• buz gibidir içerisi. tamamen çıplak, üzerinizda sadece bir çarşaf ile yatarsınız. vücudunuzun orasından burasından çıkan hortumlar, borular uzanır garip garip aletlere. arasıra biri üzerinize eğilip dikkatle inceler sizi, rahatsız olursunuz ama birşey söyleyemezsiniz. çünkü gırtlağınızdan aşağı inen bir başka hortum ciğerlerinize hava göndermektedir ve o yüzden konuşmanız imkansızdır. altı yedi saatte bir hastabakıcı gelir ve tıpkı bir bebek gibi kıçınızdan kirli bezi alıp temiz bez sarar. utanırsınız sıkılırsınız ama ne bir kelime edebilirsiniz ne kıpırdayabilirsiniz. anca bir iki damla yaş akıtabilirsiniz gözünüzden. sonra onu diğer hastabakıcı görür ve iğrenç bir ilaç kokan beyaz bir bezle suratınızı siler. delirmemek için kalp grafinizi gösteren aletin bip biplerini saymaya başlarsınız.
  • ömr-ü hayatımda kendimi en aciz, en çaresiz hissettiğim yer.

    diğerlerini bilemiyorum ama bir kalp hastanesinin yoğun bakımında 2 gün geçirdikten sonra hayatın değerini o kadar net anlıyor ki, neyse.

    gözlerimi açtığımda neredeyim demedim, heralde burası yoğun bakım dedim. hayatında hiç bu kadar üşümemiş, çırılçıplak, boğazımda tarifi imkansız bir acı, etrafımda tepkisiz yatan 3 hasta, buz olarak hayatlarına devam ettiklerini düşündüğüm bir kaç hemşire, her tarafımda kablo (şah damarımda, kasıkta, göbekte 3 tane, sonda, kollarda 2 tane) ve kafamdaki ekrandan çıkan seslerle buldum kendimi. duvardaki saatten gece mi gündüz mü olduğunu anlayamadım.

    soğuk olmasının sebebi mikrop ürememesi içinmiş. boğazımdaki açı boğazımdaki borudanmış, uyanınca çıkardılar. tansiyonum normale dönmemiş, doktor bir gece daha dayanacaksın dedi. uyutmuyorlar, hareket ettirmiyorlar, ve zaman geçmiyor. bir gün daha mı???
    hemşireler size cevap vermiyor zira herkes su istiyor. herkesin gözü hemşirede, su verir mi acaba diye. su su su. evet hemşire su verdi bana, küçük bir plastik bardağın 5te biri kadar. ve 2 gün boyunca bundan 8-10 defa anca içebildim. ölüyorum susuzluktan.

    sonraki 24 saat 24 yıl gibi geçti heralde. sonunda çıkardılar servise, tabi o halimi gören herkes yıkıldı, ameliyat değil burası bitirdi beni dedim ve doktora dönüp nolur biraz uyuyayım. 2 saat uyumama izin vermişler, o 2 saat de heralde 2 dk. gibi geçti.

    çok çok çok zor bir yer, buraya girip çıkan birileri varsa etrafınızda çıktığında suratına "ne oldu sana" gibi bakmayın, bağırıp kızabilir bir kaç gün, sesinizi çıkartmayın, çekilecek çile değil çünkü.
  • eger ki anne ise beklenen ve koroner yogun bakım ise önünde beklediginiz puslu camın arkası ve bir ay gecmisse üzerinden anneniz oraya yatalı hala ümidinizi kaybetmeden beklenebilen, mekanın, zamanın birbirine karıştıgı yerdir.ilk geldiginiz gün bir hasta yakını size bir aydır buradayım dediginde vay be ne kadar cok kalmıs derken siz en fazla bir hafta sonra cıkarız biz diye düşünürsünüz.fakat şimdi siz bir aydır buradayız diyorsunuzdur ve karsnızdakidir muhtemelen biz o kadar kalmayız diye düsünen.hasta ziyaretine gelenleri istemezsiniz bazen.dolup dolup da taşmamak icin onların karsısında.
    ve gecenin 1'inde calan telefonla ömrünüzden ömür gider.kapının acılmasını beklerken kaskatı olursunuz acaba bu defa mı diye düşünürken.ve doktorun,kalbi durmustu fakat geri getirdik, bilginiz olmasını istedik dediginde icinizden dua edersiniz, şükranlarınızı sunarsınız o doktora ve diger calısanlara.
    ve sabırla, sukunetle beklemeye devam edersiniz anneniz bir gün cıkacak sağ salim ümidi, umudu ile...
    yaşamayan bilmez, bildigini sanar en nihayetinde ateş bu düştügü yeri yakıyor.
  • "her şeye hazırlıklı olun.."

    yoğun bakımdaki hastanızı kontrol eden doktorların, hastanızın durumu ile ilgili size bilgi verirken sözlerini bağlama cümlesi bu.. "her şeye hazırlıklı olun.." bir gün öleceğini bilip, bu gerçeği çoğu zaman unutur halde yaşayan insan, tam olarak nelere hazırlayabilir kendini?

    yoğun bakımda yatan anneannemi bekliyoruz.. oradan sapasağlam çıkacağı günü.. yoğun bakımın otomatik kapısı, hayat ile ölüm arasındaki kapı gibi.. sonlu hayatla sonsuz hayat arasındaki ya da.. bekleme salonunda otururken gözümüz sürekli kapıda.. gözümüzü kaçırsak, kulağımız o mekanik kapı sesinde mutlaka.. duyularımız başka çalışıyor artık.. yoğun bakımın önündeki bekleme salonunda bekliyoruz, ne hikayeler öğreniyoruz.. duygularımız da başkalaşıyor..

    kapının diğer tarafında yatanları ve bizimle beraber bekleyen yakınlarını tanıyoruz.. henüz 17 yaşında, karnında 5 aylık bebeğiyle dul kalmış ve hayatının geri kalan 75 yılında bir daha evlenmeyip kendini çocuğuna adamış muhterem bir ninenin torunu ile ahbap oluyoruz mesela.. ya da ablamdan küçük olduğu halde, yaşadıkları yüzünden babam gibi gözüken gencecik bir adamın, şizofren eşine karşı sabrına, aklı evdeki eşindeyken yoğun bakımda yatan babasına karşı vefasına tanık oluyoruz.. zihnimde pek çok kapı açılıyor, o otomatik kapı her açıldığında..

    kapıdan içeri giriyorum.. birkaç gün öncesine kadar hiç tanımadığım bu insanlarla, aynı cümleleri kurarken buluyorum kendimi..

    "aç gözünü lütfen.."
    "bir şeyler söyle allah aşkına.."
    "beni duyuyorsan, tepki ver ne olur.."

    konuşmadan yatan yakınlarımız yerine, yanı başlarında duran monitörler konuşuyor bizimle.. çok sessiz içerisi.. baş ağrısına sebebiyet veren ağır bir sessizlik bu ama.. soluk alıp verme sesi bile yok, onun yerine ventilatörlerden gelen bip bip sesleri.. "her şeye hazırlıklı olun" cümlesi ağrıyan başımın içinde dönüp dolaşıyor.. hayatımın en ağır, en yoğun günlerini yaşıyorum.. yıllardır tanıdığı insanın sesi yerine, sadece bir monitör ve ventilatörden çıkan sese nasıl hazırlar kendini insan, bilmiyorum..
  • hapşurmasına bile dayanamadığım biricik dostumu biçare yatarken gördüğüm ünite.

    seslerinizden psikolojik durumunuzu şıp diye anlayarak kilometrelerce yol aşıp birbirinizin yüzünü görmeden rahat edemezken bir haberle darmadağın olursunuz. o, canınızıniçi beyin kanaması geçirmiş ve yoğun bakımdadır. derhal ailesine ve ona destek olmak durumda kalırsınız. üzülmeye endişeye fırsat bulamadan güçlü rolüne bürünüverirsiniz.

    15 gün sürer yoğun bakım kabusu her sabah, sabahı müjdelersiniz her akşam saati, akşam olduğunu kulağına fısıldarsınız. duymasa da tepki vermese de.. hayata dair ilgisini çekecek ne varsa anlatırsınız.. hergün 2 defa duş alırdı burda yatarken rahatsız olmasın huzursuz olur diye pamuklarla temizlersiniz narince porselen bir bebeğe dokunurcasına.. yüreğiniz birdir onunla bir tek tepkisine canınızı verecekmişcesine beklersiniz hastanede... ve sonuna kadar da inanırsınız o kurtulacak ve yine maç kavgası yapacak yine fotoğraf turlarına çıkacaksınız dağ tepe demeden..

    ölüm ensenizde olsada aklınıza bile getirmezsiniz ölümü.. hem dizilerde görmedik mi aliyenin kızı, yabancı damadın nicosu, yılan hikayesinin çınarı kurtulmamışmıydı onlarda yarı baygın yatmıyormuydu ve hepside kurtulmuştu bu mekanizmalarla dolu soğuk odadan...

    bir sabah ağırlık basar ve uyuya kalırsınız hastanenin soğuk koltuğunda ve o da dalmıştır sizinle birlikte uykuya onun uykusunun tek farkı asla uyanmayacaktır......

    (bkz: en yakin arkadasin olmesi)
    (bkz: zamanin durdugu anlar)
  • insanların, özellikle de hasta yakınlarının işin ciddiyetini bir türlü kavrayamadıkları ünite. yoğun bakımda yatan hasta için ziyarete gelenlerin %90'ı ilk 2 dakika içinde o beklenen "görebilir miyiz? bir görseydik?" sorusunu yöneltiyorlar. sevilen bir insanın hayatının tehlikede olması demek, yakınlarının hastane dönemi boyunce ölümlerden ölüm beğenmesi demektir ve dışarıdakiler kendilerini çaresiz hissederler. sanki yoğun bakıma girip hastayı gördükleri zaman her şey yoluna girecekmiş gibi gelir, sanki içeride tıbbi olarak bir şey yapılmıyor da, hasta çaresiz bir şekilde yatıyor gibi hisseder insan. o kargaşa içinde bunları hissetmek gayet doğal fakat kimse olaya öbür yönünden bakmak istemez*. tutalım ki yoğun bakım ünitesinde 10 tane yatak var, her hastaya iki kişi girse ziyaret için; eder 20 kişi. bu steril olmayan 20 kişide türlü türlü aktif/inaktif mikrop var; tek bir kişinin hapşırması bile oradaki hastalar için tehlike oluşturuyor. peki allah muhafaza içerideki hastalardan biri içeri gelen ziyaretçilerden enfeksiyon kaparsa ne olacak? yakinen yaşadığım bir olaydan yola çıkarak cevap veriyorum; zaten yaşam mücadelesi veren vücut daha da zayıflayacak, belki vücutta aktif olmayan virüsler aktif hale gelecek ve belki de hasta hayatını kaybedecek.. aynı dakikalar içerisinde ise yoğun bakımdaki hastasını görmüş olmanın mutluluk ve kendini tatmin etmenin rahatlığıyla o hapşıran vatandaş hayatına devam ediyor olacak..
  • yoğun bakım günlüğü-ilk on gün
    içerisi soğuk, çoksoğuk. niye bu kadar soğutmuşlar burayı, zaten hastasın şimdi birde soğuktan üşüteceksin. üstünüde düzgün örtmemişler, halbuki senin ayakların çok üşür; neden dışarda bırakmışlar ki? sırt üstü yatarken yaraların acıyor mu acaba? yaralarına krem sürdüler mi? o hortum ağzındayken ağzın kurur, bunun başka çaresi yok mu? hava vermeleri gerekiyormuşşşş...sen buraya gelirken uyumadan önce nefes alıp verebiliyordun, ne oldu ki? kimse açıklayamıyor, hasta böyle getirirldi, geldiğinde böyleydi deniyor. peki nasıl emin olucaz? oysa sabah sana o hortumla su vermiştik, rahatla diye. ozaman nefes alıyordun ama. hangi hastane yanlış yaptı, gönderen mi, yoksa burası mı? uykundan da uyanamıyosun ama sabah uyanmıştın sonra onlar seni tekrar uyuttu. madem uyanamayacaktın neden uyuttular öyleyse? buraya gelince hemen gözlerini açıp, bize gözlerinle işaret vermeni bekledik ama olmadı. günler sürdü gözlerini açman. makinesiz nefes alman için dualar ettik çünkü yoktu başka yapacak bir şey. çaresizliğin bu kadar net hissedildiği anlar azdır hayatta, keşke hiç bilmeseydik, hissetmeseydik. hep kendimizi avuttuk hala da avutuyoruz. burada sana iyi bakıyorlar, yakında düzelip evimize döneceğiz diye fısıldıyoruz kulağına. sen bizi duyuyor musun? kapalı olan gözlerini kırp diyoruz eğer duyuyorsan ve göz kapağındaki en ufak kıpırtıdan umutlanıyoruz, bilinci yerinde ama gözlerini açamıyor diye. doktorlara söylüyoruz bilinci kapalı diyorlar makine gibi bize. sanki seni hayatta tutan o makinelerle söz birliği etmişler, onlar gibi duygusuz ve yanıtsız bırakıyorlar bizi. gene de şükrediyoruz nefes almaya başlayıp makinenin etkisini azalttıklarını duyduğumuzda. beklediğimiz iyileşme bu, sen kurtulacaksın, güçlü ol diye fısıldıyoruz bu sefer kulağına. mikrop kapmana aldırmadan sana dokunmaya, seni hissetmeye ve varlığımızı sana hissettirmeye çalışıyoruz, yanlış olduğunu bile bile bencilce. zorla göz kapaklarını açıp, bize baktığında o gün en mutlu günümüz oluyor ama sonra gene uykuya dalıyorsun. ne kadar çok uyudun böyle, halbuki sen bu kadar uyumayı sevmezsin hadi uyan artık. yoğun bakım kapısında beklemiyoruz artık çünkü orada yapacak bir şey yok. sadece seni görebildiğimiz dakikalarda oradayız. yavaş yavaş hayatın gerçeklerini kabul etmeye başlıyor insan. duruma uyum sağlamak bu kadar kolay olabilirmiymiş, en sevdiğini bırakıp yaşama kaldığın yerden devam edebilir misin? çok zor gibi gözüküyor değil mi? ama devam ediyorsun, yapamam dediğini yapıp, dayanamam dediğine dayanmayı öğreniyorsun. şimdi neyi merak ediyorum biliyor musun? biz yokken de iyi davranıyorlar mı sana, yoksa hepsi göstermelik mi? bunun tek ölçütü şu anda iyileşmede gösterdiğin mesafe. olumlu olan her gelişmede birbirimizi onaylayarak evet sana iyi bakıyorlar, adamlar işini biliyor, o emin ellerde iyi ki de yoğun bakıma almışlar, sürekli kontrol altında deyip, onaylıyoruz birbirimizi. oysaki esas övgüler sana olmalı. direniyorsun. bazen ne düşünüyorum biliyor musun? sen yaşamak için değil de gidersen çocukların üzülecek, onlar sahipsiz kalacak, sensiz darmadağın olacaklar diye direniyorsun. acı da çeksen, her yerini delseler de, eziyette etseler belki çocuklarıma dönerim diye direniyorsun. diren annecim, çünkü sana çok ihtiyacımız var, seni çok özledik, biliyorum, ben evde bunları yazarken, sen beni duyuyorsun, ne olur dayan...
  • ölmeyi ya da hayata dönmeyi bekleyen insanların yeridir.

    filmlerdekinin aksine hastaların çoğu hareket eder ve hatta nefes almalarını, beslenmelerini vb. sağlayan kabloları çıkartıp atmaya çalışırlar. bunu engellemek için de hastaların eli kolu bağlanır.

    ve belki de en önemli soru, acaba komada olan bir insan bizi duyabilir mi?

    yoğun bakım rehabilitasyonu dersini anlatan hocamın kendi hikayesine göre evet duyabilir. üniversite öğrencisi iken geçirdiği kazada günlerce yoğun bakımda kaldığında doktorların vizite esnasında göremese de yanına geldiklerini ve konuştuklarını gayet iyi duyabiliyormuş. sabah gelen doktor, öğrencilerine "hastamızın durumu çok kötü, akşama göremeyeceğiz, ex olur." dediğini ve aynı doktorun akşam gelip "evet, hala hayatta ama sabaha kesin ex olacaktır." dediğini gayet iyi hatırlıyor. hatta bu konuşmanın hemen hemen her gün yapıldığını da. sınıf arkadaşlarının nöbetleşe gelip onunla konuştuğunu, her şeyin düzeleceğini söylediklerini ve ona fizik tedavi yaptıklarını hatırlıyor.

    bu yüzdendir ki hasta size tepki vermiyor olsa da yanında konuştuklarınıza çok dikkat etmeniz gerekmektedir.
  • hayatın, sevginin, değerlerin, yaşanılmışların, yaşanamayanların, kısacası her şeyin sorgulandığı mekan.

    bugün 64. gün bitti. umut, ümitsizlik, gözyaşı, bazen sevinç, çoğunlukla hüzünle geçen 64 gün. bayram girdi araya, ilk defa babanın eli öpülmeden geçen bayram. hoş, adına bayram diyorum da, pek bayram olmadı bu seferkisi..

    yanına gidip konuştuğunda hiçbir tepki vermeyen, veremeyen; konuştukça nefes alış verişi hızlanan, yattığı yerden kalkmaya gayret eden ama kalkamayan; gözleri açık, öylece tavana bakan baba..

    allah kimseyi yoğun bakım kapılarında bekletmesin.
  • hayatımdaki en kötü saatleri yaşadığım yer. hayati bir tehdit yoktu ve bilincim de açıktı, en kötüsü de bu sanırım bilincin açık olması. 6 sene önce skolyoz ameliyatı sonrası girmiştim ben bu yoğun bakım ünitesine. ağzınızda bir boru, hareket ettiremediğiniz bir beden ve düşüncelerinizle başbaşa kalıyorsunuz. bununla kalsa yine iyi yanınızda bir de kalçası kırılmış yaşlı bir teyze varsa iyice cehennem azabına dönüşüyor. o teyzenin kaprisleri, bağrışları, çığlıkları hâlâ kulağımda. kendi derdime mi yanayım, o teyzeye saydırayım mı kararsız kalmıştım. gözünüzü açamıyorsunuz, sadece duyabiliyorsunuz. o teyzenin çığlıkları yetmiyormuş gibi bir de hemşire geliyor, neymiş efendim sizi silecekmiş. köpek miyim ulan ben! meğerse ameliyat sırasında doktorlar üzerimde risk oynamışlar, boyamışlar bir güzel her yerimi, işaretlemişler nereyi keseceklerini. tabii hiçbir şey yapamıyorsunuz. sadece istemediğinizi belli etmek için inleyebiliyorsunuz. ancak o hemşire sizi bir güzel siliyor, bir de üstüne utanacak ne var diyor. fizyolojik çöküşü psikolojik çöküş takip ediyor yani.
    bunlar da yetmiyor o boruyu çıkartıyorlar, bunun acısı yetmiyormuş gibi o boru çıkartılırken bir güzel kusuyorsunuz. 3 kere kustum galiba.
    tam sizi onlar rahat bırakırken bu sefer susuzluk sizi vuruyor. hayatımda hiç bu kadar susadığımı hatırlamıyorum. can havliyle su demiştim ki ilk kelimem buydu sanırım. ancak "miden hazır değil" diye bir bardak suyu çok görüyorlar size. ne anladım bu yoğun bakımdan. aradan saatler geçiyor, teyze bağrıyor, siz daha çok susuyorsunuz arada uyuyup uyanıyorsunuz, gözlerinizi açmak için çaba sarf ediyorsunuz. sonra bir yudum su veriyorlar. aradan iki saat geçiyor, iki yudum veriyorlar.
    böyle böyle kaç saat geçti, yoksa gün mü geçti bilmiyorum ama o yoğun bakımda yaşanan her dakika bir ömür gibi geliyor. vücudunuzu kontrol edememek, hiçbir yerinizi oynatamamak, tamamen insanların insafında olmak gerçekten çok zor.
    yoğun bakım bir felakettir efendim. bilinciniz odada yerine gelsin, yoğun bakımda değil. ben bunu bilir, bunu söylerim.
hesabın var mı? giriş yap