• cannes film festivalinde takım elbisesi ve papyonu olmayan yüzlerce yılmaz güney hayranı kürt ve türkün birlikte izlediği film. festival düzenleyicileri bu insanları içeri almadıklarında filmin isviçreli yapımcısı donat keusch, görevlileri filmin makarasını alıp götürmekle tehdit etmiş, festivalde rezillik çıkarmamak adına görevliler kabul etmiş, zaten gösterimi çok dolu olmayan filme insanlar akın etmiş. film bittiğinde ise 15 dakika aralıksız alkışlar... bu 2. dünya ülkesinden çıkan ağıttan jüri üyeleri başta güçlü kadınlar olmak üzere, sidney lumet, gabriel garcia marquez epey etkilenmiş olacak ki büyük ödül costa-gavras'ın missing'i ile yol'a gitmiş.

    esasında film 12 karakter olarak tasarlanmıştır. bertolucci'nin 1900'ü gibi 5 saatlik bir filmle, tüm türkiye'nin portresi çizilmeyi düşünülmüş fakat hem teknik imkanlar hem de böyle bir öykünün anlatımının ne derece zor olacağı göz önüne alınarak ana karakter sayısı önce 10 sonrasında 6 karaktere kadar düşürülmüştür. yaklaşık 2 saat 15 dakika olarak yapılan ilk kurguyla cannes'a başvurulduğunda, filmin en çok 1 saat 50 dakika olması gerektiği öğrenilmiş ve öyküsü adana'da geçen, mafyatik ilişkilerin başındaki burjuva simgesi, sarhoş mahkum senaryodan çıkarılmıştır. filmin yaklaşık 6.5 saatten oluşan tüm sahneleri 25 yıl sonra filmin kurgucusu tarafından ülkemize getirilmiş, gezici film festivali'nde bazıları oynatılmıştır.

    --- spoiler ---

    filme yaş sınırı getirilmesin (zaten her türlü sansürü yemiş, bir de bu eksik kalsın demişler sanırım) diye dahil edilmeyen sahneler arasında seyit ali'nin karda atıyla yol alışı yaklaşık 15 dakika olarak anlatılıyor. at uyuyakalıp donmasın diye seyit ali sürekli kırbaçlıyor ve kemeriyle dövüyor hayvanı. mücadelenin sonunda filmde de olduğu gibi at bayılıyor, seyit ali daha fazla acı çekmesin diye atı vuruyor. bu arada tarık akan'la at arasında önemli bir dostluk geliştiğinden, tarık akan atı vuramamış, onun yerine kıyafetlerini giyen yılmaz güney'in kuzeni tetiği çekmiş. filmde olmayan sahne ise soğuktan elleri donan seyit ali'nin bıçağını çıkarıp, atı karnından ikiye yarıp, ellerini içine sokarak ısınmaya çalıştığı an. böyle söyleyince şok etkisi yaratıyor mu bilmiyorum ama bu sahnenin üstüne salonda bir süreliğine kimse kıpırdayamadı.

    --- spoiler ---
  • 1982 cannes film festivali'nde en iyi film odulunu almis. seyit ali'nin (tarik akan) serefini kurtarmak icun kerhaneye dusmus karisini oldurup oldurmemesi gerektigini dusundugu sahnede arkadasina "aklim bana dusman. hic insanin akli kendisine dusman olur mu?" demesi, gaziantep seyyar saticilarinin kenan evren ve bulent ersoy posterleri satmasi (ki darbeden sonra evren pasa bulent ersoy'un tv'ye cikmasini yasaklamisti) ve hapisten izne cikan mahkumlarin disardayken bile kesinlikle ozgur olamamasi donemin turkiyesini gayet iyi anlatan 3 onemli sahnedir bence. diyaloglar surerken arka plandan surekli gelen kurt ve cakal sesleri, polis sirenleri, aglayan cocuk ciyaklamalari, patlayan silahlar askeri rejimin halihazirdaki genel kaotik ortama yaptigi katkiyi gosterir ve, yapmacikliga ve arabesklige kacmadan, bu durumdan etkilenen yurdum insaninin trajedisini gozler onune serer.

    mahpuslarin icinde bulundugu hapishane imrali yari acik cezaevidir. burdan cikan mahpuslardan birisi kurdistan'a gider. zurnanin zirt dedigi nokta da burasidir iste. bugun bile herhangi bir filmde kurdistan diye bir yerden bahsedilemezken darbeden hemen sonra yilmaz guney sanati ve kendince hakli oldugu davasi icin bir kumar oynamistir; ve tabi ki kaybetmistir. yillar boyunca film yasaklanmistir turkiye'de. yasagin kalkmasindan sonra da bu sahnelerin cogu turkiye'deki sinemalarda sansurlenmistir. sansurlenmis versiyonda bircok insanin hikayesi yarim kalir ve film anlamsiz bir sekilde biter.

    sonuc olarak, guney,yol'da, turkiye'nin kendine ozel sorunlarini kullanarak en iyi bildigi sey olan toreleriyle ve devletiyle celisen "cagdas" turk insanini anlatir; ve bu sayede insanoglunu da anlatmis olur. geri kalmislik, cehalet, ezilmislik, bozuk ve aksanli turkce kullanimi guney icin lanet edilesi, assagilanasi, dalga gecilesi eksiklikler degildir. guney'i bircok turk senaristinden, yonetmeninden, aydinindan ayiran nokta da bu samimiyetidir iste.
  • ilk ergenliğimden beri kurup kurup durduğum bi rahatlatıcı hayal var. sonsuz derinlikte bir kuyuda düşme hissi. dibi olmadığı için yere çarpma endişesi yok. nereye varacağım, nasıl duracağım düşünceleri yok. öyle olduğu için full cpu kendini düşme hissinin zevkine bırakabiliyorsun. ve düşmek çok zevkli.

    çok bi yıllar önce de bir akşam evde ekmek yoğuruyordum. birden bire içime öyle şiddetli bi şekilde arabaya atlayıp nereye olduğunu düşünmeden basıp saatlerce gitme isteği dolmuştu ki anlatamam. o güne kadar böyle bir şeyi yapmışlığım da yok. nereden esti bu diye şaşırmıştım. bilmediğim bir duyguyu hayal edip özlemişim daha çok.

    tüm bunlardan yıllar sonra kendimi nereye varacağını bilmediğim ve umursamadığım yollarda seyrederken bulmaya başladım. o anlarda bu eski hamurlu akşamı hiç anımsamadım tabii. dipsiz kuyuda düşme senaryomu da. sonradan geldi bu bağlantılar.

    yol güzel bir şey. varacağın yere odaklanınca yorucu, en iyi ihtimalle sıkıcı bir transient ara faz oluyor. ama aslında çıktığın ilk nokta bitmiş gitmiş artık, duracağın yer her neresiyse o da ortada yok. uzay boşluğunda ipsiz hortumsuz salındığın an gibi biraz. onu bi ara faz gibi görmeyi bırakıp seni ileri ve geri zincirleyen bağlantıları ayağından söküp atarsan çok nefis bi mesnetsizlik periyodu aslında. ışık hızına ulaşırsan zaman durur. nıtç. zamanı unutursan zaman duruyor zaten.

    seyrederken mest olduğum yolları özleyeceğimi fark ettikçe kaydetmeye başlamıştım. çok çılgın bi yol arşivim oldu böyle. amatör çekimler hepsi, oynanmamış, düzeltilmemiş, camın pisliği temizlenmemiş, ağzımın suyu akarken telefon yolu bırakıp dashboardu çekmiş… olsun. hele bazen büyülü tesadüfler oluyordu, arabadaki müziğin salınımıyla yolun salınımının rezonansa girdiği orgazmik anlar… manzaranın müziği duyuyormuş gibi döne döne dans ettiği anlar. şimdi o mesnetsizlik hissini hatırlamama eşlik ediyor bu kayıtlar. zincir kesiği içindeki ayak bileklerimi kaşıya kaşıya seyrediyorum.

    bazı yol böyle karlı
    bazısı sonbaharlı
    bazı yol asfaltlı
    bazı yol taşlı
    bazı yolda yol yok!!

    bazen yol altta değil üstte
    bazen güneşle dans ediyor
    bazen ağaçla

    bazısında zevkten gözünden yaş geliyor
    bazısında dağdan döne döne bulut iniyor

    bazı yol yazlı
    bazı yol kışlı
    bazı yol şakalı
    bazı yol da sadece yol işte, akıyor neşeli neşeli...

    insan bi cumartesi gecesi evde oturmuşken içlenir eski sevgilisini özler, içlenir anasını babasını arkadaşını özler… insan yol özler mi! özlüyor. al gözüm seyreyle 314. öyle de bi şey işte.
  • çok başarılı ironilerle dönemin türkiye'sine ayna tutan, tüm gerçekliğiyle o dönemi yansıtan baş yapıt bir dram. sene 2011 ve bu filmi izlerken hala günümüz gerçeklerini yansıttığını görmek filmin dramından daha çok acı verir insana.

    --- spoiler ---
    filmde kadın erkek ilişkilerini ironik bir şekilde anlatan sahnelerden birisi şöyle gelişir;

    e: 5 mahkumdan biri olan erkek kişisi k: onun nişanlandığı kadın kişisi

    e:biliyosun tahliyemden sonra hemen evlenecez. evin erkeği olarak evde benim sözüm geçerli, ben ne dersem o kabul edilecek! mesela ben kara dedim değil mi sen de diyeceksin ki o karadır! erkeklerle konuşmak, şakalaşmak kesinlikle olamaz kızarım, çok kızarıım! kardeşlerin, yakın akrabaların haricinde başkalarının erkekleriyle konuşmak, sohbet etmek yok. ben ne dersem o olacak sözümden çıkmak yok öyle şöyle giyineyim yok. kızarım çok kızarım, hiç sevmem! ne giyeceksin ne yapacaksın ben tayin ederim tamam mı!!
    k:tamam. (aynı zamanda adama hayran hayran bakmaktadır) ne güzel diyosun bunları mapushanede mi ögrendin?

    bir süre sonra aralarında geçen diğer muhabbet erkek kişimiz az önceki muhabbeti unutmuş olmalı.
    e: bi daha kim bilir ne zaman görüşcez.
    k: mektup yaz bana uzun uzuuun yaz. sizin yeni evin adresine yaz, bize yazma babam kızar sonra.
    e: eee eski kafalı adam ne diyeceksin.
    --- spoiler ---
  • costa-gavras'ın missing ile beraber altın palmiye ödülünü alan, türk sinemasının mihenk taşlarından, yurt dışında bir çok kişi tarafından türk sineması adına neredeyse bilinen tek filmdir yol. yılmaz güney'in hapishaneden yönettiği, şerif gören'in büyük emekler verdiği bir türkiye portresidir.

    --- spoiler ---

    darbe olmuş asker tüm ülkeyi kontrolüne almıştır. insanlar sürekli aranmaktadır. ve bir mahkum izni sırasında sevgilisini görmeye giderken kimliğini kaybedip göz altına alınır. bir haftam var der, izinim biter durumumu cezaevine sorana kadar. kimse dinlemez.

    bir başka yerde küçük bir çocuk namus davasına kocasıyla kaçan kardeşini ve kocayı vurur. bir başka yerde karısını öldüremeyen seyit ali onu dağlarda dondurmaya karar verir. bunu bile yapamaz, yaşatmak için karısını, karların arasında uyuya kalmasın diye kırbaçlar, oğluna kırbaçlatır.

    bir adam ölü kardeşinin ölüsünü alamaz askerlerden. korkar. ve töre kardeşinin karısını onun karısı yaparken o beğendiği kıza sadece bakar.

    --- spoiler ---

    bunlar sadece yolun anlattıklarıdır. bir de bu hikayelerin arasına sıkışmış insan portleri vardır ki, daha çocuk yaşta sigara içen çocuklar, namus bekçiliğine soyunmuş insanlar, aramalar, kurşunlar, açlıklar, feodal acımasızlıklar, aşklar...

    baştan aşağı bu toprakta doğan büyük bir yönetmenin bu topraklara yazdığı destandır. büyük şairimiz nazım hikmet'in memleketimden insan manzaralari neyse türk şiiri ve edebiyatı için yol da türk sinemasında ona karşılık gelir.

    ve böyle cesur böyle büyük bir yönetmenin değerini bilemeyen bizler yıllar sonra izleyip acıyla bakarız kaybettiklerimize.

    oyunculukları ise olabildiğine yalın olabildiğine gerçektir. seslendirmelerin bazıları benim kulağımı bir nebze rahatsız etse de böyle bir filmde bunu göz ardı etmek olabildiğine kolay benim için.
  • bulutsuzluk özlemi'nin açık ara en iyi albümü.
    98'de çıkar çıkmaz kasetini almış ve sabah akşam dinler olmuştum.
    aradan geçen yıllara bakınca albümün derinliği, müzikal gücü, bugünün türkiye'sinde bize dayatılan müziklere bakınca daha da eşsiz hale geliyor.

    öyle ki albümdeki eserlerin eleştirdiği, dile getirdiği sorunlar 23 sene sonra bile halen geçerli, hatta daha beter durumda her şey.
    harran ovası, yök'ün yıldönümü, özgürlük emek ister, hayatın gidişatı, dede baba oğul ve tabiki albümün lokomotifi yine düştük yollara .
    hepsi çok güçlü şarkılar.
    akın eldes var sina koloğlu var.

    90'lı yıllar, türk rock tarihinin en üretken zamanlarındandı. birçok grup ama iyi ama kötü bir çok eseri ortaya çıkardı. rock müziğin alt kültürleri daha özgür yaşıyordu.

    toplumun bugüne nazaran daha çok tepki verdiği, sorguladığı, eleştirdiği bir atmosferde üretilen eserler, bugünlerde daha da kıymetleniyor, çünkü nitelik ve nicelik anlamında erozyona uğradığımız şeyler o kadar çok ki.
    toplumun kendini ifade etme şekli olan sanatın köküne kimyasalı bastılar, ses çıkmasın, eleştiri duyulmasın diye.

    kapitalist tüketim düzeni her şeyi olduğu gibi müziği de değiştirdi.
    albüm anlayışı yerine "tekli" denen yudumluk, tadımlık şarkılara bıraktı.
    müzikal altyapının titizlikle örüldüğü eserler, daha hızlı üretilen formatta ve akılda kalmayan şarkılara dönüştü.

    tabii bu düzene rock müzik üreticileri uyum sağlamakta zorlandı.
    dinleyici kitlesinin ve üreticinin tarzı olmayan bir durum olduğundan üretim azaldı ve neredeyse bitme noktasına geldi.

    2021 yılında yol gibi bir albüm yapmak artık zor.
    siyasal iklim değişti ve eleştirel müzik yapmak hayatta kalmak anlamında zorlaştırıldı.

    geçen gün yolda gördüm nejat reyizi, köpeğini dolaştırıyordu, durup "ne olur üretimi bırakmayın" diyecektim, diyemedim, onun yerine albümü açtım dinledim uzun uzun.

    sanata, müziğe ihtiyacımız var.
    bizi bir arada tutacak her şey bizi daha güçlü yapacaktır.
  • yilmaz guney is acmis basina. 76'da girdigi mapushanede duramiyor, once suru ardindan yol`'u yaziyor. kalkmis agir bir tasin altina elini koymus. bitirecek ya kiminle bitirsin? erden kiral olmadi. saglam govde istiyor; guney mahkum, dalindan tutacak. o zamana kadar 16 film cekmis olan serif goren'e teslim ediliyor senaryo. soyleydi boyleydi derken, sayfalarca yazilabilecek aniya sahip ekip ile nihayetinde cekimler tamamlaniyor.
    1981; yilmaz guney firarda. fransa'ya gidiyor. filmin kurgusu orada yeniden yapilacak. kendi filmi olsun istiyor belli ki.

    --- spoiler ---
    hapishane avlusunda başlıyor film. kader mahkumu mu dersiniz ya da suclu mu ne derseniz diyin; 5 adamin izinde ciktigi hikayeye geciyor. izin kagitlari elde. daha cikar cikmaz kimisi sorun yasiyor. cetin yillar, "askeriye varken bekciyi kim takar?" turkiye'si olmus, uniforma var diye bekciden korkma yillari gecmis. 5 adam da farkli haneye yola cikiyor, yollarda kesisiyor bazen yolculuklari. biri donmeyecek geri, kafaya koymus; yilmaz guney akla geliyor, donmuyor. zaten en kararli, en kuralsiz o cikiyor iclerinde.(!)
    yilmaz guney yapacagini biliyor bilmesine de kafesteki kus, disaridaki ozgur kus metaforu o zamanlar bu kadar klasiklesmemis mi sinemada? cuk oturmus gerci, kisa kesmis kuscunun hikayesini.
    uc tane daha anti kahraman var filmde. biri karisinin kardesinin olumune korkusuyla sebep olmus durustlugu ile kaybetme korkusu arasinda sikismis, digerinin karisi herif mapushanedeyken "yoldan cikinca" tore olum kararini vermis, oteki de kendi halinde hayatina devam eden varos model.
    bu besi bir yerde, turlu turlu badireler atlatiyor, yasayan yasiyor, kacan kaciyor.
    turkiye'de yasayip bu filmi seyredeceksiniz ve etkilenmeyeceksiniz? bu cok guc. ama film o kadar kutsallastiriliyor ki hicbir eksigi, hatasi elestirilemiyor. hakkinda olumsuz tek kelime edecek olsaniz "ya birak, daha cesur ornegi var mi turkiye'de?" diye karsiniza dikilecekler.
    ornegin; filmin basinda mahkumlardan birinin disi catlamis oluyordu, agriyordu. dislerin hasati cikmis. ilerleyen dakikalarda seyit ali karakterinde de ayni sorunu goruyoruz. dislere yaklasiyoruz, gayet onceki adaminki gibi. sonra bu adamin karisini goruyoruz, 8 aydir gun yuzu gormemis, yikanmamis dahi. dislerine bakiyoruz, zine karakterini canlandiran serif sezer'in disleri sahane!
    oyuncularin aksanlarina bakiyoruz; ayni yorenin insani farkli farkli konusuyor. biri diyor "geliyem" oteki "geliyor musun?". zaman zaman birini getirip "hadi sen bu karakteri canlandir." dediklerini hatirliyoruz seyrederken.
    yol, insanlara hakikaten aslinda cok iyi bildikleri ama gormezden geldikleri farkli paradigmalari gosteriyor. adana, konya, gaziantep ve urfa'ya giden yollardan geciriyor. otobuste, el kadar veletlerin canli konserini, koyde elden kucuk bebelerin cigara tutturmesini, kendi hastaligina derman olan insani, insanlarin daga cikisini, devletin postalini gosteriyor. her seyi gostermek istiyor. hal boyle olunca da 114 dakikalik filmde bir ordan bir burdan gosterelim derken bazen hicbir estetigi olmayan kopuk kopuk cekimleri seyretmek zorunda kaliyoruz.
    bunlari gormezden gelmeye luzum yok ki. oyle ya da boyle; kadin ve erkek iliskileri uzerine yobazligin, torelerin, cocugu gudulemenin, vicdanin muhasebesi zaten yapiliyor yol'da. zaman zaman kara çarşaf altında zaman zaman ise bir kerhane odasında kadının durduğu iki uç nokta, bir erkeğin çelişkileri ile yakınlaşıyor. kadinin da her seye ragmen "kadin", cocugun da "cocuk" oldugu vurgulaniyor.
    peki ya insanlari bu kadar gozumuze sokarken ve ayrimciligin insanlari ne durumlara soktugunu gosterirken filmde tur ayrimciligi nasil yapiliyor? sinemaci hirsina kapilan "en gercekci sahneyi ben cektim"ciler bir atin canini nasil boyle keyfi bir sekilde aliyor?
    filme doneyim de ne demek istedigim anlasilsin.
    saniyorum uc sahne seyircilerin ortak hafizasinda yer ediniyor; soguktan donan atin olumu (ki nefret ettigim ve yilmaz guney'den ve serif goren'den nefret ettiren bir sahnedir. film cekimleri sirasinda keske butun ekip donsaydi da at sag kalsaydi.), trende sevisme baskini, jandarmanin catisma sonunda traktorle koye cesetleri getirmesi. esasinda su an dusununce soguktan donmamasi icin kirbacla vurulan kadin, trende anne babasi icin aglayan cocuklar, raki masasinda toplum normlari uzerine ahkam kesen sinir bozucu karakter vs bir suru goruntu geliyor ki aklima. ve kanimca tum bunlarla zamanina ve paralel olarak kosullarina gore baski altinda tamamlanan bir film olarak turk sinemasinda bir eksikligi gidermek icin eskimiyor yol. ati oldurerek boktan hissettiren ekibine ragmen, maalesef.
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    atin oldurulmesini her hatirladigimda insanlardan tiksinerek aniyorum bu filmi.

    --- spoiler ---
  • türk sinemasının gelmiş geçmiş en cesur filmidir yol. seneler önce çekilmiş olmasına rağmen insan hakları üzerine yapılmış bir başyapıttır ve belki de 12 eylül darbesine karşı söylenmiş en güzel sözlerden biri aynı zamanda.
    filmde imralı yarı açık cezaevi'nden evlerine gitmek üzere kısıtlı bir süre izinleri olan 5 mahkumun başına gelenler anlatılıyor. her birinin başka bir hikayesi var. ve karakterler üzerinden öylesine güzel mesajlar verilmiş ki bunca sene geçmesine rağmen hala geçerliliğini koruyan gerçekler bunlar.
    bunun dışında filmde bir sahne vardır ki ;

    --- spoiler ---
    tarık akan geneleve düşen karısını öldürmek üzere köyüne gider. kadın* aylardır ahırda saklatılmıştır öldürülmek üzere.. tarık akan tam götürürken karlar arasında donma tehlikesiyle karşı karşıya kalır kadın . o sırada tarık akan yanındaki oğluna donmaması için annesine kemerle vurmasını söyler. çocuk bir taraftan annesine duyduğu nefretle , bir taraftan da annesini kaybetme korkusuyla başlar annesine vurmaya.
    --- spoiler ---
  • bu filmdeki sahnelerden birinde yer alan, sabuha adli eserin otobusteki uc kucuk cocuk tarafindan seslendirilisi kadar icli ve samimi bir baska bir seslendirmeyi tarihte sadece tek bir kisi gerceklestirmistir*.
  • “her bir yol, sadece bir yoldur. kalbimiz, bize bu yolu terk etmemizi söylerse bizi buna uymaktan kimse alıkoyamaz. bu nedenle her yola dikkatlice ve yakından bir bakıver. bu yolu gerekli gördüğün kadar kullan.

    ama bir süre sonra kendine (ve yalnızca kendine) şu soruyu sor:

    bu yolun kalbi var mı?

    eğer bu yolun bir kalbi varsa, bu iyi bir yoldur.
    yok, eğer bu yolun bir kalbi yoksa, o zaman bu gereksiz bir yoldur."

    carlos castaneda - the teachings of don juan
hesabın var mı? giriş yap