• malumunuz yerli mali haftasi geliyor. yillar yillar once duruma iliskin birşeyler karalamistim. lutfen insan gibi vurun. saygılarımla arz ederim;

    yerli malı değil, türk malı

    aha da linki

    yerli malı değil, türk malı !!!

    şimdilerde sıkça aklıma, her öğretim döneminin ilk yarısında, soğuk kış günlerine gebe ılıklığın sonbaharında ergenlik dönemimizin mercimekli köfte, börek, tatlı yediğimiz, velilerimizin ördüğü atkı ve kazakları satma çabalarının komik ifadelerini bir orta oyunu havası ile seyri alem ettiğimiz dönemler geliyor; ?yerli malı haftaları?? yerli malı yurdun malıydı, herkes onu kullanmalıydı da her ne hikmetse, yerli malları mercimekli köfte, çiğ köfte, sarmalar, birkaç dantel ve örgülerden ibaretti. ve küçücük bedenlerimizde taşıdığımız müstakbel büyük benliklerimize, hep o alaylı üslup ile ?acaba yerli mallarına amerikan ve afrika yerlilerinin malları da dahil miydi? ? soruları hakimdi. çocukluk dönemleri-mizde bizden böyle vehametli bir durumu idrak etmemiz ne kadar beklenmemeliyse; öğretmenlerimizin ve milli eğitimimizin değerli büyüklerinin konuya yeterli ehemmiyeti vermeleri bir o kadar beklenmeliydi.

    iktisat düşününe egemen olan anglo-amerikan bilim adamlarına göre, birim şarabı, birim kumaşa görece daha ucuza imal eden (x) ülkesi şarap üretimini tercih etmeli; aynı malları tersine daha ucuza imal eden (y) ülkesi ise kumaşı tercih etmeli ve üretilen kumaş ve şaraplar ülkeler arasında ticarete konu olmalı ve de böylelikle her iki ülkenin refahı artmalıydı. bir ülkenin şarap ve kumaş üretimini bahsi geçen teorinin aksine aynı anda üretmesi ise hem o ülkenin hem de dünyanın refahını olumsuz etkileyecek, belli ölçüde bir refahtan ülke insanları ve dünya insanlığı mahrum kalacaktı. ricardo, yukarıda özetlenen iki ülkeli ve iki mallı karşılaştırmalı üstünlükler teorisine(1) emek yoğun, sermaye yoğun gibi iki çetrefilli kavramı eklemiş ve diğer bütün şartları da sabitleyerek(2) dünya ticareti ve dünya refahı sorununu bütünüyle çözmüştü(!). ricardo ve sonrasında konu hakkında fikir üreten j. staut mill, haberler, hecksher-ohlin ve benzeri iktisatçılar 21. yüzyılın egemen global ekonomisinin temellerini atmışlar ve günümüz küresel ekonomik düzenine meşru bir zemin oluşturmaya gayret göstermişlerdir.

    ikinci dünya savaşının eli kulağında günlerinde cereyan eden bir vakıa(3) , karşılaştırmalı üstünlükler teorisinin ya da diğer türevlerinin dünya ekonomisinin başına açabileceği belayı göstermesi nedeniyle pek ibret vericidir. dönemin alman sefirini ziyaret eden türk dış işleri temsilcisi yeniden şekillenecek dünya düzeninde türkiye cumhuriyeti?nin de aktif rol almak istediğini ve bu konuda üzerine düşenleri yapmaktan imtina etmeyeceğini ifade eder. bu sözler karşısında alman sefirinin ifadesi batı orjinli küresel ekonominin müjdelerini verir gibidir:

    - ? elbette türkiye cumhuriyeti yeniden şekillenen dünyada kendisine düşecek rolü üstlenecektir. ?

    batı dünyasının bizlere sunduğu rol ise pek mühimdir:

    - ?sizler dünyanın patates ve soya tarlası olacaksınız?.

    milli duygular perspektifinden bakıldığında türkiye cumhuriyetine sunulan tahammülü imkansız bu rol karşılaştırmalı üstünlükler teorisine uygundur. zira türkiye ancak patates ve soyayı ucuza imal edebilir. nasılsa, sanayi mallarını bizim için üretip, bize en uygun(!) fiyata satacak ve böylelikle dünya refahının ve türkiye?nin refahının artmasına vesile olacak dost ülke almanya vardır. ifade etmem gerekir ki, alman sefirinin ricardian yaklaşımı kendi düşüncesine meşru bir zemin oluşturmak için kullanmasına hiç gerek yoktu, muhtemelen teoriden habersizdi ve de pek muhtemel kullanmadı da. ancak gerek ricardo gerekse bu görüş etrafında toplananların öne sürdükleri görüşler, alman sefirinin yeni dünya düzeni içinde türkiye cumhuriyetine sunduğu ekonomik rolden daha farklı yada daha iyimser değildir.

    yukarıda yer alan üç paragraftan çıkarılabilecek anlamlar ve sanırım büyük dersler mevcut. bir yanda bozuk bir plak misali yer öğretim yılı tekrarlanan ?yerli malı yurdun malı, her türk onu kullanmalı? veciz sözü üzerine bir taş koymamış, öbür yanda batı orjinli iktisat teoriğine ve pratiğine bir anti-tez üretememiş ve dahası parça-buçuk montaj sanayimiz ile küstah alman sefirine ?bak biz patates ve soya tarlanız olmadık? der gibi nispet yapmış, kendimizi kandırmışız.

    zehirlendiğimiz sigaradan, yediğimiz yoğurda, içtiğimiz sudan, yazdığımız kaleme kadar bir çok ve pek çok malın üzerinde kulaklarımızı tırmalayan yabancı isimlerin varlığı tek bir şeyi ifade ediyor; ?gün gelecek sadece patates ve soya üretebileceğiz?. durum bu kadar vahim iken yapılacak şey, bundan 80 yıl evvel 27 şubat 1923 tarihinde izmirde ?ekonomik bağımsızlık olmadan, siyasi bağımsızlık olmaz? diyen bir grup vatanperverin ilan ettiği misak-ı iktisadi?yi tozlu raflarımızdan indirip bir kez daha okumak olmalı. hem de sesli olarak ve haykırarak. yabancı malların marketlerimizdeki, bakkallarımızdaki ve pazarlarımızdaki işgaline son vermemiz, milli müdafaanın, kuvayi milliyenin, atatürkçü düşüncenin ve vatanseverliğin nedeni ve dahi zorunlu bir sonucudur.

    bu satırları okuyan bazılarımız belki; ?n?olcak yerli yabancı ne fark eder? ya da ?ama yabancı mallar daha kaliteli ? veya ?nedir bu şonevist düşünce böyle?? diyecektir. fakat düşünülmeli ve hatta iyi tahlil edilmelidir ki konu bu kadar basit değildir.

    öncelikle yerli ya da yabancı mal tüketimi ulusal gelirin nereye gideceği ya da nerede kalacağıyla yakından ilgilidir. ödemeler bilançomuzdaki kapatılması güç açığın ardında ithalatımızın, ihracatımız üzerindeki ezici üstünlüğü yatar. 2000 yılı ocak-eylül döneminde açıklanan rakamlara göre ithalatımız 38,8 milyar usd, ihracatımız ise 22,8 milyar usd?dir. dış ticaret dengemiz bahsi geçen dönemde 16 milyar usd açık vermiştir. ancak turizm gelirleri ile (4,4 milyar usd) bu açık 11,6 milyar usd dolayında tutulabilmiştir(4). ödemeler bilançosunda 11,6 milyar usd rakamının önünde eksi (-) işareti mevcuttur. bunun anlamı ulusal gelirimizin 11,6 milyar usd?lık kısmının ülke dışına çıktığını ifade eder. bugünlerde ımf ?den beklediğimiz kredi miktarının 1,6 milyar usd olduğunu hatırladığımızda sanırım rakamın acı tadı daha iyi anlaşılacaktır. yine 2000 yılının istikrar programı uygulanan bir yıl olduğu hatırlanmalıdır. dönem içinde devalüasyona bağlı olarak ithalatımız düşmüş, dış ticaret dengemiz görece daha iyi bir hal almıştır. zira gümrük birliğine dahil olduğumuz ilk yıl olan 1996 ?da dış ticaret açığımız -19,6 milyar usd, 1997 yılında ise -22,4 miyar usd dolayında gerçekleşmiştir(5). 1999 kriz yılına müteakip uygulanan istikrar programının acıları henüz dinmemiş iken yukarıdaki rakamlara bir kere daha göz atıp, salim kafa ile düşünmekte büyük yarar vardır.

    türk mallarının tercih edilmesi ile ilgili bir diğer sorunumuz ise; türk mallarının yabancı mallar karşısında yeterli kaliteye sahip olmadığı konusudur. bu düşünce belli başlı mal kalemleri için doğru kabul edilebilir. öncelikle ifade edilmesi gereken kalite kavramının subjektif olduğudur(6). ancak asıl önemli olan nokta yabancı malların neden kaliteli oldukları ve de türk mallarının aynı standardı yakalamasının mümkün olup-olmadığıdır. son günlerde televizyonlarımızda yer alan yabancı marka bir otomobil reklamı bu konu hakkında bizlere bir fikir vermektedir; ?100 milyon adet otomobil ürettikten sonra ne kadar kaliteli bir otomobil üretebileceğimizi bir düşünün? ana fikrinde yatan anlam bir malı uzun yıllar boyunca ve çok fazla sayıda üretmenin, o malın kalitesini belirli bir standarda ulaştırmaya, ürün geliştirmek için gerekli araştırma ve geliştirmenin (ar-ge) yapılabilmesine, o malın üretiminde çalışanların uzmanlaşmasına vs. imkan sağlayacaktır. istediğimiz kaliteye henüz ulaşmamış olsa dahi türk mallarına bir şans vermek kendi geleceğimiz için önemli değil midir? ancak bu, yalnızca milli bir üretim olması nedeniyle kalitesiz ve kötü mallar tüketmek zorunda olduğumuz anlamına gelmemeli. günümüzde bir çok yerli üretim uluslararası markalar ile rekabet edebilecek kalitede olduğu gibi istediğimiz kalite standardına ulaşmamış türk mallarının kalitesini yükseltebilmek üretici ve tüketici olarak yine bizim selahiyetimizdedir.

    türk malı kullanılmasını teşvik etme faaliyetlerine gelebilecek bir başka eleştiri de ?bu düşüncenin şoven bir hareket olduğu? yönünde olabilir. bu eleştiriye cevabı cumhuriyetimizin ilk yıllarında ulu önder mustafa kemal atatürk istanbul milli sanayi birliği?nin açtığı ?yerli mallar sergisi?nde veriyor. saygılarımla, arz ediyorum;

    türkler, türk malı alınız, türk malı kullanınız; türk parası türk toprağında kalsın!

    teori hakkında geniş bilgi için bkz. seyidoğlu, halil, uluslar arası iktisat, istanbul, 1999

    1 ceteris paribus: diğer bütün koşullar değişmez kabul edilir.

    2 prof.dr. ümit özdağ?ın gazi üniv., ikt. ve idr. bil. fak., kamu yönetimi böl., 2000-2001 çağdaş siyası akımlar isimli ders notlarından.

    3 kaynak: t.c. merkez bankası

    4 kaynak: devlet istatistik enstitüsü

    5 türk standartlar enstitüsü kalite yönetim sistemi eğitim notları,ankara, 2002
hesabın var mı? giriş yap