ve problemlere sahip enerji çeşidi. bu etkilerin ve problemlerin ortadan kalkması ise mevcut dağıtım/iletim şebekesinin akıllandırılmasıyla doğrudan ilgilidir. (bkz: smart grid)

    öncelikle elektrik enerjisinin şebekenin herhangi bir noktasında depolanmadığının bilinmesi gerekir. elektrik, tüketileceği kadarıyla dinamik bir şekilde üretilmektedir. bu üretim/tüketim dengesinin bozulması (gerilim ve frekans değişimleri (bkz: alternatif akım)) ciddi teknik sorunlara yol açar. tüm şebeke olması gereken gerilim değerlerine ve sabit bir frekansa (türkiye:50 hz, amariga:60hz, caponya: hem 50 hem 60 hz*) göre tasarlanmıştır (yani iletim hatları, güç kesicileri, trafolar, generatörler, koruma elemanları vb. her zamazingo). peki bu üretim/tüketim dengesini şebeke nasıl korur?

    bir buhar santrali düşünelim. kömür vs. bir yakıt kullanılarak buhar türbinleri döndürülür. bu türbinler de elektrik enerjisinin üretildiği generatörleri döndürür. generatörlerin dönme hızı şebeke frekansıyla doğrudan ilgilidir. elde edilecek gerilim değeri de yine generatörlerin elektriksel zamazingolarıyla ilgilidir. mesela şimdi, bu santralin beslediği bir bölgede büyükçe bir fabrika birden devreye girdi. talep edilen güç ciddi oranda arttı. şebekeyi bir otobüs olarak düşünürsek, otobüsün birden yokuş çıkmaya başlayıp yavaşlaması gibi şebeke de bu durumda yavaşlar yani generatörlerin devir sayıları düşer. dolayısıyla şebeke frekansı da düşer. şoförün tekrar aynı hıza çıkması için gaza basması lazım. benzer şekilde daha fazla ısı enerjisiyle buhar türbinlerini daha hızlı döndürerek santral de gaza basar. ya da bir su santrali ise suyun debisi arttırılır (tabi bu yapılanlar santralde çalışan bir dayı tarafından gerçekleştirilmez. mekanik/elektriksel regülatör(düzenleyici) ekipmanlar/sistemler ile gerçekleşir). yükün cinsi, miktarı gerilim değerlerini de değiştirir (bkz: senkron generatör)(bkz: endüvi reaksiyonu). burada da regülatör ekipmanlarla generatörlere elektriksel bir ayar verilir. generatöre akıllı ol denilir. gerilimi sabit tutulur.

    bu spesifik örneğe benzer şekilde ülke genelinde üretim/tüketim dengesinin korunması da aynı şekildedir. santraller devreye alınır, devreden çıkartılır. yükler şebekeden atılır, hemen devreye alınmak üzere hazırda santraller bekletilir (hatta devlet bunlara para öder. sen şurda hazır bekle, bak seni hemen devreye alabilirim der bu santrallere. doğalgaz santralleri çok uygundur bu tip bir uygulamaya). kısacası bütün mesele üretim/tüketim dengesini korumaktır. enerji piyasaları cart curt kurulu, türkiye elektrik cart curt aş vs. kurumların var oluş sebebi, hazırladıkları mevzuatlar, özetle üretim/tüketim dengesini korumak içindir. frekans 50 hz de kalsın ağzımızın tadı kaçmasın derler. fakat işlerin boka sardığı durumlar da söz konusu olabilir. (bkz: 31 mart 2015 türkiye geneli elektrik kesintisi/@weirdfish)(bkz: almanya'nın fazla elektrik problemi/@weirdfish)

    şimdi güneş ve rüzgar enerjilerine bakıldığında yukarıdaki gibi üretim/tüketim dengesini korumanın zorluğu az çok tahmin edilebilir. kaynağı kontrol edilemeyen bir santralde bu dengeyi korumak oldukça zordur. bir ülkede bütün santralleri güneş santrali yaptık ya da rüzgar santrali yaptık diye düşünelim. o ülkede elektrik enerjisinin kalitesinden söz edilemez. (hava yağmurlu, aman güneşin önüne bulut geçti, rüzgar dindi, akıntı gitti, bugün denizde dalga yok vs. gibi durumlarla elektriği kesilip iphonedan instagramına giremeyen, çok bilmiş, “ulan almanya %90 güneşten üretiyor elektriği yav” gibi süper bilgilere sahip ekşici arkadaşı tabi önemsemiyorum. ama mesela hastaneler?...) elektrik enerjisinin kalitesi için ve bir ülkenin enerji ihtiyacını esnek bir şekilde karşılayabilmesi için tüm enerji kaynaklarından mümkün olduğunca eşit şekilde faydalanılması gerekir. yenilenebilir enerji de kullanılmalıdır (alt yapısını sağlam kurarak), nükleer enerjiden de faydalanılmalıdır, doğalgazıdır, petrolüdür artık hangileri uygunsa. bu yayılım, en önemli mesele olan enerji ihtiyacı bakımından, ülkelerin daha az dışa bağımlı olmalarını da sağlar.

    değişken kaynaklı yenilenebilir enerji santrallerine geri dönelim. güzel güzel santrallerimizi kurduk. şebekede yenilenebilir enerji entegrasyonları sonucu enerji yapısında değişmeler meydana geldi, yük akışı değişti, kısa devre koruma koordinasyonları değişti. bu değişimlere karşı şebeke akıllandırılmazsa ciddi gerilim ve frekans problemleri ortaya çıkar. eğer elektrik şebekesi uygun kontrol ve kumanda önlemleri alan akıllı bir yapıda olursa, tüm sistemi izleyebilen, koşullara göre kendi kendine karar alabilen ve çok hızlı iletişim kurabilen yapılar bulundurursa "kaynağı kontrol edilemeyen enerjinin sonuçları kontrol edilebilir". bu yönden smart grid ile endüstri 4.0 kavramları çok benzeşmektedir. her cihaz birbiriyle haberleşiyor, her şey otonom, akıllı kararlar alabiliyor, bilgi yığını uzayda dolaşıp duruyor… örnek vermek gerekirse bir bölge güneş santraliyle besleniyor diyelim. talep güç çok artıyor, ges bu talebe yetişemiyor ve yakınlarındaki bir doğalgaz santraline diyor ki: ben yetişemiyorum buraya bak hava da yağmurlu, çok fazla instagrama giriyorlar burda yav, karşılayamıyorum talebi, gel bir el at. bununla birlikte koruma sistemleri buna ayak uyduruyor, verimlilik hep üst düzeyde tutuluyor vs vs… ne kadar da güzel… önce eğitim sonra smart grid şart.

    edit: küçük düzeltme
  • kaynağı doğaya bağlı olan enerji türü.

    yenilenebilir enerji ismi ile ilgili bir hocamızın da burada yapılanlara benzer bir eleştirisi olmuştu. kendisi yurtdışında da çalışma yapmış ve yabancı dil hakimiyetinden kuşku duyulmayacak birisi. "yenilenebilir yerine 'yinelenebilir' kullanılması daha iyi olurdu ama literatüre böyle geçti artık" benzeri bir şey demişti. ingilizcesi "renewable" olunca direkt öyle geçirmişler demek ki. aslında buradaki mantık bir şeyin yenilenmesi değil kaynağın tükenmeyip "yinelenmesi" ve süreklilik arz etmesi olduğu için isminde bir anlam karmaşası olduğu doğrudur.

    görünüşe bakılırsa kamuoyunun bir kısmı yenilenebilir enerjiyi hiç umursamıyor, bir kısmı ise tamamen buna umut bağlamış durumda. umursamamak nasıl yanlışsa aşırı abartmak da öyle yanlış. kaynak her ne kadar bitmeden devam etse de, sabit bir değerde kalmıyor. örneğin 1000 mw termik santralden bu üretimi sürekli olarak elde edebilirsiniz ama kurulu gücü 1000 mw olan rüzgar santrallerinden bu değeri sabit şekilde elde etmeniz mümkün olmuyor. bu yüzden türkiye'de yıl sonunda üretilen toplam enerjideki fosil yakıt ile üretim oranlarına baktığımızda, kurulu güçteki payından daha fazla çıkarken, yenilenebilir enerji ise kurulu güçteki toplam payından daha düşük çıkar. yani kısacası siz 120 mw olan bir rüzgar santralini kurulu güce eklersiniz ama o santral yılın ancak belli vakitlerinde o kapasiteye ulaşır. o değer maksimum değer olduğu için genel olarak bunun altında bir üretim seyri olur.

    bazen hızlı şekilde arz gerektiren durumlarda en hızlı şekilde devreye girecek santralleri kullanmak zorunda kaldığınızda yenilenebilir enerji size yardımcı olamıyor. emre amade bekleyen termik santraller veya hızlı şekilde devreye alınabilecek doğalgaz-dizel gibi santralleri de bulundurmak zorundasınız. bir de yatırımcı açısından bakarsak, adam kuruyor doğalgaz tesisatını, takıyor türbini başlıyor üretmeye. ama rüzgar için arazi etüdleri, detaylı rüzgar ölçümleri, çed raporları, askeriyeden izin vb. bir ton başka başka bürokratik işlemler gerektiğinden yatırımcı alışamıyor kolayca. üstüne bu kadar uğraşıp daha düşük ve stabil olmayan bir üretim olduğu için topa girmeyi tercih etmeyebiliyor. bu yüzden bu enerji üretim şeklinin türkiye geneli kurulu güçte hatırı sayılır yer etmesi biraz zaman alacak gibi.

    bizim insanımız da bir şeyi tek yerden duyup hemen inanmaya yatkın olduğu için bu konuda da benzer alışkanlıklar devam ediyor. %100 yerli falan deniyor da, teknolojisini kendin üretmediğin bir yatırım nasıl %100 yerli olur? rüzgarda kullanılan komponentlerin %70'i ithal. bakımda da aynı şekilde yabancı firmalar işi üstleniyor. projelendirmede de yabancıların programları ve teknik desteği kullanılıyor, hatta çoğu zaman iş tamamen yabancı firmalara yaptırılıyor. güneşte rakamları bilmiyorum ama yerli firmalar solar hücreleri alıp panel haline getirip sonra panellerle sistemi kuruyorlar, yine çoğu ithal. finansmanda kullanılan kredilerin birçoğu yabancı bankalardan. bu da işin finansal anlamdaki başka bir boyutu. kısacası tamamen yerli diye pazarlanması çok da doğru bir yaklaşım değil, farklı noktalara değinilirse daha gerçekçi bir tutum sergilenmiş olur.

    madem öyle bunları biz üretelim dediğimizde ise karşımıza bilimsel geçmişimiz çıkıyor. rüzgar santrallerine baktığımızda meteoroloji, makine, elektrik, inşaat, uçak, malzeme, jeoloji, fizik mühendisliği gibi birçok mühendislik disiplinini birleştiren bir konu olduğunu görüyoruz. dünyanın büyük firmalarının bile küçük pazar paylarını zar zor yakaladığı ülkemizde, yerli üretim bir rüzgar türbini ne derece tercih edilecektir? yapamayız demek doğru değil, kastettiğim de bu değil zaten. halihazırda gelişmiş uçak üretim teknikleri ile, aerodinamik ve rüzgar fiziği gibi birçok konuda kayda değer birikime sahip ülkelerin büyük firmaları bu alanda zaten işin hem elektriksel hem de mekanik boyutu ile alakalı çok ilerlemiş çalışmalar yapıyor. güneşte ise benzer bir disiplinler arası çalışma yine gerekliyken, orada da yarı iletken malzemeler ile ilgili araştırma-geliştirme çalışmaları ön plana çıkıyor. ayrıca en verimli pv hücreleri üretseniz bile, güneşten en doğru açı ile faydalanabilmek için kontrol sistemlerini de geliştiriyorlar. yani "yerli üretelim o zaman" diyecek olursak, onlar depara kalkmış koşarken, biz henüz emeklemeye yeni başlıyoruz. hepimiz isteriz bu teknolojiyi biz de üretip geliştirebilmeyi. ama bunlar ancak ciddi yatırımlar ve kararlı bir duruş ile olabilecek şeyler.

    enerji politikaları yıllar içinde şekillenen, uzun vadeli planlama ve hassasiyet gerektiren, teknolojinin değişimi ile oluşabilecek her durumun hesap edilmesi gereken hassas konulardır. o yüzden bir anda radikal değişiklikler beklemek biraz hayalcilik olur ve kimseyi doğru sonuçlara götürmez. türkiye yenilenebilir enerjiye önem verirken aynı zamanda kendi mevcut üretimini de daha verimli hale getirmeli, ve tüketimde de verimliliğini arttırmalıdır. bu çalışma termik santrallerinin verimlerinin arttırılması, rüzgar ve güneş santrallerinin doğru konumlandırılması ve verimlerinin arttırılması, iletim kayıplarının minimize edilmesi gibi birçok farklı değişkeni içerir ve bu konuda özel olarak çalışan kişilerin uzmanlığını gerektirir. tüketimdeki verimlilik ise kaçakların önlenmesinden tutun; özellikle yüksek yapılardaki gereksiz elektrik kullanımlarının minimize edilmesi, türkiye genelinde daha yüksek verimli ev eşyalarının kullanılması, yüksek yapılar ve toplu konutlarda iklimlendirme konusunda verimlilik arttırılması, en önemlisi de sanayide kullanılan motor ve diğer tüm ekipmanların yüksek verimlilik sınıflarından seçilmesi ve benzeri şeyler gibi ancak makro anlamda önemli değişiklikleri içeren bir çalışma ile arttırılabilir. bu genel verimlilik artışlarının sağlanması ile, türkiye enerji israfının önemli anlamda önüne geçerek zaten gelecekte karşılaşabileceği birçok problemi de ötelemiş veya ortadan kaldırmış olur.

    nükleer santrale gelince, bu da yine tartışılması gereken bir konu. ama ben yatırım yerliymiş, değilmiş, zararlıymış, riskliymiş gibi genel olarak tartışılan konulara hiç girmeden teknik bir açıdan yaklaşmak istiyorum. gün içinde sürekli olarak tüketilen elektrik yükü olan temel yükler, elektrik enerjisinin maliyetini ve dolayısıyla fiyatını belirleyen önemli bir faktördür. temel yükleri karşılayan santraller stabil bir şekilde çalışması gerektiği gibi, aynı zamanda ucuza da çalışmalıdır ki maliyetler artmasın. kısacası bu temel yükleri ne kadar ucuz bir şekilde karşılarsanız, o kadar iyidir. bunu su gibi düşünün. su hem yaşamak için hem de temizlik vb işlemler için en temel ihtiyacımız ve çok pahalı olursa her şeyin maliyeti, dolayısıyla fiyatı artar. temel yüklerin karşılanmasında neredeyse tamamını ithal ettiğimiz doğalgazı yüksek bir oranda kullanmak zorunda kalmamız bizi büyük oranda dışarıya bağımlı yaptığı gibi, pahalı doğalgazı aldığımız anda elektrik üretiminde yakmamıza sebebiyet veriyor. işte bu yüzden kömür santralleri ve nükleer santraller birçok ülke için cazip üretim metodları olarak varlığını sürdürüyor.

    tabii ki her şeyden memnun olup hiç şikayet etmeyecek değiliz. ama gerçekçi yaklaşımlarda bulunmak gerek. keşke rüzgar türbinleri sürekli dönse, bunların da tamamını biz üretip tamamen yerli enerjinin tadını çıkarsak. keşke güneş bize ihtiyacımız olanın tamamını sağlasa. ama hesap kitap yapınca, işler o kadar da beklendiği gibi gitmeyebiliyor. o yüzden hızlı ve radikal değişiklikler bekleyenleri daha sakin olmaya ve gelişmeleri daha yakından takip etmeye davet ediyorum.

    sevgiler.
  • türkiye'de söyleyince akla 3-5 rüzgar türbini, fotovoltaik piller, solar kuleler falan gelen sihirli iki kelimedir. sanki bunlarla etrafı kaplasak başlayınca tüm çevre kirliliği küresel ısınma falan zırt diye duracak, nurlu ufuklara yelken açacağız. sorun yenilenebilir enerji kaynaklarının verimleri ve potansiyellerinden ziyade enerji tüketim biçimimizin değişmesinden kaynaklanmakta.

    karbon emisyonunu kullanım alanlarına bölersek 3 e ayırmak doğru olur sanırım.meskenler, ticari-sinai-tarımsal kuruluşlar ve ulaştırma. takribi 20 yıl önce ulaşım ve ticari faaliyetler 1'er birim karbon salınımına neden olurken meskenler 0.5 birim karbon salınımına neden olmaktaydı. bugün ise oranlar eşitlenmiş durumda.

    ulaşım meselesi karbon salınımının nispeten daha rahat düşürlebileceği bir alan. şehiriçinde toplu taşıma ile, hibrit ve elektrikli araçlara vergi indirimi ile, şehirlerarası mesaflerde ve yük taşımacalığında demiryolu kullanılarak bu oran düşürlebilir.

    üretim alanına gelirsek ülkemiz özelinde aynı miktarda üretim yapmak için avrupa'lılardan 3 kat fazla enerji harcıyoruz. verimliliği arttırmak yeni enerji yatırımları yapmaktan, dakka başı çevrim santralleri kurmaktan daha ucuza gelecektir sanırım.

    asıl sorunumuz ise şimdi başlıyor; meskenlerde kullanılan elektrik. kocaman televizyonlarımız, 7-24 açık pc'ler, stand by da kalan onca alet, klimalar, su sebilleri ıvır zıvır derken iş boka sarıyor.

    özet geç piç derseniz; yenilenebilir enerji yatırımları son derece gerekli, hele almanya'nın başardığının yarısı başarılsa dünya'nın her tarafında bir rahatlama olacak belki de. fakat başarılması gereken asıl şey enerji verimliliğini sağlamak.
  • maalesef çeşitli dertleri de beraberinde getiren enerji çesidi.

    her ne kadar nükleer enerji santrallerini savunmasak da, ortalama bir nükleer santralın kurulu gücüne ulaşmak için ortalama 300 tane hidroelektrik santrali inşaa edilmesi gerekmekte. nükleer santraller yüzde yüze yakın bir verimle çalışırken, akarsu tipi hes’ler yüzde 30-50 arası verimlilikle çalışmakta. buna göre bir nükleer santralin üreteceği elektriği üretmek için ise bu sefer en az 500-600 hes yapılması lazım. su yatağı açısından bereketli ancak verimli akarsuyu az olan ülkemizde fırtına deresi, zeugma gibi katliamların varacağı boyutu, bir bu kadar daha santral inşaa edilmesi halinde, varın siz düşünün. kıçım kadar kasabaya yetecek enerjiyi anca üretecek bir hes’in inşaa edilmesi için ormanda 20 km kamyon yolu açılacaksa illa, ben almayayım öyle çevre dostu yenilenebilir enerjiyi.

    denebilir ki sapla sopayı, koy üstüne bir türbin, ver rüzgarı dönsün. işte o noktada da canım memleketimin yıllardır yatırım yapılmayan iletim hatları çıkıyor sahneye. rüzgardan elektrik üretimi sürekli bir üretim değil. ancak rüzgar eserse elektrik üretebildiğinizden, bu düzensizlik sonucu iletim hatlarına ve trafolara zaman zaman hiç, zaman zaman da aşırı yüklenildiği için her trafoya res bağlanmasına izin verilmiyor. “binlerce megawatt lisans bekleyen res yatırımı var, nükleerden önce onlara lisans verilsin...nerde bu devlet” diyenlere duyurulur.

    güneş işi de günümüzde artık manavgat’taki evlerin çatısına konanlardan daha hi-tech bi konu haline geldi. günümüz teknolojisi de ne yazık ki kendini pahalı satmaya meyilli. hes ve res lerde megawatt başına maliyet 1-3 milyon euro seviyesindeyken, güneşte bu maliyet 10 milyon eurolara kadar çıkabiliyor. haliyle kendini sittin senede ödeyen bir projeye de kimse kolay kolay para yatırmak istemiyor. (bkz: irr) dünya’daki en büyük güneş santralleri, ispanya ve amerika texas’taki santraller devlet desteğiyle yapılmışlardır.

    jeotermal, biomass, gel-git, dalga, akıntı vb. ise, varlığını yeni duyduğumuz ama tam olarak ne demek olduğunu kavrayamadığımız garip enerji kaynakları. tek tük örnekler çalışmakta, ama büyük çoğunluk ellerini arkasında kavuşturmuş, “bu işte para var mı acaba” düşünceleriyle, dönen türbine bakmakta.

    bu kadar lafın özü, gerçekten doğa için birer felaket olan termik ve nükleer santrallere karşı çıkarken diğer yandan da ülke gerçeklerinin göz ardı edilmemesi gerekliliğidir. bugüne kadar yürütülen yanlış enerji politikalarına rağmen, bir kanun çıktı diye ertesi gün o ülkenin norveç olması beklenemez haliyle. eğer bir ülke acil olarak ciddi miktarda elektrik ihtiyacı duyuyorsa, o ülkede hala termiğin, nükleerin konuşulması kadar doğal birşey yoktur kanımca. nükleer, termik, doğalgaz çevrim santrallerinin her biri bu alemde en az 10 yenilenebilir enerji kaynağı gücünde olduğundan, hammadelerinin alımı için çoğunlukla dışa bağımlı olduğunuzdan, bu işin iki ucu da maalesef ki bokludur.
  • 2015 yılında bu enerji türlerine, özellikle çin halk cumhuriyeti'nin yaptığı yatırımlarla, petrol, doğal gaz ve kömür gibi fosil yakıtların fiyatlarının yerlerde süründüğü bir dönemde, fosil yakıtlarlan enerji üretimine yapılan yatırımdan daha çok yatırım yapılmıştır.

    http://www.bloomberg.com/…-just-did-the-unthinkable
  • toprağı kazmayı bırakıp kafamızı göğe kaldırdığımızda keşfedeceğimiz enerji çeşidi. güneş, bir günde bizim yerden çıkardığımızın bin katını verebilecek yegane güç. asıl onu ekip biçmemiz gerekiyor.

    ne demiş cem baba; güneşte demlerim senin çayını, yüreğimden süzer öyle veririm. ben şu rockefeller'ın çarkına çomak sokarım.
  • almanya 25 temmuz 2015 günü, elektrik ihtiyacının %78'ini yenilenebilir enerji ile karşılamıştır.
    haber
hesabın var mı? giriş yap