• “hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm.” bu sözler nikos kazancakis'in mezar taşında yazar. zorba'dan alıntı değil. ama tam da zorba'nın dilinden.

    zorba, dünya edebiyatında en sevdiğim karakterlerden. 1930'larda geçen roman, hayattan pek bir beklentisi kalmamış mutsuz bir yazarın kendini dinlemek için geldiği girit'te geçer. yazar burada kaba saba ama hayata tutkuyla bağlı orta yaşlı bir adam olan alexis zorba ile tanışır. zorba bu dünyanın normlarına ters hayat felsefesini genç yazara kabul ettirdikçe yazarın yaşama bakışını değişime uğratır. “dünyayı bugünkü durumuna getiren nedir, bilir misin? yarım işler, yarım konuşmalar, yarım günahlar, yarım iyiliklerdir. sonuna kadar git be insan.”
    zorba, yazara tutsaklığını gösterir ve aslında zincirlerini kırmanın mümkün olduğunu da: “ hayır, özgür değilsin. senin bağlı bulunduğun ip, öbür insanlarınkinden biraz daha uzun; hepsi bu kadar. senin, uzun ipin var. gidip geliyor, kendini özgür sanıyorsun.”

    zorba, aslında hepimizin olmak istediği insandır; her şeye rağmen korkusuz insan: “ kırmızı, sarı, siyah yamalarla yamanmış, binlerce ekli ve yamaları kalın sicimle dikildiği için en büyük fırtınalarda bile yırtılmayan bazı gemi yelkenleri vardır. benim kalbim de öyle işte! binlerce delikli, binlerce yamalı ama korkusuz.”

    zorba'yı okuyun. hiçbir şey ummamak, hiçbir şeyden korkmamak, özgür olmak için.

    (bkz: nikos kazancakis)
  • bizlere çok ama güzel öğütte bulunan bir kitap:
    "dünyayı bugünkü durumuna getiren nedir, bilir misin? yarım işler, yarım konuşmalar, yarım günahlar, yarım iyiliklerdir. sonuna kadar git be insan, avara et ve korkma! tanrı baş şeytandan çok, yarım şeytandan iğrenir."
    can yayınları 12. baskı sayfa: 261
  • ege tatilinde başladığım, okumaktan büyük haz aldığım nikos kazancakis eseri. bitmesinden korkup keyfi uzatmak adına yudum yudum içilen fransız şarapları misali, sayfalarında hızlıca ilerlemekten itinayla kaçındığım bir kitap oldu.

    1946 yılında yazılan kitap, ülkemizde 1963 yılında yayımlanmaya başlanmış olup tüm yayınevlerindeki çevirileri ahmet angın tarafından yapılmıştır. girit'te geçen arkadaşlık hikayesini ve kitaptaki yazarın ufkunun zorba sayesinde gelişmesini anlatır.

    okudukça hayatı sorgularsınız siz de. kitabı olay akışı için seçmek isteyenler varsa oldukça sıkılabilir. bu, bir kendini bulma hikayesidir, kişinin aydınlanma evrelerini anlatır. hem yazarın hem de zorba’nın hayat hakkındaki düşünceleri, en küçük şey üzerine bile gelişmiş olsa; sizi de üzerinde düşünmeye itecektir.

    kitap, bana çokça yerinde narziss und goldmund’u anımsattı. hesse’nin bu iki kahramanı gibiydi kazancakis’in kahramanları. hayalperest, içgüdüleriyle hareket eden ve dünyevi zevkler için yaşayan zorba, goldmund’u; kağıt kalem her şeyi olan, içedönük kişilikli yazar ise hayatının hiç bir döneminde kendi iradesiyle güvenli çemberinden dışarı çıkmak istemeyen narziss’i yansıtıyordu. belki de bu yüzden, kitabı ve karakterleri daha çok sevmiş olabilirim.

    --- spoiler ---
    beni ihtiyarlık korkutuyor patron. ölüm bir şey değildir, bir püfff! ve mum sönüverir, ama ihtiyarlık... büyük ayıp bence
    --- spoiler ---

    stin iyá su zorba! ihtiyarlamak istemeyen yüreğinle hep gençsin sen aleksi...
  • eserleri yabancı dillere en çok çevrilmiş olan yunan yazar nikos kazancakis'in unutulmaz eseridir. ayrıca bu eser 1964 yılında michael cacoyannis tarafından sinema filmi olarak yayınlanmıştır.

    eserin en sevdiğim bölümü:

    " ben, dedi, bir şeye özlem duydum mu, ne yaparım bilir misin? bir daha hatırlamayacak kadar bıkıp da kurtulmak için yerim, yerim… ya da tiksintiyle hatırlamak için. bak bir zamanlar çocukken, kirazlara karşı anlatılmaz bir tutkum vardı. param olmadığı için azar azar alıyor, yiyor, yine istiyordum. günün birinde, kızdım mı, utandım mı, bilmiyorum; baktım ki kirazlar bana istediklerini yaptırıyorlar ve beni rezil ediyorlar, ne plan kurdum bilir misin? geceleyin yavaşça kalktım, babamın ceplerini yokladım, gümüş bir mecidiye bulup çaldım. sabah sabah da kalktım, bir bahçeye gidip bir sepet dolusu kiraz satın aldım. bir çukurun içine oturup başladım yemeye. yedim, yedim, şiştim, midem bulandı, kustum. kustum patron. o zamandan beri de kirazlardan kurtuldum; bir daha gözüme görünmelerini bile istemedim. özgür oldum. artık kirazlara bakıp şöyle diyordum: size ihtiyacım yok! şarap için aynı şeyi yaptım, sigara için de. hâlâ içiyorum ama, istediğim anda ´harp´ diye bıçakla keser gibi kesiyorum. tutku bana egemen olamamıştır. yurdum için de aynı şey. hasret çektim, bıktım, kustum, kurtuldum."
    -nikos kazancakis-
  • türk-yunan ilişkileri konusunda bölümler içeren kitaptır:

    zorba: biliyorum, çünkü bunu bana çok bilge bir türk söyledi.

    basil: bir türk mü? sen de bir yunanlısın, ona inandın mı?

    zorba: yıkanmaya gidiyorum.

    basil: türklerin ve yunanlıların hiç konuşmadığını sanırdım. onlar sadece birbirleri ile savaşırlar. sakın, bana hiç savaşa gitmediğini söyleme.

    zorba: böyle aptalca konuşmalardan hoşlanmıyorum.

    basil: ülken için savaşmanın nesi aptalca?

    zorba: patron, özür dilerim ama, bir öğretmen gibi konuşuyorsun. bir öğretmen gibi düşünüyorsun. nasıl anlayabilirsin ki?

    basil: elbette anlayabilirim.

    zorba: kafanla, evet. sen diyorsun ki, “bu doğru, bu yanlış.” ama, konuştuğun zaman… kollarını, bacaklarını, göğsünü izliyorum, onlar dilsiz, hiçbir şey söylemiyorlar.

    basil: bahane yaratıyorsun. bence sen ülkeni kafaya takmıyorsun.

    zorba: benimle böyle konuşma! bak bana! ülkem için senin tüylerini diken diken edecek şeyler yaptım ben! insanları öldürdüm, köylerini yaktım, kadınlara tecavüz ettim! neden? çünkü onlar türktü, ya da bulgardı! işte böyle saçma sapan aptal biriydim ben. şimdi birine baktığımda, herhangi birine, iyi mi kötü mü diye bakıyorum. türk mü, yunan mı zerre kadar ilgilenmiyorum. sonuçta iyi ya da kötü, fark ne? hepimiz aynı şekilde sonlandıracağız bu hayatı: solucanlara yem olarak.
  • önsöz: bu entry sizin değil benim kitapla kurduğum ilişkinin tezahürüdür. kitap hakkında bilgi içermemektedir. yazılmışları tekrarlamak değildir niyetim, nihayetinde zorba, 350 sayfalık, bambaşka dünyalara ait olan iki adamın kesişen ve yeniden ayrışan yolunu anlatan bir kitaptır.

    valizimde ve hayatımda tarifi mümkün olmayan bir yere sahip olan ikinci kitap zorba. birincisi için, bakınız: veronika decide morrer

    zorba'yı okuyalı neredeyse on yıl oldu. şöyle bir düşündüm de, o dönem, türk ve dünya edebiyatının mihenk taşlarıyla tanıştığım dönem, ne çok okumuşum. sonrasında defalarca okudum, neredeyse her cümlesinin, her sahnesinin, yaşattığı ve yaşatmayı umduğu/ummadığı her hissin için nüfuz ettim. başucu değil, yastık altı eserim oldu zorba. geçtiğimiz günlerde yeniden okudum ve bu kez bir değişiklik yapıp filmi de izledim ardından. film hakkında söyleyecek çok bir şeyim yok, incelemesini de yapacak değilim, beni aşacaktır ancak hiç bir zaman beklentimi karşılamamıştı, yine karşılamadı. haksızlık, hatta saygısızlık yapmak değildir niyetim, ancak zorba the greek, kitap göz önüne alındığında vasatın biraz üstü bir filmdir. onu vasatın üstüne atan ise şüphesiz antony quin'in zorba karakterini belki de filmin yönetmeninden bile daha içselleştirmiş, özümsemiş olması ve müzikleridir. kitaptaki düalizm benim kanaatimce tam anlamıyla filme geçirilememiş. patron, çok ama çok eksik kalmış, antony quin'e rağmen, zorba da eksik kalmıştır. her neyse, benim derdim filmle değil zaten.

    zorba ve patron; içedönüklük ve dışadönüklük; duygularının egemen olduğu insanlar ve mantıklarının egemen olduğu insanlar; dr. jekyll'lar ve mr. hyde'lar. belki de en içimde, zihnimin en derinlerinde hissettiğim bir düalizm üzerine kuruludur zorba. zorba dans eder, milleti için öldürmüş ve yaralanmıştır (yaralarının hiçbiri sırtında değildir zorba'nın, bununla gurur duyar). patron okur, okur ve yazar ki okudukları ve yazdıkları pratik anlamda işlevsizdir. patron düşünce adamıdır, zorba eylem. ancak yine de birbirlerini tamamlayamazlar. patron harekete geçemeyecek kadar ürkek, zorba dizginlenemeyecek kadar özgürdür. patron barışıktır dünyayla ve kendi hayatıyla, yarı ingiliz yarı yunan olduğunu iddia eder ama patron tam anlamıyla ingiliz'dir işte. medeniyettir. zorba kavgalıdır dünyayla, kadınlıkla, tanrıyla kavgalıdır, doğayla kavgalıdır. barbardır bir nevi, mantığı ile değil duygularıyla hareket eder çünkü zorba.

    şöyle bir telgraf alır patron bir gün;

    "çok güzel, yeşil bir taş buldum. hemen çık gel. - zorba.

    "...içimdeki vahşi bir kuş, kaçmak için kanat çırptı. ama ben kaçmadım. kaçmayı göze alamadım. trene binmedim ve içimdeki kutsal çağrıya cevap vermedim." der patron ve zorba cevaben, zihnimde sanki gözlerimin içine bakılarak söylenmiş gibi çınlayan şu telgrafı çeker:

    "kusura bakma patron ama, sen bir kağıt faresisin. şu zavallı sen de, hayatında bir kez olsun güzel bir yeşil taş görebilirdin, ama göremedin. vallahi işsizken bir yerde oturuyor ve kendi kendime düşünüyordum, "cehennem acaba var mı, yok mu?" diye. fakat dün mektubunu alınca şöyle dedim: "bazı kağıt fareleri için kesinlikle bir cehennem vardır."

    patron gitmez işte o çok güzel yeşil taşı görmeye. gidemez. tabiatına aykırıdır çünkü yeşil bir taşı görmek için 1000 km yolu trenle gitmek. patron, masasında oturur, sigarasını tüttürür, okur ve yazar. zorba, aşk için yaşar, öldürür, içer ve dans eder...

    "benim gibi adamlar bin yıl yaşamalıdır" der zorba. oysa, bilmediğimiz bir yaşta ancak hiç bir kadının çağrısını reddetmemiş ve hiç sırtından bıçaklanmamış olarak ölür zorba.

    patron ve zorbanın sınırı geçişken değildir ancak hikayenin akışı içerisinde belirli noktalarda patron çizgiyi çekinerek de olsa geçer ve zorba'nın dünyasının kokusunu alır. bunun birincisi, gizlice rom içmesidir, bir diğeri ise şüphesiz ki dul kadınla yaşadığı aşktır. dul kadın köyün meydanında boğazlanarak öldürülürken ise, onu kurtarmaya çalışan, yine zorbadır. patron, cesaretten yoksundur ve aşk korkaklığa pek gelmez. son ve nihai sınır ihlali ise, meşhur "teach me to dance" kesitidir. her şey nihayete erdiğinde, patron, bütün ürkekliğinin üstesinden gelerek bir kez olsun zorba'nın ceketinin içine girmek ister. zorba ilk kez onun gerçek bir "erkek" olacağından ümit eder ve o gece sarılarak uyur zorba ve patron. bir şekilde, iki denizin suyu birbirine karışır ve günün doğmasıyla tekrar ayrılır.

    ayrılık vakitleri geldiğinde, patron zorbaya, artık onun yolunda olduğunu, onun öğretisini özümsediğini benimsediğini kanıtlama gayesindedir ancak zorba, gerçek anlamda bir insandır, yani özgürdür. inanmaz. şöyle der zorba;

    "hayır, özgür değilsin. senin bağlı bulunduğun ip, öbür insanlarınkinden biraz daha uzun; hepsi bu kadar! senin patron, uzun bir ipin var, gidip geliyor, kendini özgür sanıyorsun."

    patron ise şöyle cevaplar " bir gün koparacağım!"

    "güç patron güç!" der zorba. "bunun için delilik gerek, delilik, duyuyor musun? ya hep ya hiç! ama sende beyin var bu seni yiyecek... yani, iyi bir sahip, her işi sermiyor, her zaman arkayı kolluyor. hayır, ipi koparmıyor rezil, onu sıkı sıkı elinde tutuyor, kaçırırsa mahvoldu demektir zavallı, mahvoldu demektir!"

    gerçekten de patron anlatı boyunca o ipini koparmamıştır. her yakınlaşmalarında yalnızca ipini gevşetmiştir ancak zorba bunun farkındadır. filmin meşhur dans sahnesinde bilerek yada bilmeyerek bu nüans güzel bir şekilde ifade edilmiştir. dansa başladıkları anda yere çalar zorba ceketini. kravatını gevşetir ve kollarını sıvar. patron ise en beyaz bir takım içerisinde, ceketi ilikli bir biçimde dans etmeye çalışır. ceketini ise, sahnenin sonunda çıkartır. bence hiç çıkartmamalıdır. yine de zorba ölmeden önce, santurunun patrona bırakılmasını vasiyet eder.

    daha pek çok şey konuşulabilir, yazılıp çizilebilir zorbayla ilgili. benim zihnimdeki yeri doldurulamazdır. rasgele bir sayfasını açıp konuşmaya başlayabiliriz. mesela zorbanın kadının yaratışını anlattığı ve şeytanın boynuzları alegorisini kullandığı bölüm, zorbanın tanrıyla ve kadınla ilişkisini gözler önüne serer. yahut, kiraz yemekten nasıl vazgeçtiğinin hikayesi gelirse parmaklarımızın ucuna, zorbanın sınırlara, uçlara olan tutkunluğunu konuşuruz. ya da zorbanın duygularını dışa vurmak için konuşmak yerine dansı seçmesinin nedeninin bir çeşit medeniyet ve ilkellik çatışmasından kaynaklandığını tartışabiliriz. bitmez. yine de, ne kadar uzun ve detaylı yazarsam yazayım, tatmin olmayacağım yazdıklarımdan, yeterli gelmeyecek. o yüzden bir yerde kesmek gerek. yalnızca son bir mesele var benim için. içimdeki patron ve içimdeki zorba.

    yüzlerce defa aynı soruyu sordum kendime, patron musun, yoksa zorba mı? kağıt faresi mi yoksa insan mı? bağlı mıyım masama, yoksa özgür mü? her seferinde kendimden aldığım cevap çok canımı sıkmıştır, hep o kağıt faresi olduğumu düşünürdüm. oysa şimdilerde, içimdeki alexi'yi tanıyorum. evet, biliyorum ki ben ekseriyetle patronum, mantığının esiri, ipini sıkı sıkıya tutan, kafesinin kapağını kendi pençeleriyle kapatıp kendini güvende hisseden o adamım. elden ne gelir, tabiat. hiç birimiz gerçek birer alexi değiliz ve hiç birimiz gerçek anlamda özgür olamayacağız. bunun bilincindeyim. ancak yine de, içimde bir yerlerde göğsümü sıkıştıran, kalbimi avuçlarının içinde kor gibi tutan özgür bir alexi var. onu tanıyorum. tanışıyoruz. onun en azından şimdi olduğundan daha fazla gün yüzüne çıkmasına izin vermek istiyorum. hiç bir şey ummayacak kadar değilse, hiç bir şey beklemeyecek kadar değilse bile, ben de özgür olmak, ipi "bazen" kendi irademle bırakmak istiyorum.

    son söz,

    "çok güzel, yeşil bir taş buldum. hemen çık gel. - zorba.
  • zorba, nikos kazancakis’in 1946 yılında yayımlanan, aleksi zorba adında makedonyalı bir adam ile hayata karışmak amacıyla girit’e gidip orada bir linyit yatağı işletmek isteyen entelektüel bir adamın kesişen hayatlarını konu alan romanıdır.

    --- spoiler ---

    hayata karışmak için girit’e gitmekte olan anlatıcı, limanda sırtında santur taşıyan bir adamla karşılaşır. aleksi zorba adındaki bu adam ile bir süre sohbet ederler. “patron” ile zorba, balıkçı kahvesindeki sohbetleri sırasında birbirlerine iyice ısınırlar. patron’un girit’te bir linyit madeni vardır. zorba, her işte çalışabileceğini, patron’a yardımcı olabileceğini söyler ve patron da zorba’yı yanında götürmeye karar verir.

    zorba ve patron yolculuğun ardından girit’e varırlar. orada bir kahveye girerler ve nerede konaklayabilecekleri konusunda yöre halkından bilgi almaya çalışırlar. köylüler ikiliye madam ortans adındaki fransız bir kadının pansiyonunda kalabileceklerini söylerler. zorba ve patron madam ortans’ın pansiyonuna doğru yollanırlar.

    günler geçtikçe zorba, kendini iyiden iyiye linyit işine kaptırır. kontrolü patron’un elinden alır ve bütün işleri yönetmeye başlar. zorba bu sırada madam ortans ile bir ilişki halindedir. yaşlı zorba ile madam ortans iyi geçinmektedirler.

    patron, zorba’dan habersiz planlar yapar. işçiler konusunda daha eşitlikçi bir düzen hayal etmektedir fakat zorba bu planları duyunca küplere biner ve “patron ya kapitalist ol ya sosyalist.” der. zorba, zorba’dan başka kimseye ve eşitlik dahil hiçbir şeye inanmamaktadır.

    patron ve zorba, günlerden bir gün, bir köy evine giderler. evin sahibi yaşlı adam ve karısı, patron ve zorba’ya oldukça misafirperver davranırlar. fakir olmalarına rağmen mutludurlar. zorba, patron’a yaşlı çifti gösterir: “kadın-erkek eşit deyip de bu insanların gözünü açma patron. onları birbirine düşürme, tanrı yok deyip de onların şükretmelerini engelleme.” der ve patron’u dilinin ucuna gelen eşitlik söylemlerini dile getirmekten vazgeçirir.

    bir gün akşam yemeğinde zorba bir anda kalkıp oynamaya başlar. patron, bu duruma şaşırır. zorba, ne zaman sevinse ya da ne zaman üzülse, sevincini, öfkesini, üzüntüsünü oynayarak attığını söyler patron’a. zorba oynarken kendinden geçmekte, yalnızca o anı yaşamaktadır. bu arada patron ile zorba git gide daha da sıkı arkadaş olurlar. zorba, yaşayarak kazandığı deneyimi “kağıt faresi” dediği mürekkep yalamış genç patron’a aktarır.

    zorba bir gün yeni bir linyit damarı bulur ve bu damar için bir geçit kazdırır. işler zorba için iyi gitmektedir fakat bir gün geçit yetersiz destekleme sebebiyle çöker, zorba sayesinde işçilerin hayatı kurtulur. bu esnada zorba kafasında çıkarılan linyiti limana indirecek bir hava yolu tasarlamaktadır.

    zorba hava yolunu bahane edip şehire gider. günlerce ortalarda görünmez. patron, durumu merak etmeye başlar. derken zorba bir mektup gönderir. mektupta genç bir kadınla tanıştığını ve patron’dan malzeme için aldığı paraların bir kısmını genç kadınla yediğini itiraf eder. patron, duruma karşı nasıl bir tepki göstermesi gerektiğini bilmemektedir, sevinsin mi, üzülsün mü, zorba’ya sinirli mi davransın karar verememektedir. zorba’ya “hemen gel.” şeklinde bir telgraf çeker.

    zorba’nın olmadığı günlerde patron kendiyle ve buddha ile başbaşa kalır. bu sırada madam ortans da zorba’nın nerede olduğunu, neler yaptığını merak etmektedir. patron, madam ortans’a bir oyun edip eğlenme niyetindedir; zorba’nın onunla evlenmeyi planladığını söyler yaşlı dilbere. bunun üzerine madam ortans sevinçten havalara uçar.

    birkaç gün sonra zorba tekrar köye döner ve işler yeniden başlar. zorba’nın gelişi patron’u sevindirmiştir ama bu sevincini zorba’ya belli etmek istemez. zorba’nın dönüşü, patron’a zorba’nın çarçur ettiği paraları unutturmuştur. zorba ise şehirden bambaşka bir adam olarak dönmüş, saçlarını boyatmış, adeta gençleşmiştir.

    zorba, yapacakları hava yolu için köydeki manastırın sahip olduğu ormanı satın almak amacıyla patron’la birlikte manastıra gider. manastıra giden yolda akıl sağlığı yerinde olmayan zaharios adında bir keşişle karşılaşırlar. keşiş, onları manastıra götürür. manastırda zorba ve patron keşişlerin dünyevi işlere duydukları özlemi gözlemlerler. zorba, manastıra ait ormanı yarı fiyatına almak için kafasında oyunlar kurmaktadır. bunun için bir gece manastırda konaklarlar. manastırda gece bir cinayet işlenir. bir silah sesi duyulur ve ortalık birbirine karışır. karışıklıktan yararlanan zorba’nın eline bir fırsat geçmiştir ve bu sayede ormanı yarı fiyatına almayı başarır.

    patron’un uydurduğu hikâye yüzünden zorba, madam ortans ile nişanlanmak zorunda kalır. zorba yalandan da olsa yaşlı kadını mutlu etmeyi kendine görev edinmiştir ve duruma ses etmeyerek patron’un kurduğu bu oyunu oynar.

    paskalya günü patron köye iner ve paskalya için yapılan eğlenceleri izler. birden halkın dikkati kiliseye yönelir. eğlence kesilmiştir, herkes kiliseye giden köyün genç dulunu izlemektedir. halk bir anda galeyana gelir ve köylüler genç kadını köyün namusunu lekelediği iddiasıyla linç etmeye başlarlar. olayları gören zorba araya girmeye çalışsa da genç kadının ölümüne mani olamaz. genç dul kadının ölümü zorba’yı derinden etkiler. günlerce konuşmaz ve ağzına lokma koymaz.

    bu esnada madam ortans hastalanır ve yatağa düşer. doktorlar derdine derman bulamazlar ve yaşlı kadın ölür. bu olay, zorba’yı çok üzer ve ilk defa zorba, ölümün soğukluğu karşısında dehşete düşer. köylüler madam ortans’ın öldüğünü duydukları anda kadının evini yağmalamaya başlarlar. zorba engel olmak istese de başaramaz, madam ortans’dan geriye pek fazla şey kalmaz.

    bir gün deli keşiş zaharios, koşarak zorba’nın yanına gelir ve manastırır yaktığını söyler. zorba, bu işe sevinmiş, keşişi öfkeli diğer keşişlerden saklamaya karar vermiştir. keşişi bir süreliğine yalnız bırakan zorba, geri döndüğünde keşişin öldüğünü fark eder. bunun üzerine zorba ertesi gün yapılacak olan hava yolunun açılışı için bir “mucize” planlar. ertesi gün zorba’nın uzun süredir üzerinde çalıştığı hava yolunun açılış hazırlıkları yapılır. kutsama için gelen keşişler, zaharios’un kilisede ölüsünün bulunduğunu, saçlarının frenk rahipleri gibi traşlı olduğunu, bunun bir mucize olduğunu söylerler. bu mucizenin getirdiği coşkuyla hava yolu açılır fakat deneme için gönderilen ilk kütükler tam bir fiyaskoya sebep olur. hava yolu çöker ve etrafa saçılan parçalar keşişleri yaralar.

    nihayetinde patron ile zorba’nın ayrılık vakti gelmiştir. patron, hava yolu fiyaskosuyla sıfırı tüketmiştir. artık girit’te yapacak bir işi kalmamıştır. zorba ile patron ayrı yollara gitmeye karar verirler ve ayrılık gerçekleşir. zorba, arada patron’a mektup yazmaktadır. aradan aylar geçer ve zorba, bir mektubunda evlendiğini, bir mermer yatağı işletmeye başladığını söyleyerek patron’u yanına çağırır fakat patron ne kadar istese de zorba’nın bu davetine olumlu yanıt vermez. yıllar sonra patron, zorba’nın yaşadığı kasabanın öğretmeninden bir mektup alır. mektupta zorba’nın özgür bir şekilde ölümü kucakladığı, son sözlerinde santurunu patron’a emanet ettiğini söylediği yazmaktadır.

    --- spoiler ---

    zorba karakterinin gerçeği ne kadar yansıttığı bilinmese de kesin olan bir şey var ki, zorba kurgusu kazancakis’in ne denli büyük bir deha olduğunu gösterir niteliktedir. zorba, tam bir özgürlük timsalidir. anı yaşayan, duygularını çekinmeden dışa vuran, insanlara da anı yaşamayı öğreten bir karakterdir.

    zorba’nın temsil ettiği bu özgürlük olgusu, kitabın anlatıcısı konumundaki ve adı belli olmayan “patron” karakterini de derinden etkiler. zorba ne kadar kalıplara sığmayan, yerinde duramayan bir adamsa, “patron” da o denli kalıplara bağlı, zorba’nın ifadesiyle tam bir “kağıt faresi”dir. kazancakis’in burada ortaya koyduğu bu düalist bakış, patron’un buddha üzerine aldığı notlarda da tezahür etmektedir. nitekim patron’un zorba’ya bu kadar bağlanmasının altında da, zorba’da gördüğü, buddha gibi büyük düşünürlere has o ışığın yattığı açıktır. kazancakis’in usta kurgusu bu noktada oldukça etkileyicidir.

    zorba, gençliğinde dağlarda savaşmış, bir yere kadar bir “vatan”a bağlanmış ve bir ülküyle yaşamıştır fakat sonra yaşadığı tecrübeler onu hayatı anlık yaşamaya itmiştir. zorba vatansızdır, hiçbir ülküye bağlı değildir ve bu halinden oldukça memnundur. kendinden başka kimseye hesap vermek zorunda değildir. bu açıdan bakıldığında zorba karakteri temel insani özgürlüğün, toplumsal boyunduruğa başkaldırının bir sembolü olarak görülebilir.

    kazancakis’in usta kurgusu mutlaka içinde yaşanmış olaylar barındırmaktadır. her yazar, kendi yaşadığı dönemin toplumsal algılarından ve gördüğü olaylardan etkilenir; ya o olayları eleştirir ya da içinde bulunduğu toplumun ve dünyanın eleştirisini yapmadan sığ bir bakışla yaşanan tüm acıları görmezden gelerek toz pembe bir dünya çizer. şüphesiz ki kazancakis, toz pembe bir dünya çizmekten ziyade, içinde bulunduğu dünyada acıların, haksızlıkların, ölümün, riyakârlığın da olduğunu ve bunların eleştirilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. işte tam da burada kazancakis’in “zorba”sı başkaldıran, isyan eden ve eleştiren bir bakış olarak okuyucunun önünde vücut bulmaktadır.

    uzun lafın kısası, zorba’nın dünyası venizelos’un yunanistan’ını, makedonya’yı, girit’i aşmakta, evrensel bir nitelik kazanmaktadır. haksızlığa, üzüntüye ve sevince karşı santuruyla, dansıyla karşılık veren bir adamın hikâyesidir “zorba”. kazancakis’i kastederek “nobel benden çok onun hakkıydı.” diyen albert camus’nün “başkaldıran insan”ı gibi zorba da başkaldırının ve özgürlüğün simgesidir. zorba, bütün bir insanlığın simgesidir. bu yüzden onun manifestosu olarak kabul edilebilecek bu roman, “okunması gereken evrensel kitaplar” rafında okuyucuyu beklemeyi sonuna kadar hak etmektedir.
  • zorba, yunanlı ünlü yazar nikos kazancakis’in olgunluk dönemi ürünüdür..
    ağır ve suskunlukla yüklü geçen karanlık bir dönemin tadı buruk ilk meyvesi.

    “korkmamayı, yaşamı sevmeyi ve ayakta durabilmeyi bana o öğretmişti” diyor yazar. gerçekten de zorba, bir yaşam kılavuzudur.

    özgür ufukların ve özgür insanların simgesidir.

    kazancakis'in bu romanı toplum içindeki zıtlıkların da bir göstergesi aslında.

    hayatını madencilik yaparak kazanan kuralcı biraz da korkak bir adamın karşısına çıkan ters karakterdeki özgürlükçü, kural tanımayan, dilediği gibi yaşayan yaşlıca bir adama rastlamasıyla değişen bir hayat. tutkulu bir dostluk.
    bir nevi hayatın ve özgür bir yaşamın ipucunu içeriyor bu kitap. betimlemeler ve tasvirler çok çarpıcı.

    örneğin romanı okuduktan sonra canım inanılmaz derecede girit kıyılarında köhne bir meyhanede vakit geçirmek istedi. özetle yaşamın tadı, kurallar, kuralsızlıklar, kadınlar, zıtlıklar, dostluk kısaca yaşama dair ne varsa bu kitapta

    bugün nikos kazancakis’in mezar taşında yazılı olanlar, doğrudan zorba’nın ağzından dökülmüş yazgı sözcüklerini andırıyor;

    “hiçbir şey ummuyorum; hiçbir şeyden korkmuyorum; özgürüm.”
  • unutulmaz sözler içeren kitaptır.

    "ben, her insanın ayrı bir kokusu olduğuna inanırım. biz bunu anlamıyoruz, çünkü kokular birbirine karışıyor, hangisi senin, hangisi benim olduğunu bilemiyoruz; yalnız havanın pis bir koku yaydığını anlıyor; buna da insanlık adını veriyoruz…"-nikos kazancakis / zorba

    "ne makine şu insan be , içine ekmek , şarap , balık , turp koyuyorsun, iç çekmeleri , gülüşler ve düşler çıkıyor. imalathane! sanırım beynimizde konuşan bir sinema var”

    “tanrı rast getirsin" dedim.zorba düzeltti:“tanrı ters getirsin! şimdiye kadar rastdan hayır görmedik.”— zorba - nikos kazancakis

    "her insanın kendi deliliği vardır; bana da öyle geliyor ki, en büyük delilik, bir deliliğe sahip olmamaktır. "

    ”artık dünküleri hatırlamaktan, yarınkileri istemekten vazgeçtim; şimdi, şu anda ne oluyor, o ilgilendiriyor beni.”

    "hiçbir şey ummuyorum; hiçbir şeyden korkmuyorum; özgürüm "

    "hiçbir şey ummuyorum; hiçbir şeyden korkmuyorum; özgürüm"

    "neydi bu dunyanin anlami? saskindim. amac neydi? erisebilmek icin ne yapabilirdik? zorba’ya bakilirsa, insanin da doganin da amaci sevincler yaratmakti. kimileri bunu ‘bir ruh yaratmak’ diye belirtiyorlar. sonucta ayni seyler bunlar. ıyi ama, neden? ne adina? beden cozulup dagilinca ruh diyebilecegimiz bir sey kalacak mi geriye? yoksa olumsuzluk baharina duydugumuz o sonmeyen ozlemimiz mi gercek olan? hangisi dogru? olumsuz olusumuz mu, yoksa o kisacik yasamimiz boyunca olumsuz birtakim seylerin buyrugunda kalisimiz mi?”— nikos kazancakis - zorba
  • başyapıt.
    bütün kutsal kitapların toplamı gibi olan ama korkutmayan, aksine mutlu eden eser.
    "çok ihtiyar, doksanlık bir adam badem ağacı dikiyordu. 'ee, dede', dedim, 'badem ağacı mı dikiyorsun?' o, eğilmiş olduğu halde bana baktı ve 'ben, oğlum' dedi, ölümsüzmüşüm gibi hareket ederim.' karşılık verdim: 'bense her an ölecekmişim gibi davranırım!' ikimizden hangimiz haklıydık patron?
    zorba zafer kazanmış gibi baktı bana:
    'haydi söyle bakalım?' dedi.
    susuyordum. iki yol da sarp ve çetindi, ikisi de insanı doruğa çıkarabilirdi. insanın ölüm yokmuş gibi hareket etmesiyle, aklında her an ölüm olduğu halde hareket etmesi, belki aynı şeydi, ama o zaman bunu bilmiyordum daha."
    (bkz: #41131547)
    (bkz: #40745316)
    (bkz: #40611924)
    (bkz: #40553435)
    (bkz: #40572197)
    (bkz: #41160815)
    (bkz: #41161377)
    (bkz: #41161182)
    (bkz: #41161605)
hesabın var mı? giriş yap