• "... kalabalıktan, ölümlerden ve acıdan kaçan bir genç adamdan otel'in anahtarlarını aldım, üç de kalın battaniye istedim. gemileri kıyıya yanaştırmayan, pencere pervazlarını zorlayan azgın bir fırtınanın yanıbaşında ' muhasebe' ye giriştim kendimle.
    ne çok sevmiştim! bedenim ve belleğim ne kadar unutkandı...
    ...
    ölü bir zamansızlık kokusu dolanıyordu ada'da. yaz, çekilmiş bir diş gibi yokluğuyla zonkluyordu.
    bulaşıkları yıkadıktan sonra otelden çıktı, kıyı şeridi boyunca yürüdü. savrulan yapraklarla boğuştu, çamurlu kuma daldı çıktı. mermer parçalarının güzelliğine baktı. bir yaz gecesi, kendi içinde bir gezegen kadar özgür, tek başına, mutlu saydığı denizi gözledi. hırçındı deniz.
    şimdi beyaz olucak yazılarında bunları kaç kereler anlatmıştı. zorlamıştı.
    otelin kocaman, eski anahtarını okşadı.
    kıyıda otururken enis bey'in adımlarını izlediğini, kan tutmuş gibi hep onun gezindiği yerlere döndüğünü, onun oturduğu iskemlelerde onun konuştuğu kişilerle konuştuğunu kavradı. birden. neden korkunun ya da acısının nesneleriyle özdeşleşmişti böylesine?
    neyin gerekçesini arama peşindeydi? "
  • "nice imparatorluklar barındırmış, artık yorgun düşmüş bir toprak, usulca çürüyen gizemli bir kent, cansız bir deniz görüyoruz 'yürekte bukağı'da.
    bu ortamda, bu ortamla beslenen hastalıklı toplum düzeninin yüreklerine geçirdiği bukağıyı çeşitli yöntemlerle zorlayan, silkip atmaya uğraşan, yeni değerler yerleştirme amacını güden kişiler görüyoruz. bu kişiler, savaşarak, direnerek, sevişerek, ölerek, hatta yalnızca dayanarak savunmaktadırlar insan olma özelliklerini.
    şimdilik tek avuntu vardır görünürde: bukağı, bir kez kullanıldı mı, kullananı da hızla yıkımına götürmektedir."

    1980 basımı, okar yayınları tarafından çıkarılmış kitabın arka kapağında, siyah beyaz tomris uyar fotoğrafının altında bu cümleler yazıyor.
  • " radyoda fasıl: sensiz ey şuh.. saat beşbuçuk demek. yorgunum. verebileceklerimden, veremediklerimden yorgunum. biriktirdiklerimden. bir alsalardi , o yürekliliği gösterselerdi.."
  • "... ne çok sevmiştim! bedenim ve belleğim ne kadar unutkandı. benim önemli saydığım günleri hiç unutmayan, beni sevindirecek ayrıntıları kollayan, düşüncelerime hep saygı gösteren gençlik arkadaşlarımı silip atmıştım. sınıfdaşlarımı. tutarlı sınıfdaşlarımı. birarada kalıp bir yozluğu körüklememeliydik. küçük burjuvaca duygularımıza saplanmış kalmamalıydık. tek başına, el değmemişliğimizi, cesaretimizi denemeliydik. dürüst, ödünsüz, gözden çıkarıcı bir yaşam sürdürmeliydik.
    demek onları bir çeşit sayrılık gibi atmıştım bedenimden, kafamdan. çevremi boşaltmıştım. yalnızdım. yerlerine koyduğum yeni ilişkiler nelerdi? başkaları adına savunduğum şeylerin kaçta kaçını uygulamıştım kendim?
    babaevimde 'küstahlık' diye nitelendirdiğim, asla katlanmadığım davranışları, sövgüleri sevimli bulmaya alışmıştım yavaş yavaş, yeni yaşam düzenlerinde.
    neden yalan söylemeli, kabalık sevimli gelmeye başlamıştı bana. alt sınıflardan gelip başarıya ulaşanları, kendilerini devrimci, eylemci sananları, yedikleri çanağa, yaşadıkları aşka utanmadan tükürenleri, savundukları düşüncelerle yaşam biçimlerini asla yan yana götürmeyenleri, götürmek istemeyenleri ağzım bir karış açık dinlemiştim. hepsinden ben, benim sınıfım sorumluydu. onların benim bin güçlükle sıyrıldığım düzmece değerlere yapışmaları hiç mi sarsmamıştı beni?
    sözde-köylülerin sınıf atlama çabaları, iyi yemeklere, lüks lokantalara, okumuş kadınlara düşkünlükleri? seviştikleri kişileri saymamaları, saydıklarından ürkmeleri?
    anlaşılan, bu toplumu yalnız benim sınıfımın yağmaladığını düşünmüştüm. cezam azdı bile..."
  • --- spoiler ---

    bir kere yaşanıldı ya, sürecektir. başka yerlerde, başka zamanlarda, başka kişilerle.

    --- spoiler ---
  • tomris uyar'ın 1979 yılında yayınlanan ve sait faik öykü armağanı'na değer görülen öykü kitabı.

    günlük, içsel sıkıntılar. kadın erkek arasındaki iletişim veya iletişimsizlik. sıkıyönetim döneminde yaşayan insanların yüreğindeki prangalar. kendine has dili, iç monologlar, değişen bakış açılarıyla yazılmış ama tomris uyar'ın bildiğimiz o hüzünlü insanlarının hikayeleri.

    "ben güzel şeyler duymak istiyorum demedim ki, sesini duymak istiyorum o kadar."
  • tomris uyar'ın ilk kez 1979 yılında yayımlanmış olan, salt ismiyle bile insanı cezbeden muhteşem öykü kitabı.

    özgün ve akıcı üslubuyla gençliğin verdiği toyluğu, yetişkinlik döneminin hayata yönelik kararsızlıklarını ve çekincelerini, yaşlılıkta geçmişe duyulan özlemi, bir liman misali sığınılan anıları, insan ilişkilerindeki ve sıradan yaşantılardaki psikolojik detaylarla okuyucuya yansıtıyor bu eserinde uyar. geçişler son derece sağlam, öykülere hâkim olan dil sade ve anlaşılır, yazılan her satır içten, gerçekçi ve doğal, tasvir öğeleri öykülerin çoğunda baskın olmakla birlikte okuyucuyu sıkacak kadar ağır ve abartılı değil. bilhassa "süt payı" ve "düş satmak" öykülerindeki diyaloglar ve monologlar kurgu ile bütünleşecek biçimde akıcı ve ahenkli, karakterler, hissettikleri her şeyi size de okurken hissettirecek kadar samimi, öyle ki insan özellikle bu öykülerin öykü olmakla kalmayıp birer romana evrilmesini, sayfalar birbirini kovalarken bu yarışın hiç bitmemesini arzu ediyor fakat gelin görün ki yazın hayatı boyunca kalemini öykülerin yüzüne çevirmiş olan tomris uyar öyküleri romanlara tercih ettiğini bu eşsiz eserinde de okuyucuya duyuruyor:

    "ilk romanın genellikle özgeçmişe dönük bir ürün olduğuna inanılır. oysa özgeçmiş, yazarın bugününü, yarınını yönlendiren kısacık bir başlangıç noktası değil midir yalnızca? uzarsa kimi ilgilendirir? kendimizi temize çıkarmak ya da hırpalayıp ezmek adına, genel akış içinde seçtiğimiz bir noktada durdurabilir miyiz yaşamı, dondurabilir miyiz? ilk roman yazılmadan ikincinin yazılmaması da doğal. ver elini öykü öyleyse, dinmeyen devingenlik..."

    ilk kez 1971 yılında yayımlanan dizboyu papatyalar ile eser ismi seçiminde özgünlüğü yakalamış olan uyar, "yürekte bukağı" ile özgünlüğü çarpıcılığa taşıyor zira eserin ismi için seçtiği "bukağı" sözcüğünü öykülerde hem gerçek anlamıyla hem de bu sözcüğü "yürekte" sözcüğü ile birleştirerek ve öykülerin genelinde insanların yüreklerine "hapsettikleri" hisleri, hatıraları, hayal kırıklıklarını ve yaşanmışlıkların yürekte adeta kalıcı bir iz olarak terk ettiği "burukluğu" tema olarak seçmesi ile mecaz anlamıyla kullanmayı tercih ettiği görülüyor; bütün bunlar, bu kitabı, tomris uyar'ın diğer öykü kitapları arasında zirveye taşıyor.
  • kitaba adını veren öyküsünde tomris uyar, “yüzyılın başından bana usulca seslenen ölü dayımı okuyorum.” diyerek f. scott fitzgerald’ın şu güzel paragrafını öykünün kalbine yerleştirir.

    “yaşam, bir çatlayıp dağılma işlemidir zaten, gelgelelim oyunun en çarpıcı bölümünü oluşturan vuruklar -dıştan gelen ya da dıştan geldiği sanılan büyük, beklenmedik vuruklar- anımsadıklarınız, özürlerinizi yükledikleriniz, zayıf anlarınızda dostlarınıza açtıklarınız -etkilerini hemen göstermezler öyle. içten gelme bir başka tür vuruk vardır ki- ancak onunla başedemediğiniz kadar geciktiğinizde duyarsınız varlığını, bir bakıma artık eskisi kadar sağlıklı biri asla olamayacağınızı sezdiğiniz bir gün. birinci tür çözülüşün çabuk olup bittiği sanılır oysa ikinci, neredeyse biz bilincine varmadan olup bitmiştir de ansızın fark ediliverir.”
  • 1979 yılı sait faik öykü armağanı kazanan bir tomris uyar öykü kitabı.
    iki bolum; birinci bolum sekiz, ikinci bolum iki oykuden olusuyor,
    paylasmak icin kitabin 'pdf'ini aradim, bulamadim. sonra sesli kitap videolari buldum. okuyan oykuyu rezil etmisti, buraya almadim, dinlemenizi tavsiye de etmiyorum.

    70'li yillarin edebiyat dunyasini kasip kavuran bir kadin tomris uyar. o donemin en unlu ve en saygin iki edebiyatcisiyla evlenmis, diger ikisiyle asklari destan olmus. tek basina 'ikinci yeni'nin anasi, sembolu sayilabilir. bu bilindik seyleri ben yazmayayim, bir yazi koyayim, dilerseniz okuyun.
    tipik burjuva, guzel, akilli, duyarli, entelektuel....
    ne arasaniz var kadinda.
    bazi insanlar icin iyi ki erken olmus denilebilirse, bu, tomris uyar icin de gecerli olabilir. gerci cok da erken sayilmaz ama gorece erken; 62.
    bunu deme nedenim, ona yasanti, dunyaya bakis ve populerlik acisindan epey benzeyen ( füruzan, #120369323) cagdasi bir kadin sanatcinin artik gorunmez, duyulmaz olmasi. bu tur kadinlara yaslilik yakismiyor. ((bkz: ölümsüz marilyn monroe))
    kitap hakkinda yazmak isterken yazarindan kopamadik bir turlu ama bu gerekliydi.
    kucuk burjuva hassasiyeti.
    evet, tomris uyar ve bu oykuler tam da bu tanimlamayla tanimlanabilirler.
    tomris uyar'in bu oykuleri yazdigi zaman dilimi, hemen 80 oncesi. turkiye'nin yine karmasa ile boguldugu yillar. bu sefer basrolde askeri vesayet de var. oykuler bu sikintili ortami modern dokunuslarla yasatiyor size. otobiyografi; hic roman yazmamis ve hep bunun arzusunu gutmus bir yazarin bilincindeki o arzuyu ve ilk romanlarin otobiyografik olma kacinilmazligini bize hep animsatiyor. bunlar hep, o hic yazilamamis ilk romana hazirlik. oykulerde ic sesiyle konusan bir kadin, ic ses kullanma teknigini basariyla kullanan bir tomris uyar var.
    bu oyku kitabinin 79 yilinda sait faik odulu almasi, belki de yazarin sahsinda, o yillarda onun magduriyetini yasayan butun sanatcilara verilmis bir oduldu. ne de olsa tomris uyar ismi, yukarida da sozunu ettigimiz gibi bir donemin simgesi, ta kendisiydi.
    kitapla ilgili biraz arastirma yaptiginizda hemen karsiniza cikacak ilk bilgiler, bukağı sozcugunun anlami ve bu sozcugun yürek sozcuguyle iliskisi olacaktir. bu nedenle bir kere de ben yazmayacagim. yalnizca bukagidaki o ozgurlugu yok eden gucu ve bu gucun insan uzerinde yarattigi gucsuzlugu, kitaptaki butun oykulerde derinden hissedeceginizin garantisini verebilirim.
hesabın var mı? giriş yap