• ne yapıyor olursak olalım zihin hep hareket halinde. bilim insanları da yaptıklarımıza göre zihnimizde ne olup bittiğine bakmışlar ve ortaya zihnin iki hali çıkmış.

    bunlardan bir tanesi, beyin dinlenme halindeyken ortaya çıkan default mod. yani biz hiçbir şey yapmıyorken, dinleniyorken ya da sadece düşünüyorken ortaya çıkan mode.

    (bkz: default mode network)

    bu modun da dört farklı aktivitesi var.

    bir tanesi, her şeye yorum yapması ve yargılaması. “şöyle olmalıydı, böyle olmalıydı, olsaydı şöyle olurdu...” diyen zihnimiz yani; iç sesimiz bir başka deyişle.

    diğeri, zaman makinesi aktivitesi. yani hooop geçmişteyiz ya da gelecekte. geçmişi yargılıyoruz ya da geleceğe dair hayaller kuruyoruz.

    üçüncüsü doğrudan egomuza hizmet ediyor. “bana böyle davransınlar. ben aslında şöyleyim. şunu hiç sevmem” düşünceleri... “oldu paşam!” denilesi hallerimiz.

    dördüncüsü kıyaslama yaptırıyor. “ben ondan daha iyiyim. bu benim hakkımda kesin şöyle düşünüyor.” gibi düşünceler bu sefer. halbuki her zaman bizden daha iyi olan insanlar olabileceği gibi bizim de kendilerinden daha iyi olabileceğimiz insanlar var. çok normal bu durum. neyse, konudan sapmayalım.

    aslında zihnin default mode’u işleri, hayatı, günü planlamamız için oldukça gerekli; ama bazen beyin kendini otomatik pilota alıyor ve zihin bu moddan çıkamıyor. işte tehlike o zaman başlıyor. çünkü yapılan araştırmalar özellikle depresyon ve şizofreni gibi rahatsızlıkların bu modla olan doğrudan ilişkisini ortaya koyuyor.

    zihnimizin doğrudan alışkan olduğu mod bu olduğu için de aslında bizim biraz dikkatli ve uyanık olmamız gerekiyor. çünkü bu mod, üstüne vazife olmayan işlere de pek meraklı. mesela duygusal olarak sizi çok zorlayacak bir olay yaşadınız diyelim, normalde bu olayı olduğu gibi kabul etmeniz gerekirken bu mode sebebiyle gece gündüz tek düşünceniz o duygu haline gelebiliyor. örneğin genelleme yapıp “neden hep böyle şeyler benim başıma geliyor?” gibi bir düşünce edinirseniz devamında bu düşünce sizde saplantı haline gelebiliyor. yani çözümden uzaklaşıp sorunun bir parçası haline geliyorsunuz. yapmayın bunu kendinize.

    gelelim zihnin diğer moduna... bu mode’a zihnin tecrübe modu diyebiliriz. aktifiz yani, tecrübe halindeyiz. yaptığımız iş her ne ise tam olarak farkındayız ne yaptığımızın. bu modda ne kadar çok kalırsak default mode o kadar az aktif oluyor. ancak, bu modu çok aktif kullanabilmek için de zihnimizi biraz eğitmemiz gerekiyor. bu eğitim de anda olmayı becerebilmekten geçiyor.

    ne diyor carl gustav jung; “bir şeyi değiştirmek için önce kabul etmek gerekli”

    kabul etmemiz gereken her iki modun da bizim birer parçamız olduğu. biri olmadan diğeri de olmaz; çünkü doğamız bu. ancak aralarında denge kurmayı öğrenmek tamamen bizim sorumluluğumuz. bu denge kurulunca “iyi olma” halimiz artıyor. :)

    unutmayın; beyin esnek, beyin gelişebilir. davranış ve duygularımız değiştikçe beynimizdeki nöronlar ve merkezi sinir sistemimiz de farklılaşabiliyor. *

    böyle işte efendim. şu entry’yi yazasım geldi diye fularımı takmıştım, şimdi gidip çıkarabilirim. *

    haydi sağlıcakla...
  • dış dünyanın beyin ortamında simüle edilmesi sonucu ortaya çıkan, dış dünya ile yüksek bir tutarlılık ilişkisi gösteren ve onunla her daim etkileşim halinde bulunan, simüle, alt-evren.*
  • "ölü doğanlar derneği... modern insan türünün biyolojik sınıflandırmasında "homo sapiens sapiens"i es geçiyorum, budur buyruğum..."

    "zihnin, sürekli faaliyet halinde bulunarak algıların değerlendirilmesi, yorumlanması ve kavramlaştırılması üzerine çalışır. temel içgüdülerinin muhafaza edilmesi ve bunların gündelik hayata dair pratik yansımalarının yürütülmesi sorumluluğunu canla başla yerine getirmek için bir an bile durmaz -eğer sen istemezsen-. zihin bir makinedir, fiziksel evrim sürecinin bize bahşettiği (!). bir araç değil, odak noktası haline geldiğinde hayatın nasıl bir ızdıraba dönüştüğünü şimdiye dek yaşamış olan her bir insanın en az bir an için de olsa deneyimlediğine emin olabilirim. ancak, zihnin bir an için bile olsa "sustuğu" durumları deneyimleyen dilimin büyüklüğü hakkında emin olamıyorum.

    zihin, "an"ı bloke eden bir duvardır. temel fiziksel ihtiyaçlarımızı karşılamada bir araç olarak görev almakla beraber, sürekli olarak geçmiş ve geleceğe bağlı kalarak bilincin üzerine düşünceleri, yorumları, anıları, istekleri, arzuları, planları, kederleri, endişeleri ve umutları boca etmekten başka bir işe yaramaz. an'ı ıskalar, çünkü onunla ilgilenmez bile. şimdinin içine tam olarak dalabilmenin lezzeti, zihnin by-pass edilmesi tecrübesinde yatar. zihinde geçen bir yaşam hatadır, ıskadır, boşadır. çünkü an'ın dışındadır. şimdiyi dışarıda tutarak hangi "yaşamak"tan bahsediyorsun dostum? bu yaşam salt sanallık, başka birşey değil!

    düşünce durduğunda, zihin sustuğunda; sazı eline bilinç alır. yani o öz varlık, gerçek oluşun tözü. o noktada gerçek "olmak" başlar, kişi "olmaklık" olur. oluş olur. sadece olur. saf algılama, yorumsuz, hesapsız, kitapsız. sadece görmek, bakmak, işitmek; algıların getirdikleri olmak. değil onları yorumlamak! zira, onlar olamadan, onları nasıl bilebildiğimizi iddia ediyoruz ki? daha kendimizi bilemeden, neyi bilebildiğimizi iddia ediyoruz ki?

    seni yaşamından alıkoyan hiçbir şey dışarıda değildir. tersine içindedir, tam da orada işte.

    zihnin senin en büyük düşmanındır. düşmanınla yüzleş ve onu alt et!
    ol!"

    (bkz: gerçeklik/@magick)
    (bkz: algı/@magick)
  • hayatta bazı olaylar, sıkıntılar tekrar tekrar başınıza mı geliyor? nedenini çözemiyor musunuz?

    el cevap : hayatta karşımıza çıkan her olay ve kişi bizim iç alemimize endekslidir. dıştan gelen sıkıntılar iç alemimizdeki bir düğümün zahir oluşudur. varoluş, halimizi dışa aleme çıkarıp göstermekle bize bir şans tanımak istemektedir; şuurumuza takıldığı noktadan kurtulma imkanı sunmaktadır.

    eğer bir dersi geçerseniz, onu tekrar tekrar almak zorunda kalmazsınız. eğer dersi tekrar alıyorsanız bilin ki, o dersten kalmışsınız demektir.

    akli olarak yapılan çıkarımlardan, düşüncelerden, değerlendirmelerden dersi geçip geçmediğimizi anlayamayız; çünkü tüm hadiseler bilinçaltında cereyan etmektedir.

    eğer bir bilinç eşiğini bilinçaltında aşarsak, onun emareleri dış alemde yani hayatımızda görünür hale gelir. ölçü budur.

    zihinsel değerlendirmeler ise boş iş kabilindendir. o yüzden zihni kendi haline bırakmak doğru değildir. mesnevi okuyarak bağlanmalıdır. aksi takdirde ya davulcuya kaçar ya zurnacıya.
  • us kavrayışının ötesinde algısal yetilerin toplandığı geniş bir hazne var. yukarı çığırlarında debisinin korkunç rakamlara ulaştığı bu akarsu havzası, bataklığında çamurdan bebekler yapıp doğaya salıyor. spiritüalizm meditasyonlarında, nirvananın yeşil çayırlarında piknik yapan bellek sonrasını kavrayan zihin diye bir şey var. yaşamdan sonra ölümü kavrayan bir zihin, hayatın devamlılığından koptuğunu anlarsa ne olur? zihin ruhun bir parçası olarak algılanırsa ve ele alınırsa, ruhun ölümsüzlüğü kabul edildiğinde zihin ölümsüz müdür? yaşamaya devam eden kollektif bir süreç midir?

    rüyasında acılı ketçaplı hamburger yiyen bireyin midesi boş boş çalışıp da ülseri tetiklenebilirse, hayatın simülasyon yanı ortaya çıkar. gerçek fizyonomik imlerden ibaretse spiritüel bütün ikilemler kendi kendine paradoksal bir sarmala dönüşür. zihin o paradokstaki çözücü bileşen değil, akıl karıştırıcı dengedir.

    çevremizdeki hayatı algılamanın ve problemleri çözmenin en büyük kahyası olan zihin, toplumsal bir şemadan, bireysel bir kümeye dönüşümünde bize bir takım anahtarlar vermekten ziyade her kapıyı açan maymuncuk vermeli ki denge sağlansın.

    kavrayış bütünlüğü, parçalara ayrılıp hayata geçirildiği zaman ussal bir süreç içinde kendini tamamlayabilir. bütünü görmek için parçalara bakmak gerekir.
  • dış dünya, beyin, simülasyon kelimelerini görünce nasıl da heyecanlandım birileri aynı benim düşündüklerimi dile getirmiş diye; meğer kendime birileri olmuşum, hey gidi... neyse, halen devasa bir temsil sistemi olduğunu düşünüyorum zihnin (bkz: simüle edilmiş gerçeklik/@vulpius).

    devasa temsil sistemi konusunu biraz açmalı. (- neye göre devasa? - aklıma göre...) temsil sistemi, bir dış sistemin tasarımına sahiptir ve onunla asgari miktarda da olsa tutarlılık içindedir. wittgenstein'ın akıl yürütmesine bayıldım:

    -----*-----
    2.1 olguların tasarımlarını kurarız.
    2.11 tasarım, mantıksal uzam içinde, olgu durumlarını, olgu bağlamlarının varolmalarını ve varolmamalarını ortaya koyar.
    2.12 tasarım, gerçekliğin bir taslağıdır.
    2.13 nesneler tasarım içinde karşılıklarını, tasarımın ögelerinde bulurlar.
    2.131 tasarımın ögeleri, tasarımın içinde, nesneleri karşılarlar.
    2.14 tasarımı oluşturan, ögelerin belirli bir tarzda bağlantı içinde olmalarıdır.
    2.141 tasarım bir olgudur.
    2.15 tasarımın ögelerinin birbirleriyle belirli bir tarzda bağlantı içinde olmaları, şeylerin öyle bir bağlantı içinde olduklarını ortaya koyar. tasarımın ögelerinin bu bağlamına onun yapısı, bu bağlamın olanağına da onun tasarımlanma biçimi densin.
    2.151 tasarımlanma biçimi, şeylerin aralarında, tasarımın ögelerinin aralarındaki gibi bir bağlantı bulunmasının olanağıdır.
    2.1511 tasarım gerçeklik ile öyle bağlıdır; ona dek uzanır.
    2.1512 bir cetvel gibi gerçekliğin yanına konmuştur.
    2.15121 üzerindeki bölümlenme çizgilerinin ancak en uç noktaları ölçülecek nesneye dokunur.
    2.1513 bu bakış açısından, öyleyse, onu tasarım kılan tasarımlayıcı ilişki de tasarıma aittir.
    2.1514 tasarımlayıcı ilişki, tasarımın ögeleri ile şeylerin karşılıklı konumlarından oluşur.
    2.1515 bu karşılıklı konumlar, sanki, ögelerin, tasarımın gerçekliğe dokunmasını sağlayan duyargalardır.
    -----*-----

    gödel escher bach'tan hatırladığım bir örnek vardı: nesnelerin birer kopyasını görebilmemizi sağlayan bir ayna ya da bir televizyon, sizce bir temsil sistemi midir? bu soruya evet cevabını veriyorsak, temsil sisteminin ne olduğunu büyük ihtimal anlamamışız demektir. ayna ya da televizyon temsil üreten sistemler değildirler, yani dış gerçeklik ile herhangi bir temsil ilişkisine girmezler. onlardan yansıyan ışınları birer temsil olarak niteleyen şey ise yine bizim zihnimizdir. ayna gibi yansıtıcılar, ya da televizyon gibi aktarıcılar, dış dünyaya dair herhangi bir kayıt tutmadan, onu sembolleştirmeden, mevcudu doğrudan yansıtırlar. demek ki, bir temsil sisteminde dış gerçeklik, belirli sembollere dönüştürülüp ileride kullanılmak üzere kayıt altına alınmalıdır. bu durumda zihnin en temel yapı elemanlarından birinin bellek olduğu sonucuna varırız. bu sonuç, kaydetmenin bir dönüştürme işlemi olması nedeniyle "temsil" kavramıyla da uyumludur.

    yansıtmaktan kaydetmeye geldik, güzel. burada yeni yol açıcı sorumuzu soralım: herhangi bir kayıt sistemi, aynı zamanda temsil sistemi midir? doğru cevap yine "hayır" olmalı. üzerinde otuz bin yıllık resim taşıyan mağara, günlerin çentiklerle temsil edildiği hücre duvarı, bir elvis presley plağı ya da bir dvd, kendi başına bir temsil sistemi olamayacak kadar statiktirler. bunlar, ancak başka bir temsil sisteminin, insan zihninin yardımcı bellekleridirler. [bu noktada böyle giderse "temsil sistemi=zihin" totolojisi yapıyor olabileceğimden şüphe etmiş olabilirsiniz. şu anda nasıl bir yere varacağımı ben de bilmiyorum, bakalım.] demek ki, bir temsil sisteminde belleğin varlığı tek başına yeterli değildir, bu bellek aynı zamanda dinamik olmalı, dış dünyadan kendisine ulaşan yeni uyaranlara karşı yapılanmasını değiştirebilmelidir.

    belleğin dış dünya ile sürekli irtibatta olması ve yapısını değiştirebilmesi gerekliliğini ortaya koyduk. buna mukabil, "bir mağara resmi de nem gibi dış uyaranlara göre şeklini değiştirebilir" denilebilir. öncelikle, mağara resmi hayli yüksek mertebeden bir temsildir ve insan zihni haricinde bir yerde anlamlandırılabilmesi ihtimali çok düşüktür. bunun yanında, temsilin dinamiği dış şartların rastgeleliğine göre değil, temsil edilen nesne ile olan tutarlılığına göre kurulmalıdır. ama hemen hatırlayalım; temsil ile onun nesnesi arasında tam bir tutarlılık, değişimlerin birebirliği, aynada olduğu gibi hiçbir yere vardırmaz. dış koşulların her an değiştirdiği bir kayıt, aslında kayıt değildir. kayıttan bahsedebilmek için bir şeylerin sabit kalması gerekir. o halde, her an kayıtları değiştirmek yerine, kayıtlar sabit tutularak bunlar arasında bir ilişki tarif edilmeli, kaçınılmaz olarak bu ilişki de sistem içinde temsil edilmeli, yani kaydedilmelidir! **

    ama bu kayıt nasıl olacak? diğer kayıtlar gibi bir yerde sabitlenemez, ihtiyaç duyulduğunda çağrılmak üzere bir kenara bırakılmasına izin verilemez; aksine, her an faal olmalı ki gerektiğinde devreye girebilsin. şu durumda, iki tip kaydımız var: birincisi, şeylere dair statik temsiller, ikincisi de bu temsiller arasındaki ilişkisel temsiller.

    böyle bir yapı, kendi ürettiği temsiller üzerinden yeni temsiller de üretebilir; ve bu yeni temsillerin dış gerçekliği birebir doğrulukta temsil etme zorunluluğu yoktur. sonlu sayıda elemandan kombinasyonel yöntemle sonsuz sayıda yeni eleman elde edebilir, bilgileri birçok farklı katmanda depolayabilirsiniz. 5 dakika daha ısıttıktan sonra zihniniz servise hazır, afiyet olsun! *
  • hüzünlü hatıralar kumbarası.
  • zihnin en büyük düşmanı rahatlık. rahata erdiğin zaman hep kolay yolu seçmeye başlıyor ve kolaylık arttıkça yumuşuyor.

    yumuşak bir zihin direncini kaybettiği anda korkular ve evhamlar sahneye giriyor ve kendi yaptığın zindanda işkence çekiyorsun.

    rahatı arama o senin düşmanın
  • mineral'de bulunur, bitki'de uyur, hayvan'da rüya görür, insan'da uyanır.*

    (bkz: #38584779)
  • bağımsız yargılarda bulunmak pek az kişinin ayrıcalığıdır. diğerlerini otorite ve örnek yönetir. başkasının gözüyle görürler, başkasının kulağıyla dinlerler.

    ioanna kuçuradi
hesabın var mı? giriş yap