• nufus basina en fazla mercedes ve bmw dusen ilcemiz
  • bir yıllıktan eski otomobil göremeyeceğiniz sınır ilçemiz (bkz: hakkari daha ötesi yok gari)
  • sakinleri genelde tozcu olmakla suçlanan ilçe...körfez savaşı sonrasında yaşanan iltica nedeniyle ilk mülteci kamplarından birinin kurulduğu yer...
  • bak cocugum sen kurada burayi cektin gidip pasa pasa 12 ay burda kalip kaçakçi kovaliycaksin sinirda bekliyip ne var ne yok kontrol ediceksin dediklerinde noluyo lan dedigim, gittikten bir sure sonra çikan kanunla kalma süremin 8 aya düstügü hakkari'nin 3 büyük ilçesinden biri. (digerleri icin (bkz: çukurca) (bkz: semdinli) ) tozun döndügü yer olarak bilinir halk arasinda. süper sacda et yaparlar yaninda da ayrani belese icersiniz, cüzi bi paraya midenizi tika basa doldurur tugayin yolunu tutarsiniz. havuzlu bi ögretmenevi de vardir sinirlari dahilinde. cografi yapisindan dolayi pek fazla gelisememis zamaninda terorun cok siddetli yasandigi bir ilçemizdir.
  • gitmeden önce içinde sadece askeri kampların falan bulunduğunu düşündüğüm fakat trafiğin oluk gibi aktığını, lüks alışveriş merkezleri ve otellerin yükselmekte olduğunu görünce dumura uğradığım ilçe.
  • hanima kesmece karpuz diye karpuzu kesip de veren memleket. karpuz ham cikmis ama yine de satin almak zorunda kalmis.
    -kestik ya abla iste
    -iyi de bu olmamis ki ham
    -satilan mali geri almiyos abla*
  • çocukluğumun nedense çok az bir kısmını hatırlayabilen ben, orada geçirdiğim on ayın neredeyse her gününü bugün gibi hatırlamaktayım. sanırım hayatımın en enterasan dönemini yaşattığı için...
    1984 yılıydı, ben yedi yaşındaydım. istanbul'dan başka bir ülkeye göç etmiş bir aile gibiydik o zamanlar tabir-i caizse. ne okulda çocukların konuştuğu dili* anlayabiliyorduk ablamla, ne kız çocuklarının sokakta görülmeyişlerini bırakın; okulda olmayışlarını anlamlandırabiliyorduk, ne de okulda tuvalet olmayışını...

    (bu arada, ablamın ilk dönemlerde "anne bu çocukların hepsi çok kötü kokuyor" diye zırıl zırıl günlerce ağlamasının yerini -kendisinin de artık farkında olmayarak kokuyor olmasından kelli- "anne artık hepsi yıkanıyor, hiçbiri kokmuyor"un alması, bugün bile aile muhabbetlerinde gülümsemeyle hatırlanır.)

    ben ise ortama kısa zamanda alışmıştım. birçok erkek arkadaş edinerek dağ tepe bayır demeden büyük bir hazla dolaşarak ne kadar kurbağa, çekirge, böcek, kertenkele, karınca varsa ceplerime doldurup öyle gelirdim eve. anlaşamadığım çocuklarla da kafa göz demeden boklu dere denen ringde dövüşür, bir araba dayak yer ama yine de gık demezdim. müthiş mutluydum. kürtçem de türkçemden bin kat daha iyiydi artık :) ve istanbul'dan getirdiğimiz süslü kalem kutular, renkli kalemler, afilli spor ayakkabılar, cicili bicili kıyafetler yoksul arkadaşlarım görmesin diye çoktan dolaplara kalkmıştı. istanbul'dan gelen anneanemin ve dayımın getirdiği oyuncaklar gibi...

    gecenin bir yarısı kapıyı kıracakmış gibi çalıp bizi korkutan hastalar, babamın hasta muayenesinden dönüşünü annemin büyük bir kaygıyla beklemesi, boyum kadar olan kar yağışı, soğuktan çişimizin donması... hiçbiri, geçirdiğim geceler kadar kötü olamazdı.
    geceleri, günün tüm mutluluğunun aksine kabus gibiydi. odamızın manzarası olan dağın arkasından, iran ırak savaşı'nın tüm dehşeti büyük patlama sesleri ve ışık kıyametiyle neredeyse aynen evimizdeydi. çocuklar arasında dolaşan efsaneye göre; 1 milyon lira verip o dağı aşarak kaçan ıraklı aileler, evimizin yakınındaki motele sığınırdı. o ailelerin çocuklarıyla yaptığımız arkadaşlıklar ise onların sınır dışı edilmeleriyle acı bir şekilde son bulurdu. ülkelerine geri gönderildiklerinde de - yine yüksekovalı çocukların anlattığına göre- kafaları uçurulurdu. sabah uyandığımızda artık motelde olmayan dominigovandigar isimli en iyi arkadaşımın hayali nezdinde, tüm sınır dışı edilen arkadaşlarımın o savaştan çektiklerini, bugün bile o çocuk aklımdaki haliyle hatırlarım, gözlerim dolar. "humeyni gelecek, bize de arkadaşlarıma yaptıklarını yapacak" diye geçirdiğim işkenceli geceler ise yüksekova'ya dair hatırladığım tek kötü anımdır.
    her şeyi öylece bırakıp istanbul'a dönüşümüz bir de...

    orada geçirdiğim son güne dair hatırladığım ise...
    nedim'in babası çobanmış, yine bir gün dağa gitmiş ve bir daha eve dönmemiş. babamın öldüğü gün arkadaşlarım yanıma gelip şöyle demişti :
    - nedim'in babası da dönmedi ama bak biz ne güzel oynuyoruz yine. bir şey olmuyor ki...

    akabinde gülümseyerek vurmuştuk topa ve o günkü oyunumuz her zamankinden bin kat daha zevkliydi.

    halen bir yüksekova var elbette. fakat o zamanki yüksekova sadece benimdi, çocukluğumun da en güzeliydi...
  • kar adindaki ilk kitapcisi, bu hafta sibel capraz tarafindan acilmis ilcemiz.
  • ilçe merkezi bir ana caddeden oluşuyordu on yıl önceki ziyaretimde, kömürden ise dönmüş dış cepheleri kat kat ruhsuz apartmanların ve cadde boyunca park yeri bulamayacağınız dizi dizi lüks arabalar. hatta trafik polisi lütfen araçlarınızı kaldırın filan diye de size nişantaşı'ndaymışsınız hissini yaşatabiliyorlardı.

    yüksekte bir ovadır cidden, insan görünce hayret eder bu güzelim yeri. güzelim yerin güzelliği doğasındandır elbette, insanımız bu güzelliğe birşey katmak çabasına girişmeyi hiç aklından geçirmemiştir.

    dapdar ve upuzun bir kanyonun sonunda varılır ilçeye, birden uçsuz bucaksız bir düzlüğe ulaşılır, göz alabildiğine düzlüktür, ufukta da dağlar.
hesabın var mı? giriş yap