• öykü dedin mi akan sular durur ki; sait faik, haldun taner ödülleri dedin mi daha bir durur. elime ne geçmişse okumuşumdur bu türden. ancak bir gün 1970 yılı sait faik ödülünü kim almış sorusunu sorduğumda her şey farklı bir boyuta taşındı bende...
    içten içe bir deniz adamı olduğumdan mıdır, bir gün kesinlikle her şeyi ve herkesi bırakıp bir kakalaka atlayıp buralardan gidecek oluşuma kendimi inandırdığımdan mıdır bilmem, ama zeyyat selimoğlu ben de apayrı bir yer edinmiştir. canımı sıkan şey; birçok edebiyatçımız daha doğrusu öykücümüz gibi, tanınmamasıdır... neyse lan tanınmasın zaten, benim yazarım olsun zeyyat selimoğlu, ben gidip dua ederim mezarı başında, bir avuç deniz suyunu ben dökerim toprağına.
    öte dünya varsa hepimizin gideceği, bekle zeyyat abi, gelince biraz sohbet edelim, alman çikolataları benden, seni sanırım en çok merak eden okurundan. keşke bir liman kokusu da getirebilsem yanımda.
  • kitaplarının yeni baskıları yapılmadığından yeni neslin adını sanını bilmediği bir türk hikayecisi. istiridye içindeki inci gibi. bulan bırakmasın..
  • yukio mişima'nın bir maskenin itirafları isimli eserini zamanında afa yayınları'ndan, türkçeye çevirmiştir.
  • yavru kayık ve martılar adası isimli çocuk kitaplarının da yazarıdır..

    "günün birinde martılar adası'nın da, adada yaşayan martıların da korktukları şey başlarına geldi : insanoğlu adaya adımını attı. ve adaya atılan ilk adımda olanlar oldu. şimdi okuyacağınız bu roman, bir martı ailesinin yaşamında tüm adalı martıların ve martılar adası'nın yaşanmış öyküsüdür. atılan her yanlış adım, doğada sarsıntılar yaratır, dengesizliklere neden olur ve martılar çığlığı basar : yapmayın, yapmayın, yapmayın!"
  • 1922 yilinda istanbul'da dogdu. alman lisesi'ni, istanbul universitesi hukuk fakultesi'ni bitirdi. denizci bir ailenin cocugu olan selimoglu, turk silepcilik sirketi'nde armatorluk ve avukatlik yapti. agabeyini dumlupinar denizaltisi'nda kaybetti. "rize'nin koylerinden" baslikli bir yazisi, cumhuriyet gazetesi'nin 1949-1950 yunus nadi armagani birinciligini kazanmasiyla dikkat cekti. koca denizde iki nokta adli oyununa 1970 trt sanat odulu yarismasinda basari odulu verildi. genellikle denizi, gemicileri, deniz yasamini konu edindigi oykulerinin yani sira, almancadan cevirileri ve radyo oyunlariyla da tanindi.

    30 haziran 2000 tarihinde istanbul'da yasama gozlerini yumdu.

    eserleri:
    kavganin sonu ve basi (1955), diregin tepesinde bir adam (1969; sait faik hikaye armagani 1970), koca denizde iki nokta (1973; turk dil kurumu hikaye odulu, 1974), karaya vurdu deniz (1975), deprem (uzun hikaye, 1976), soyunanlar (1980), cicekli dag sokagi (1982), gemi adamlari (butun deniz hikayeleri, 1984), bir sarki gibiydi (1987), aramizdaydi o gun (1990), denizlerin istanbul (1992), derin dondurucu icin oyku (1995; 1994 haldun taner oyku odulu), bahar yorgunlugu (1998), tutkunun koseleri (roman, 1982), yeni defter'den eski defter'e (1993, ani), yavru kayik (1979, cocuk hikayeleri), martilar adasi (1979, cocuk hikayeleri) ve uyumsuz nuri (1981, cocuk hikayeleri).
  • mişima'nın dalgaların sesi adlı romanını almancadan türkçeye çeviren mütercim. gönül ister ki bu romanın japonca aslından bir çevirisi de yapılsa keşke.
  • okuyacağım kitapları seçme hususunda bana ilham vermiş olan çevirmen/yazar.

    yukio mişimanın dalgaların sesi kitabını çok severek okudum. o kadar çok sevdim ki hem yukio mişima'nın yazdığı hem de zeyyat selimoğlu'nun çevirdiği kitapları okuma listeme aldım.

    sadece iyi bir çeviri olması nedeniyle değil, yazdığı/çevirdiği kitaplarda genellikle, öyle veya böyle denize dokunuluyor olmasıyla yani içerik/tema açısından seçici olmasıyla zeyyat selimoğlu şu aydınlanmayı yaşamama vesile oldu, bu işi severek yapan, çeviri esnasında başka bir dilde yeni bir edebi metin yaratma hassasiyeti gösteren çevirmenler çevireceği kitapları seçiyorlardır.

    o günden beri çok zevk aldığım ve çevirisinin başarılı olduğunu düşündüğüm kitapların çevirmenlerinin diğer çevirilerini de okumaya çalışırım. bu bir nevi yakın bir arkadaştan, önem verilen bir kişiden "bunu mutlaka okumalısın/izlemelisin" tavsiyesi almak gibi oluyor.
  • öykünün çekirdeği

    önce, zor yazan bir yazar olduğumu söylemeliyim. çalakalem, kaçtı kovaladı denilecek biçimde yazdığımı hiç anımsamıyorum. herhangi bir kaynağın -bir insan, bir olay, bir nesne- etkisiyle kafamda bir öykünün çekirdeği oluşur önce. son yazdığım öykünün nasıl oluştuğunu buna örnek gösterebilirim.

    bizim bahçeye dadanmış bir karga var. bir karga eskisi. çok yaşlı, yakındaki bir dala konduğunda gözlerinin ferinin kaçmış olduğu bile görünen bir karga bu. bu kocamış karganın bizans çağından kalma bir karga olduğunu düşünür oldum, ve yavaş yavaş, bu karganın çevresinde bir öykü oluştu zamanla. bir takım olaylar, gözlemler izlenimler, öykünün odak noktası olan bu kargaya eklenerek gelişti.

    çoğunlukla, bir öyküyü iki yazma bölümünde bitiririm. tek yarısı bittikten sonra, araya bir dinlenme, derlenip toparlanma süreci girer. bu arada, belki bazı değişiklikler de gerekli olur. düzeltmeler, yenilikler gibi. öykünün çekirdeği, ana teması hep gerçektir, gerçekten alınmadır. ama yazılırken bir tür sanatçı çalışması, bir sanatçı işçiliğinin özelliği elbette katkısını beraberinde getirir.

    bir banka memuru ya da bir tapu memuru gibi sıkı düzenli çalışabilen bir yazar değilim. bu belki de hiç memurluk hayatı yaşamamış olmamla ilgilidir. sabah şu saatten şu saata , öğleden sonra şu saattan şu saata kadar sürekli yazan, değilim. yazarlığın, sanatçılığın öbür türüne girerim. şöyle ki, bende yazma işlemi daha çok, kendini bir kaptırma havasındadır. belki garip görünebilir, yazma konusunda, bir tür kendime engel olma havasına bile girdiğim olur.

    günün yirmidört saatini, öyle sanıyorum ki, olağanüstü bir özellikte yaşamıyorum. kimi yazarların -dahilere özgü- gariplikleri olduğundan söz edilir. yazarken sırtına ille de aynı giysiyi geçirenlerden, ayaklarını suya sokanlardan, alkolsüz satır yazamayanlardan vb. bende böylesi tutkunluklar yok.

    sabah sekize doğru uyanırım. biraz beden eğitimi isveç yöntemiyle alaturka ve ardından hafif bir kahvaltı, ama ille de o çay! o çayı içmezsem -ortalama 3 bardak- uyanmamış gibi olurum. daha çok öğleye kadar yazarım. çeviri de yapıyorsam, öğleden sonraya bırakırım onu. yazarken, masadan, sık sık kalkıp dolaştığım olur. çalışırken odamın sessiz olmasını isterim. ama yazmaya ara verdiğim zamanlar, trt 3'ün (fm) müzik programını dinlemek başlıca zevkimdir. güzel parçalar birbirini izliyorsa, bu bana yazı yazmayı bir süre unutturabilir.

    öğle yemeğim çok olağan, bir bira, kokakola ya da meyve suyu eşliğinde tombulca bir sandviç -ekmeği az, malzemesi bol- (çarşıdaki sıskaların inadına) benim için çok lezzetli bir yemek olabilir. ardından, çoğunlukla, üzerine toz şekeri dökülmüş bir küçük kâse yoğurt, hımmmm!

    öğle üzeri yarım saatlik bir uyku yeniden bir tazelik aşılar. günde ortalama bir saatlik bir yürüyüş ve bu arada dünyayı yeni baştan keşfe çıkmak çok sevdiğim bir şey. ne yapacaklarını bilemeyip sıkılanlara bunu salık vermek isterim. yürüyüşe çıksınlar, ve bacaklarının ne büyük bir işe yaradığını, bir çift sağlıklı bacağa sahip olmanın ne büyük bir mutluluk olduğunu düşünsünler.

    şu yazı yazıldığı sırada yaz mevsiminin dinlenme günlerindeyiz. birazdan denize doğru yola çıkacağım. henüz yürümekten kesilmemiş bacaklarımla... beni, büyük bir yalınlık, ferahlık ve özgürlük olarak tanıdığım denize ulaştıracak bacaklarıma şükürler ederek! ve denizin kirlenmemiş bir köşesini bulacağım umarak, güneşin aydınlattığı, gösterdiği yolda...

    akşam yemeğine de bir kadeh rakı eklenebilir. şu yazıyı okuyanların sağlığına kaldırılacak bir kadeh...

    hürriyet gösteri - ağustos 1982 - sayı: 21

    görsel
    görsel
  • yaşasaydı bugün 98 yaşına basacak olan yazar.
  • bir heybelisever.

    (bkz: heybeliada)
hesabın var mı? giriş yap