• aids hastalığının gripten çok rastlandığı bir afrika ülkesinde, mezbahaneden bozma bir hastanede neredeyse kemiğine kadar ayılmış ayak parmağınıza 14 dikiş atılırken "ben buradan sağ sağlam çıkarsam daha bana havada karada ölüm yok" düşüncesini beyninizin her kıvrımında hissetmektir.

    adamlar grip diyor, ateş diyor lan ahahaha.

    geçmiş olsun ponçikler.
  • bu acıklı başlığa ben de yarı komik, yarı iğrenç hikayemi yazayım. midesi kolay kalkanlar okumasın.

    eşim hintli, düğüne hindistan'a gittik. hintli kayınvalide, teyzeler halalar filan bana sariler, hint kıyafetleri giydirmeye bayıldılar. bir sürü de sari hediye ettiler, sanki ben giyebiliyormuşum gibi.

    sari denilen şey, bir bluz, bir etek üzerine çeşitli şekillerde sardığınız uzunca bir dev kumaş. ama öyle rastgele sarmakla da olmuyor, baya usulü var, bi tarafını eteğine sokuyosun, bi tarafını sırtından alıyosun, elinle pili katlıyorsun filan. bunu bana giydiriyorlardı, üstümde taşıyamadığım için bir de çengelli iğnelerle filan üstüme tutturuyorlardı, ben de onunla işte gerekli aile toplantılarına, ritüellere filan katılıyorum. aile büyüklerinin karşısına öyle sariyle, alnımda noktayla filan çıkıyorum, of çok hoşlarına gidiyor yabancı gelini öyle görmek..

    delhi'deyiz, kalküta'dan filan bir ton akraba gelmiş, bizim kayınpeder de misafirhane gibi bir yer tutmuş onları ağırlamak için, bize de orada bir oda verdi ama türk standardında baya dandik bir otelden bahsediyoruz. hele tuvaletler filan içler acısı. zaten tuvalet kağıdı diye bir şey yok, biz eşimle paket paket selpak getirmiştik, o bile bitti de almaya çalışmamız tamamen ayrı bir saçma hikaye.

    neyse sonuçta bir gün yine böyle beni sarilere sardılar, ortama saldılar. sabah bilmem ne töreni yapıldı, akşama da resepsiyon var, benim sariler içerisinde beklemem gerekiyor, odamıza çekildik.

    yalnız yemekler nasıl acılı, nasıl kaçın kurası biliyor musun.. öyle böyle değil. hindistan'a ilk gelen herkes bir mideyi bozarmış zaten. bende de tam o anda başladı. bir gurultular ağrılar filan, kıvranıyorum. ama tuvalete gitmem mümkün değil, iki sebepten;

    birincisi, tuvalet felaket pis, elimi yıkamak için bile girip de, ayakkabımla bile yerlere basmak istemiyorum. 1 paket selapğımız kalmış zaten.

    ikincisi, üstümde ganj nehri gibi ak ak bitmeyen bir sari var, nasıl giydirdiklerini bile bilmiyorum, 2 hatun baya üstüme zırh gibi zımbaladılar sabah, kaldırıp da tuvalete gitmem imkansız olduğu kadar, çıkarıp da geri giymem de imkansız.

    ama duramıyorum yani ölücem, karnımda ağrılar, biyoloji bu, bana mısın demiyor. artık zorlayabildiğim yere kadar zorladıktan sonra dedim ki yani ya bu güzelim sarileri ziyan edicez ya da ben bu sariyi çıkarıyorum. hani kayınvalide, kuzenler filan ortamda olsa söyleyeceğim, iki dakka kapıyı tutun ben hasta oldum, sariyi çıkarıyorum, bana geri giydirmeniz gerekecek filan.. ama herkes meşgul, misafir ağırlıyorlar, koşturuyorlar.. beni odaya koydular, tamam gelin dursun işte orada diyip yok oldular.

    ağrılarla kıvranmaktansa bir noktada ben isyan ettim ve başladım üstümdeki sariyi yolmaya. plan yaptım, önce tuvaletin temas etmem gereken yerlerini temizleyeceğim, bir şişe püreli hazır ettim, selpağıma sarıldım filan ve sariyi üstümden fırlatıp kendimi tuvalette attım. kapısı da kapanmıyor namussuzun, öyle rahatsız bir hal.. derken odaya biri daldı. ben türkçe küfür kıyamet, ama neyseki gelen eşim. çıkarıp fırlattığım sariyi görmüş,

    "iyi misin??" filan diyor,

    diyorum, "bana bu acılari yedirenin annesi ve avradı.. kapıyı tut!"

    neyse bu salak dışarda gülüyor filan, bir dalga geçmeler bir espri tufanı... ama kapıyı tuttu neyse ki, odaya tebriğe gelenleri filan savuşturdu, ben işimi gördüm, pürelle yıkandım filan çıktım.

    bu sefer iç eteği ve yarım bluzla ortada kaldım. eşim diyor ki, "sen baya baya hastasın eve gidelim". iyi gidelim ama, benim odadan çıkıp, misafirhaneden çıkıp eve gidebilmem için sariyi geri giymem lazım.

    gerçi iç etek dediğim mavi, yere kadar uzun bir etek, türkiye'de giysen kimse iç etek filan demez. bluz da yarım kollu göbeği açık mavi bir bluz.. yani benim açımdan giyip sokağa çıkılabilir bir şey. dedim "gideyim işte böyle eve, ne var, etek-tişört gibi.." eşim dedi ki, yani hani türkiye'de filan olsak olur da burada asla olmaz, burada bunlar baya baya iç çamaşırı, sokakta iç çamaşırınla yürüyemezsin, mümkün değil.

    te allam.. peki.. hadi bi zorlayalım bakalım sariyi geri giymeyi, belki becerebilirim. sonuçta kaç kere giydirdiler yani hatırlıyor olmam lazım. şunu şöyle sarsak bunu burdan atsak, şu parçası kolunun altından geliyordu filan... allah inandırsın 45 dakika iki kişi uğraştık. hadi ben salak.. eşim hintli yani, az buçuk bir fikir sahibi olması lazım, hiç mi görmemiş annesi, kız kardeşleri filan nasıl sarınıyor bu zımbırtıyı..

    yok. olmadı. giyemedim. midem de zaten yine sinyaller vermeye başladı filan, yatıp ölmek istiyorum. sonuçta ikizin de canına tak etti ve biz bu sariyi aldık, baya halı dürer gibi benim iki bacağıma sardık, dümdüz. üstüme de eşimin ceketini giydim, üstünü beceremediğimiz belli olmasın filan gibilerinden.

    ve onunla biz misafirhanenin lobisine indik. lobide de bir ton aile büyüğü, teyzeler amcalar filan çay içiyorlar, sohbet ediyorlar. görünmeden çıkmamız mümkün değil. ben de dua ediyoum ki sariyi belime sarıp onunla sokağa çıkmaya çalıştığım anlaşılmasın, bir an önce kaçmamız lazım o ortamdan. fakat gelin-damat olarak çaktırmadan kaçmamız mümkün değil. ben böyle gülerek filan "hehe selammm biz bir eve kadar gidip gelicez" diye acilen fıydım ama eşimi lafa tuttular. bu sefer dışarıda bekliyorum, midem gurulduryor, cekete sarınmışım "ulan sokakta iç çamaşırımla duruyormuş gibi görünmüyorumdur inşallah" filan diye, arada adamlar geçiyo tuhaf tuhaf bana bakıyorlar filan..

    neyse eşim de çıktı, ben bunu tuttum kulağından "nerdesin be, ölüyorum burda" diye. o da bana kızdı, "hızlı hızlı kurtulmaya çalışıyorum, lafa tutuyorlar ben napayım" diye.. taksi bakıyoruz, taksi yok. misafirhaneden eve aslında mesafe kısa. 10dk yürüme mesafesi. ben duramıyorum, taksi filan bekleyecek halim yok. bu beni tuttu kolumdan "yürü, burada daha dikilmeyelim biri görecek, yürüyüveririz eve" diye.

    bu sefer halı dürer gibi sariyi sariyi belime sardığım için adım atamıyorum. geişalar gibi minik minik adımlarla ilerleyebiliyorum ama durup da şu sariyi geveşeteyim, adım atabileyim diyecek durum yok. ceketle sarinin belini yumruğumda sıkmışım, bırakırsam herşey üstümden düşüp gidecek. mini mini adımlarla eve koşmaya çalışıyorum.

    karnımda kramplar, eşim yüklendi benim çantaları torbaları, ben sariyi üstümde muhafaza etmeye çalışıyorum, minik minik adımlarla sokakta koşmaya çalışıyoruz filan derken, baya böyle fıççık diye sulu mulu bir boka bastım. taze köpek boku.

    sari yere kadar arkadaşlar. paçası maçası baya köpek boku oldu. muhtemelen bok olan kısmı aslında paça değil de omuza atılan kızım falandı zaten ama yani artık hiç şansım yok.

    beni bir gülme aldı. eşim bana bağırıyor ama ne biçim, "gülmesene be gerizekalı, bunun nesi komik" diye, benim sinirler filan laçka olmuş..

    bağırış çağırış kendimizi eve dar attık. girer girmez bu benim üstümden sariyi çekti aldı bir hışım, "sarisini de sikeyim, eteğini de sikeyim" diye boklu moklu sariyi baya bildiğin çöpe attı.

    "ya yazıktır, onu teyze hediye getirmişti, bak görecek, çok kalbi kırılacak, ben elimde yıkayıvereyim" filan diyorum ama sarinin boyu üç yogan, elde yıkamak filan akıl karı değil. eşim de sinirli, "kırılsın kalbi, zorla şu sikimi giydirdiler bok varmış gibi, al bok var" filan diye söyleniyor.

    tartışamadım fazla. kendimi tuvalete dar attım. üstüne de bir güzel sıcak duş aldım. annesi ve babası geldiler eve ki biz ikimiz de baya pijamalı filan yatıyoruz.

    "eye snap hasta oldu" dedi benimki. bize birer güzel masala çay yaptı kayınvalide.

    bir yarım saat sonra filan duydum "aa teyzenin kalküta'dan hediye getirdiği bu yeni sari niye çöpte??" diye.. eşim hintçe hintçe bir sinirli cevaplar vermeye girişti, ben ses etmedim, döndüm uyudum..
  • yaşadığınız ülkede fellik fellik türk doktor aramanıza yol açar.

    finlandiya'da yaşayan bir türk doktor için:

    (bkz: mine eray)
    (bkz: http://www.mehilainen.fi/…antuntijat/3895/eray_mine)
  • düşşşmanımın başına gelmemesini dilediğim olay. mustafa ceceli'nin başına gelebilir.
  • ahmet haşim, frankfurt’ta bulunduğu dönemde hasta ve yalnızdır. üstelik yaşadığı kent, bu içli adamı daha da yalnızlaştırarak çığlığını yalnızca kendisinin duyabileceği bir karanlığa onu mahkum eder. içindeki acının onu sürüklediği yer ise bir hayvanat bahçesi olur.

    nedeni şudur: o kendi halini, hayvanat bahçesinde kafeslerin ardında tutsak edilen, acı içinde ama ızdırabını kelimelere dökemeyen dilsiz hayvanlara benzetmektedir. "bizde hasta cezalandırılması gereken ve her türlü cefaya yaraşır bir suçludur" diyen de güzel ahmet haşim'in ta kendisidir.
  • bizim gibi hassas ve nazlı insanlar için çok zordur.

    bak benim abdli yaşlı bi tanıdığım var. 60 küsur yaşlarındalar. kadın ms hastası oldu, adam da bağırsak enfeksiyonu geçirdi ki ölecek diye bekledik açıkcası hepimiz. bildiğim kadarıyla aylarca tuvaletini normal yollardan yapamadı vs.

    ve bu 2 kişinin 2 cocugu var. birkez dahi yavrum evladım bize bakmak zorundasınız demediler. böyle bi beklenti kültürlerinde yok adamların.

    kendi başlarına kendilerine yettiler. ikisi de sanırım iyileşti. yani azami ölçüde iyiler.

    bizim ülkede ise nezle olan adama geçmiş olsun demesen halini hatrını sormasan senden ölümüne nefret ediyor. dost bildiklerimiz aramadı sormadı tribine giriyor.

    yemin ediyorum nazda tripte dünya lideriyiz.

    altı üstü grip olmuşsun yahu. çok dert ediyorsan eczanede actigrip falan var. bi içiyorsun 1 saate turp gibisin (türkiyde satılmıyor)

    ha bu arada nezleyi gripi sallayın ama yurtdışına çıkmadan sağlık sigortasını asla ihmal etmeyin. yıllık sigorta 100 tl falan. yapın, üşenmeyin. kıyın 50 liranıza. başınıza ciddi bir şey gelir evi arabayı satmak zorunda kalırsınız. aman diyeyim.
  • isveç’te başınıza geldiğinde sigorta durumunuza göre zorluğu değişen olaydır.
    eğer buraya turist olarak gelmiş ve gelmeden önce sağlık sigortanızı yaptırmamışsanız astronomik hastane ve doktor ücretiyle karşılaşmaya hazır olun.
    eğer gelirken sigortanızı yapmış veya burada oturumu olup sigortalı yaşıyorsanız sorunsuz en iyi şekilde tedavi edilirsiniz.
    dil bilmediğiniz halde illede türk doktor aramayın. ılgililer derhal size ücretsiz türkçe bilen tercüman bulurlar. ıngilizceniz iyiyse zaten isveçlilerle kolay konuşabilirsiniz. geri kalan işlemleri sosyal sigorta kurumu yapar size pek iş düşmez.
  • rezalet bir olgudur. hele ki yalnızsanız... el mahkum kalkılır, hasta hasta kendinize çorba yapıp öksüre öksüre, gözler yaşara yaşara o çorbayı içer, burnunuzu çeke çeke odanıza dönersiniz. o an da aklınızdaki tek şey annenize olan özleminizdir. skype'tan aradıklarında da açmazsınız ki, hasta olduğunuzu görüp üzülmesinler.
  • iyi gün her yerde geçer ama hasta olunca hele ki yurtdışındaysa insan, o hastalık aslında yalnızlığın yüze tokat gibi çarpışıdır. bakacak kimse yoksa sürüne sürüne çorba yapmaya çalışmaktır, burdayken her nazı çekecek anne/sevgili varken, yurtdışında o nazın kendimize bile geçmemesidir. normalde belki iki günde geçecek bir hastalığın, iki haftaya uzamasıdır. burda işyerini arayıp, bugünlük beni idare ediverin demek varken, yurtdışındayken zorla da olsa işe gitmek, bari hasta olduğumu gözleriyle görsünler demektir. burdaki 'uyusam geçer'in yerini, yurtdışında tedirgin ve hep bölünen uykuların almasıdır. kısacası hasta olmak zaten zorken, bi de yurtdışında hasta olmak iki kat daha zordur.
  • hastalik diye nezle, grip, bogaz agrisi gibi bunye kirilmalarina aglayan ana kuzularini gostermistir bize. tavuk corbasi, meyve ve bir kac basit market ilaciyla dunyanin her yerinde cozum aynidir.

    ha durum acillik ya da uzun sureli hastane ziyareti gerektiriyorsa moral bozulma bir derece kabul edilebilir. eger gelismis bir ulkede yasiyorsaniz neden oraya gittiginizi de aciklar bu durum. acile gittiyseniz verirsiniz kimliginizi, sigorta kartinizi, cevaplarsiniz 2 soru o sirada sira zaten size gelmistir. olursunuz tedavinizi, alirsiniz recetenizi yine donersiniz evinize. hastane bir sure sonra bir form gonderir, doldurursunuz sigorta bilgilerinizi, postalarsiniz. gerisi hastaneyle sigortanin isidir.

    eger ameliyatlik bir durum varsa o zaman biraz anlayabilirim bu kadar aglamayi, vatan, anne, sakarya, topragim da topragim, beni turk doktorlarina emanet ediniz diyorsaniz gitmeyin kardesim. sadece siz hasta olmuyorsunuz. kazik kadar adam olup bunlarin ustesinden gelemiyorsaniz yasama amacinizi yeniden sorgulayiniz.
hesabın var mı? giriş yap