• aşırı entel bir gavatlık güzellemesi. normalde okurken göze çala çala, hususiyetle entelektüel olarak şişmiş şeyler okumaya bir yere kadar tahammül ediyorum ama bu kitapta bildiğin tiksindim. yani hiç adetim de değil kitap yorumu yazmak ama yıldım lan. layıkıyla, içi dolu dolu bıktım. yarım kalmasın diye abartmıyorum, 4 senede okuyabildim. okurken de aklıma şu geldi; mesela 1 milyon tane dilek hakkım olsa, sonlara doğru isterim ki bukowski bu kitapla taşak geçen bir hikaye yazsın. neden? zaten bir kere 1 milyon şey isteyemem. 3'ten 5'ten sonra vilınlığa dönerim. işte sevenleri ayıralım, millete eza edelim, vay kahvaltıda kimse sıcak ekmek yiyemesin, hep bayat simit denk gelsin vesaire. yoksa o kadar kafa yorulacak kitap değil. hatta dur, bukowski'nin ağzından ben yazayım. benimkisi bir yerde ölüden göt istemek diyeceğim ama ulan çok da olmuyor sanki ölmüş adamın arkasından. tövbe tövbe. vira bismillah:

    "büyük yatağımda uyandım. hizmetçim meredit, yanımda misafirim varken beni uyandırmaması gerektiğini öğrendiğinden saat oldukça geç. yarrak gibi bir gün. yanımda ünlü bir italyan aktrisi olan sevgilim mari var. sabaha kadar deliler gibi seviştik. gıcırdayan karyola sesi hala kulaklarımda. karımın, aramız kötüyken kaybolması ile başa çıkamadığımı, bunun zihnimi meşgul ettiğini, esther'in zahirime dönüştüğünü, hep onu düşündüğümü biliyor. onu sevdiğimi kabullenmiş. yatağımda gerinirken bana doğru döndü ve şöyle dedi: "seni tüm ruhumla seviyorum. ama esther'i bulmazsan bana asla şans vermeyeceğinin de farkındayım. aşk böyledir. umut... hep bir bekleyiş... ve karşılıklı olmadığından güzel değil midir? keşke esther'i bulsan da ikimizi bir siksen. vallahi çok da güzel olur, ne de güzel olur. allah'ı var esther de yaşlı maşlı ama taş gibi avrat. ben her türlü fitim yani."

    zavallı mari, bilmiyor ki ben bu sabah büyük bir edebiyat aşkıyla uyandım. özlediğimden mi bilmiyorum, seveyim de sevilmeyeyim, sevileyim de kavuşamayayım istiyorum, melankolide boğulayım. içimdeyse tarifsiz bir sıkıntı... kaybedenleri güzelleyeyim istiyorum, phoebus'u değil quasimodo'yu, güzeli değil çirkini, sevileni değil de sevip uzaktan bakanı. meşhur hikayeler dinleyip kahramanı değil de kenarda kalanı düşüneyim, isim bırakanı değil de silinip gideni hatırlayayım istiyorum. isteyerek kaybetmeyi övmeyi, bütün inşaası doğal seleksyion ve sidik yarışı üzerine olan hayata da medeniyete de ne büyük bir tokat olduğunu anlatabilmeyi."

    dkjshkdjsh. az daha yazayım lan, dur. böyle böyle afili delikanlı da olacağım ha. hehe. öhm.

    "yıllar önce bombay’da baskısını kendi yaptığı kitabını dağıtan bir deli yazar misali yazdıklarıma, düşündüklerime, “istemediğim bilmesin ne yazdığımı ne düşündüğümü, yasak olsun okuması anlaması ben anlatmış olsam bile” diye damga vurabilmeyi. bazen uzun ihsan efendi’nin karaladıkları olup bünyamin’in göğsüne saklanmayı, bazen mevlüt olup sokaklarda avare avare dolaşmayı, afyon dumanı bol muhabbetlerin yaşardığı gözler ardında hayal olabilmeyi. oysa ben ne istediklerimi yapabiliyorum, ne anlatıp rahatlayabiliyor. tam bir beyaz yaka dilemması bizimkisi. aptal bir çark içinde olduğunu bilmek de çıkamamak. kitle eleştirmek de fukara iç güdüsüyle hareket etmek. cesur addedilmek de aslında korkak olmak. memleket rio de jenario misali gelenek ve batı arasında sıkışmak. ne akıntıyla gidebilmek bilge keşişler gibi, ne her yerde bildiğini yapmak. köle sadakatiyle başkası için para kazanmaya ömür adamak, kendinden ödün vererek. en korkuncu da bu sanırım; iş diye, hayat diye, eş dost diye orta yolcu olmak. nabza göre şerbet vermek, eşref saati kollamak. o öyledir alttan al, bu böyledir gül geç... bu çiğlik, bu ucuzluk, bu kifayetsizlik tam da iç sıkıntımın, bu denli iğrenmemin, iç sıkıntının ve bu denli iğrenmenin sebebi belki de. verdiler giyelim diye ayakkabılar, ayakkabım olmuyor, ayaklarım yara. keşke yazabilsem. ama yapamam, ben bok gibi bir herifim ve yüzleşmeye de, uğraşmaya da mecalim yok..."

    vallahi daraldım, görece genç yaşımda -ne demek görece genç ne demek? evren 13 milyar yaşında kardeşim. daha 1 asır değil yaşım, çocuk demediğime dua et- -görüyorsun her yazdığım bilimsel- elem keder sahibi oldum anasını satayım. brezilya bebesini de arada türk edebiyatı sevdalısı yaptık ama orhan pamuk'a pek düşkündür kendisi. gücenmez. öhm. hasılı ben 2 satır yazayım diye kurdeşen döktüm, adam böyle komple kitap yazmış. ezcümle; hiç sevmedim kitabı ama yazarların ne gibi sıkıntılar yaşadığını merak ettiğim, yarım iş bırakmayı sevmediğimden bitirdim nihayetinde. özet geçiyorum; bir açık ilişki fantezisi. ihtiyar bir çift var, mikail diye öküz -bull manasında- buluyorlar. mikail aslen çorumlu. sonra olaylar gelişiyor, kazakistan'da şaşlık yemeye filan gidiyorlar. baş döndürücü bir kurgu. hani konu verirler, ödev olur, inceleme isterler diye amme hizmeti olarak yazayım. al oğlum al, genç adamsın, lazım olur. oğlum alsana.

    azıcık ciddi yazayım. çok zorlama bir kitap. kitabın genel olarak güzel sayılabilecek bir hikayesi var ama sanki koskoca paulo coelho'ya demişler ki minimum şu kadar sayfa yaz. adam da doldurmuş. beğeni kaygısı ile yazmış. onun eğretiliği var. arkadaşlarla konuşuyorum ara ara kitap vesaire, onlar hemfikir değiller benimle ama bi dinle bak. edebiyatta dönem ileri derecede önemli çünkü hayat tecrübene, görüşüne tesir ediyor. yaşadıkların, görüşlerin, yazacaklarının asfaltını oluşturur. o yüzden özellikle romanlarla bir mesele hakkında fikir sahibi olmak için, hayatına merak ettiğim şeyin tesir ettiği insanları okumaya gayret ediyorum. niye biliyor musun? çünkü dönem, yazarın kalemine sinsi sinsi gizlenir. 2. dünya savaşının tesiri olmayan hemingway kitabı olmaz o yüzden. ya da harper lee okurken ırkçılığı, sınıf ayrımını konu o olmamasına rağmen alırsın arada. asıl bilgi de oradadır zaten. informatik değil, arınmış bilgi saklanır orada. komik bir şeyler okuyacaksam baskıcı dönemlerde yaşamış, yazmış adamları okumaya gayret ederim. fikir özgürlüğü değil, baskı geliştirir mizahı. daha dolambaşlı düşünmen gerekir, sansürden kaçmaya çalışırsın vesaire. neyse. 2. dünya savaşından beri görece artan bolluk, güncel dönem edebiyatını düzenli olarak iç sıkıntıya, iç konuşmalara doğru evirdi. çok satanlara bak, anlarsın zaten. psikolojik sıkıntıları olan kahramanlar, manik depresif olmayan adam, bipolar olmayan kadın zaten bizden değil, vay efendim var olma sancıları, kaybeden güzellemeleri, nasıl daha başarılı olursun saçmalıkları, kişisel gelişim, kendinle barışık ol, 3. göz zırvarlar vesaire. palo coelho abim de sürerim kanka ben bu dalgayı demiş. mevzu bu.

    dur lan, az daha var olma sancısı ile kavrulan yazar taklidi yapayım;

    "“yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyip, kemiren yaralar.”, diye başlayabilmek belki de mesele. olmuyor ama. çünkü ne benim adım sadık, ne okuduğun buf-i kur. üstelik, asla kapanmaz ayak yaraları."

    anlatabiliyor muyum? muhtemelen hayır. sen yine bir bilene danış.

    -selçuk, edebiyatçılar slogan ata ata seni dövmeye geliyorlar. kaç lan. kaç, kaç.
    +ya hayır da ben o manada mı dedim ya? neden şiddet? yani ben o manada mı dedim?

    hemen küfür, şiddet. 2 kelam konuşamıyoruz da. nerede kaldı oğlum ifade özgürlüğü? hayret bi şey.
  • "batınım sen oldun zahirim sensin" *
  • görünüş, görünen yüz.
  • paulo coelho bu kelimenin tanımını aynı adlı romanında şöyle yapmıştır: arapça "görünmez olamayan, var olan". bir zamanlar karşılaştığımız bir kişi veya düşünce, başka hiç bir şeye yer vermeyecek biçimde yavaş yavaş bütün düşüncelerimizi kaplar. encyclopedia of the fantastic'e göre bu kişi veya düşünceye zahir deniliyormuş.
  • (bkz: zaar)
  • '' farz et ki iki itfaiyeci küçük bir yangını söndürmek üzere ormana girdiler. sonra işlerini bitirip bir nehir kenarına vardıklarında birinin yüzü tümüyle siyaha boyanmışken diğerinin yüzü tertemizdir. sorum şu : ikisinden hangisi yüzünü yıkayacaktır sence?''

    ''aptalca bir soru bu, elbette yüzü kirli olan''

    ''hayır, yüzü kirli olan diğerine bakacak ve kendi yüzünün de onunki gibi olduğunu sanacak ve tersine yüzü temiz olan da yüzü kir içinde olan meslektaşını görüp kendi kendine ben de kirlenmiş olmalıyım en iyisi yıkayayım diyecektir''

    (paulo coelho- zahir s.170)
  • zevahiri kurtarmak diye bir deyim vardır.

    insanlar hakikatin yaradılış hikmetlerini tutarlar, kendi elleriyle vehimlerinin ürünü olan çok fonksiyonlu öğretilere çevirerek, türlü türlü dünya dinleri icad ederler.

    icadları çoğaldıkça mutsuzluğu artar huzur denilen şey hormanel bir kavonoza dönüşür.

    nefsleri onlara huzur kavanozun kapağını; yeni model bir araba aldığında, bir üst mevki ile müjdelendiklerinde, diğer akranlarından/dostlarından daha fazla metaya sahip olmaları ile açar, böyle uzayıp sürüp gider.

    karşılarında aynı halde olanları gördüklerinde bir yalancılar kulübü oluşturup diğerleri ile yarışa yine bu sınırları vehmi olan kurumlarla iletişirler. bunlar arasında hep ''haklı'', ''haksız'' tartışması vardır. ortada hakk olmayınca bu yokluk onlara ağzından alevler saçan ejderha gibi bu klişe kelime ile zevahirlerini kurtarmaya çalışırlar.

    böylelikle bu dünya dini mensuplarının zevahirleri onlara kurtulmuş bedenleri ışıklar içinde uyumuş gösterilsede batınları bomboş kalıp kendi kendisini yakan bir oduna dönüşürler.

    hakikat kulübesi ise rahimdeki yumurtalık gibidir. önüne geleni içeri almaz. mücadele edeni, batını dileyeni, sırrı tutacak kalb sahiplerine geçitlerini açar.onlar için zahirde bir ışık yoksa da, batında nurların himayesinde güven içindedirler.

    zahir özü emilecek bir yemiştir. sen özünü ye sözünü bırak.
  • gözümüzle görebildiğimiz , algılayabildiğimiz herşey.
  • dünyanın çeşitli yerlerinde çeşitli şekillerde ortaya çıkan ve göründüğü kişiyi durmaksızın kendisini * düşünmeye tutsak eden, bu kişinin zihnini gittikçe daha fazla kaplayıp, sonunda ele geçiren ve o zihindeki tek düşünce haline gelerek, kişinin delirmesine ve ölümüne sebep olan şeylerin genel adı.
    dahi
    jorge luis borges
    hayal gücü
    eseri
    öykü
  • zahiri besleyen batındır, batınları diri tutan koruyan zahirdir. bu islâm olmanın denge formülüdür. dünyadaki hakikat oranlarıdır.

    beslenme, zahirin apaçık bir form olarak görünümü ile birlikte, mana ile pekişerek müşahede edilmesidir. bu müşahede gerçekleştikten sonra hakikat görüntüsü alınır. bu anlamda zahir ile batın birbirinin zıttı kutuplar değil ayrı düşmüş aynıdır.

    bu yüzden batın zahirinde gölgesidir. ağaç ne kadar büyükse gölgesi de o kadar geniştir. allah'ın gizleyip sadece onun bildikleri ve hilecileri kendi hilelerine karşı en büyük hile ile kuşatması müstesna bir şeyin dışı ne ise içi de odur. tabi yine bunu algılayacak iki gözünde dengesini bulması gerekir.

    vazifemiz ayrı gibi görünen bu iki dengeyi tesis edilmesini sağlayacak hakikat altyapısını kurmak sonrada '' tek bir lokma'' şuuruna sürekli akan bir halde yetişebilmekte.

    o zaman namaz hem içte hem dışta dirilişe vesile olur, oruç kalb sıhhatına dönüşür, niyetler ve düşünceler dua halini alarak yol apaçık olarak görünür olur. geriye her iki ipe aynı sıkılıkta, titizlikte tutunma ve kişide doğacak olan fıtrat aklıyla (beynin değil kalbin aklı) dosdoğru hareket etme vardır.
hesabın var mı? giriş yap