• tam hali “yunanistan’ın türk soykırımı üzerine kurulan haydut bir devlet olması” olan başlıktır.

    çok gururlu muyuz yoksa vurdumduymazlığımızdan mıdır bilinmez 25 mart 1821’de hristiyanlara barış türklere ölüm sloganıyla başlayan, adına yunan isyanı ve bağımsızlığı denen ama gerçekte türk soykırımı olan bu süreci konuşmuyoruz, bilmiyoruz. fakat yunanlar 1919-1922 yıllarında anadolu’da yaşanan yunan işgali ve vahşetine karşı kazandığımız şanlı zaferimizi pontus soykırımı zırvasıyla dünya gündemine getirmeye çalışıyor. atatürk’ü soykırımcı ilan ediyor. bu konuda harekete geçip hem balkanlar’da yaşanan hem de anadolu’nun işgalinde yaşanan yunan vahşetini ve türk soykırımını dünya kamuoyuna taşımalıyız. bu işe başta devlet yetkilileri el atmalı, devlet politikası haline getirilmelidir. 25 mart 1821 tarihi türk soykırımı günü ilan edilmelidir.

    rumen tarihçi ve devlet adamı nicolae jorga şöyle diyor:

    “kendilerinde disiplinden eser bulunmayan rumlar korkunç bir şekilde ortalığı kan ve ateşe verdiler. yalnız fidye umdukları kimselerden başka, kadın ve çocuklar da dâhil olmak üzere herkesi parçaladılar. elebaşılardan biri, tripoliçe ve civarında öldürülen türklerin sayısını 32 bin olarak tahmin etmektedir. tripoliçe şehrinden yalnız duman tüten harabeden başka bir şey kalmamıştı.” (nicolae jorga, osmanlı tarihi. çev. b. s. baykal, cilt v, ankara: ankara üniversitesi yayınları, 1948, s. 270)

    prusyalı bir subay şöyle diyor:

    "trova'nın kraliçesi helen kadar güzel, genç bir türk kız, kolokotronis'in erkek yeğeni tarafından vurularak öldürüldü: bir türk çocuk, boğazına halat takılarak çevrede dolaştırıldı; bir çukura atıldı; taşlandı, bıçaklandı ve sonra, hala hayatta iken, bir tahtaya bağlanarak ateşte yakıldı; üç türk çocuk, anne ve babalarının gözleri önünde, bir ateşin üzerinde yavaşça yakıldı. bütün bu çirkin olaylar olurken, ayaklanmanın elebaşısı ipsilantis (? aleksandros mavrokordatos) seyirci kalıyor ve asilerin bu davranışlarını, 'savaştayız; herşey olur' şeklinde mazur göstermeye çalışıyordu.” (william st. clair, that greece might still be free - the philhellenes in the war of independence, londra, 1972, s. 75 vd)

    ingiliz tarihçi walter alison phillips şöyle diyor:

    "üç gün boyunca şehrin sakinleri, bir vahşi çetenin kötülüğüne ve keyfine bırakıldı. yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmadı. kadınlar ve çocuklar, öldürülmeden önce işkencelere tabî tutuldu. katliam o kadar büyüktü ki, kolokotronis kapıdan hisara kadar atının ayaklarının yere hiç dokunmadığını söyledi. şehirdeki yunan zaferinden sonra yol kenarları cesetler ile doldu. kadınların ve çocukların bulunduğu müslüman kitleleri, yakınlardaki dağlarda sığır gibi doğrandı." (walter alison philips, the war of greek independence, 1821 to 1833. london, 1897, s. 61)

    iskoç tarihçi george finlay şöyle diyor:

    “1821 nisanında, 20.000 kişi toplamına yakın bir müslüman nüfus, yunanistan’da dağınık olarak yaşıyor ve tarımda çalışıyordu. [ayaklanma çıkmasının üzerinden] daha iki ay geçmeden bunların çoğu kıyımdan geçirildiler; adamlar, kadınlar, çocuklar, hiç acımadan ve sonra da pişmanlık duyulmadan öldürüldüler. [günümüzde] yaşlılar hala, taş yığınlarını parmakla gösterip, gezginlere, ‘işte şurada ali ağa'nin pyrgos'u, kulesi, vardı; burada hem onu, hem eşlerini ve hizmetkarlarını öldürdük’ diye anlatırlar ve bunu anlatan yaşlı adam, yolu üzerinde bir öç alıcı meleğin bekliyor olabileceğini aklına bile getirmeden, bir zamanlar ali ağa'nın olan tarlaları sürmek için yürür gider. işlenen suç bir ulusun suçu idi ve onun vereceği sıkıntılar ne olursa olsun bu sıkıntılar, bir ulusun vicdanında duyulmak gerekir; bu günahı bağışlatacak davranışlar da o ulusça yapılmalıdır.” (george finlay, history of the greek revolution, london 1861, s. 172)

    ingiliz tarihçi william st. clair katliam sırasında tripoliçe'de bulunan yabancı subayların gördüklerini şöyle aktarıyor:

    “10 bin üzerinde türk öldürüldü. paralarını sakladığı şüphe edilen tutsaklar işkence edildi. kolları ve bacakları kesildi ve ateşin üzerinde yavaş yavaş kızartıldılar. hamile olan kadınların karınları kesildi, kafaları kesildi ve köpek kafaları bacaklarının arasına sokuldu. cumadan pazara kadar hava cığlık sesleriyle doluydu... bir yunan 90 kişiyi öldürdüm diye övünüyordu. yahudi topluluğu sistemli bir şekilde işkenceden geçirildi... haftalarca aç bırakılan türk çocukları çaresiz yıkıntıların arasında koşarken yunanlar tarafından yere atıldılar sonra vuruldular... su kuyuları cesetlerle dolduruldu... yunanistan'daki türkler arkalarında az iz bıraktılar. 1821 ilkbaharında dünyanın geri kalanı tarafından arkalarından gözyaşı dökülmeden ve farkedilmeden aniden yok oldular. bir zamanlar yunanistan'ın bütün ülkenin etrafına dağılmış büyük bir türk nüfusuna sahip olduğuna bile inanmak zordu. bu ailelerin arasında varlıklı çiftçiler, tüccarlar, memurlar yaşıyordu ve yüzlerce yıl boyunca burada yaşamış ve buraları kendi yurtları olarak kabul etmişlerdi... kasıtlı ve acımasızca öldürüldüler ve hiçbir zaman pişmanlık gösterilmedi." (william st. clair, that greece might still be free the philhellenes in the war of ındependence. london: oxford university press, 1972, s. 43)

    abdli tarihçi justin mccharty şöyle diyor:

    “işlenen cinayetler, görülüyor ki, sırf bir nefret patlaması değil, hesaplı kitaplı siyasal eylemler niteliğinde idi. yunanistan’daki türkler, sadece yunanlılara ait ve bağımsız bir yunanistan yaratma amacına bir engel olarak görülmekte idiler. ayaklanmacılar, yunanistan’daki türklerin bağlılığının ‘yeni bir yunanistan'a değil, osmanlı imparatorluğuna yönelmiş olacağını, isabetle, varsayıyorlardı. bir türk azınlığının varlığı, gelecekte osmanlı’dan yana duyguları bulunacak bir odak oluşturacaktı ve belki, yine gelecekte, osmanlı’nın bir saldırısı için, yunanistan türklerine yardıma gelmek bahanesini sağlayacaktı. türkler hiç kuşkusuz yunan ayaklanmasına karşı bir beşinci kol işlevini göreceklerdi. bu sorunları çözümleyecek çare, kökten kazıyıp yok etme idi. işin sonunda, avrupa’nın büyük devletleri, osmanlıyı (1830 yılındaki londra protokol'ü ile) mora'da bir yunan krallığının yaratılmasına razı olmak zorunda bıraktıklarında, bu ortaya çıkan, orada yüzyıllardır yaşayan türklerden arınmış bir yunan krallığı idi. her ne kadar ölümlerin sayısı hakkındaki hesaplamalar kesin belirlilik göstermiyor ise de, yunan ayaklanmacıları tarafından öldürülmüş müslümanların sayısının 25.000'i geçtiği anlaşılmaktadır. yunan ayaklanması, balkanlarda daha sonraki ayaklanmalar için bir model ortaya koydu. ulusal bağımsızlığı sağlamak uğruna, bölgeleri türk nüfusundan arındırmak politikası; 1877–78,1912–13 ve 1919–23 savaşlarında yeniden kendini gösterdi. daha sonraki savaşlarda, amaç, 1821'deki yunan ayaklanmacılarının amacıyla aynı idi: yol üzerinde bir engel olarak duran etnik ve dinsel toplumu yok ederek, kendi içinde birlik gösteren bir ulus yaratmak. türklerden nefret ediyor olmak, yapılan kıyımlarda gerçek bir etkendi, ama bu etken, bağımsızlık ve ulusçuluk hedeflerine doğru yönlendirilmişti. kuşkusuz, türklerin çiftliklerini ve mallarını mülklerini sahiplenmek isteği de, görmezlikten gelinemeyecek bir etken olmuştur.“ (justin mccharty, ölüm ve sürgün, çeviren: bilge umar, inkılap yayınları, istanbul, 1998, s. 8-12)

    ingiliz tarihçi david armine howarth, 1821 isyanını yerinde izlemiş ingiliz, italyan, fransız, alman subay ve gazetecilerin ülkelerine döndükten sonra yazdıkları kitap, makale ve günlükleri tek tek inceleyerek hazırladığı kitabında şöyle diyor:

    “1821 yılı yazında yunanistan’da türklere karşı ihtilal patlak verdi. alev etrafı o kadar hızlı sardı ki, hiç kimse, ilk türklerin nerede, niçin ve kimin tarafından öldürüldüklerini söyleyemez. resmi kayıtlara göre ilk önderliği kilise yaptı. savaşın ilk nedeni, kutsal dini bir savaş olarak açıklanabilir. patras (balyabadra) piskoposu germanos, haçını havaya kaldırarak halkı silahlanmaya çağırdı. patras o günlerde zengin ve güzel bir şehirdi. dış dünyaya açıktı. burada yunanlılarla birlikte bir hayli de türk yaşıyordu. türkler, dağlardan bir kalabalığın geldiğini duyunca, kendilerini korumak için kentin kalesine çekildiler. daha piskopos germanos ile ihtilalciler şehre girmeden hıristiyanlarla müslümanlar caddelerde birbirlerini öldürmeye başlamışlardı. rumlar, germanos’u bir kurtarıcı gibi karşıladılar. gelenler, türklerin boş evlerini yağmalamaya başlamışlardı bile. ihtilalciler, şehrin ana meydanına törenle bir haç diktiler. liderlerinin ağzından çıkan tek söz “hıristiyanlara barış, konsoloslara saygı, türklere ölüm” idi. durum mora’da da aynı oldu. bütün yarımadada yunanlılar ayaklanmış müslüman komşularını öldürmüşlerdi. bunu belki hıristiyanlık adına yahut özgürlük adına daha fazlası, onları soymak, öç almak için kilisenin kıskançlığından yahut kişisel kinleri sonucu yapmışlardı. bu katliamlara sonra bir sebep aramalarına gerek kalmamıştı. hepsi çılgınca kana susamışlar, bunun için öldürüyorlardı. o yılın mart ayında mora’da 25 bin müslüman ailenin şehrin dışında yaşadıkları ve çiftçilik yaptıkları biliniyordu. nisan ayında paskalya şenliği yapılırken, bunlardan tek kişi canlı kalmamıştı. cesetler, ilkbahar güneşinin ısıttığı topraklar üzerinde, tarlalarda çiçekler arasında terk edilmişti. yaz sıcakları başlayınca, buralarda kuruyup çürüdüler... yunanlılar avrupa orduları gibi ne bir savaş düzenini benimsiyorlar ne de düşmanla göğüs göğse savaşıyorlardı. savaşmak için önce kendilerini koruyacak siper arıyorlardı. tesadüfî bir kurşunla biri vurulup öldü mü, savaşı unutup vurduklarını soymak için yanına koşuyor, ceplerini boşaltıyor, sonra kafasını kesip gövdesinden ayırıyorlardı. ihtilalcıların ekonomik kaynakları şeflerinin yaptığı soygun ve yağmalardan oluşuyordu... avrupa’da, “yunan mucizesi” diye duyurulan zaferin gerçek yüzü buydu. ancak, avrupalıların inandığı anlamda, yunan silahlarının ve hıristiyanlığın bir zaferi değildi... yunanlıların, tripoliçe kalesine saldırırken barbarlıklarına 20 kadar avrupalı tanık olmuştu. bunlardan biri de iskoçyalı albay thomas gordon’du. albay, aklı başında, tecrübeli ve dürüst bir askerdi ve rumcayı iyi biliyordu. tripoliçe’de gördüğü olaylar o kadar dehşet vericiydi ki, utanç verici bu olayların, sonsuza değin bilinmesini istedi: iki gün içinde, on binlerce türk’ün yaşadığı şehirde tek canlı kalmamıştı. bunların çoğu, kafası, kolları ve bacakları kesilerek öldürülmüşlerdi. bu katliamdan sonra binlerce rum kendi ölçülerinde birer varlıklı kişi olarak yaptıkları soygundan elde ettikleri ganimetleri saklamak için köylerine dönmüşlerdi. esirlerin değeri o kadar düşmüştü ki, artık kimse onları elinde bulundurmak istemiyordu. ölüleri kimse gömmediği için, tripoliçe şehrinde dayanılmaz pis bir koku her yanı sarmış, içme suları zehirlenmiş, kolera salgını baş göstermişti. gerçekte herkesin bildiği, gördüğü ve inandığını bir yunanlı kabul etmeyip, böyle bir şeyin hiçbir zaman olmadığını iddia edebilir. ama hepsi, milli kahraman olarak tanıtılan eşkıya ve korsanların gerçekte, uyuz, pis, doymak bilmez, kaşarlanmış hırsızlar olduklarını tecrübe ile bilirler. lord byron’un dediği gibi “yunanlılar gerçeği kavrama yeteneğinden yoksundurlar. her yunanlı yunanlılar hakkında abartılmış düşüncelere sahiptir”. 1821 ihtilali döneminde, yunanistan’da yaşayan yabancıların sayısı, parmakla sayılacak kadar azdı. bu yüzden avrupa ülkeleri yunanistan’da neler olup bittiğini bilmiyordu. yunanistan dışına gönderilen raporlar savaşa katılmamış, atina’da yaşayan aydın romantikler tarafından hazırlandığı için, yunanlıların ideallerine uygun ölçülerde kaleme alınıyordu. bu avrupalılar türkleri kınarlarken, barbarlık edenin ve katliamı başlatanın rumlar olduğunu bilmiyorlardı.” (david howarth, greek adventure, lord byron and other eccentrics in the war of ındependence. new york: atheneum, 1976, s. 27-32, 52-56)

    mora’ya gönüllü olarak gelip yunan isyanına katılan avrupalılar gördükleri vahşet karşısında şaşkına dönmüştü. bu batılılardan biri geri döndükten sonra şöyle diyor:

    “başkalarının, benim işlemiş olduğum hataları işlememesi için bu yazıyı kaleme alıyorum. modern yunanistan, eski yunanistan gibi değildir. grekler, şükran bilmeyen, gaddar ve barbar bir soydurlar.” (william st. clair, that greece might still be free - the philhellenes in the war of independence, londra, 1972, s. 12)

    (bkz: anadolu balkan ve kıbrıs’ta yunan zulmü)
  • başlığı açan kullanıcı "biz gururlu bir millet olduğumuz için ...." demiş. yok ondan değil. düpedüz tembellikten. herhangi bir araştırma yapmaya üşenmekten kaynaklı bir sorun.
  • biz türkler aptal bir milletiz. doğu anadolu'da ermenilerin yaptığı soykırımlardan tutun balkanlara, bugünkü yunanistan'a kadar başımıza gelmeyen kalmamış ama nato kafa nato mermeriz. üstüne üstlük ermenilere soykırım yaptık diye dolanan gerizekalılar dahi var.
  • https://www.youtube.com/watch?v=nynkr0opupw

    şu belgeselde de itiraf etmektedirler
  • biz yaparsak fetih, yabancı yaparsa işgal felsefesinin ürünü bir beyan. sen adamların topraklarını yüzlerce yıl işgal et sonra kalk türk soykırımı yaptılar de. bizim yakın tarihimizde (bkz: 6 7 eylül olayları) gibi şeyler var, bunu sorsan münferit olaylar diyecek adamlar yunan tarafında aynısı yapıldığında soykırım diyor. herkes önce kendi tarihiyle yüzleşsin ondan sonra milleti boklamaya başlasın. biz hamidiye alaylarına, ermeni tehcirine, dersim harekatına, 6 7 eylül olaylarına gözümüzü kulağımızı kapatıp üç maymunu oynayan bir millet olarak yüzlerce sene topraklarını işgal ettiğimiz insanlara asıl soykırımcı sizsiniz dersek komik duruma düşeriz. bizzat dedesi selanikten göçen birisi olarak bunu söylüyorum.
  • işgal ederken fetih, zafer gibi tanımlayan, kaybederken ihanet, hainlik gibi kavramlarla açıklayanların, mantığının geldiği son nokta bu tabi.

    yunanistan'ın başka bir devlet ve yunanların başka bir millet olduğunu, oradaki insanların bir süre sonra, çocuklarını yeniçeri oçaklarına devşirme olarak vermek zorunda kalmak ve hristiyan oldukları için ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmek istememelerini bile anlamayanların, osmanlı'nın baskıcı siyaseti sonucunda, ve bununla beraber halklara ortak yaşama persekifi sunmaktan uzak bir devlet olmasıyla alakalı olmasını görememeleriyle alakalı bu.

    işin en komik tarafı, başka ülkeleri işgal etmek hayalini taşıyanlar ise, bu topraklarda bir tek tapusu olmayan, borçlar içinde yaşayan, kazandığı yaşamasına kıt kanaat yeten tipler olması. bırakın başka ülkeleri işgal etmek için hayal kurmaları, neden ülkenin yüzde biri yüzde doksanından daha çok kazanıyor ve daha çok mülke sahip, buna cevap verin önce isterseniz.

    edit: gramer demiş miydim?
  • her yunan'a da bu söylem yıkılamaz sanırsam şuraya bir bakın isterseniz.

    https://youtu.be/3hlayh5bpze
  • yunanistanın bağımsızlık sürecinde başta türkler olmak üzere bölge halkları ciddi katliamlarla karşı karşıya kaldılar, bundaki en büyük suç da osmanlının.

    yüzlerce yılda büyük zorluklarla anadoluda kendine yer bulmuş türk halkını keyfi gerekçelerle balkanlara yerleştirdi ve lazım olduğu zamanda da koruyamadı.

    bir hanedan düşünün kendilerinin de mensup olduğu türk boylarını her fırsatta yerinden eder sürer.

    yerleştirdiği halkı koruyamaz, korusun diye güçlü bir adama ünvan verip vali yapar, vali karşıdaki yunana katliam uygular.

    vali daha da güçlenince devlete isyan eder ortalık karışır bu sefer yunan türk'ü katleder ama bu sırada ağalar paşalar iktidar derdinde oldukları için olan yine türk'e olur.
  • isyan sırasında aşağı yukarı öldürülen 20.000 müslüman var bir kısmı türk ve arnavut.
    işin ilginci isyan önderlerin ortodoks arvanit yani arnavut olmalarıdır. bu toplum arnavut kökenli olduğu halde dini nedenlerle kendilerini yunan görürler. tam bir ortodoks milletyetçisidirler. dahası bir kısım yahudiler de katliamdan nasibini almışlardır. osmanlıya karşı savaşa gelen ünlü ingiliz şair george gordon byron dehşeti görmüş , ailesi öldürülmüş 9 yaşında bir türk kızını kurtarmıştır. batıdan büyük destek almış bu isyan hatta haitideki zenciler bile desteklemeye gelmiş.
    günümüzde türkiye bu katliamı siyası propaganda olarak kullanmayı akıl etmiyor. ülke de böyle bir tarih bilinci yok. ama diğerleri hem çarpıtarak birazda abartıyla türklerin ne kadar kötü olduğunu anlatıp dururlar.diplomasi ve propaganda yönü zayıf bir ülke olduğumuz bir yana kendi halkımız bile çoğu kendisine yapılan katliamlardan habersizdir. türkiye de tarihçilik fetihten ve düşmanı kovduktan ibarettir.
hesabın var mı? giriş yap