• suç ve ceza’yı okusa #raskolnikovtutuklansın diye tag açacak kültürel birikime sahip kadın.
  • kadıköy konseptli bir facebook grubunda birisi duvarlara spreyle ''veganlık kazanacak'' gibi şeyler yazıp çektiği fotoğrafları paylaşmıştı. kimileri tarafından takdir edilirken, elemanın biri çıkıp '' bakın bu yaptığınız yanlıştır. ben de veganım ancak benim evimin önüne böyle bir şey yaparken görürsem sizi polis çağırırım'' gibilerinden bir şey yazınca ortaya çıktı süper zülal. önce paragraflarca yazı yazıp o kişinin gerçek bir vegan olmadığını falan söyledi. elemanı her yerden engelledikten sonra her yerde elemanın bilgilerini paylaşıp ''işte o türcü'' falan filan diye hedef göstermişti.

    epey anormal, epey.
  • zülal kalkandelen’in elveda ssk adlı ferhan şensoy kitabıyla ilgili çıkışında ve sonrasında sergilediği tavrındaki asıl sorun kendisinde edebiyata sınırlar çizme haddini bulabilmiş olması değil, hatta bunu ezberlediği doğrular yerine salt kendi hoşnutsuzluğuna dayandırarak yapması bile değil. kalkandelen’in asıl ve belli ki köklü problemi, basitçe, onu, hiç okumadığı bir kitap ve yazarı hakkında sadece bir paragraf üzerinden edinebildiği izlenimi 27.500 kişiyle paylaşmaya itebilenin son derece basit ve bir o kadar da yüz kızartıcı bir sansürcü içgüdüden fazlası olmadığını ya görememesi ya da görüp ısrarla inkar edebilmesi.

    ideologlar ve dindarlar gereklilik kipiyle yazıp çizmeye bayılırlar. buna bir katkı da benden, ideolojisiz ve dinsiz bir kimseden gelsin:

    bir insan, hele ki kendisini “köşe yazarı”, “eleştirmen” gibi afili ünvanlarla etiketleyebilen bir insan, bir yapıt hakkında yapacağı yorumları öyle tek beklentisi anlık keyif olan sıradan bir izleyici gibi “beğendim, beğenmedim, bayıldım, rahatsız oldum, sıkıldım, hoşlanmadım” sığılığında yapmamalı. bunun aksi bir tutum, kişinin sadece kendisine değil, kitlesine değil, aynı zamanda mesleğine de karşı ağır bir hakarettir. bir eleştirmen, bir köşe yazarı, düşüncelerini herhangi bir konuda aktivizm yapacak denli önemli sayan bir insan, bir yapıttan hoşlanmadığı anda kendisine derhal “neden hoşlanmadım?” sorusunu sormalı ve bu soruya etraflıca araştırılmış, referanslarla desteklenmiş, nitelikli yanıtlar bulmalı. ve ancak ondan sonra bir görüş beyan etmeli.

    fakat biliyorum. burada özetlediğim eleştiri etiği ilkeleri, bir kitap hakkında onu bir defa dahi okumadan katı bir yargıya varabilen ve bu yargısını gelen onca tepkiye rağmen ısrarla savunabilen bir kimse için uygulanması bir hayli zor birer ilke olacaktır.

    bu vesileyle, kendilerini eleştirmen hisseden ve nitelikli eleştiriler üretmek isteyenlere, derin tahlillerin değil, anlık izlenimlerin düşünürü olduğunu maalesef gözler önüne sermiş olan zülal hanım üzerinden, birkaç naçizane tavsiye:

    • bir kitabı eleştirmeden önce bir değil, en az iki kez okuyun. ilk okumada yalnızca bir dizi izlenim edinen insan, ancak ikinci okumada resmin tamamını görebilir ve nitelikli fikirler üretebilir. repetitio est mater studiorum!

    • kendinize yazar diyorsanız, ülkenin cumhuriyet gibi arta kalan son muhalif gazetelerinden birinde yazıyorsanız ve karşınızda on binlerce kişilik anlık bir takipçi kitlesi bulunduruyorsanız önce mesleğinize, sonra kitlenize ve en son kendinize karşı saygınız olsun: bir yandan elinizdeki gücü herhangi bir ideolojinin popülistliğini yapmak üzere bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde kötüye kullanırken diğer yandan da bu gayrientelektüel tavrınızla kitlenizi ve camianızı küçük duruma düşürmeyin.

    • insanın anlık beğenileri köklü fikirlerinin ve ideolojik beklentilerinin güdümündedir. bir kitabın bir pasajı sizde anında bir surat ekşitme refleksi uyandırıyorsa bu, o yapıtı muzır görüyor ve içten içe imhasını istiyorsunuz anlamına gelir. her insanın içinde öyle ya da böyle diktacı/sansürcü bir yan bulunur ama gerçek bir düşünürün asli görevi kendi içinde çöreklenmiş tahakküm eğilimini kazımak ve atmak olmalıdır. eğer sanıyor olabileceğiniz kadar aydın bir kimseyseniz ve içinizdeki sansürcüyü kazıyıp atamıyorsanız, bari susturun.

    sanat, özellikle de tüm sanatların en anlatımcısı olan edebiyat, işlevini tam gücüyle görebilmek için mutlak özgürlüğe ihtiyaç duyar. edebiyatçı, dış dünyada gözlemlediklerini kendi algısının süzgecinden geçirip iç dünyasıyla da harmanlar ve başkaları tarafından gözlemlenip algılanmak üzere yeniden dışa vurur. bir edebiyatçı bir zoofili de, pedofili de, nekrofili de, bir tecavüzcüyü de, bir katili de kendisine konu ya da karakter olarak seçebilir. böylesi bir edebiyat, olanı olduğu gibi aktardığı, sapkının sapkınlığını olanca açıklığıyla ortaya koyabildiği ölçüde diğer sosyal bilimlere üzerinde çalışma yapılabilecek nitelikte bir kaynak eser vermiş olur. zoofiliyi, pedofiliyi, tecavüz ve cinayeti önlemek isteyen, öncelikle bir zoofili, pedofili, tecavüzcü ve katili üreten toplumsal süreçleri anlamak zorundadır. bir yangın yalazlarını söndürmekle sönmez. kadın, çocuk, hayvan ve doğa katliamları bu katliamların tetikçilerini toplumdan idam ya da tecrit yoluyla ayıklamakla bitmez. toplumsal sorunlara gerçekten kalıcı çözümler üretmek isteyenler, bir pedofili, bir zoofili, bir tecavüzcüyü ve bir katili karşılarına almak ve onları var eden toplumsal sebepleri yine onlardan faydalanarak çözmek durumundadır.

    işte, tüm toplumsal sorunların, anlık tepkisellikle gelen vicdani rahatlamaların ardından kitlesel bir boş vermişlik duygusuyla halı altına süpürüldüğü böyle bir coğrafyada elde kalan tek verimli toplumsal çalışma alanı edebiyattır.

    kendilerine konu olarak katil ve tecavüzcüleri seçmekten dahi imtina etmeyen özgür edebiyatçılara lanet değil, teşekkür edin. bugün düşmanlarımızı tanıyabiliyorsak onlar sayesinde, bugün o düşmanlara karşı savaşımızda ne yapacağımızı öğrenebiliyorsak yine onlar sayesindedir.
  • an itibariyle twitter'da birilerine atarlanıyor. diyor ki:

    <<insanlar vicdansız. birisi hakkımda "burjuvanın içine doğmuş hayattaki tek amacı güzel müzik sağlıklı beslenmek seyahat etmek olan biri" demiş.>>

    insanların vicdansız olduğu konusuna katılıyorum. kendisinin vegan duruşunu da beğeniyorum. müzik eleştirileri ilgi alanımda olmadığı için bir fikrim yok ama sanırım ilgilendiği müzik dalında uzman biri falan filan.

    kişiliğine saygı duymakla birlikte, insanlarla iletişim kurarken üstten üstten konuşma tarzını ise eleştiriyorum.

    yine diyor ki: "hayatta birçok amacım var. en önemlisi daha adil, eşitlikçi, uygar bir dünya için katkı yapmak."

    hayattaki amacı eşitlik olan biri için insanlarla iletişim kurma tarzı fazlaca burjuva kaçıyor. daha alçakgönüllü olmayı denerse, kendisini rahatsız eden bu tip yorumlarda kimse haklılık payı bulamaz. hem alçakgönüllü olmak insanı alçaltan değil, yücelten bir erdem. bir şey kaybetmez yani.

    bu arada zaman zaman dikkatimi çekiyor. ortalık hayvan katliamı haberleriyle çalkalanırken, kendisi habire müzikle ilgili tweetler atıyor. hem de defalarca mentionlanmasına rağmen. önceliklerine de karar verirse iyi olur bence. müzik mi, yaşam hakkı mı? eğer müzikse diyeceğim yok. ama yaşam hakkı benim için her şeyden önemli diyorsa, biraz daha aktif olması lazım bu mecrada. bloglarda yazı yazmakla çok da aktif olunamıyor ne yazık ki. statü edinmiş bir kişi olarak, sahada da görmekten memnun oluruz kendisini.
  • kendisi ile bi kültür sanat ajansında çalışırken konser kapılarında aynı saçma tartışmaları yapardım, bi süre sonra ne zaman o banal şapkasını gördüm, kaçmaya başladım. müzik filan hikayedir bunda. misal bi gruba "ayran gibi grup. lıkır lıkır" gibi ya da "sütün yanında kek yemek gibi" filan desen "yo omo bön vögonum böylö bönzötmölör çok boyoğu" gibi laflar ederdi.
  • okumadığı kitabın tek sayfasından linç başlatıp iyisiyle kötüsüyle "sapla samanı karıştırıyorsun" diyenlere de veganlığını öne sürüyor. gerçekten anlaşılmaz.

    neyse, gidip bütün kinglerimi koontzlarımı vs yakayım bari.

    eleştiri kaldırma yetisi de mantığı kadar sanırım. kendisine karşıt bir şey söyleyen herkesi engellemiş. sorsan diktatörlüğe karşıdır.
  • annesinin karne hediyesi olarak et aldığı çocuğun yaşadığı duruma üzülüp, kendi aklınca hem et yemek isteyen çocuğu, hem de çocuğun yaşadığı ve topluma da sirayet etmiş yoksulluğa tepki gösterenleri veganlık üzerinden eleştiren bir twit atmış kendisi. çocuğun et yiyememesine yol açan yoksulluğuna tepki göstererek "etsiz olmaz" gibi bir algı yaratıyormuşuz.

    yapmış olduğu eleştiriden daha da cringe davranışı ise, twitini alıntılayarak cevaplayan ve kendisine tepki gösteren 400'e yakın kullanıcıyı tek tek, üşenmeden engellemiş olması.

    paçalarından akan o üstenci kibri, kendisiyle gurur duyduğu o etik değerlerini benimsemeyen herkese karşı beslediği şımarık tavrı, toplumun çoğunluğunun bırak vegan olmayı, veganlığa yönelecek ortalama bir refah düzeyine kavuşması gerektiğinin, ortalama vatandaşının daha ihtiyacı olan optimum protein/mineral ihtiyacını karşılayamadığının, ufacık bir çocuğun neden annesinden karne hediyesi olarak et istediğinin farkına varamamış zekasıyla zülal kalkandelen, bütün o temsil ettiği değerleriyle de beraber bu toplumda midemi bulandıran bir kişilik olarak yaşamaya devam edecek.
  • öyle kaliteli bir insandır ki, veganlıkla ilgili karşıt görüş olarak sorduğum gayet normal 2-3 soruya doğru düzgün cevap veremeyince sinirlenip "algılarınız yetmiyor galiba" diye kabalaşıp, saçma sapan cevabını bloklayarak bitirmektedir.

    medeniyeti sadece ot yemek olarak sanınca normal tabi..
  • hayvanseverlik, veganlık filan mevzu değil, hangi davayı desteklerse desteklesin o davaya zarardan başka hiçbir şey katmayacak antipatik bir karakter.
  • utanmis sessizlik adli romanini okuyup da, bu yayinevleri nasil oluyor da bu seyleri kitap olarak basabiliyorlar diye dusunmeden edemedigim, berbat yazar. neymis efendimnew yorksehrinde gecen evrensel romanmis. yani roman yabanci bir sehirde gciyor diye mi evrenel olmus. yap isimleri ayse, ali olsun sana istanbul romani. nerede kaldi evrensellik. bu mu yani evrensellik? kitap kotu, ve sanirim sadece yabanci bir sehirde yabanci isimli karakterler var diye yayimlanmis bir kitap ve sirf bu nedenlerden dolayi evrensel denmis. birakin allah askiniza...
    (bkz: bence)
    (bkz: evrensellik)
hesabın var mı? giriş yap