• çocuklara düşsel kurguyu ve bilimin güzelliklerini sevdirmek için oldukça güzel bir kitap serisi.

    serinin yazarı suzanne collins'i the hunger games serisinden, kıyamet sonrası senaryolarına olan düşkünlüğüyle tanıyoruz. the underland chronicles'ın daha ilk kitabında okuyucuya verilen bilgiye göre bu beşlemenin anlatı düzlemi de, 16.yy'da sandwich'li bartholomew isimli ingiliz bir kahinin; insanların yerküreyi üzerindeki her şeyle birlikte mahvedeceği kehanetinde bulunduktan sonra bu söylediklerine inanan takipçileriyle birlikte yeni dünya amerika kıtasına seyahat edip new york'ta bulunan geçitlerden yeraltı'na inmesiyle başlıyor. hikayenin öykü düzleminin başladığı zamanlarda daha bu kıyamet gerçekleşmemiş olacak ki; 11 yaşında bir erkek çocuğu olan gregor campbell* 2003 new york'unda yaşarken yeraltı'na düşüyor ve beş kitap boyunca zincirleme olarak devam edecek olaylar başlıyor.

    --- spoiler ---

    peki hangi varlıklar bulunuyor bu yeraltı'nda? hepsi anormal derecede insansı boyutlara ve bilince sahip hamamböcekleri, yarasalar, akla hemen warhammer fantasy'nin skaven'lerini getiren sıçanlar, örümcekler, etobur güveler, ateşböcekleri, kertenkeleler, salyangozlar, yılanlar, akrepler, karıncalar, dinozorumsu sürüngenler, fareler, köstebekler ve yeraltlı insanlar (bunlar beş kitaba aktif olarak dahil olan türler, daha sayılamayan birçok varlığın da yeraltında yaşadığı ifade ediliyor ve bütün türlerin yeraltı'nın ortak dilinde birer lakabı var). yeraltlı insanlar bartholomew'in kültündeki insanların soyundan gelen ve yeraltı'nı biyolojik savaşla ele geçirdikleri için diğer tüm yeraltlılar tarafından "killers"* lakabıyla anılan; a song of ice and fire'daki ejder kanı taşıyan insan soylarının fiziksel özellikleriyle benzeşen fiziksel özelliklere ve güneşsizlikten oldukça solgun tenlere sahip bir tür. latince tandanslı bir dil konuşuyorlar, isimleri dahi bu dilde ve yeraltı'nda köstebeklerden ele geçirdikleri verimli sahalara regalia adında taştan bir şehir inşa etmişler. "flyers" dedikleri dev yarasalarla aralarında bir tür "silah ve hayat arkadaşlığı" bağı kurabiliyorlar; zaten yeraltı'nda hayatta kalabilmelerini de en çok, yarasalar sayesinde kazandıkları uçuş becerisine ve etkin şekilde kullanabildikleri cold steel ortaçağ teknolojisi silahlarına borçlular.

    bu da tamamsa, seride temel olarak ne anlatıldığına geçelim. bütün seri, yeraltı'nın türler arasında bir güç dengesi'nde yaşadığı zamanlarda başlıyor ve kahramanımız gregor bir gün, kız kardeşi 2 yaşındaki margaret ile birlikte yeraltı'na düşüyor. başlangıçta gregor oldukça çizgisel şekilde; bartholomew'in kehanetine göre bir "seçilmiş savaşçı" bekleyen yeraltlıların davasına, kendi amaçlarını gerçekleştirmek için dahil oluyor ve yeraltlıların kendisinden gerçekleştirmesini istedikleri görevleri yerine getiriyor. okuyucuya "yeraltı'nın kötüleri" olarak tanıtılan sıçanlar, insanların başparmaklı elleri sayesinde kullanabildikleri teknolojik aletlerinden oldukça rahatsızlar ve yerüstlü bir bilim insanını kendileri için "bir başparmak tasarlaması" amacıyla kaçırmışlar (primatları başparmakları nasıl geliştirmiştir?). başparmaklarına kavuştuklarında yeraltı'nı insanlardan temizleyebilecek teknolojik hazır bulunuşluluğa sahip olacaklarını düşünen sıçanlar, seri boyunca okuduğumuz tüm "güç dengesi bozucu" agresif hamlelerin başlatıcısı konumundalar çünkü onlara göre "yeraltı yeraltlılara ait olmalı, yerüstlülere değil".

    seriyi ilk okuyuşta, ilk dört kitap da sırasıyla gregor'un yeraltlılar için çıktığı görevleri anlatıyor gibi görünüyor. ama serinin nihayete erdiği son kitaba geldiğimizde; başından beri gregor'un türdeşi ve silah arkadaşları olmaları yüzünden "yeraltı'nın iyileri" zannettiğimiz regalialıların; elde ettikleri toprakları yeraltlı türlerden onların sularını zehirleyerek gerçekleştirdikleri bir katliamla aldıklarını, bartholomew'in müritleriyle birlikte aslında yeraltı'na sadece ölüm getirdiğini, insanların yerüstü'nde olduğu gibi yeraltı'nda da rahat durmadığını ve bekledikleri seçilmiş savaşçı olan gregor campbell'ın aslında beş kitaptır "yeraltı'nın kötüleri için savaşan bir ölüm simgesi" olduğunu öğreniyoruz (okuyucu şok). gregor da, muhtemelen seriyi ilk kez okuyan tüm okuyucular gibi, bu durumu öyle çok da kolay kabullenemiyor ve son kitapta, kehanete göre yeraltı'na geliş amaçlarını tamamlayıp yeraltlılar için ölmesi gereken savaşçı'nın kaderiyle çarpışarak kahramanın sonsuz yolculuğu'nu tamamlıyor.

    seri boyunca gregor ve arkadaşları, yeraltı'nın farklı türleriyle uyum içinde yaşayabilmek ve kendilerini öldürtmemek için; ilgili görevde karşılaşılacak türlerin doğasına dair gündelik bilim tadında bilgilerle ('sıçanlar öndişlerinin üst damaklarını delmemesi için sürekli kemirmek zorundadır', 'örümceklere bağırılmaz', 'karıncalar birey olarak değil koloni halinde hareket eder', 'iş sayı üstünlüğüyle belirlenecek olsa böcekler dünyanın gerçek sahipleridir', 'kendilerine şans verilirse aslında tüm türler önce savaşmayı değil hayatta kalmayı seçer') kendilerini donatıyorlar ve yeraltı'nın karanlığında, yeraltlıların tecrübelerine ek olarak bilimsel bilgilerin de ışığı sayesinde hayatta kalabiliyorlar. seri buna ek olarak, tam ilkokul çocukları düzeyinde hazırlanmış ve karşılaşılacak türlerin nasıl geliştiklerini anlatan kısa evrim pasajları da içeriyor. suzanne collins'in tüm olaylar boyunca alttan alta "bilinmezliğe karşı bilim insanları hayatta tutar" ve "bilim güzeldir" ana fikirlerini bu şekilde işlemesini takdirle karşıladım. şu bir gerçek ki, bu seriyi okuyan kişi; hamamböceklerine de, bilim insanlarına da, onların bilimine de artık ucube gözüyle bakmayabilir (şahsen hamamböceği antipatimi bu seriyle kırdım, bilim insanlarınıysa zaten seviyordum) ve bu seriyi gözümde bu kadar değerli yapan şeylerin en önemlilerinden biri de bu.

    favori karakterimin kim olduğuna gelince; alaycılığıyla, ıssızlığıyla, yetenekleriyle, kan davası gütmenin sonsuzluğunu görüp insan önderleriyle gençliğinden beri seviyeli bir diploması yürütebilmiş olmasıyla, gregor'u bir "rager warrior" olarak yetiştirirkenki tavırlarıyla, yerüstlü bilimine ve ezoterizmine dair kinayeli yorumlarıyla tabi ki sarkastik sıçan ripred'i tek geçerim. kanımca o olmasa, gregor yeraltı sıçanlarıyla daha ilk karşılaştığı anda kemirgen yemi olurdu.

    ilaveten; kitap kitap değil ama tüm seri genelinde kendini gerçekleştiren kehanet olgusuna değinilmesi, taşa kazılı kehanetlerin bile insanlar sadece o kehanetlere inandıklarında bir değer taşıyacağının belirtilmesi, insanların çoğunlukla rahatlarını bozmamak için gerekenleri yapmaya üşenmeleri yüzünden onlara birer ateşleyici olarak "kehanet" gibi şeylerin oluşturulması kısımlarına hayran kaldım. bu alt metinleriyle aslında tüm seri; okuyucusuna "insan doğasını" anlatıyor ve günümüzde yetişkinlerin dahi "insanlara, insanların doğasını anlatmak için" hazırlanan eserlere uzak kalmaları dolayısıyla batağına saplandıkları kara cehaleti, o eserlerin içerdiği bilgileri o yetişkinlerin çocuklarına anlatıp yine o çocukları bilgilendirerek aydınlatabilme potansiyelini taşıyor. bunu da sembolik sayılabilecek bir düşsellik, tehdidi alttan alta verilen bir yerüstü kıyameti tehlikesi, dan brown'vari sürekli aynı desenle çözümlenen üslupta kehanetler ve bol miktarda aile sevgisi sosu ile yapıyor.

    --- spoiler ---

    karanlığa karşı yakılan mum ışıklarının çoğalabilmesi dileğiyle, iyi okumalar.
hesabın var mı? giriş yap