• "yume to kyôki no ôkoku"

    animeseverlere studio ghibli'nin kapılarını aralayan mami sunada belgeseli. konukları hayao miyazaki, isao takahata ve toshio suzuki ağırlıyor, kısacık fragmanla bile izleyeni duygulandırıyorlar. bizim sinemalar böylesine güzel bir ziyareti muhtemelen görmezden gelecek, ama en azından divxplanet gönüllüleri es geçmez diye umalım...

    link
  • kaze tachinu'yu izlemeden izlenmemesi gereken belgesel. zîrâ filme dâir pek çok spoiler barındırıyor.

    fevkalâde bir oluşumun doğuşuna şahit olmak nasıl heyecan vericiyse, dağılışına/vedasına şahit olmak da bir o kadar hüzünlüdür. bu belgesel her iki duyguyu da yaşatıyor.

    "animasyonu yönlendiren karakterlerin niyetidir. sen kaderini çizmezsin, niyetini çizersin." diyor miyazaki usta.

    çizimlerini geliştiren asistanlarına izlenecek yolu izah ederken, eski görgü kurallarını da hatırlatıyor ne güzel.

    anlatıcı, "miyazaki'nin günlük rutinlerinden biri de kreşteki çocuklara el sallamak." dedikten sonra miyazaki'nin toplantı odasının kapı aralığından el sallayarak geçmesi ne hoş bir espri olmuş.

    miyazaki usta savaşta evlerine sığınan kişi ile babası arasında geçen çikolata mevzuunu ne kadar hoş bir şekilde anlatıyor. dinlerken her şeye rağmen insanın gözleri nemleniyor.
    "babamı yeniden keşfetmiş gibi hissediyorum."

    "yetenekli insanlar olmadan iyi filmler yapamazsınız." diyor ısao takahata; o yetenekli insanların bir araya geldiği geçmiş zamanlara âit görüntüler o kadar içten ve hoş ki...

    miyazaki'nin ghibli serüvenini anlatırken ve gündelik yaşamını bizlerle paylaşırken siyasi düşüncelerini de ifade etmekten kaçınmaması, filmleriyle hayâtının örtüştüğünü gösteriyor.

    ve ghibli'nin kıdemli sâkini, "neko no ongaeshi"nin muta'sına benzeyen ushiko... sayesinde hayâtımda ilk defa bir kediyi kıskandım, yerinde olmak istedim!

    bir de, "
    "bu çatıdan yandaki çatıya atlarsan o mavi ve yeşil duvara çarparsın, ardından boruya tırmanıp üzerinden zıplarsın, tekrar çatıyı koşarak geçersin, sonra nereye atlarsın? bunları animasyonda yapabilirsin. eğer elektrik tellerinde geziniyorsan öbür tarafı da görebilirsin. yukarıdan baktığınızda birçok şey size kendini gösterir. belki beton bir duvar boyunca yarışırsınız. birdenbire bu sıkıcı şehrinizde büyülü bir film ortaya çıkar. bu şekilde hayâl görmek eğlenceli değil mi? hayâllerin ötesinde bir yere gidebilirmişsin gibi geliyor. belki de gidebilirsin?"diyor ya miyazaki usta, insana "biz o gidebilme ihtimâlini sizin sâyenizde sevdik be usta!" dedirtiyor.
  • hayao miyazaki'nin hayatının bir kısmına ve rüzgar yükseliyor filminin hazırlığının büyük bir bölümüne misafir olduğumuz öğretici nitelikte belgesel.

    aslına bakarsanız, en öğretici kısmı animasyon yapımından bağımsız olarak ''saygı'' kavramı bence.

    studio ghibli gibi bir atölyeniz var, işleyen mekanizmanın ilk ve en büyük dişlisi sizsiniz diyelim; deadline'lar belirlemişsiniz, milyonlarca insana bir söz vermişsiniz yeni filminizin belirlediğiniz bir tarihte çıkacağına dair; ne kadar saygı çerçevesinde kalabilirseniz çalışanlarınıza karşı koşuştururken, miyazaki bu seviyenin birkaç gömlek üstünde bir karakter. tüm süreçleri büyük bir ustalıkla yönetiyor, gerçek bir lider.

    hayran kaldım. bir patronun beyaz önlüğü ile sahip olduğu binada bu kadar iddiasız hareket ediyor olması beni çok şaşırttı. ne güzel şey japon toplumunun bir parçası olmak. bireylerin birbiri ile olan ilişkilerinin bizim toplulumumuzdaki gibi laçka olmaması, her karşılaşmalarında birbirlerine saygı ile gülümsemeleri etkileyici bir davranış.

    saygı çerçevesinde kurulan ilişkilerin sınırlarını zorlayan tek şey miyazaki'nin idealist yapısı. imkansızı değil kendi kafasındakini istiyor daima, beklentileri o kadar yüksek ki baskıya dayanamayıp birçok yetenekli çizer ayrılıyor stüdyodan. harıl harıl çalışan arkadaşlarına bakıp ''biliyorum onları övmemem gerekiyor'' demek ise büyük bir patronaj tavır bence. belki de liderliğin bilemediğim bir boyutu. bilemedim.

    hiç şaşırmadığım ayrıntı ise miyazaki'nin introvert tarafı. yaratım sürecinde ''gerekli yalnızlığın sağlanması'' adına bir söz çalınmıştı kulağıma, belgeseli izlerken somutlandı resmen bahsettiğim yalnızlığın tarifi zihnimde. üzülemedim ama, çünkü bu bireysellik içerisinde mutlu görünüyor.

    unutmadan, storyboard isimli bir şey öğrendim. tüm filmlerini önce çizgi roman tadında tek tek çiziyor miyazaki. bilgisayar ile harikalar yaratıldığını bilmesine rağmen, kalemden ve kağıttan son filmine kadar vazgeçmemiş... hikayenin nasıl ilerleyeceğini kimse bilmiyor, senaryonun sonunu film izleyicisi kadar merakla bekliyor tüm ekip.

    büyük bir kibri beraberinde getiren sürecin üstesinden her sabah çocuklara el sallayarak gelebiliyor anladığım kadarıyla. ya da kibirli birisi, kestirmek mümkün değil; mimikleri çok cansız çünkü.

    ana karakteri kimin seslendireceği sorumluluğunu spontane bir kararla amatör bir sanatçı üstleniyor. herkesi şaşırtan bu karar, filmi tekrar izlediğimde beni de şaşırttı. başarılı bir tercih çünkü, anlık bir ''acaba'' ile bu isabet büyük tecrübe gerektiriyor.

    ufaktan toplayalım, en sevdiğim yönetmenin sanatçı-patron-lider üçlemesinin neresinde olduğunu gördüm, sürecin içerisine bir şekilde dahil oldum ve daha farklı bir bakış açısı ile izliyorum animasyon filmlerini artık.

    tüm proje bittikten sonra merdivenlerden çıkan miyazaki'nin şiirsel sahnesi ile kapatıyorum entry'i. ehehe.
  • ulan tam dusundugum gibi ciktin miyazaki. hirslarinin pesinden kosan gozu isinden baska sey gormeyen acimasiz kati kuralli patron ciktin miya.
    film muhtemelen ghibli studyolarini ve miyazakiyi ovme amaciyla yola cikmis, objektif bir sekilde ilerlemis ve kacinilmaz sona ulasmis.
    bizim harkulade evrenler yaratan, hep gulumseyen, hayal gucune hayran kaldigimiz sempatik amcamiz eve gelir gelmez tum perdeleri siki sikiya kapatan insan iliskileri zayif itici herifin tekiymis.
    yine de bunun yaptigi isi azalttigini/alcalttigini dusunmuyorum.
  • nhk'de yayınlanan 10 years with hayao miyazaki isimli 4 bölümlük belgeseli izledikten sonra, uzun zamandır izlemeyi ertelediğim bu belgeseli de nihayet izleyebildim. ancak beklediğimi pek de bulamadım. şöyle ki ;

    kötü bir belgesel olmamakla birlikte adı "the kingdom of dreams and madness" olan bir belgeselden genel olarak studio ghibli'nin tarihini, kuruluş aşamalarını, kuruluşundan bu güne kadar olan macerasını, stüdyoya emek vermiş olan büyük isimlerin hepsinin hikayelerini izlemeyi beklemiştim açıkçası. üstelik 1 saat 57 dakikalık uzun süresiyle bütün bu konulara rahat rahat, fazlasıyla yer verebilir, oldukça bilgilendirici ve dolu dolu bir belgesele imza atabilirlermiş.

    bunun yerine tamamen hayao miyazaki'ye ve kendisinin -şimdilik- son filmi olan kaze tachinu'yu yaratma sürecine adanmış bir yapım olmuş. tamam, hayao miyazaki tabii ki dahi bir yönetmen ve studio ghibli'nin asıl büyük ismi ancak stüdyoyu birlikte kurduğu, vaktiyle kendisini ilk keşfeden, hocalığını yapan, birlikte filmler yönettiği, studio ghibli kurulduktan sonra da harika filmlere imza atmış olan rahmetli isao takahata'nın neredeyse hiç görünmemiş olması, ondan ve onun filmlerinden, başarısından hiç bahsedilmemiş olması inanılır gibi değildi. miyazaki'nin filmleri popülerlikte belki takahata'nın filmlerini fersah fersah sollamış olabilir ama takahata'nın altına imza attığı grave of the fireflies, the tale of the princess kaguya ve pom poko gibi filmler de miyazaki'nin filmlerinden aşağı kalır filmler değildir. çok iyidirler hatta. bu nedenle studio ghibli sadece ve tamamen hayao miyazaki'den ibaret bir şirketmiş gibi davranılması hoş olmamış.

    işin ilginç tarafı bu belgeseldeki bazı anlar, farklı kamera açılarıyla nhk'in 10 years with hayao miyazaki belgeselinde de kendisine yer bulmuş durumda. anlaşılan iki ayrı ekip aynı anda çekmişler bu belgeseli. bir tanesi bu olmuş, diğerininki nhk'de yayınlanan olmuş. bu nedenle belgeselin bir yerinde miyazaki ve toshio suzuki'nin kafa kafaya verip japon hükümetinin filmlere getirmeye çalıştığı sansürler hakkında konuşmaları, nhk gibi kurumların bunların gönüllü uygulayıcısı olması üzerine iğneleyici sözler sarfettikleri anlar çok ironik olmuş. bir taraftan nhk adına birileri kendi belgesellerini çekerken, onların olmadığı bir ara nhk'yi çekiştirmişler *

    bir gün inşallah bu kadar uzun süreli başka bir belgeselde studio ghibli, kuruluşundan bugününe kadar olan bütün yönleri ve aşamalarıyla ele alınır da, bizler de nihayet tam anlamıyla izlemiş, öğrenmiş oluruz şu "düşlerin ve çılgınlığın krallığı"nı. şimdilik sadece hayao miyazaki'yle idare edeceğiz eli mahkum.
  • kötü bir belgeseldir. biz miyazaki'nin hayat hikayesini, felsefesini, eserlerini, oralara nasıl geldiğini, hayat yolculuğunu anlatan bir belgesel beklerken %90 oranında sadece son filmine (kaze tachinu) odaklanan ve miyazaki'nin şirketteki günlük hayatını gösteren oldukça vasat bir belgesel olmuş.

    ortaya çıkan ürün bir miyazaki belgeselinden çok kaze tachinu filminin çekiliş hikayesi olmuş.

    yalnız şey çok hoşuma gitti, miyazaki'ye bir filmindeki bir sahnenin anlamını soruyorlar, onun cevabı "orayı ben de anlamadım" oluyor.
  • iyi ki izlemişim dediğim şahane belgesel.

    bir süredir anime izlemeye başlamak istiyordum; ancak sürekli alt yazı takip etmeye de üşeniyordum açıkçası. hatta yumuşak bir geçiş olur umuduyla yarı anime avatar the last airbender'ı izledim, dil ingilizce, espri tarzına hollywood'dan aşinayım vs. sonrasında da nihayet bugün bu muhteşem belgeseli izledim. şu an dünyaya çocukluğumun kahramanı bulma gözleriyle bakıyorum ve anime dünyasına dalmaya hazırım.

    izleyin, izletin, şahane bir belgesel.

    --- spoiler ---

    "when you gain, you also lose."

    --- spoiler ---
  • if ankara kapsamında 26 şubat 2015 tarihinde armada'da izlediğim belgesel. gözlerim dolarak izledim. yüreğe bir dokunuştu bu film. hakkında ne desem az kalacak. stüdyo ghibli, tıpkı yaptığı filmler gibiymiş ya da kendisi gibi filmler yapıyormuş. bunu gördüm orada. teknolojinin yalnızca insan yaşamını kolaylaştırmanın aracı olarak kullanıldığı, insan ilişkilerini hiç bozmadığını gördüm orada. geleneksellik ile çağdaşlığın en mükemmel birleşimi olduğunu hissettiğim. böyle insanları ve mekanları gördükçe bitkiler için oksijen üretmekten başka bir işe yaramadığım hissine kapılıyorum.

    çok ilham verici bir filmdi. mutlaka izleyin.

    fakat, alt yazı muhtemelen ingilizce'den çevrilmişti ve korkunç derecede kötüydü. çevirenin adını not etmediğime çok pişmanım. çünkü kendisini rezil etmek istiyorum. bazı yerler hiç çevrilmemişti. bazı yerler de yanlış çevrilmişti (o kadarcık japoncam var). ayrıca altyazılar geç geliyordu.

    kısacası, sen ey çevirmen, bir daha bir şey çevirme.
  • yaratıcılığın nehir olup coştuğu bir stüdyoda üzücü şeylere üzücülüğünün de hakkını vererek gülebilen miyazaki seyre değer. stüdyo duvarında:

    işi başkasına yıkıyorsan,
    kaytarıyorsan,
    sıkıldıysan,
    hep başkalarına bel bağlıyorsan,
    hevesli değilsen
    lütfen işi bırak

    yazıyor. böyle bir işyerinde çalışasım, heves kırmadan heveslere yol olasım, heveslerimi örgütleyesim geldi.
  • (bkz: okayi yomaşita kombamba) tekerlemesini hatırlatan belgesel ismi.
hesabın var mı? giriş yap