• son yılların en başarılı tiyatro yazarı olduğu söylenen lukas barfuss'un ilk romanı.
    konusu: 1994 ruanda katliamı. yasal hükümet olan hutuların, yıllar önce topraklarından sürülmüş ya da ikinci sınıf muamelesi gören tutsileri ve ılımlı hutuları yüz gün içinde 800 bin gibi absurd bir rakama ulaşarak, palalarla, çivili sopalarla katletmelerini anlatır.
    roman kahramanı david ruanda'nın başkenti kigali'deki isviçre kalkınma ve iş birliği teşkilatı üyesidir. kendince çevresinde gördüğü bir takım haksızlıklara hep baş kaldıran arkadaşlarından farklı bir yapısı vardır. ülkedeki haksızlıkları ve radikalleşen ayrımı ne kadar görse de kendisi o kadar sistemin içinde ve o kadar hükümet tarafıdır ki, ancak kör göze parmak sokunca ; sokaklarda yatan ölü insanlar, bahçivanının temizlikçiyi katletmesi gibi olaylarla geriye dönüp yasal hükümetin hiç de inandıkları gibi olmadığını farkeder.
    barfuss david'in katliam öncesi hayatını ve katliam süresince yaşadıklarını oldukça bilgilendirici bir dille genel olarak anlatırken bir yandan da kitabı yumuşatan hutulu bir kıza olan aşkını da bu kurguya dahil eder.
  • 1979 da süleyman demirel in memleketi düze çıkaracağını vadettiği süre.

    (bkz: babayı almak)
  • lukas barfuss’un kaleme aldığı ruanda katliamını anlatan kitap.her sayfa çevirdiğimde tiksiniyorum insan ırkından.baştan aşağı bu insanları kandıranlardan.öldürenlerden.belgeselini izledikten yakın bir süre sonra kitabı okumak da üzücü bir tesadüf oldu benim için.rust cohle’un söylediği sözler geliyor aklıma “bence türümüzün yapması gereken onurlu davranış, programlamamızı reddedip üremeyi durdurmak ve hep birlikte soyumuzu tüketerek kardeşçe bu haksızlığa bir gecede son vermektir."
  • afrika’nın ortasında dağlık ve verimsiz bir toprağa sahip, çoğumuzun haritada yerini bile bulmakta zorlanacağı küçük bir ülkede, insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden bir tanesi yaşandı. hem de öyle tarihin uzak bir döneminde kalmış, çoktan unutulmuş, tarihçilerin tozlu rafları karıştırarak ulaştığı arşivlerde değil tüm yaşananlar. hayatta kalmayı bir şekilde başarmış olup olaya birinci dereceden tanıklık eden insanlar hâlâ aramızdalar. anıları, hafızaları hâlâ tazeliğini koruyor. 1 milyona yakın insanın ise yaşamı bu olayla son buldu ve yaşamak zorunda kaldıkları korkunç muamele tüylerimizi ürpertiyor.

    6 nisan 1994’de ruanda başkanlık uçağının bilinmeyen bir saldırıyla düşürülmesi sonucu baraj sularını tutan büyük duvarın ilk briket taşı yıkılır. tarihi kökleri çok gerilere giden ve toplumun kılcal damarlarına kadar sızmış olan nefret dalgası, büyük bir baraj duvarının yıkılışı gibi dizginlerinden boşalır ve çocuk, kadın, yaşlı demeden insanların üzerine bir kâbus gibi çöker. belçika’nın bir sömürge devleti olarak ruanda’ya hükmettiği yıllardan beri biriktirilen nefret, artık önüne tüm potansiyelini katarak 1 milyona yakın insanı pala, satır, balta, sopa gibi aletlerle vahşice öldürür. insanın kanını donduran bu katliam tam 100 gün sürer.

    yönetimde bulunan hutular hamamböceği olarak nitelendirdikleri tutsileri ve ılımlı hutuları yok eder. bir süre sonra başkent kigali başta olmak üzere tüm şehirlerin arazileri cesetlerle dolar. bu cesetlere saldıran köpekleri bile öldürürler. 100 günün sonunda tutsi güçleri hakimiyeti ele geçirir ve kâbus sona erer.

    ‘yüz gün’ işte böyle büyük bir insanlık trajedisinin başarıyla romanlaştırılmış acı bir kitabı. kitapta gerçeğin soğuk katılığının edebiyatın sıcak dehlizleriyle buluştuğuna tanık oluyoruz. ‘isviçre kalkınma ve işbirliği teşkilatı’ üyesi olan david tüm yaşananları kendi ağzından anlatıyor. hutulu bir kıza olan aşkı ise kitabı çekici kılmak adına verilmiş bir edebi taviz değil, gerçekliğin üzerine serildiği siyah bir örtü niteliğinde. kitabın girişinde yazdığı gibi kişiler kurgu, olaylar ise tamamen gerçek.

    kitabın isviçreli bir tiyatro yazarı tarafından kaleme alınması da 100 gün boyunca olayları yalnızca izlemekle yetinen avrupalı devletlerin utancını kendi adına taşıyamayan bir vicdanın günah çıkartması olsa gerek.

    -------
    ilgilenenler için, bu ve bunun gibi kitap, belgesel, görsel sanatlar alanındaki değerli eserlere tavsiye niteliğinde yer verdiğim şu sayfayı inceleyebilirsiniz: https://www.instagram.com/ovekakitap/
  • isviçreli yazar lukas barfuss’un 2008 yılında yayımladığı, türkçe’ye ise 2010 yılında metis yayınları tarafından çevrilen kitabı.

    ruanda soykırımı meselesini öğrenmek isteyen herkes araştırma kitaplarının, belgesellerin yanına bu romanı da katabilir. birkaç karakter ve tarihsel bir olay örgüsü içinde soykırıma varan süreci ve soykırım zamanını daha iyi kavrayabilir.

    yazar romanı birinci tekil şahıs anlatımı üzerinden kurgulamış. 1960’lardan itibaren ruanda’da faaliyet gösteren yarı resmî bir isviçre yardım kuruluşunda çalışan baş karakterin; hem ülke insanına ve coğrafyasına dair gözlemlerine tanık oluyoruz. çalıştığı teşkilat içinde yavaş yavaş çürüyen beyazları görüyoruz. aşık olduğu ve belçika’da okumuş havai yerli kız agathe’nin yükselen ırkçılıkla değişimini görüyoruz. işin özü, anlatıcı ile birlikte biz de pencereden izler gibi her şeyi izliyoruz.

    bir ülkedeki etnik gruplar arasındaki tarihsel ihtilaflar iki tarafı da tatmin edecek bir anlaşmayla çözülmediğinde işler karışıyor malesef. hem de o kadar karışıyor ki ülkeyi yöneten hutular ve onlara bağlı milisler tutsileri öldürmek için çin’den yüz bin pala siparişi verebiliyor. palanın yetmediği yerde devreye çivili sopalar ve taşlar giriyor. 1930’larda belçikalıların yönetimi kolaylaştırmak amacıyla uyguladıkları yapay ırksal bölümleme 60 yıl sonra ülkede 800 bin kişinin yüz gün içinde öldürülmesine yol açıyor.

    romanın dili yalın; hatta eserde barfuss’un kendine özgü üslubunu hemen fark ediyorsunuz. daha önce onu hiç okumadığınız halde. romanın sonunda kendisi de isviçreli olmasına rağmen dünya siyasetinde isviçre’nin yerine dair şöyle vurucu cümleler yazmış:
    “biz hep şanslıydık, çünkü bir isviçrelinin de karıştığı her suçta bizden daha büyük bir alçağın parmağı vardı, bütün dikkatler onun üzerinde toplanıyor, biz de arkasına saklanabiliyorduk. hayır, ortalığı kan gölüne çevirenlerden değiliz biz. bunu başkaları yapar. biz kan gölünde yüzeriz. yukarıda kalmak, kırmızı sosta boğulmamak için nasıl hareket edeceğimizi çok iyi biliriz.”
hesabın var mı? giriş yap