• haklısınız, balam. öyle kolay anlaşılır bir türkü olsaydı, benim gibiler yazardı zahir.

    öyle diye demiyorum, fakat metallica dinlenir gibi dinlenecek bir türki değil bu. az biraz, hissederek dinlemelisiniz. yazanının anlamaya çalışmalısınız. ancak öyle türkü size bir şeyler katar...

    azrailin kendisinin gelmesi, hukukta bir terim vardır ya, re'sen (kendiliğinden) diye, işte bu anlamda kullanılmıştır. yani, azrailin bizzat gelmesi anlamında değil, dilediği zaman gelebileceği (mecaz olarak da, sizin çağırmanızı beklemeyeceği) anlamındadır.

    "ne ağa der ne efendi" de yüklü anlamlar içeriyor. izah edilmek istenen, azrailin dilediği zaman gelip, canını alacağı kişinin rütbesine, statüsüne bakmaksızın canının alabileceğidir. bu dünyada sahip olduğunu gücün azrail için bir önemi yoktur. onun için herkes aynıdır: insan. klişe bir cümle mi diye soracak olursanız, derim ki, bu söz bugün hala geçerliliğini koruyorsa klişe değil, hakikatttir. açın tv kanallarından birini, kendisini bulunduğu makamdan ötürü insanüstü gören bir sürü insana rastlayacaksınız. zaten bu türkü de yazıldığı zamandaki insanüstülere hatırlatma yapması içindi;yolun sonu görünüyor, tatlım!

    hatırlayınız... kanuni sultan süleumanın en ihtişamlı olduğu dönemlerde halkın arasından kibirle geçerken (dünyanın en güçlü lideriydi) köylünün biri çıkıp "böbürlenmeyesin padişahım, senden büyük allah var" der ve padişahın aklı başına gelir. daha sonra bu köylüyü kendisine bu sözünü hatırlatması için yanında çalıştırır.... falan...

    bugün hâlâ geçerli olan bir türkü. anlayabilene tabî...
  • cem adrian'ın gerçek tanrı musa eroğlu ile düet yaptığı türkü. musa baba ölme gözün sevem.
  • dursun ali akınet'in ankara'da hastanede annesini kaybettikten sonra cenazesini memleketine götürürken yolda yazdığı sözleri acı dolu beste.
  • sanıyordum ki ben hiçbir türküyü sevmem... bunu dinleyinceye dek. allah belasını versin yazanın sözlerini; bi anlaşılmaz uzaklıkta, hatta tam anlamıyla gurbette, tüm sevdiklerinizden ayrı, önünüzde asla içemediğiniz rakı, 5. sınıf bir türkü barında... vaayyyy samantha, buralara düşecekmişsin derken ilk kez duyup, ömrümün sonuna kadar bir daha dinlemeyeceğime yemin ettiğim türkü.
  • geçen yaz manyağın biri sokak ortasında bana bıçak çektiğinde tekme atıp kaçmadan önceki 3 saniyede hayatım gözlerimin önünden geçerken (bkz: hayatin gozlerin onunden film seridi gibi gecmesi) kulaklarımda duyduğumu hissettiğim şarkı
  • "bu türkü, insanların psikolojisini bozabilir. zaten sıkıntı içinde olan vatandaşlarımız, bu tür şarkı ve türkülerle daha fazla bunalıma sürüklenebilirler." gerekcesiyle karaman valisinin 2001 yilinda "iller idaresi kanununun kendisine verdigi yetkiye dayanarak" gecici bir süre icin karaman il sinirlari dahilinde calinmasini yasakladigi türkü...
  • spoiler.
  • musa eroğlu'nun çok güzel yorumladığı türkü. ama bu türkünün sözleri bilinenin aksine öyle anlı şanlı şairler ya da bestekarlara ait değil. ordu'nun fatsa ilçesi'nden dursun ali akınet adlı bir şoföre ait. bu şoför aynı zamanda "halil ibrahim" adlı türkünün de söz yazarı. dursun ali'nin 85 yaşındaki annesi hastalanır bir gün. alır annesini ankara'daki hacettepe hastanesi'ne götürür. hastaneye yatırılır annesi. tahliller istenir. bir süre sonra dursun ali tahlil sonuçlarını almak için odadan çıkacakken annesi seslenir: "nereye dursun ali?" tahlil sonuçlarını almaya gidiyorum der dursun ali. annesi oğlunu yanına çağırır, elini tutar ve der ki: "gerek yok oğlum, yolun sonu görünüyor." dursun ali çok kötü olur. olur mu anneciğim? çok iyisin maşallah der ve odadan çıkar. sonuçları alır ve odaya döner. ne yazık ki annesi son nefesini vermiştir. dursun ali annesinin cenazesini alır ve koyulur yola. fatsa yolunda, cenaze arabasında bu sözleri yazar:

    bana ne yazdan, bahardan
    bana ne borandan, kardan
    aşağıdan, yukarıdan
    yolun sonu görünüyor.
    geçtim dünya üzerinden
    ömür, bir nefes derinden
    bak feleğin çemberinden
    yolu sonu görünüyor
    azrail'in gelir kendi
    ne ağa der ne efendi
    sayılı günler tükendi
    yolun sonu görünüyor.
    bu dünyanın direği yok
    merhameti, yüreği yok
    kılavuzun gereği yok
    yolun sonu görünüyor.
  • nedense bu saatte kimseyle çok paylaşmadığım bir anımı anlatmayı isteten bir türkü..

    birkaç yıl önce çok büyük bir ameliyat geçirmiştim, ölüm korkusunu iliklerime kadar hissettiğim günler ve tekrarlama riski olan bir hastalık.

    mecburi olarak işten ayrılmışım, gündüzleri evde tek kalmak durumundayım.
    ama inanılmaz bir baş dönmesi kalmış bana operasyondan, odadan odaya geçemiyorum duvara tutunmadan.
    bu olay bazen o kadar şiddetleniyor ki, işte diyorum ölüyorum artık.
    o zamanlar, yakınlarımı arıyorum; kim işten izin alabiliyorsa, kim gelebiliyorsa o gelip hastaneye götürüyor.
    ama tabii hastanede pek yapılabilecek bir şey yok, “ameliyatınıza bağlı bir durum” denilerek eve gönderiliyoruz çoğu kez.
    ben de artık sıkılıyorum çevremdekileri işinden gücünden etmekten.

    neyse, bir gün yine yalnızken başım çok kötü dönmeye başladı.
    yine öleceğimi hissettim.
    dedim ki, bu sefer kimseyi işinden filan kaldırıp getirmeyeceğim.
    öleceksem de ölürüm!
    bu, yazması kolay ama kıyısına varılması çok acı olan bir nokta .
    yani doktor doktor dolaşmaktan ve çevrenizdekilere yük olmaktan, sonunda da çare bulamamaktan o kadar yılmış oluyorsunuz ki “artık evimde bekleyeceğim” cümlesini kullanıyorsunuz.

    kendimi güç bela yatak odasına attım.
    ama baş dönmem şöyle bir seviyede: sanki biri yatağı havaya kaldırmış fır fır döndürüyor.
    televizyonu açayım en azından, belki oyalanırım dedim kendi kendime.
    ancak o eve yeni taşınmışız, yatak odasındaki televizyona henüz doğru dürüst uydu bağlantısı yapılmamış.
    sadece trt çıkıyor.
    her halükarda yanımda bir ses olur diye açıyorum, musa eroğlu bir gündüz programına katılmış, canlı olarak bu türküyü söylüyor.
    burada bir parantez açıp bir özeleştiri yapmak isterim, türkü kültürü çok geniş bir insan değilim, o yüzden ne kadar etkileneceğimi tahmin edemedim.

    bakın, o gün o ana kadar içinde bulunduğum durumun vahametine rağmen bir damla gözyaşı dökmemiş olan ben, yatakta tek başıma ölümü beklemeyi hastaneye gitmeye yeğlemiş durumdayken, birden hüngür hüngür ağlamaya başladım.
    türkünün sözleri, musa eroğlu’nun sesi, trt stüdyosunun çocukluğumu hatırlatan ortamı.
    beni sesli olarak ağlattı.

    o gün bugündür ben bu türküyü ne dinleyebiliyorum, ne de mırıldanabiliyorum.
    en keyifli anımda bile olsam, duyduğum anda o gün hissettiğim çaresizlik aklıma geliyor, anında gözyaşları gözlerime hücum ediyor.

    bu gece nedense açıp bir defa dinlemek istedim.
    dinlerken videonun altındaki yorumlara kaydı gözlerim.
    çoğu, hayatını kaybeden ya da büyük bir hastalık geçiren yakınını hatırladığını yazmış bu türküyü dinlerken.
    dedim ki içimden, demek ki ancak belli bir çaresizlik limitini geçenler bu türkünün gerçek anlamını duyumsayabilirler.
    dokuzuncu hariciye koğuşu kitabından aklımda kalmış olması muhtemel şu sözü geçirdim zihnimden “büyük bir hastalık geçirmeyenler, her şeyi anladıklarını iddia edemezler”

    yine gözyaşlarımı engelleyemedim. bu kez buraya gelip bunları not düşmek istedim..

    bu dünyanın direği yok
    merhameti yüreği yok
    kılavuzun gereği yok
    yolun sonu görünüyor

    geçtim dünya üzerinden
    ömür, bir nefes derinden
    bak feleğin çemberinden
    yolu sonu görünüyor..
hesabın var mı? giriş yap