• takım elbise giyme olayları benim bildiğim baya geride kaldı, ya da en kötü bölümüne göre değişir ama...
    genel olarak her bölüm için geçerli şöyle bir husus belirtilebilir:
    bilim sınavında sorulmuş soruları mülakattan önce mutlaka yalayıp yutun, değindiği konulara etraflıca hakim olmaya çalışın. zira burada eksik ya da yanlış cevap verilen soruların üstüne mutlaka gidiliyor mülakatta.
    onun dışında "yüksek lisans" olayı hakkında kararlı ve idealist bir duruş sergilemek önemli; "niye yüksek lisans yapıyorsun?", "hangi alanda çalışmayı düşünyorsun?" gibi soruları cevaplarken...
    özel olarak, örnek olması açısından, 2 adet matematik master sınavı:

    (bkz: boğaziçi matematik/#24072462)
    (bkz: mimar sinan üniversitesi/#24299256)
  • takım elbise giymeyin. yani normalde işte giyiyorsanız giyin. sorarlarsa "iş kıyafetim" dersiniz. yoksa giymeyin, orası academia adamlar takım elbise giymemek için akademisyen olmuş sen ne yapıyorsun!
  • bunlarla uğraşmamak için mülakat yapmayıp sadece puanlarınıza göre sıralama yapan üniversiteleri tercih edin. * *
  • yüksek lisans mülakatlarında sevimsiz bir sürprizle karşılaşma olasılığını en aza indirgemeye yönelik hususlardır. üniversiteye, programlara ya da jüri üyelerine göre mülakatlar değişse de, istanbul, marmara, bilkent, galatasaray olmak üzere 4 üniversitenin yüksek lisans mülakatlarına girmiş biri olarak bazı şeylerin hep aynı olduğunu söyleyebiliyorum. bunların hepsi kendi çapında bir tecrübenin mahsülleri. çok mühim değiller tabi.

    *"takım elbise devri geçmişte kaldı" diye bıkbıklanılsa da yine de ciddiyeti gören jüri üyeleri bu durumdan bir hoşlaşıyor. öte yandan da kimse sizi kılığınıza kıyafetinize göre yargılamıyor. ne bileyim ama akıl var yani ben olsam mülakata parmak arası terlikle gitmem mesela. onun gibi. hoş, bilkent ve galatasaray için, hiçbir şeyin umurlarında olduğunu sanmıyorum diyebilirim çok rahat. smart casualdır bence mülakatta giyim tarzı. özeti bu.

    *başvurmadan bir hedefe ihtiyaç var öncelikle efendim. hangi programa başvurduysanız bir hedefiniz olsun mutlaka. yoksa da ya da emin değilseniz emin olacağınız bir hedef yaratacaksınız. yalnız dikkat edin, içinde çalışma hayatıyla ilgili şeyler olmasın o hedefin. varsa yoksa akademya. aman efendim doktora yapmak istiyorum da aman akademisyenlik zaten benim bebeklik hayalim de falan filan. öyle bir insan olunmalı ki, karşınızdaki gerçekten, literatüre büyük katkı yapmak istediğiniz için sizi hevesli görmeli. zaten muhtemelen bir hedefiniz olduğu için başvurmuşsunuzdur. yoksa hobi olarak yapılacak iş değil valla.

    * önemsemek lazımmış bir de. yani öyle lay lay lom bir şansımı deneyeyim diye gidilmezmiş mülakata. hiç değilse başvurulacak bölümle ilgili başat kuramlar, isimler bi yalanıp yutulacakmış. o verilen okuma listesi de süs değilmiş. hepsinin okunması gerekiyormuş. öyle olursa, mülakat sıranızı beklerken sizinle birlikte bekleyen o mıymıntı kız “bilmemnenin bilmemne kuramına karşı olan eleştirel yaklaşımları tam olarak bilmiyorum” derken tüyleriniz diken diken olmaz. çıkar orda delüğanlı gibi dikilir “ben biliyorum, bıdı bıdı bık bık ” diye güç gösterisi yaparsınız. yapmasanız bile – ki bence de yapmayın- içinizdeki “ben biliyorum” gururuyla gezersiniz. aksi takdirde mülakattan çıkan her öğrencinin yanına gidip ne sorulduğunu öğrendiğinizde “beni çok fena madara edecekler” diye karnınıza gaz sancıları girer, rahatlamak için tuvalet aramak zorunda kalırsınız ya da bıraktığınız kötü kokudan götüm götüm uzaklaşmaya çalışırsınız.

    *o odaya giren herkesin gülümsediğinden eminim. o yüzden somurtmak gibi bir şansınız yoook. artık aynanın karşısında “kaz ayakları çıkınca insan gülüşü samimi oluyormuş” tespitinden yola çıkıp samimi gülme alıştırmaları mı yaparsınız yoksa ben zaten her şeye gülüyorum diyerek rahat mı olursunuz bilmiyorum. ama o suratta bir yavşaklık olacak efendim. siz ne kadar ciddi olursanız sizi o kadar ciddiye alıyorlar çünkü. ve ciddiye alan jüri üyelerini şahsen ben tercih etmiyorum; zira insani duygulardan uzaklaşıyorlar o zaman. acıma, merhamet, öğrenci psikolojisi falan hak getire olduğu için gülümseyip onlara bizim de birer insan olduğumuzu ya da onların da birer çocuklarının olduğunu hatırlıyoruz.

    *her türlü duygunuzu belli edin gözünüzü sevim. dedim ya insani duyguları hatırlatma yarışı aslında bu. etki meselesi bir nevi. heyecanlandınız mı mesela… yüzünüzü acınası hale sokup böyle emrahla ceylan arası bi şekilde yutkunarak “çok özür dilerim çok heyecanlandım” tarzı cümleler söyleyebilirsiniz. hay belki de ben mi sevimliyim bilemiyorum ama her girdiğim mülakatta bunu uyguladım ve hepsi güldüler ve “ayy sakin ol canım” tarzı bir acımaya büründüler. su teklif eden bile oldu yalan yok. heyecandan titriyorsunuz falan ya, saklamayın ellerinizi ayaklarınızı ya da ses tonunuzu düzeltmeye çalışmayın. aksine bırakın görsünler heyecanınızı. insanlık dramı resmen çünkü o hâl. bilsinler bunu ya da fark etsinler en azından.

    *çok bile bilseniz -ki bu durumda hiç mülakata girmedim o yüzden nasıl bir duygu bilmiyorum- bence çok bilmiyormuş gibi davranmakta fayda var. bence hayatın her alanında bu böyle. buna tevazu deniyor olsa gerek* oraya başvururken mutlaka bir hedefiniz vardır (bkz: 2. madde) bunlardan biri de hiç kuşkusuz daha fazla öğrenmek. e insan neden öğrenir, bilmediği için… gördünüz mü… her halükarda bilmiyorsunuz işte. zaten bilmediğiniz için o odada onların önündesiniz. yoksa onların yerinde olurdunuz. o yüzden mağrur olma padişahım senden büyük jüri üyeleri var sözü aklınızda hep olsun. “ aslında bilmemne konusunda biraz yetersizim o yüzden burada öncelikle bu eksikliğimi tamamlayarak başlayıp sonrasında bıdı bıdı bık bık”. ben bunu galatasarayda denedim. eksiğim fazla dedim diye en kolay yerlerden sordular mesela. bilmemek ayıp değil çoğcuuğum. ama işte gel gör ki çok bilmiş gibi her soruya nefes almadan cevap verirseniz böyle bi kıllanıyorlar efendim. ne kadar çok biliyorsun diye aşağılık komplekslerine mi giriyolar artık, kıskançlık mıdır yoksa heheyt bunu biliyomuş peki yerse bunu bil edasından mıdır nedir yüklenip de yükleniyorlar. maazallah diyoruz. hem bilemediğinizi söylediğiniz konuda herhangi bir şey söylerseniz ” aa bilmiyorum diyor ama kerataya bak sen biliyormuş hoh hoh” diye artılar da kazanabiliyorsunuz. aslında taktik çıtayı düşürüp üstünden atlamak gibi bir şey.

    *cosmopolitan’ın altın kurallarından en önemlisi burada da geçerli. gerek erkeğinizi baştan çıkarmak için olsun, gerek hayalinizdeki işin görüşmesinde, gerekse bir türlü açılamadığınız kadını etkilemekte olsun… “kendiniz olun”. yani eğer benim gibi hafif şebelek, ne yapacağını bilemez, çok da oturduğu yeri benimseyemeyen biriyseniz çok cool takılıp iki elin parmak uçlarını birbirine değdirerek elleri üçgen yapmanın bir anlamı yoktur. bırakın yahu… hızlı konuşun, eliniz kolunuz oynasın. sandalye tekerlekliyse sürükleyin. abartmadan ama. yani diksiyonunuz kötüyse gülgün feyman gibi konuşmaya çalışmanın bi yararı yok onu demek istiyorum.

    bu altın kurallarla sizlere bir yüksek lisans vadetmiyorum şüphesiz. ama küpedir. bana söylemedilerdi rezil olarak çıktığım oldu çünkü. bilmiyorum deme gibi bir lüksüm olduğunu bilseydim mesela, bilmediğim konularda biliyormuşum gibi yapmazdım. bu, çok daha fazla rezil edebiliyormuş insanı. bunlarla iyi bir mülakat da vadetmiyorum. ters de tepebilir. ama dediğim gibi, büyük bir sürprizin etkisini hafifletir belki.
  • son gece öğrenilecek hususlar değildir. uykusuz gitmek de büyük bir eksi. bir de kahve falan için bence. kokain de çekebilirsiniz tabi ama ayık olun en azından.

    edit: kokain çekmeyin. kahve de içmeyin. siz bilirsiniz. kokaini görünce ispiyona da abanmayın.
  • manipülasyon. cevapları verirken kendi bildiğiniz konulara doğru konuşmayı yönlendirin. çünkü sorular zincirleme ve verdiğiniz cevap üzerinden geliyor. yabancı dilinizi sorduklarında çok iyi deyin. neşeli, enerjik, kendinden emin olmak da çok önemli.
  • tabii ki konunun içeriği hakkında bilgi sahibi olmak ve soruları cevaplamak yanında:

    -derslere devam etmeyeceği izlenimini yaratmayacak, güvenilir ve "resmi, ciddi" bir görüntü sergilemek
    -"neden yüksek lisans" veya "neden bu alanda yüksek lisans" sorusuna kendinden emin bir şekilde fazla atmadan verilecek güzel bir cevabı önceden hazırlamak
    -basit görgü kurallarına dikkat etmek, takım elbise / abartı olmayan şık elbise giymek
    -yabancı dilden iyi bir puanla gidemediyseniz, yine de bu açıdan kendinizi geliştireceğinizi laf arasında belirtmek.
    -mümkünse bu alanda nerede, nasıl çalışmayı, profesyonel hayatta veya akademisyenlikte bu bilgiyi nasıl kullanacağınızı "planladığınızı" gösteren birkaç cümle sarf etmek.

    tabii "profesörler gözünden anlar" diyenler de var, doğru da olabilir o, sırf askerlik uzatmak için girenleri vs. çok rahatça algılıyorlar mesela çoğu zaman.
  • istanbul hukukta sadece muhabbet ediyorlar, alana dair hiçbir soru yok.

    tavsiye alınacaksa o aşamadan önce alınmalı. ilerde yüksek lisans yapmayı düşünüyorsanız ya lisans döneminde iyi çalışıp birkaç hocanın gözüne girip, not ortalamasını vs yüksek tutacaksınız, bunları yapmadıysanız son sene ya da mezun olduktan sonra alese ve üds ye hazırlanıp 90 civarı puanlar alacaksınız ki lisanstaki parlak olmayan durumunuz çok göze batmasın, bunu da yapmadıysanız babanıza söyleyeceksiniz eli kolu uzun bir torpil ayarlayıp işi dekandan ya da etkili bir prof.dan bağlayacak.
    sonuncusu mutlaka çalışır.
  • dürüst olun.

    başvurduğunuz bölümün ikinci hatta üçüncü tercihiniz olduğunu korkmadan söyleyin. kesin alıyorlar!
  • doğum sonrası 6 aylıktan beri bir eğitim kurumuyla bağınızın olduğunu, üniversiteden sonra aöf mezuniyetinin de nihayete erdiğini, yüksek lisansın bu sonsuz eğitim döngüsünün devamı için artık kaçınılmaz bir gerçek olduğunu söylediğinizde de işe yarıyor.
hesabın var mı? giriş yap