• dumur edici anlar olabilir bunlar, utanıp yerin dibine de girebilirsiniz.

    mekan: üniversitenin kantin-çalışma yeri kılıklı bir yeri
    saat: geç.. baya geç..

    koltukların, kanepelerin her yerde olduğu bu binada geç saatlere kadar çalışan öğrenciler evlerine dönmeyip uyumaya da kalıyordur ara sıra. o gece ne hikmetse ortalıkta sadece 3-4 kişi vardır. sadece bir tanesi carmen'in yan koltuğunda -ama yine de nispeten uzak mesafede- uzanmış, uyuyor gibi görünüyordur. saatin türkiye'de öğleden sonra olmasını fırsat bilip ablasını arayan carmen, dilediğince "nasıl olsa kimse anlamıyor" diyerek ve kısık sese de ihtiyaç duymadan konuşmaktadır. arada bir amdan götten de bahsetmekte, özlediği küfürleri ardı ardına sıralamaktadır, bir nevi meditasyondur bu zira gecenin/sabahın o vaktinde.

    yarım saat, bilemedin 45 dakikalık bir rahatlama seansından hemen sonra yan koltuktaki genç ayaklanır ve carmen'e doğru yürümeye başlar;

    g: merhaba!

    c: me.. merhaba?

    g: türk müsünüz?

    c: ee.. öyle görünüyo??

    g: konuştuklarınıza kulak misafiri oldum da, ben de yan koltukta uzanıyodum..

    c: hmm.. iyi olmamış o! (azalan bi sesle)

    g: nasıl?

    c: hı ne güzel, siz de türksünüz heralde.. (iç ses; hay ananı nerden çıktın abicim, hakkaten mi her yerdeyiz biz.. 5 kişiyiz lan şurda hepi topu!)

    g: oturabilir miyim?

    c: tabi, buyrun, ben de ders çalışıyodum ama olsun artık tabi tabi, buyrun.. (iç ses; hayvanlık etme be, otursun işte.)

    g: ya bi şey rica edicem, edebilir miyim?

    c: hı rica, tabi, ne demek, yapabileceğim bi şeyse.. (iç ses; ne ricası ya ne ricası, git başımdan bre, rahat bırak beni, utanç içindeyim şu an.. hem işim gücüm var ne ricasıı..)

    g: ben 15 senedir burda yaşıyorum, 10 senedir de türkiye'ye hiç gitmedim. kırık konuşmamdan da anlamışsınızdır zaten.. ama şimdi siz telefonda konuşurken duydum da.. ayy.. nası desem bilmiyorum ki, utanıyorum da çok, kızmazsınız umarım..

    c: ?? nedir?

    g: ya acaba biraz küfretsek birbirimize . . . yani ya da sadece siz bana . . . ya da ben size . . . ne biliyim . . . kemküm ehe şey . . . işte . . . anlarsınız siz de . . . insan özlüyo bi yerde bizim küfürleri . . . kimsem de yok ki . . . anneme babama mı ediyim, kızıyo onlar . . . siz kızmayın n'olur ama kızdıysanız hemen giderim, bu dediğimi de hiç demedim sayarız . . . ama ben . . . ayy . . . çok utandım . . . özür dilerim, rahatsız etmek istememiştim . . . gidiyim ben bari . . . afedersiniz . . .

    c: muhhhhahahahahhah ahahhahahahahahah ahhahahahhahahaha. (yarıla yarıla gülme efekti) nereye gidiyon yarraaaaaam gel gel, istediğin küfür olsun muhhahhahahahahhah!!

    g: ??!!????
  • benim değil ama çok matrak bir arkadaşımın başına gelen olay. kendisinin ekşisözlükte hesabı olmadığına kanaat getirdiğimden yazayım diyorum.

    bizimki yıllar önce tayland'a yerleşme kararı alır. orayı dünyaya geçiş noktası yapacaktır ve bunun için yurtdışı ingilizce öğretmenliği sertifikası alır. gider, yerleşir. ingilizce bilme noktasında da sıkıntılı bir ülke olduğu için her işini neredeyse vücud diliyle halleder.

    birgün anlattığına göre, türk konsolosluğu'na gitmek için yola çıktığında bir köpek sürüsü ile karşılaşmış, haliyle tırsmış. köpek gören her türk'ün yaptığı gibi yere çömelip eline bir taş almış. "dünyanın her yerinde bu köpekler çömelen adamdan çekiniyor" demişti hatta. ben de durup durmadık yerde sokakta çömelen adamdan tırsarım arkadaş. neyse, köpekler yolunu değiştirmiş bunun üzerine, bizimki de güvenle kalkmış ama bir bakıyor ki karşıdan koşa koşa bir adam geliyor.

    - abi abii, türk müsün abi?
    + aaa evet türküm, sen de türksün ha? vay beee.
    - abi şuan oturup ağlayabilirim. yıllar sonra bir türk'e denk geldim burada.

    sarılıyorlar, gülüşüyorlar. biraz muhabbet derken bizim ki soruyor.

    + ee nerden anladın türk olduğumu?
    - abi köpekleri görünce yere çömelip taş aldın eline. dedim: bu kesin türk a.k.

    peşinden kahkalar kopar zaten.
  • yer: köln.

    eşyalarımızı getiren tır yeni evimizin önüne park etmiştir.

    arkadan yaklaşan belediye otobüsü selektör yapmaya başlar, kornaya basar.

    "lan, tır yanlış mı park etti acaba?" dediğimiz sırada, belediye otobüsü şoförü camdan sarkarak seslenir:
    "abi, istanbul plakasını görünce dayanamadım! hoşgeldiniz!"
  • taze geldi bu.

    mekan: marquee, ny
    gece: cumartesi
    kisiler: ny'ta yasayan, calisan turk bir arkadas; gece klubundeki insanlar; gece klubundeki disi kisi

    arkadas ev partisinden cikmis, ufak bir grupla alemlere akmis. kafa halihazirda bir dunya. maksat dunyalarin sayisini katlamak, dans etmek, kurt dokmek, ve de mumkunse karsi cinsle yakin temaslarda bulunmak, turkiye'nin uluslararasi arenadaki iliskilerini guclendirmek.

    girmisler klube, geziniyorlar araniyorlar; standart. bizim arkadas iki tane kiz gormus. bir tanesi de bunun tarafa bakiyor; kesisiyorlar bildigin.

    kiz gelmis arkadasin yanina, tipik "hi, how are you, ne var you" muhabbetleri. arkadas da gayet sarhos bir sekilde "fine, thanks" falan diyor. bir yandan da durum degerlendirmesi yapiyor. hatun hos, eli yuzu duzgun. "iyi" diyor kendi kendine "temiz denk geldi".

    neyse. biraz daha lafliyorlar bunlar. arkadas kizin nereli oldugunu soruyor. kiz "turkey" diyor. arkadas ufak bir afallamadan sonra renk vermeden devam ediyor ingilizce muhabbete.

    kiz iltifatlar, muhabbetler derken acildikca aciliyor. yok "you're really hot" yok "you have amazing eyes" falan derken arkadasi brad pitt mertebesine yukseltiyor gecici olarak.

    arkadas da bir noktada kizin arkadasina "kizim ben bu herifi gotururum bu aksam" dedigini duyuyor ve daha fazla dayanamayip icin "peki madem, ben x" diyor turkce.

    o noktadan sonra ne oldugunu bilemiyorum. cunku x'in anlattigina gore kizlar (yani esas kiz ve wingman'i) o kadar afallamislar, suratlar oyle bir sekle girmis ki bizim arkadas gulmekten yerlere yatmis. kalktiginda ise kizlardan eser yokmus.

    diyecegim odur ki yurtdisinda turkle karsilasilan ortam, yasanan diyalogda cok buyuk pay sahibi oluyor. kizimiz belli ki yabanci erkekle gonul eglendirme planlari yaparken, karsisina cikan bir turk eglencenin kulliyatini yerle yeksan etmeye yetiyor. yabancinin gozunde kasar mertebesiyle alakadar olmayacagini bilen hanim kizimiz bir anda ataerkil turk toplumunun tabulariyla yuzlesmek durumunda kaliyor.

    bana da buradan ahkam kesip sosyolojik cikarimlar yapmak dusuyor.

    ha marquee candir, canandir. paris'i gordugum mekandir; o da ayri bir konu.
  • topkapı'da yanından geçse, cüzdanın yerinde mi diye kontrol etmeni sağlayacak kişiye, gavur ellerde kahve ısmarlamaktır.
  • yer kabil/afganistan, alman elçiliğin arka sokağı. 2 sivil araçlarla intikal eden 4 askeriz, trafik sıkışır. team leader fransız inceden tırsmaya başlar, trafik açılmaz, sinirler gerilir. duruma alışkın olan hollowlife, fransız binbaşıyı güvende hissetirmek için, arabayı fransızın sürmesini, kendinisin inip güvenlik alabileciğini söyler. *

    biz kendi göt korkumuza düşmüşken, karşı şeritten hiace marka bir minibüs yavaş yavaş bize doğru gelmektedir. içindeki adamlar kavga ediyor gibi görünür, içlerinden biri, arada bizim aracı gösterip yanındaki adamı tarktaklamaktadır. zaten işkillenmiş olan fransız tabancasını çeker lakin araba hollowlife'ın tarafındadır. tabancayı sol eline alan hollowlife camı açar. horoz çekilmiş, emniyet kapanmıştır. arkadaki araca dikkat edilmesi söylenir.

    sonunda arabayla yan yana gelinmiştir. adam arabadan atladığı gibi hollowlife'ın olduğu cama yapışır. adam cama vurarak, bağırmaktadır.

    -aslanlarım! kaplanlarım! dünya asker görsün! osmanlının torunları! taşşağınızı öpsün bu gavurlar sizin.

    derin bir off çeken hollowlife, tabancayı aşağı çeker. ne olduğunu anlamayan fransız "shoot him, shoot him" derken nerdeyse ağlaycaktır. arkadaki araçtan adama nişan almışlardır.
  • otuz günlük schengen alıp yurtdışına çıkınca kendini o ülkeye ait sanan haspamların tepki vermesi durumu. sanırsın ki kraliyet ailesine mensuplar. orada karşılaştığın kişi de senin gibi iş için veya tatil için gitmiştir, bunun için kendi ülkenin insanını gömmek acizlikten öte birşey değil.
  • hikayenin kahramanı you are my lethe 2.5 aylığına ingilterede dil okuluna gitmiştir. 150 kişilik okulda tek türk odur. hatta kendisi gibi gene tek olan başka milliyetten birini bulamadığı için en az kişilk grup olan 10 kişilik fransız gruplarla yada 15 kişilik italyanlarla takılır. onlar yanlarında italyanca, fransızca konuşurken hiçbir şey anlamaz, onlar güldüğünde neye güldüklerini bilmez sadece onlarla takılır. italyan ve fransız erkelerin çıkma tekliflerini reddettiği için onu koruyacak birileride yoktur. hatta işi azıtmış olan almanların odasına girip tüm odasını dağıtmalarına bişey diyemez, yapamaz. nasıl desin hem tek türk, hem tek müslüman, hem de kız. eğer derse büyük ihtimalle başına daha kötüsü gelir diye susar. ispanyollar onun iç çamaşırlarını, kıyafetlerini hep alır saklarlar. bağırır çağırır bişey değişmez. erkekler geceleri rahatsız eder nereye şikayet ederse etsin, ne kadar bağırısa bağırsın gene herkes ona karşı bildiğini yapmaya devam eder. hemde rahatsızlıkların dozunu arttırarak. ailesine olayı anlatan yaml bir hafta sonunda başka bir okula aldırılcağını öğrenir. yaml kendi konuşmaları dışında türkçe konuşma duymaz. artık 3.. haftanın sonunda you are my lethe hasta olmuş, hayattan bezmiş haldedir. hocalardan biri ona okula 30 kişilik bi grubun daha gelceğini haber verir. türk değil ama müslümandırlar der ona. you are my lethe ise en azından aynı dindeler diye düşünür. o gün gelir, yeni grup gelir. tüm okul onları incelemektedir, bakmaktadır. o sırada you are my lethe şu sözü duyar.

    -ha siktir laaaan....mına koyiim....bunlar neden böyle bakyor bize.

    bu sözleri duyan yaml hüngür hüngür ağlamaya başlar. hani öyle böyle bir ağlama da değil tepine tepine bağara bağara türkler geldi diye ağlar. sonra güder tüm herkesi bende sizin gibi türküm iyi ki geldiniz diye öpemeye sarılamaya başlar. bi yandan ağlamaya devam etmektedir. hiç tanımadığı bilmediği otuz kişiye sarılır ve onları öper. yaml hayatında bu kadar çok mutlu az olmuştur. geri kalan bir hafta boyunca ne ispanyol ne alman ne de başka millet onu rahatsız edemez. türkçe konuşur, bağırır, küfür eder. hatta artık okulun çoğunluğu türkler olduğu için kimse ona bi bok yapamaz. hatta yaml tüm intikamını diğer türk kız ve erkeklerle acı acı alır. bir hafta sonra ayrılır, diğer okula gider artık daha düzgün insanların olduğu ve gene türklerin bulunduğu bir okuldadır ve mutludur. ama o gün onca eziyetten sonra türklerle karşılaşmak anlatılamayacak kadar güzel olmuştur. ilk üç haftada üzüntüden ağlayan yaml türkleri gördüğünde sevinçten bir saat boyunca ağlar. işte böyle güzeldir yuurtdışında türk görmek. böyle süperdir.
  • arkadaşlarla araba kiralanmış ve los angeles dan san diegoya doğru yol alınmıştır türkiyede yapamadığımız kıroluğun beline vurmuş vaziyette son ses müzik ve camlar açık vaziyette şehrin sokaklarında salınırken bir bisiklet yanaşır ve sadece tek bir kelime söyler

    - selamunaleyküm
    - aleykümselam
  • yer: barbur world foods*

    biseylere bakiyorum dondurulmus gidalarin arasina. yanimda doktora danismanim. milfoy hamuruna cok benzeyen bisey var bu markete yeni gelmis, amacimiz da peynirli borek yapmak. bakiyorum bakiyorum bulamiyorum. "lan" diyorum "bunlardan biri valla bak, uzerinde yaziyo zaten boole kat kat kabariyo diye." parmaklar buz kesene kadar buzdolabini tariyoruz, bulamiyoruz. gorevli de yok etrafta, en son kasadaki bi ablaya soruyoruz gorevli var mi yakinda diye. o sifreli anonslardan birini yapiyor, artik adam mi cagiriyor, cagirirken bi yandan da ebemize mi sovuyor bilinmez. "nineteen and twenty one...ninety nine please... nineteen and twenty one...ninety nine please..."

    birazdan biri size yardim edicek diyip bizi geldigimiz reyona geri yolluyor. gercekten de geri gider gitmez uzaklardan reyonun sonundan salina salina gelen kirmizi kiyafeti icinde gorevli kisi gorunuyor.

    "amugakodugmn amerikalilari.iki dakka bi rahat yok. tipinisktigmin. amcuk."
hesabın var mı? giriş yap