• bir zaman işareti daha geldi çattı.

    yılların bitimi ya da diğer yandan bakınca başlangıcı, bu zaman ayraçlarının en bilindik ve en etkileyici olanı. zamanı böldüğümüz dilimler içinde, zihnimizin net şekilde algılayabileceği kadar kısa ama hayatımızın seksende biri olacak kadar uzun olanı.

    güzel gezegenimizin, yıldızımız güneşin çevresindeki bir turunu tamamladığını imlese de neredeyse hiçbirimizin gezegen ve güneş ölçeğinde düşünmediği, bu ölçeğin yanında kum tanesinden bile minik olan insanın, geçmiş yılının muhasebesini yaptığı ve gelecek yılının hayallerini kurduğu gün.

    işte bu yüzden olumsuz olayların ya da umut edilip yapılamayanların hüznü ile geleceğe dair umutlar ve hayallerin heyecanı bir araya gelir, bugüne sıkışıverir. hayat gailesinin içinde yorulup, bazen geriye bazen ileriye bakıp, bazen tüm bunlar yüzünden o anı kaçırırken, yılbaşında sanki hem geçmiş hem gelecek hem de o an birleşmiş gibidir.

    hepimiz yoruluyor, üzülüyor, seviniyor, uğraşıyor, çalışıp didiniyoruz. hepimiz bunları kendi yolumuzla yapıyoruz. bazen ayaklarımız yerden kesiliyor, aşık oluyoruz; bazense yere düşüyoruz, kalbimiz onarılamayacak gibi kırılıp bin parçaya bölünüyor. bazen yalan söylüyoruz bazense yalan dinliyoruz. birimizin çocuğu doğuyor, birimizin annesi ölüyor. birimizin çocuğu doğup annesi ölüyor. her şey, hepsi içice, bir arada oluyor. hepimiz iyisiyle kötüsüyle, kendimizle ve hayatla mücadele ediyoruz.

    freud'un mektuplarında birinde bir sözü vardı,
    "bir gün geriye dönüp baktığında hayatındaki mücadele dolu yılların en güzel yılların olduğunu fark edeceksin" diyordu. mücadele ediyor olmak hayatta olduğumuzun, gerçekten yaşadığımızın bir kanıtı belki. umarım bu yıl mücadeleniz, mücadele etme ve hayata tutunma gücünüz eksik olmaz.

    güneşin etrafındaki yeni turumuzun başlangıcı kutlu olsun. hepinize mutlu bir yıl diliyorum.
  • güneş etrafında attığımız bir turu daha tamamladık. geçenlerde yağmur altında yürürken ve şunu dinlerken döngüleri düşünüyordum. yağmurun bulutlardan yere inip, toprak tarafından emilip, nehirlerin, göllerin, ağaçların, bizlerin bir parçası olması; sonra özgün yollarla tekrar göğe yükselmesi meselâ...

    dünyamızın kendi etrafında dönerek bize muhteşem gündoğumları ve günbatımları hediye etmesi; güneş etrafında dönüp bize sıcacık bir yazın tatlı deniz kokusunu, sonbaharın sarı yapraklarını, dünyayı kaplayıp her yeri beyaza boyayan karı, baharı hayal eden tomurcukları ve bahar çiçeklerini vermesi.

    biz insanların ise göklerden düşen yağmur misali önce annemizin karnına sonra kucağına düşmemiz, büyümemiz, ağzımız, gözlerimiz, kulaklarımız, tenimiz ile dünyayı yavaş yavaş tanımamız, ilk gülüşümüz, ilk kelimemiz, ilk cümlemiz, ilk adımımız derken bir çocuğa, sonra hayatınıza giren diğer insanlarla ve onların yaşattığı duygularla bir gence, bir yetişkine dönüşmemiz; dünya döndükçe takvimimizden günlerin düşmesi, sevmemiz, sevilmemiz, terk etmemiz, terk edilmemiş, üzülmemiz, ağlamamız, kahkahalarımız, duyguların döngüsünü yaşamamız ve en nihayetinde yaşlanmamız ve insanı insan kılan ölüme kavuşmamız, bizim de yağmur damlası gibi toprağa karışmamız, ağaca, kuşa, çiçeğe dağılmamız...

    döngülerin son ve aynı zamanda başı bana bunları düşündürdü işte. şu anda döngümüzün neresinde olursak olalım tadını çıkarabilmemizi, döngümüzün yeni yılını en samimi ve gerçek duygularla yaşamamızı dilerim.

    yeni yılımız kutlu olsun.
  • yaptığım ettiğim atla deve değil, ama kafa olarak çok hazırlanmıştım.

    hiç geçmediği bir şekilde geçecekti ve uzun süredir olmadığımız kadar iyi olacaktık. ben yemek hazırlayacaktım, yemeği yiyip bizim oraya gidecektik, bizim orası'ndaki "biz" dediğim ben ve arkadaşlarım yalnız. gelmeyi kendisi istemişti, bu da beni mutlu etmişti. murat ve serdar'ın masa muhabbetini belli ki sevmişti, özlem ve elif de olacaktı, çok güzel içip çok tatlı sarhoş olup sallana sallana eve gelecektik. belki eve gelirken kimyon'a uğrar işkembe filan içerdik ama şahsen benim asıl niyetim doğrudan eve uçmaktı ahah

    cuma sabahı kahvaltı hazırlayacaktım ki aslında kahvaltı hazırlamayı hiç sevmem. ama yapacak ve bundan zevk alacaktım.

    kahvaltı yaptık ayıldık derken o gün geçerdi bir şekilde. cumartesi sabahı da onun en yakın arkadaşı gelmiş olacaktı türkiye'ye ve bu kez de onunla kahvaltı yapacaktık. neredeyse 1 yıldır birlikteydik ve bu daha yeni olacaktı.

    birinci yıl için neler düşündüğümü zaten ne siz sorun ne ben söyleyeyim. neyse rezervasyonda ücretsiz iptal vardı allahtan.

    29 ve 30 aralıkta, bütün market alışverişini yapmıştım. tek başına yaşayan bir insanım, ama ona rağmen markete gitmemiş adeta evi market haline getirmiştim. çünkü çok önemli işlerim vardı, bir yılın son diğer yılın ilk yemeği beraber yenecekti ve bunları ben hazırlayacaktım. evde kuşun sütü bile eksik olmamalıydı ki olmadı da zaten. şimdi bütün onlarla ne yapacağım, hiçbir fikrim yok. neyse.

    31'inde sabah kalktım. ilk iş, saat 9, somon filetoların marinesini hazırladım. sarımsak, limon, tuz, tane karabiber, taze fesleğen ve taze kekik. koydum onları öyle dolaba.

    sonra kendi kahvaltımı hazırladım. iki yumurtadan menemen, soğanlı. soğanlı olması eğlendirdi beni, çünkü ben öyle seviyordum ama o buna "köylülüq :/" diyordu ama ben yine de öyle seviyordum ahah

    öğlene kadar oyanlandım bir şekilde, evi topladım filan. öğlen elif geldi. ben nevresimleri değiştirdim, bu yeni serdiklerimi elbette yeni yıkamış ve tabii ki ütülemiştim.

    sonra çikolatalı tart yaptım. akşam yemeğinden sonra değilse de sabah kahvesiyle yiyecektik. hayatımda ilk kez yapıyordum, bir ton özendim bezendim, nihayetinde çok iyi olmadı ama fena da değildi. hatta olmadığını görünce elif'e "hof valla gidip pastaneden yeni tart alıcam ya!" dedim, elif dedi ki manyak mısın? almadım tabii ama gerçekten düşündüm. bizim orada "tatlı köşem" var efsane bir yerdir, elbette gidip oradan alacaktım çünkü en iyisiydi, ama açıkçası bunun için gidip 100 lira vermek istemedim. gerçekten bak sırf bunun için almadım. çünkü her şey, olabileceği kadar güzel olmalıydı, ama tart da artık nazar boncuğu olsundu napalımdı.

    neyse biz o karda elif'le çıktık, bahariye'nin altında pasta malzemeleri satan yerler var ya oraya gittik. neden? tartın üstünü süslemek için bir şeyler lazım olduğundan. neden? çünkü her şey olabileceği kadar güzel olmalı. tart tam istediğim gibi olmamış olabilir ama neden tam istediğim gibi görünmesin, değil mi?

    sonra eve geldim.

    salatayı hazırladım. akşama sağlam kalması gerektiği için tuzlayıp limonlamadım, ama kıvırcık, adını bilmediğim mor yapraklı şey, nane, maydonoz, roka, taze fesleğen, çok azcık taze kekik ve o sevdiği için özellikle aldığım karnıbaharı harmanladım iyice. öyle bekledi o.

    tartla uğraştım biraz, süslemek için aldığım şey aslında tam olarak benim aradığım şey değildi. onun desenini bir kağıda çıkarmaya çalıştım, sonra o kağıttaki çizgilerden kesip içi boş bir desen haline getirmiş olacaktım, boşluklardan pudra şekeri dökecektim. oturdum biraz da bununla uğraştım. olmadı tabi.

    hatta ben o tart için gerekli kalıbı ve sonradan içine koyacağım pasta fanusunu bile gittim yeni aldım. porselen. bu arada nautilus'ta carrefour dahil hiçbir yerde tart kalıbı yoktu. sadece karaca'da vardı onu da oradan aldım. ama siz öyle yapmayın, dedim ya bahariye'nin altındaki pasta malzemecileri, gidin oradan alın.

    öyle böyle derken baktım saat akşama geliyor.

    tuvaleti banyoyu temizledim.
    duşa girdim.
    tırnaklarımı kesip düzelttim.
    saçımı kuruttum.
    kırmızı ojelerimi sürdüm.
    file çorabımı, pileli ve siyah minicik eteğimi, üzerine de kıpkırmızı bluzumu giydim.
    içim zaten kırmızıydı, onu da mı söyleyelim ahah
    ah unutuyordum, bütün bu kırmızılar boşa gitmesin diye birkaç gündür ilaç da alıyordum. çünkü hormonlarıma müdahale etmesem, 31 aralık gecesi "kapalı" olmam gerekecekti.
    makyajımı yaptım.
    bu arada o da vapura biniyordu, gelirken şarap ve su almasını rica etmiştim.
    şarap alacak olmaya şaşırdı, "yok mu, e söyleseydin ben bildiğim yerden alırdım?"
    yahu insan kendisine yemek hazırlanan yere hiç değilse bir nezaket olarak içkiyi düşünmeden gider mi? bu nasıl aklına gelmemiş olabilir?
    gelmemiştir olabilir, sorun değil.

    geldi. birasını çerezini alıp salona oturdu. ben yine mutfağa döndüm. çünkü işim vardı.

    geldiğinde bişey demedi, demek ki pijamayla karşılasam da olurmuştu.
    ama ben güzeldim ve o da bunu fark edecek biriydi, bunları biliyordum, o yüzden sorun etmedim.

    çok aç gelmiş. hemen somonu alıp, ayrı ayrı pişirme kağıtlarının içine sarıp, önceden ısıtılmış 180 dereceye atıverdim.

    o esnada patatesleri haşlamaya durdum.
    onlar haşlanırken taze soğan ve maydonoz doğradım.
    patatesler olunca soyup onları da doğradım, az bir tereyağında çevirdim, pul biber ve tuz da serptim, altını kapattım, maydonoz ve taze soğanları da karıştırıp kapağını da kapattım.

    o orada demlenirken salatanın limonunu hallettim.
    masayı kurdum.
    şarabı açamadım, ondan rica ettim, karafa koydum. ya da koydu. hatırlamıyorum. ama karafı yerinden ben çıkardım.

    en nihayet oturup yemeğimizi yedik. güzel olmuştu neyse ki. basit şeylerdi ama işte bir sürü otu çöpü yıkaması uğraştırıcıydı epey, bir de benim mutfak saçma sapan küçük ve üstelik bulaşık makinem yok. yemeği yapmaktan çok çıkan pisliği toplamakla uğraşıyorsun.

    bitince kaldırdım masayı. balık artığı kokan bir şey, masada tutmamak lazım.

    salonda oturmaya devam etti. ben yine bulaşık yıkadım. "gelinceye kadar bırakamam bunları bu halde" dedim. "valla ben gelince bunu görsem anında sırtımı dönerdim" dedi. ama zaten o an da döndü, ben yıkamaya devam ettim.

    bana birkaç kere gelip kalmıştı. ama yemeğe ilk defa teşrif ettiği için, bu hallerini ilk defa gördüm.

    biraz garip bir ilişkimiz vardı. evinden çıkması için mahallesine atom bombası düşmesi filan gerekiyordu. bana sık gelen bir adam olmayı hiç düşünmedi, düşündüyse de bu hiç belli olmadı. ben bir yerler önerdiğimde de birkaç keresinde gitmedik, birkaçında da tamam bişey demedi ama "ulan adamı da evden çıkardık ama... memnuniyetsiz değildir işallah" demekten kendimizi alamadık.

    neyse gittik biz gideceğimiz yere. olabilecek en kötü şey oldu, ama o zaman onun aslında en kötü şey olmadığını, daha kötüsünün yaldır yaldır geldiğini bilmiyordum.

    bizim arkadaşlar gelmedi.

    murat biraz oturdu gitti.
    biz ikimiz kaldık.
    bu da, durduk yerde, sanki yılbaşı kutlamaya değil de "konuşmamız lazım." ruh haliyle çıkmışız gibi, benim onu neden sevdiğimi sorgulamaya başladı.

    "sen aslında ruhen dengesiz ama aşırı kontrollü bir insansın, o dengesizliğini kendi kontrol mekanizmanla belirli bir çizgide tutmak için çok çaba sarf ediyorsun. ama neden ediyorsun, bu ilişkinin gitmeyen bir tarafı olduğu belli, bunu sürdürmek için neden bu kadar uğraşıyorsun?"

    e seni seviyorum? ve seninle birlikte olmaya devam etmek istiyorum? bir şeyleri sana bikbik etmeden kendim çözmeye çalışıyorum, evet zorlanıyorum, ama seninle birlikte olmaya devam etmek istiyorum?

    o arada özlem geldi, biraz oturup gitti.
    onu uğurlarken ağladım.
    çünkü gitmesi, o an benim başıma gelecek en kötü şeydi. ama en kötü şey meğer o da değilmiş, hala bilmiyormuşum.

    rakı içmeye ve konuşmaya devam ettik.

    o arada elif geldi, biraz oturup gitti.
    onu uğurlarken de ağladım.
    çünkü gitmesi, o an benim başıma gelecek yeni bir en kötü şeydi. ama en kötü şey meğer o da değilmiş, hala bilmiyormuşum.

    yeni yıla da işte elif'le üçümüz otururken girdik. geri sayımda gittim bunun yanına, sarılmak ve öpüşmek istedim, sarıldık ve öpüştük ya da o bana bir temas lütfetti emin değilim. dayıma sarılmış da olabilirim.

    bunu bana ikinci yapışı. yani sevgili değil dayı sarılışını diyorum. ilk yaptığında aşırı incinmiştim, hatta buna çok incindiğimi daha yenilerde söyledim, ama tekrar yaptı. o an farkında değildi muhtemelen, çünkü farkında olacak biri olduğunu düşünmüyorum artık.

    elif de gidince ben artık iyice sarhoş olup bağırıp çağırmaya başlamıştım. allahtan müzik yüksekti de kimse bizi duymuyordu, yani umarım öyle olmuştur. olmadıysa da sikime kadar afedersin.

    eve geldik.

    ben biraz sıcaklık bekliyordum. ama sevgilimle değil dayımla birlikte olduğum için, tövbe estağfurullah dayılarımı da çok severim, elbette öyle bir şey olmadı. pazen pijamalarımı giyip yattım. yine olmadı. kalktım salona geldim.

    gelirken de "lütfen gelip beni buradan al" dedim. çünkü bu hareketi anlamaması riskini alamazdım.

    salona 5 dakika sonra, üstünü başını değiştirmiş bir şekilde, şarj aletini alıp gitmeye geldi.

    biraz daha bağırdım tam hatırlamıyorum. sonra gittik yattık.
    sarıldık, yani her zamanki gibi, ben sarıldım o kolunu üzerimde tutup benim ona sarılmama müsaade etti.
    uyuduk.
    sabah uyandık.
    bu bir "make up" olabilirdi.
    ama make up olması gereken olay esnasında bana bakmadı bile.
    ki her defasında bakardı. elimi tutardı. o an gerçekten benimle olduğunu bilirdim.
    bu sefer bilemedim. allah affetsin.
    sonra meşhur çikolatalı tart zamanı ve kahve.

    "kahvaltı" dedim, "ne istersin" dedim, "soğansız menemen yapayım istersen" dedim, ama bişey demedi. yahu evde en olmayan şey salatalık bile var ahah neyse tuza basıp yiyeyim bari. cacık yaparım. ama o kadar çeşit peyniri sucuğu napıcam hiçbir fikrim yok.

    "dün o kadar bağırdığım için özür dilerim" dedim. sakince konuşmaya başladık.
    sanırım çince konuşuyordu. yoksa elbette bir anlam verebilirdim, 31.5 yaşında kadınım neticede.

    biz ağustosta yine bi ayrılmıştık. yine böyle çotank diye olmuştu. gece bunu öpüp sevip yatmıştım, sabaha karşı hop bir baktım ayrılmışız.

    o esnada bana "ben başkalarıyla böyle değilim, ama seninle olmadı napim" gibi bişeyler demişti. kaç yaşında adam, bunun denmeyecek laf olduğunu anlar sonradan dersin di mi. yok anlamamış. bu kez de, üstelik kiminle kıyasladığını da açıkça belirterek söyledi bunu.

    biz ocak'ta tanışmıştık. aralık'ta bunu terk eden 3 aylık sevgilisiyle mesela, hiç böyle bir adam değilmiş.

    e terk etmiş seni panpa? sevdiğin kadını kendine bağlayamamış, kendini ona sevdirememişsin? belki de bu kez senin enerjin ona az geldi ki senin enerjinin az gelmeyeceği bir insanı zaten tahayyül edemiyorum? ben de öyle biri olsaydım belki bu kez 3 ay bile sürmeden ben de kalkıp gidecektim?

    her neyse.

    "birbirimizden farklı durumda değiliz, ikimiz de birbirimizle ne yapacağımızı bilmiyoruz. eğer bitecekse tamam evet bu bir yoldur. ama devam edecekse, madem bu şekilde sürdüremiyorsun, bunun için kendine bir yol yöntem bulmalısın" dedim. "kendini mutlu edecek hiçbir şey yapmıyor ve beni de o hiçliğin içinde bırakıyorsun, biraz hareket edip beni de o harekete katmayı hiç düşünmüyorsun. insan yaptığından karşılık alarak da çok mutlu olabilir, ben zaten tam da bu motivasyonla çaba sarf ediyorum aylardır, sen hiçbir şey yapmıyorsun ki karşılık alıp mutlu olasın" dedim.

    hiçbir şey demedi. özetle, biz bir arada olduğumuz zaman birbirimizin enerjisini alıyormuşuz.

    merhaba ben dagny. 31 yaşındayım. son bir yıldır, hayata dair en ufak bir motivasyonu olmayan 42 yaşında mutsuz bir adamın hayatındaydım. onu mutlu etmek için ne yapabilirdim bilmiyorum. samimiyetle bilmiyorum, bilsem yapardım. çünkü ben sevdiklerimi mutlu etmeyi dünyadaki hemen her şeyden daha çok önemserim. ama o mutsuz adam, bana onu mutlu etmek için bir mecra sunmadı. açmaya da çalışmadı. bekledi ki tüm yıldızlar tek çizgi üzerinde toplansın ve ben onu mutlu edeyim.

    edemedim.

    peki madem dedim. vedalaşmak istemiyorum. ben evden çıkayım, sen benden sonra çık.
    kapıyı nasıl kilitleyecekmiş.
    o an "ya allaşkına kapıyı ayrı kilidini ayrı derdini ayrı sikeyim" demek isterdim. demedim tabi. çıktım gittim.
    çok fazla değil, 10-15 dk sonra döndüğümde gitmişti.

    ben çıkınca pencerede sigara içmiş. onu da, pencerenin önündeki masayı tekrar düzeltmeye bile zahmet etmemiş olmasından anladım.

    bak bunu da kasten yapmadı mesela. adamın bir şeyleri toparlamak gibi bir algısı yok. o masa niye öyle yamuk yumuk duruyor arkadaşım, kendi evin mi orası, 5 dakika önce terk ettiğin kadının evi alo!

    ona söylenip masayı düzelttim.

    nevresimi tekrar değiştirdim.
    duş aldım.
    etrafı topladım.
    sigara kokusu gitsin diye saatlerce mum yaktım.
    mümkün olsa o an evden dahi taşınacaktım.

    girmediği bir ev ve hiç dokunmadığı eşyalar olsun istedim.
    hiç dokunmadığı bir bedenim olsun istedim.

    allahtan fazla gelmemişti evime.

    onun hediyesi olan cam şeyler var evde. vallahi atardım, ama güzel şeyler oldukları için atmadım. kıyamadığım şey anılar değil, o şeylerin kendisiydi.

    mesajları sildim. vatsap sohbetini sildim. fotoğrafları silmeme gerek yoktu çünkü zaten neredeyse fotoğraf yoktu. olsa silerdim. bir tane bırakırdım. yeni telefonda da bir tane var zaten. 31 aralık yemeğinden birazcık sonra, koltukta pineklerken çekmiştim.

    bastığı yerleri hatta oturduğu koltuğu bile silecektim de halim yoktu. bişey de yemedim çünkü.

    o gün, yemeyerek geçti zaten.

    akşam özlem ve kürşad geldi, ikisini de nasıl seviyorum belli değil. özlem bişey lazım mı dedi, ekmek yok dedim. kürşad da gelirken fıstıklı ülker getirmiş, çünkü biliyor ki en sevdiğim.

    oturduk epey.

    yattım uyudum sonra.

    bu sabah uyandım, oha dedim 2 ocak, günler ne çabuk geçiyor. bu sene de böyle böyle bitecek kesin ahah

    yine kahvaltı yapmadım. ki bu sabah, hatta şu saatlerde, onun arkadaşıyla muhtemelen boğaz'da kahvaltı yapıyor olmalıydık.

    ben oturmuş bunu yazıyorum.

    allah taksiratımızı affetsin.
  • gündoğumu ve batımı gezegenimizin kendi etrafında bir turunu; güneş ışığı yıldızımızda gerçekleşen nükleer füzyonu; yılbaşı gezegenimizin yıldızımız çevresinde bir turu tamamladığını anlatıyor. evren zamanına göre hepimiz ölüyüz. öylesine küçüğüz bir yandan. ölümlü birer zerreyiz.

    gündoğumu ve batımı hayatın içinde aktığımızı; güneş ışığı günümüzün, ruhumuzun ve zihnimizin aydınlandığını; yılbaşı geçmişi, geleceği ve şu anı tek gecede düşüneceğimizi imliyor aynı zamanda. kendi zamanımıza göre varız, buradayız, hayattayız. biriciğiz bir yandan. tüm evreni kendimizin üzerinden algılayacak kadar önemliyiz.

    yeni yıl için dileğim şu:
    hem ölümlü birer zerre olduğumuzu anımsayarak dertlerin geçiciliğini hatırlayalım
    hem de evrenin ta kendisi olduğumuzu, biricik olduğumuzu bilip hayatın iplerine sıkı sıkı tutunalım.

    yıldızımız çevresindeki yeni turumuz, ömrümüzün bir sonraki yılı kutlu olsun. hepinize mutlu bir yeni yıl diliyorum.
  • sekiz on sene önce:

    anneannemler, eniştemler gelmiş. anneannemle teyzem içeride yemekleri hazırlıyorlar. annemle babam dükkanda. bir kişiye daha yılbaşı ağacı satsalar kardır. gelseler de yemek yesek. herkes böyle ilginç bir neşe içinde. dedemle eniştem tavla oynuyorlar, dedem tecrübesiyle önde götürüyor oyunu. büyük babaanne de köşede oturmuş bize bakıyor. neşeli o da. kuzenimle acaba ne hediye almışlardır diye tartışıyoruz. bir de trt'yi mi izlenecek, star tv mi ona karar vermeye çalışıyoruz. kumanda bizde bugün. annemler geldi. sofrayı hazırlayalım. her şeyden çok çok yapmışlar. hepsinden yemek istiyorum ama doyuyorum. sofrayı toplamıcam diye mızıklanmayayım bugün. bir an önce tombalaya başlayalım. annem nereye sakladı acaba hediyeleri onu düşünüyorum. biraz sabredeyim ama on ikiye de ne çok var. tombala oynuyoruz. herkes neşeli hala. birinci çinko ikinci çinko bende. bozuk paraları cebime atıyorum. dedemler açtılar rakıyı. eniştem bir de sigara yaktı. babam kahkaha bile attı. on, dokuz, sekiz, yedi, altı, beş, dört, üç, iki, bir... herkes birbiriyle öpüşüyor. annem kaybolmuş ama ortalıktan. hediyeleri getirmeye gitmiştir. bana istediğim oyuncağı almışlar. teyzemler de kot ceket almışlar. abilerde görmüştüm çok güzel bir şey kot ceket. dedemler de kazak almışlar. anneannem kazağa uygun atkı ve bere örmüş bir de. bu gece dörde kadar yatmayacağım. geçen sene murat beşte yatmış. izin vermiş annesi babası. canım çekti bir muz daha yiyeyim. her zaman yenmez iki tane muz bir gecede. televizyonda da eğlenceli şeyler var. şarkılar, türküler. skeçler... saat üç olmuş. dörde kadar oturacaktım ama uykum geldi. okuldakilere dörtte yattım derim. dedemin rakısından yudumladığımı da söylerim. amma eğlendik be...

    şimdilerde:

    amına koduğumun yılbaşısı geldi yine. ne bok yiyecez bu sene. bir yere gitmeye kalksan cepte para yok. zaten öyle kalabalık gürültülü yerleri çekemem hiç. birilerinin evine gidip içecez yine. sanki bok var. içmenin de tadı kaçtı artık. hediye mi? yılbaşında hediye mi alınırmış lan o da ne. annemlerle mi takılsam? ama olmaz ki... demezler mi adama asosyal misin, ana kuzusu musun diye. yakışmaz bana. o kadar arkadaşım var benim dışarıya karşı karizmayı çizdirmemek lazım. absolut almışlar. tekel votka neyinize yetmiyo hayvanlar. bir sürü de tanımadığım insan olacak. yarrak gibi suratlarına bakarım artık. amını götünü sikeyim yılbaşı gibi... bu sene de eğlenemicem. hiçbir yılbaşında eğlenemicem galiba. niye büyüdüm lan...
  • bu sene de (2008) kışa denk geldiği için soğuk geçecek aktivite..
  • her sene bu dönem gelince sinirlerim tepeme çıkıyor. insanlar ne kadar çok zevk alıyorlar sahte çığlıklardan, saçma sapan sosyalleşme girişimlerinden. bütün yıl boyunca yanna bile uğramadığı insanları, "yılbaşı" bahanesiyle sahte bir sofra etrafına toplamak, "ee sizin kız ne yaptı bitirdi mi okulu ehehe?" sorularından girip "alıştınız mı x'e?" sorularından çıkana kadar boş muhabbetler etmek ne anlama gelir bilemiyorum. öncesinde biriktirip biriktirip, bütün gece boyunca sıçana kadar yiyip içmek ne anlam taşıyor anlamıyorum, anlamak da istemiyorum. hele şu sabahın körüne kadar titreye titreye sokaklarda dolaşanlara apayrı bir şaşıyorum.

    yılbaşı için benim en çok şaşırdığım şey ise "tatil" kavramı. bakın nasıl bir tatil bu:
    itfaiye bünyesindeki çalışan eleman sayısı iki kat artırılıyor, görevli polis sayısı artırılıyor, nöbetçi doktor sayısı artırılıyor, yol açma faaliyetlerinin hız kazanması için karayolları ve belediye ekiplerinde çalışan sayısı artırılıyor, kanalizasyon, elektrik vesaire türü tüm alt yapı işlerinde çalışacak işçi sayısı artırılıyor, görevli zabıta sayısı artırılıyor, gece boyunca çok sayıda maliye görevlisi nöbette kalıyor veya mesai yapıyor, güvenlik şirketlerindeki çalışan sayısı artırılıyor, bol miktarda marketin veya alışveriş merkezinin çalışan sayısı artırılıyor, artırılıyor da artırılıyor.

    peki kim kutluyor bu mına kodumun tatilini? bütün işçiler, memurlar iş yapıyor ulan. ne tatili, sittirin ordan.

    kimin kutladığı ortada ama neyse, yine bir şey demiyoruz, yine ses etmiyoruz, gidip nöbet tutuyor, nöbet sırasında da tv'de ibo şov izliyoruz, yaşadığımız hayata derin derin lanet ediyoruz. sizin o "mutlu yıllar" ya da "seni seviyorum" yazan kalp şeklindeki yastıklarınızı siteyim ben.
    yılbaşıymış, peh, zkimin başı...
  • her zaman ocağın birinde başlamayandır.
    küçük bir çocuk için bazen ocağın 15'i; yani memurlar için yılın ilk maaş günüdür yılbaşı.

    kanı pıhtılaşmayan çocuk 6 ay boyunca bir doktordan diğerine dolaşır, aylarca bir hastane odasında yatar.
    evin reisi elde avuçta ne varsa, hastanelere, tahlillere, doktorlara harcar. paket paket sigara yakar gözden uzaklarda. çocuk oyuncakları ile oynarken, kenarı köşesi çocuğun bir tarafına gelip de kanatmasın diye hepsini teker teker streç filme sarar. dolma gibi battaniyelere sarılan çocuk 6-7 ay sonra iyileşir. ne okuldaki derslere girebilmiştir. ne de arkadaşları ile oyun oynayabilmiştir.
    hastane koridorlarında geçen kasvetli bir mevsim. fakat baba her akşam okulda ne işlenmesi gerekiyorsa çocuğa anlatır hastane odasında rahatsız bir sandalyenin üzerinde dmo'nun ürettiği kurşun kalemlerle.

    ardından yaz gelir hem de aralığın sonuna doğru. hastaneden çıkar çocuk. geçen onca zaman sonra iyileşmiştir. ankara'nın karlı yollarında beğendik mağazasına gidilir. zamanının en popüler alışveriş merkezidir beğendik. yiyecekler alınır, çocuğun ayağı üşümesin diye cat marka bot da alınır.

    sonunda oyuncak reyonuna kaçan çocuk bir tane robot beğenir. kırmızı beyaz renkleri, elinde kılıcı ve tüm eklemleri bükülen gövdesi ile o kadar çekici gelir ki çocuğa, raftan kaptığı gibi babasının yanına koşar "baba bunu da alalım" diye. baba yüzünü ekşitir, para iyice suyunu çekmiştir. "alamayız" der. çocuk üzülür ama çaktırmaz. buruk gülümsemesi ile evin yolunu tutar.

    aradan 15 günden fazla geçer. tarih 15 ocak 1996. çocuk saat 15.00'te servise binecekken babasını görür elinde beğendik torbası ile. baba diye koşarak yanına gider. babası çocuğa sarılır, elini çocuğun saçına atar, okşar sevgiyle. ardından bir öpücük kondurur başına. elindeki poşeti uzatır. "bak sana ne aldım" der.
    çocuğun şeklini bile unuttuğu o robotu baba bir gün bile unutmamıştır. yeni yılın ilk gününde, baba maaşı alır almaz beğendik'e koşar, oyuncağı alır ve çocuğun okul çıkışına yetişir. sonra baba işe, çocuk eve döner.
    ah be baba, aradan 17 yıl geçti, eşek kadar adam olduk hala taşırım o robotu. ne zaman elime alsam gözlerim dolar. biliyorum şimdi gücün yetse hala erişemediğim tüm hayallerimi gider beğendik'ten alır gelirsin tam eve dönmeden önce bana yetiştirmek üzere.

    sen benim süper kahramanımsın. umarım her çocuğun senin gibi bir süper kahramanı olur.
    mutlu yıllar.
  • kendimi bildim bileli kışın olan bi gün. az önce dikkat ettim bu sene de kışa denk geliyor. sizce de biraz manidar değil mi? manidevran.
  • (bkz: geldi yine tipini siktiğimin)

    şaka şaka tabi, hepimizin kalplerine sevgi, ciğerlerine mutluluk doldurmasını temenni ettiğim yıl. hoşgeldin 2014.
hesabın var mı? giriş yap