• gördüğüm yerde ortamdan ardıma bakmadan en az 3 km. uzaklaşma hissi doğuran kitap. aslında kitabın konusunu bile bilmiyorum, bununla birlikte yazarın başka bir kitabını dahi okumuş değilim ama "yüreğim seni çok sevdi" nedir yaa?!. daha kitaptan haberdar olmadan bir arkadaşımın kişisel iletisinde görmüştüm bu "yüreğim seni çok sevdi"yi de kendisini engellememek için zor tuttum kendimi.

    - yüreğim seni çok sevdi osman ama bağırsaklarımdaki nefrete mani olamıyorum
    - dalağımı şişirdin süheyla
  • hayatımda gördüğüm en çirkin kapak tasarımına sahip kitap. kamyon arkası resmi hissi uyandırıyor bende.
    şöyle ki;
    http://www.kitapokuyoruz.com/…im-seni-cok-sevdi.jpg
  • -yüreğim seni çok sevdi cevat
    -yüreğine koyim sana bişi olmasın
  • (bkz: dikkat uzun entry)

    okuduğum en kötü romandır.
    bunu söylediğimde bazı okurları (bkz: kezban) dediler ki: "olur mu öyle şey?", "müthiş, eşsiz bir kitap!" vs. birisi face'ten mesaj atıp "türk halkının en çok sevdiği, en çok okuduğu yazar için ne biçim konuşuyorsun?" falan dedi. sanki küfür ettik.

    bu kitabı okuyalı yıllar oldu. kız arkadaşım kitabı kendi okuduktan sonra bana getirdiğinde, "bu romanın sana kazandıracağı birşey yok ama güzel bir aşk hikayesi okumuş olacaksın" dedi. peki ne derece haklıydı?

    bence bir eserin fark yaratması ve değer kazanmsası romanda ritm, biçem, kurgu ve daha önemlisi dil özellikleriyle mümkündür. bu noktalarda fark yaratmayan kitap bence yarına kalmayacaktır.

    bir yazar için dil yeteneğinin önemi elbette çok büyük. yazar, toplumun bir sancısına, acısına eğilirken, -ki canan tan bunu da yapamıyor ya neyse- anlatısında sahip olduğu sermaye cümleleridir. bir kitabı, sanat noktasına taşıyacak olan ne kurgusu ne sürükleyiciliği ne de başka birşeydir, edebiyat eserini sanat noktasına taşıyan birinci önemli unsur estetik düzeyi yani herşeyden önce o düzeyi belirleyen, cümlelerin kalitesidir. ikinci unsura bilhare değineceğim. bir yazarın elindeki bu anlatım sermayesi kıymet etmiyorsa yazılanlarda sanat değeri taşımayacaktır. bu bir mimarın sanat ve estetik anlayışıyla şık bir bina tasarlamasıyla, moloz yığınlarını üstüste koyması arasındaki farka benzer. canan tan'ın böyle bir estetik ve sanat anlayışından ne kadar uzak olduğu ortadadır. öyle ki "yüreğim seni çok sevdi" altını çizecek tek bir cümle bulamadığım ilk roman olmuştur. polisiye bir roman olsa bu durumu anlayışla karşılarız.(belkide) fakat "aşk" gibi konu üzerine yazılmış romanda, yazarın insan duygularına eğilmekteki ve ifade etmekte başarısızlığı, insanın kalbine dokunan bir cümle sarfedememesi gözardı edilemez bir olumsuzluk durumu. bu anlamda sartre'ın özdeyişi önem kazanıyor, "insan bazı şeyleri söylemeyi seçtiği için değil, onları belli biçimde söylemeyi seçtiği için yazardır."

    şimdi bazı okuyucunun " olur mu öyle şey, gayet güzel insanın kalbine dokunan cümleler vardı." dediğini duyar gibi oluyorum. ama fikrimce dümdüz bir dille hikaye anlatıp nazım hikmet'ten, tanpınar'dan eşsiz şiirleri aralara serpiştirmek, bir üslup zenginliği değil.

    insan bir hikaye duymak ister. insanoğlunun en önüne geçilemez bastıralamaz duygularından biridir merak. zannımca daha ilk çağlarda ateşin başına toplanmış mağra insanları bile, avı yakalayıp getiren adamın hikayesini duymak istiyordu. yüzyıllar boyunca hikayeler devam etti, sinema, tiyatro, edebiyat doğdu. ama burada sorulacak soru şu: "mesele gerçekten sadece bir hikaye anlatmak mı?" cevap elbette hayır olmalı, hele sözkonusu tür edebiyatsa. bizler bugüne kadar yüzlerce aşk hikayesi duymadık mı? - belkide yaşadıkta - asıl ihtiyacımız olan bir yenisini duymak değil, bir yönetmenin bir yazarın estetik süzgecinden geçmiş, insana haz veren, sanatına erişmektir aslında. anlatıcı kendine has ve nitelikli bir üslubu benimseyemediği zaman iyi bir hikaye ölebilir, ya da iyi bir yazar aslında zayıf olan bir hikayeyi bizlere çok çarpıcı bir şekilde sunabilir. bize olayları hiç düşünmediğimiz yönlerden gösterebilir. olanlar üzerinde düşünmemizi sağlar, bizlerin düşünce dünyasına birşeyler bırakır yetenek ve edebi hazda buradadır. ne yazık ki bu sefer insana hiç birşey düşündürtemeyen, bir romanla karşı karşıyayız.

    yazıyı sanat noktasına taşıyacak olan ikinci önemli unsur iletisi veya iletileridir. bütün mesele çift anlamlılıktır. çünkü benim duymak isteyeceğim kuru aşk bir hikayesi değil, o hikayenin ekseninde yeni bir dünyayı tanımaktır. başarılı eserlerin çoğunun başırısındaki sebep, o yeni dünyayı bilinçaltımıza gösteren çift anlamlılıktır. bu, cümlelerdeki kinayeli anlamlarla başlayıp romanın esas konusuyla devam etmelidir. anna karinana'da bir aşk hikayesi anlatılır ama toprak reformu da anlatılır. meyhane'de bir aşk hikayesi anlatılır ama kapital sistem içerisinde parçalanmış hayatları da görür, sezeriz. orhan kemal'in hanımın çiftliği'nde yaptığı da budur. onun bize anlattığı yanızca güllüyle kemal aşkı ve bir dizi çiftlik entrikası değildir. aşk, hata, kavga, entrika vardır ama bu gibi insanlık hallerinin ekseninde türkiyenin meselelerini, demokrasiye geçiş çabalarını, toprak kavgasını, sosyal sorunları, halkın yoksunluklarını da görürüz. acaba canan tan bize ne anlatır? yanıt: hiçbirşey!

    ha, hiç mi iyi bir yan yok? bu eserde yazarın bizi bursa'ya amerika'ya çeşitli üniversitelere götürmesi, oraların kültürel ve görsel bir resmini başarıyla çizmesini oldukça beğendim. yinede bu olumlu ayrıntı betimlemelerdeki boğucu sıkıcılığı değiştirmiyor. nispeten çarpıcı sayılabilecek sonu da kitabın çıtasını çok yükseltebilmiş değil. oluntu, tema, konu ve kurgu yönünden çok sıradan bir kitap olduğunu söyleyebiliriz .

    bunların yanında, söylenmiş ama bende yineliyorum kapak tasarımı çok ama çok kötü.
    aslı ise hiçbir gerçekçiliği ve hiçbir sempatisi olmayan gerçek hayattan uzak, lüzumsuz bir karekter.

    eleştrilerim ne yazık ki burada da bitmiyor. bir başka yazarı överek anlatacağım, hemde hiç sevmediğim bir yazarı... stephane meyer yazdığı seride, yakaladığı başarılı anlatım seviyesiyle bütün dünyanın kızlarını, edward'ına aşık etmeyi başarmıştır. oysa tan sadece beni bile, koca kitap boyunca aslının muratı sevdiğine bir türlü inandıramamıştır. bu kadar kuru bir anlatım içerisinde "yürek yangın yeri, o yürek seni istiyor, birtek seni" dediğinde sanki aslı yalan söylüyormuş gibi hisseden tek kişi ben olmamalıyım. herşeyden önce, aslı sevgilisini seviyor olsa, muratın üzerinde bir gözlemciliği olurdu. (bkz: masumiyet müzesi)
    buna kitapta hiç rastlayamıyoruz. seviyor olsa "beni kucağına alıyor, öpüyor, öpüyor..." gibi cümlelerle yetinmeyip sadece onun yaptıklarını değil kendi hissettiklerini de anlatırdı. bu sevgisizlik ortamında ben buna aşk romanı bile diyemiyorum. anlatıcı bakış açısıyla yazılmış bir romandan bahsediyoruz. yani şunu anlayamıyorum, insan sevdiğinden bahsederken bu kadar yabanıl bir biçemi nasıl kullanabilir? okurlarının bana söylediği gibi: "olur mu öyle şey?"
  • çalıştığım işyerindeki kızların birinin elinde görmem ve kapağını incelememle " bu ne lan kız kitabı tam bu , tuna kiremitçi yetmiyor birde bu çıktı başımıza " yorumunu yaptığım kitaptır. kapağı ayrıca boya sandıklarının üzerindeki resimlere ve asker ajandası kapaklarına benziyor.
  • filmi çekilesi romandır. tren ile çıkılan uzun yolculuklarda keyifli dakikaların su gibi geçmesini sağlayacağı kesindir.

    --- spoiler ---

    özellikle murat'ın aslı'ya durup dururken şiirini verdiği bölüm çok güzeldir.

    --- spoiler ---
  • okunacak zamana cok dikkat etmeyi gerektiren kitap. soyle ki duygusal acidan zorlu bir donemden geciyorsanız,sevgiliden yeni ayrilmak gibi, o kitaptaki her karakter icinizde vuku bulur.kitap bitene yakin son sayfalari ıslamaktan kabarmis, hatta yazıları dagilmis olabilir. ancaak bu dönemi atlatip bir daha donup okuyacak olursaniz kitabı, basit bir ask romanidir. icinde sizi etkileyen sadece şiirlerden alınmıs bölümler kalir.
  • özellikle boş geçen relax saatleri değerlendirmek için keyif verici ancak edebi olarak fazla bir kazanım elde edileceğini düşünmediğim bir yapıt
  • gün geçmiyor ki facebook'ta bu vb. isimli bir sayfa daha açılmasın.

    yüreğim seni çok sevdi
    kalbim seni çok sevdi
    seni yüreğim çok sevdi
    kalbim aslında yüreğim ve seni sevdiler
    seni seven kalbim sana deli oluyor anlasana
  • az biraz da olsa kendimden bir şeyler bulduğum buna rağmen beni pek sarmayan roman. roman, ana karakter aslı ve murat'ın aşk hikayelerini anlatır aslında. belki imkansız aşklarını... çoğu zaman keşke dediğim, bir zamanlar amerika'da kaldığım dönemlerde, evlenip orada işimi gücümü kurup yoluma baksaydım hayallerim, romanda gerçekleşiyor. içim burkulmuyor dersem, yalan. ne derece doğru, yanlış tartmadan yapmayı düşlediğim şeyi gerçekleştiriyor ya ona bak sen...hala geç değil diye bir dürtü uyandı bende, aklımda olan kıvılcımları ateşe vermeye yakın... romanda, her fırsatın ablamıza sunulması, her kapının açılması biraz sıkıyor beni, eh öyle hayatta olmaz diyorsun kendi kendine. murat'ı gerçekten sevip sevmediğinden emin olamıyorum şahsen ben... aslı karakteri o kadar garip çizilmiş ki, böyle bir insanla anlaşmak ölüm gibi geliyor bana. bu kadar dik başlı, aynı zamanda çalışkan, aynı zamanda gereğinden fazla hırslı ve bir şekilde herkesle çok iyi geçinen, enteresan... diyeceğim o ki, okumasanız da çok bir şey kaybetmezsiniz. amerika hayaliniz varsa, ya da özlem duyuyorsanız sırf onun hatrına bir göz atın derim dostlar.
hesabın var mı? giriş yap