hesabın var mı? giriş yap

  • kotasiz, sinirsiz, tabusuz, cilgin bir internet hayati mumkun degil. adil kullanim da bizim cinfikirlilerin uydurdugu yeni bir kavram degil, cogu yer de "fair use" diye limit vardir, aynen almislar iste. zira kullanici sayisinin sabit kaldigi ulkelerde dahi, trafik hacmi altyapidan katbekat hizli artiyor. ve her iste oldugu gibi burada da bir cesit 80/20 kurali gecerli: kullanicilarin yuzde 20'si, trafigin yuzde 80'inden sorumlu.

    ama bu spesifik uygulama sacmalik, bunu tartismayi "korsanla mucadele" olarak cercevelemek iyice sacmalik.

    ikinci kismin kaniti cok basit: gecen sene sadece netflix trafigi, amerika'daki "fixed access" (cep telefonlari sayilmiyor) download trafiginin yuzde 30'unu olusturuyordu. youtube da ayriyeten yuzde 10, 40 yapar. cep telefonundan kimsenin korsan indirmeyecegini, onlarin trafik hacminin de cogunun video olacagini dusunursek...koca abd trafiginin neredeyse yarisi sadece iki siteden yapilan legal streamingden ibaret demek. uc bes zibidi degil, herkes yapiyor.

    bunun daha skype'i var, hulu'su var. isimle ilgili hersey cloud hizmetlerinde zaten, telefonumdaki numaralar bile google hesabimda sakli. kisaca genel kullanici profilinin birkac sene icinde bu kadar degistigi bir dunyadaki altyapi problemine, hala 10 sene oncesinin gerzek mentalitesiyle yaklasmak, cumlenin gidisatindan da anlasilacagi uzere tam bir gerzeklik.

    cozumun teknik tarafina fazla kafa patlatmadim, arastirmalari yapilmistir illa ki. ama ilk bakista su uc problem var:

    1) 8mbps'a 25gb kota olur mu lan? 5 saatlik full kullanimla aylik (720 saat) kotani dolduracaksin yani. 100mbps hiza 100gb kota iyice komik, sirketten ftp yapacaksin mesela, iki saatte kota bitiyor.

    2) daha dereceli bir hiz dususu lazim. 8'den 1'e direkt dusus ceza gibi.

    3) daha onemlisi, bunun bir ust limit degil, alt limit olmasi gerekliligi. yani "25'i astin, bundan sonra 1mbps ustune cikamazsin" demek yerine, "artik sana en fazla 1mbps garanti edebilirim ama yogun olmadigi zamanlar bu hiz artacaktir". geceleri kimse kullanmiyorken, emailine bakan adami rahatsiz etmeyeceksen, kotanin sinirin ne geregi var, internet kullandikca biten bir enerji kaynagi degil ki.

    o yuzden dedim "ceza vermek" seklinde yaklasiyor adamlar olaya, adil bir sekilde trafik yukunu altyapiya dagitmaya ugrasacaklarina. 30 senelik qos algoritmalari sunu becerebiliyorken, hala boyle kati kotalar, sinirlar, cezalar, stigmatize etmeler (hirsizsin sen) ne yahu?

  • eski dilde 'saye' kelimesinin anlamı gölge demekmiş. 'senin sayende' de senin gölgende anlamını taşıyormuş.

  • bizim şirketin arada sırada "öylesine" ilan verdiği site. bazen girip bakıyorum, bizim şirket kah mimar arıyor kah mühendis. ulan ofise bakıyorum herkes yerli yerinde, mühendisler şantiyelerde... en son patrona sordum: "bulunsun kızım, belki birisi pat diye bırakıp gider işi. şantiye başı boş mu kalsın? hemen 6 ay önceki ilana başvuranları aramaya başlıyorum, daha hızlı yürüyor işe alım süreci" dedi.

    "bilmemkaç tane işe başvurdum dönen olmadı" veya "filanca ilana 1 sene önce başvurmuştum yeni aradılar" diyen arkadaşlar bunu bi düşünsün derim ben. özellikle inşaat sektöründe çalışanlar...

  • ev alma komşu al. ev mi alalım kirada mı oturalım.

    sevgili arkadaşımız, ev almanın biraz mantıksız olması diyerek konuya bodoslama bir giriş yapmış. aslında hiçbir şey ifade etmeyen bir cümle kurduğu için üzerinde durmaya gerek yoktu, zira aynı önerme kendi içerisinde “ev almanın biraz mantıklı olması” argümanını da içeriyor.

    dolayısıyla aslında önerme hiçbir argüman sunmuyor veya “ev almanın biraz mantıklı biraz mantıksız olması” gibi abuk sabuk bir değer yargısına götürüyor bizi. bunu bilmiyor muyduk? biliyorduk. yeni bir şey söylüyor mu? hayır.

    fakat bunun üzerine yapılan bir takım değerlendirmeleri görünce ben anladım ki insanımız yine cahil, bilmeden konuşmayı fikir üretmeyi seviyor. finansal okuryazarlık da ülkemizde çok düşük olduğundan herkes bu kararın aslında basit bir finansal karar olduğundan habersiz. basit bir karar aslında ama pek çok bilinmeyen ve değişikliği içermesi açısından komplike bir karar. ev alalım mı, kirada mı oturalım kararı. aslında bu karar böyle ev mi alsam kirada mı otursam diye de verilmez.

    bu problem finans kitaplarında “buy or rent decision” olarak veya “satın alma veya kiralama problemi” olarak karşımıza çıkar. bu sadece evle ilgili olan bir konu da değildir, bir şirkete leasing ile bir makine kiralayacaksınızdır aynı kararı o zaman da verebilmelisiniz. (tabii vergisel anlamda bir takım farklılıkları ve ayrıntıları ayrıca dikkate almak lazım)

    veya araba satın mı almalıyım yoksa kiralamalı mıyım bu da benzer bir ekonomik karardır. ve bu kararı verirken salt finansal değişkenleri veya varsayımlarla karar alamazsınız, her iki alternatifin de mali olmayan bir takım sonuçları oluşur.

    örneğin bir ev satın aldığınızda o evin kendinizin olması duygusu gibi, veya araba sahibi olmanın verdiği güven ya da her neyse. kendi evine sahip olmanın verdiği o tarif edilemeyen duygu gibi. bu konuların içine girersek hiç çıkamayız. bizim yapmamız gereken ekonomik kararı salt finansal kriterler açısından gözden geçirmek. ve söylediğim gibi bu aslında ev mi alalım kirada mı oturalım gibi ucu açık bir soru olarak konumlandırılmaz. spesifik bir ev, spesifik kira ücretleri ve spesifik ekonomik durumlar için bir karar alırsınız. ve hangi kararın daha mantıklı olduğunun değerlendirmesini yaparsınız. bunu yaparken de birtakım varsayımlarda ve gelecekle ilgili ekonomik tahmin ve öngörülerde bulunursunuz. bunları açıklayarak konuya başlayalım.

    kiralamanın mı satın almanın mı daha iyi olduğu konusu pek çok faktöre bağlıdır, özellikle de konut fiyatlarındaki gelişim, kira tutarındaki değişim ve aynı evde kaç sene kalacağınızla ilgili faktörlere.

    dikkate almamız gereken faktörler:
    a) satın alma ile ilgili faktörler:

    1) satın alma maliyetleri veya satın alma esnasında başlangıçta oluşan maliyetler. bunlar emlakçıya ödenen ücret olabileceği gibi evi krediyle satın alıyorsak, muhtemelen banka tarafından belli bir tutarın down payment olarak ödenmesi şart koşulacağından (yani tüm konut bedeli %100 oranında kredilendirilemeyeceğinden) oluşacak peşinat atıyorum ev bedelinin %25’i) de burada dikkate alınabilir.

    yani satın alma aşamasında oluşan her türlü maliyet, tapu harcı, noter masrafı, emlakçı ücreti, kredi çektiysek her türlü dosya masrafı, banka komisyonu vs... 300.000 tl’lik ev için 225.000 tl kredi çektiğimizi varsayalım. 75.000 tl cebimizden çıkacak ilk aşamada, tapu harcı ödeyeceğiz (tapu müdürlüklerinde alınan hizmet karşılığında, alım-satım işleminin alıcı ve satıcısından talep edilen tapu harcı 2013 yılı için yapılan düzenlemelere göre binde 20 oranında. buna göre satışa konu olan gayrimenkuller üzerinden binde 20 oranında hem alıcı, hem de satıcı tapu harcını ayrı ayrı ödüyor. 300.000 tl’lik konut için 6 bin tl tapu harcı var. ) emlakçı komisyonu o da %2 alsa, bir 6 bin tl de ona vereceğiz. fakat oturduğumuz evi ev sahibinden alacaksak emlakçı komisyonu ödemeyiz. bir ara bankalar konut kredisi kullanıdırdıkları herkesten bir de hayat sigortası yaptırmalarını talep ediyorlardı. herif ölürse paramızı tahsil edelim diye. sonradan bu zorunluluk kalktı. her neyse, bunlar satın alma ile ilgili ilk aşamada oluşan maliyetler.

    2) satın alınan konut ile ilgili yıllık maliyetler: bunlar da adı üzerinde her yıl satın aldığımız konut ile ilgili oluşan maliyetler olarak karşımıza çıkıyor.

    eğer evi kredi ile satın alıyorsak, kredi geri ödeme dönemi boyunca yapacağımız yıllık konut kredisi geri ödemeleri. örneğin, 225.000 tl tutarında, 60 ay vadeli, 0,94% faiz oranından bir konut kredisi kullandığımda aylık 4.923,52 tl tutarında taksit ödeyeceğim. x 12 dersek yılda 59.082,24 tl tutarında geri ödemem var demektir. (burada borç yiğidin kamçısıdır, borçlanmak bizi tasarruf yapmaya mecbur kılar gibi konulara girmek istemiyorum. bu tutardaki kredi geri ödemelerini yapabileceğinizi varsaymak durumundayız.)

    bunun dışında satın alacağınız evin aidatları olabilir. diyeceksiniz ki, aynı evde kirada otursam aidat olmuyor mu o da doğru. o yüzden aynı evi satın alıyorsanız bunu değerlendirme dışı bırakabiliriz.

    emlak vergisi: bina, konut, arsa gibi taşınmaz mal sahiplerinin her yıl ödemekle yükümlü olduğu bir ceza var. ben buna ceza diyorum. ama vergi aslında. bu duruma da bakmak lazım, emlak vergisinden muaf mısınız ? (misal ssk, bağkur veya emekli sandığı emekli olup başka bir yerden geliri olmayanlar, bunların dul ve yetimleri, başka yerden geliri olmayan işsizler ve ev hanımları, engelli vatandaşlarımız, şehitlerin dul ve yetimleri ile gaziler gibi) yoksa emlak vergisi yükümlüsü müsünüz? bu da konut büyükşehir sınırları içerisinde ise binde 2 olarak hesaplanıyor. (emlak vergisi değeri ve inşaat maliyetleri dikkate alınarak)

    dask veya zorunlu deprem sigortası: bu sigorta prim bedeli de her sene ev sahibine giriyor. çok para değil ama yine de para işte. (https://www.dask.gov.tr/…es/portal/calculatepremium) evin bulunduğu yere, bina yapı tarzına, bina inşaat yılına, dairenin yüz ölçümüne göre hesaplanan bir prim tutarı.

    yıllık yenileme, bakım ve onarım masrafları: bütün bu masraflar genellikle ev sahibine giriyor. evin damının akması, boyası, badanası vs. bazen ev sahibine giriyor bazen kiracıya duruma göre.
    yani her yıl konutla ilgili katlanmak zorunda olduğumuz maliyetler.

    3) vazgeçilen fırsat maliyeti: fırsat maliyeti kavramını bilmeyene anlatmak biraz zor. şöyle anlatalım, satın alırken ödediğimiz bir tutar var ya başta, 75.000 tl peşin verdik, emlakçıya, tapuya şuna buna harcadığımız paralar, boku püsürü 100.000 tl ödedik diyelim. eğer kirada oturmayı tercih etseydik bu para bizim cebimizden çıkmayacaktı. cebimizden çıkmayacağı gibi o 100.000 tl’yı mal gibi nakitte tutmayacak, hazine bonosuna, devlet tahviline veya vadeli mevduat, yatırım fonu gibi bir yatırım enstrümanında değerlendirecektik. o 100.000 tl bize faiz getirecekti (tabii şeriatın hüküm sürmediği bir ülkede ev aldığımız varsayımıyla aksi takdirde sukuk, filan alacaktık ne bileyim faizsiz kar payı kazanacaktık, murabaha, mudaraba, müşaraka, icara, sukuk, takaful ve tavarruk...leasing, faktoring, forfaiting, varlığa dayalı menkul kıymet hepsi aynı bokun soyu). işte o 100.000 tl’nin getireceği faiz, kaybedilen fırsat maliyeti. ayrıca, her sene ev sahibi olmak nedeniyle katlanmakta olduğumuz maliyetlerin de ayrıca fırsat maliyetini hesaplamak lazım.

    4) satış maliyetleri: evi sonsuza dek elimizde tutacaksak problem yok. ama belirli bir sene oturacağımız ve sonra satacağımızı varsayıyoruz. o zaman evi satarken katlanmak zorunda olacağımız maliyetler var. emlakçı komisyonu demiştik ya, anasını sittiğimin ülkesinde alırken de satarken de bir takım komisyonlar ödüyorsun. mesela işte bu evi satarken ileride emlakçıya ödeyeceğimiz maliyetler. tabii o arada ev değer kazanacak (teorik olarak) atıyorum 300.000 tl’ye aldığımız ev bundan 5 sene sonra 400.000 tl olacak o zaman onu satarken de 400.000 tl üzerinden %2 ne yapar 8.000 tl emlakçıya ödeyeceğiz. yine tapu harcı olacak allahın emri, çünkü devlet dediğin şey bir kere yolunacak kaz buldu muydu sonsuza dek yolmaya devam eder, tapu harcının kalkmayacağını düşünürsek o maliyet. o aşamada belki kalan kredi tutarını geri ödeyeceğiz, onu da düşmek lazım. veya eklemek lazım şimdi hesaplamayı tam oturtamadım kafada. eksi / artı olayı.

    b) kiralama ile ilgili faktörler:

    1) kiralama ile ilgili olarak başlangıçta oluşan maliyetler. burada da eğer varsa emlakçıya ödenen komisyon ve kiralanan mülk için verilen depozito ücreti (atıyorum 2 kira depozito veriyorsun ev sahibine, evden çıkarken geri almak üzere, tabii alabilirsen)

    2) yıllık kiralama ilgili maliyetler: kira bedelini sayabiliriz, bunun yanında varsa kiralanan mülk ile ilgili sigorta. kiracıya özgülenen bir sigorta yok diye biliyorum, varsa keyfe keder konut sigortası yaptırır o da mecburi değil.

    3) vazgeçilen fırsat maliyeti: burada da vazgeçilen bir fırsat maliyeti var. misal, o 2 kira depozito ücretini vermeseydik de bankaya koysaydık güzel para kazanabilirdik, veya her ay verilen kira ücretleri bankada değerlendirilse oluşacak faiz kazancı da fırsat maliyeti.

    4) kiralanan evden çıkarken oluşacak maliyet/kazanç. burada eve iyi baktıysak, çıkarken başta verdiğimiz depozitoyu geri istiyoruz, ev sahibi de hay hay buyurun depozito neden olmasın diye bize geri veriyor, veya yok hacım evin tabiri caizse mına koymuşsunuz ben bu depozitoyu size veremem evi yaptırırım fatura bedelinden düşerim filan diyor alıkoyuyor. bu net rakam işte her neyse.
    bu iki ana faktörlerin yanında dikkate almamız gereken diğer bir takım faktörler daha var. bu konularda varsayım geliştirmemiz lazım. bunlardan birinci faktör: rate of return on investments. yani yatırımlardan elde edilecek getiri. fırsat maliyeti hesaplarken bu getiri oranı konusunda varsayım yapmalıyız. bunu bilebilecek yiğit varsa beri gelsin. yani bugün parayı bankaya koysam ayda şu kadar vadeli mevduat faizi alırım, doğru. veya yıllık mevduat faizimi şu rakamdan bağlarım diyebilirsin. fakat iki sene sonra faizler ne olur hacı diye sorsam mal mal bakarsın. iki sene sonra faiz ne olur? kur ne olur? bono faizleri düşer mi yükselir mi? yani hesapta paramızı bankaya koyup değerlendiriyoruz ya, işte burada yıllık bir getiri oranı ne olur diye tahmin yapıyoruz. faizler acayip coşacaksa gelecek dönemde, kira bedelindeki artış oranları aynı hızı yakalayamayacaksa, ev almamak daha mantıklı. fakat tam tersi, eğer ülkede konut krizi çıkacaksa, emlak fiyatları artacaksa, nitelikli konut bulmak zorlaşıp kira tutarları artacaksa, enflasyon oranı ve faiz oranları düşecekse, yerlerde sürünecekse, paranın fırsat maliyeti düşecek demektir o zaman ev sahibi olmak daha avantajlı olabilir.

    dolayısıyla burada
    1) paranın önümüzdeki kiralama dönemi boyunca getirisi
    2) enflasyon oranı
    3) konut bedelinin değer artış yüzdesi

    konusunda 3 ayrı varsayım yapmak lazım.

    satın alma veya kiralama kararının hangisinin daha mantıklı olacağını, neyin biraz mantıklı neyin çok mantıksız olacağını bu 3 konuda yapacağımız varsayımlar veya tahminler öngörüler belirler.

    kahin varsa buyursun gelsin yapsın bu tahminleri. ben bu konjonktürde yapamıyorum. belki türkiye’de konuttan kaynaklanan bir emlak krizi çıkacak. bu yüksek fiyatlı ev fiyatları belki aşağılara gelecek. belki 300.000 tl’ya satın aldığımız evin fiyatı 200.000 tl’ya düşecek. konut fiyatları geçmişte hep değer kazandı diye gelecekte de değer kazanacak diye bir kaide var mı?

    var diyorsanız detroit şehrindeki konut fiyatlarına bakmanızı öneririm. ayakkabı fiyatına ev satıldığına dair haberler çıkıyor. http://www.foxnews.com/…omeback-buy-up-real-estate/

    öteki taraftan, türkiye’de bir konut açığı var. çoğu şehirde nitelikli konut açığı var, bazı şehirlerde konut fazlası var. buradan yola çıkarak konut fiyatlarının uzun vadede hızlı artış sağlayacağını düşünebiliriz.
    sonuç olarak, satın alma ile ilgili maliyetleri/getirileri netleştirip bunu kiralama ile ilgili maliyetler/getirilerle kıyaslarsanız, bu arada da ekonominin ve konut piyasasının geleceğine ilişkin başarılı tahminlerde bulunabilirseniz belirli bir vadede konutu satın almanın/geri satmanın maliyetiyle kiralamanın maliyetlerinin kümülatif toplamını birbiriyle kıyaslayarak mantıklı bir karar alabilirsiniz.

    bu kadar karmaşık analizlere vaktim yok diyenler için de basit bir rule of thumb var. eğer bir konutu yıllık kirasının 15 katına veya daha altına kadar satın alabiliyorsanız bu durum, finansal olarak satın almanın kiralamaktan daha mantıklı olduğu anlamına gelir. yani aylık 800, yıllık 9600 tl kira verdiğiniz bir evi 144.000 tl’ye satın alabiliyorsanız bu iyi bir yatırımdır. konut fiyatı bu tutarın üzerindeyse kötü bir yatırımdır.

    sanırım eyyorlamam bu kadar.

  • 12 sayfa entry'i okumama rağmen şu sonuca varmış bulunuyorum.

    yaklaşık %70'lik bir kısım kafese konan maymunlar(bkz: organizasyonel şartlanma) deneyinde olduğu üzere, bilmeden soru soranlara saldırıyor.

    %20'lik bir kısım biliyor ancak biraz uzun ya da fazla terimsel yazdığından anlatamıyor.

    %5'lik kısım halen iyi niyetle anlamadığını belirtiyor

    %5'lik kısım iyi sade bir şekilde anlatmayı başarıyor.

    ben de son %5'lik kısımda olmayı umut ederek mümkün oldukça kısa bir şekilde size anlatmaya çalışacağım.

    türk lirası convertible yani uluslarası piyasada değişime konu olabilecek bir para birimi değildir. yani biz paramızı sadece ülkemizde kullanırız. ve ancak ülkemizdeki usd ve euro gibi paraları tl ile satın alabiliriz.
    ülkemizdeki yabancı para stoğu da sınırlı olduğundan, biz para basıp döviz talebi yarattıkça paramız döviz karşısında değersizleşecektir. böylece borçlarımızı ödemek için para basmak yeterli olmayacaktır.

    bu yüzden, turizm ve ihracat gibi, yurda döviz girişi sağlayan işlemler teşvik edilmektedir.

  • anneme alyans almak. beni ankara'da okutmak için alyansına kadar satmak zorunda kalmışlardı ailem maalesef, okulu bitirip stajyer avukat olarak ilk kazandığım maaşımla yaptığım ilk iş annemin alyansını almak oldu.

  • 2018 yılı içerisinde ocak ayında gerçekleşen olay. birilerinden bir yerlerden talimat geliyor. personel alınacak diye. kimseden habersiz sessiz sedasız personel alım yönetmeliği bölge müdürlüklerine gönderiliyor. başvurudaki tek kriter 18 yaşını doldurmuş olmak ve 30u geçmemiş olmak. kpss aranmıyor, dil aranmıyor. bölüm eğitim aranmıyor hiçbir kriter yok nerdeyse. dediğim gibi tek kriter yaş. başvurular ise sadece ptt şubelerinden dilekçe yoluyla yapılıyor. başka hiçbir türlü başvuru kabul edilmiyor. işe alım ile ilgili yönetmeliğin linkini paylaşacağım sizinle.
    bu 2000 personel alımı acil istihdam olarak nitelendirilmiştir. personel alım bilgisi o kadar gizli ve el altından yürütülüyor ki kulaktan kulağa ancak internet sitelerine 31 ocak tarihinde düşüyor ama nasıl başvuracağın konusunda hiçbir bilgi yok. ve işin komik tarafı son başvuru tarihi 31 ocak. bu işe alınacak 2000 kişi kim neden bu kadar gizli saklı personel alımı yapıldı merak konusu umarım benden başka cesareti olan birileri bu konuyu dile getirir de o 2000 kişi ifşa olup açığa çıkar.
    yönetmelik

    google personel alım arama sonuçları.
    başı cemaatlerden yeterince ağrımış bir millet olarak bugün ptt'de olan şey yarın diğer kurumlarda olur sonra niye işsizim diye ağlamasın kimse.

    düzenleme: bazı arkadaşlar yalan yanlış bilgi verdiğimi söylemeye çalışıyor 2017/2 personel alımlarında kpss şartı ile mülakatı dahi geçip alımı gerçekleşmeyen insanlar tanıyorum hatta onlardan 2 tanesi ocak ayı içerisinde tekrar başvuruda bulundu ve başvuruları geçersiz sayıldı. biraz araştırmaktan üşenmeyin duyum ile hareket edecek yaşta kimse olduğunu düşünmüyorum burada.

  • insanların temel ihtiyaçlarına zam üstüne zam gelirken ötv indirimi yapılması etik olmaz. o yüzden akp'nin yapabileceğini düşünüyorum.

  • van gogh garip bir adam. cok yetenekli. siradisi. uyumsuz. kavgaci. daha dogrusu tartismaci bir kisilik. dogru bildigini dikte eden biri degil de dogru bildigi seye nasil ulastigini da anlatarak karsiya gecirmek isteyen birisi. bu da onu sanki kendi argumanlarina saplantili, inatci bir kisilik ciziyor gibi gorunmesine sebep olmus. cok yanlis anlasilmis. benim icin acikli anilarindan biri de kulagini kestigi hikayesidir. gerci burada bunu anlatmayacaktim ama konu madem geldi biraz deginmek yerinde olacak.

    ha bu arada en sevdigi ressam van gogh olan biri olarak da en sevdigim mimar da tabii ki gaudi. bu yuzden en sevdigim araba markasi da audi. : k bundan boyle artik boyle. sozlugun seviyesi bu cunku. daha iyi espirileri hak etmiyor. benim guzel takipcilerim de mazur gorsunler artik. onlara ozellikle 130+ iq uzeri icin espiriler yaparim sonra.

    van gogh bir ara paul gauguin ile ev arkadasligi yapiyor. van gogh nasil bir karakterse paul gauguin de tam tersi. van gogh duzensiz, daginik, ve sergüzeşt bir karakterken, gauguin de tam tersi, oturakli, ecnebiler down to earth derler, muntazam, duzenli filan biri. aralarinda tabii ki cok buyuk tartismalar oluyor fakat bu tartismalar daha cok van gogh'un biraz o cocuksu hayalleri yuzunden oluyor. van gogh'un yeni bir akademi hayali var. acikcasi modernist kafayi hic sevmiyor. "ne o oyle 3-5 tane tuccar ve sergi sahibi kendisini bu isin kompetani ilan etmis, soylu, nobran, snob, burnu havada tipin "bu sanattir, bu degildir" filan demesine ayak uyduruyoruz" diye dusunuyor. gauguin de nispeten yine bir emprestyonist tabii ki fakat van gogh kadar da oyle hayalperest degil. van gogh da heyecani ve dinamizmi yuzunden "neden olmasin ki bak simdi..." gibisinden gauiguin'in aslinda kafada bitirdigi tartismalari gerisingeri bastan aliyor. bu yuzden de gauguin cephesinde bu iliskinin biraz yorucu olmasi da ayri gercek olarak dusunulebilir.

    van gogh cok heyecanli cunku hayatinda aslinda kurdugu hayallerin sanki olacaklarmis gibi bile bir hissiyatina cok yaklasamamis birisi. bunun uzerine gauguin gibi kendisinin cok saygi duydugu biriyle ev arkadasligi yapmaya baslayinca tabii ki van gogh "tamam oldu bu is, biz burdan aliriz yururuz, yeni akademinin temellerini atariz beraber" diye dusunuyor. iste hayaller hayaller hayaller. hep hayaller degil midir insani hayal kirikligina sebep olan? yani biraz sanki bosanmalarin sebebi evliliklermis der gibi oldu ama tornaci bakis acisiyla da biraz aslinda oyle yani. van gogh tabii ki bir hayalperest, hayalperest aslinda cok dogru bir kelime degil de, tabii ki hayalgucu cok kuvvetli birisi. bir de kendine olan guveni eklenince iste bu noktada o kisilik biraz hayalperestlige meylediyor dogasi itibariyle. van gogh gercekten cok caliskan, muthis bir hayalgucu sahibi ve dolayisiyla kendisi ile de alakali hayalleri var. akademi icin de kurdugu hayaller var. aslinda van gogh dunya'yi degismeye calisan bir zavallicik. neden zavallicik? insan denen mikrobun, -kendisinin aslinda bir empresyonist ve nispeten bana sorarsaniz postmodernizmin taslarini doseyenlerden biri olmasina karsin- rasyonel bir varlik oldugunu dusunen biri. insanlar rasyonel varliklar degillerdir. insanlar her turlu sacmaligi rasyonelize etme becerisine sahip varliklardir. ayni hic olmayacak bir tipe asik olan kadinlar gibidir yani. ve aslinda insanlar evet, ask ile yasarlar. bu da onlari genellikle mutsuz olmelerine sebep olur. cunku askin en guzeli kavusulamayan olanidir, hikayesi yarim kalmis olanidir.

    iste bu sekilde gauguin'in beyninin etini yiyen van gogh artik iyice gauguin'i bezdiriyor bir aksam. gaugin ertesi gun evden ayrilmak uzere bir karar veriyor. artik van gogh ile ev arkadasligi yapmayi istememektedir keza. gauguin evden cikacak gibi oluyor, fakat tam evi terketmek icin degil, ama kararini vermis yani artik o evde kalmayacak, fakat gunluk bir isini halletmek uzere evden cikacak, o sirada da van gogh kendi odasinda elinde makas sovalesine kanvas mi geriyor, yoksa bir boya tupunun kapagiyla mi ugrasiyor hatirlamiyorum, bir is ile mesgul. aklinda da ya gauguin beni terk ederse korkusu var. ici icini yiyor yani, cok pisman. gauguin'in sesini duyuyor. acaba o mu, gidiyor mu, esyalarini mi almis ki yanina diye bir merakla elinde makasla evin koridoruna cikiyor. bakiyor gauguin gercekten giyinmis evden cikmak uzere, bir anda gauguin'in pesine cekiliyor van gogh. yani gercekten cekiliyor, ayni guzel bir turtanin kokusuna cekilen ac bir hayvan gibi, buyulenmiscesine ardina dusuyor gauguin'in. e tabii ki bir sure sonra gauguin ensesindeki nefesi hissediyor, arkasina bir donuyor, bu van gogh beyinsizi, kan ter icinde elinde makas. boyle bir durumda her normal insan ne dusunur? hele bir de van gogh gibi bir delinin yaninda yasarken, kavga etmisken filan? e heralde bu manyak beni makasla oldurecekti diye dusunur. gauguin dehsete kapiliyor. aman diyor, bu manyakla ayni evde yasanmaz, esyalar, mesyalar kalsin ben canimi kurtarayim diye, fazla da korkusunu caktirmadan ses de etmeden evden gidiyor.

    tabii ki van gogh gauguin'in hissettigi tekinsizligin farkina variyor, buna kendisinin de sebep oldugunu biliyor fakat boyle bir niyeti olmadigi icin van gogh'un ayni duygularini kelimelerle ifade etme ozurlulerin yasadigi gibi bir duygu patlamasi yasiyor. van gogh zaten duygusal olarak aslinda instabl bir insan. yani yeri geliyor mani yeri geliyor depresyon nobetleri yasiyor. burada da mahal verdigi ama asil amacinin o olmadigi fakat bir sekilde icine dustugu o durumdan kendisini kurtaramamanin verdigi o icine cokusu ve cokusu bunyenin kaldirmayisi ile gelen patlama, ayna karsisinda kendi kulagini kesmesi ile bir disavurum sergiliyor. yani orada belki mumkun olsa makasi yiyecekti. fakat daha mumkun olan seyi, makasla kendi kulagini kesmeyi tecih ediyor. simdi anlattikca hatirlamaya basladim, kulaginin tamamini degil memesini kesiyor, yani kulak memesini ve elinde de makas degil ustura var. ustura ile de bir resminin yanlis yerinin boyasini kaziyordu diye bir sey geldi aklima ama bu kismi uyduruyor da olabilirim cunku kitabi cok once okudum.

    bu kulak hikayesi boyle iste. simdi geleyim ben asil anlatacagim seye. van gogh resimlerinde cok ilginc gondermeler yapan birisi. bu adam aslinda bir empresyonist yani adamin butun varligi aslinda ekspresyonistlere bir tepki. daha dogrusu modernizme bir tepki. van gogh'un resimlerini gorunce hemen anlarsiniz, onun kendine has bir boya izi birakma uslubu vardir. iste o boya izine pastose denir. ayni bunun gibi baska imalari da var van gogh'un ve aslinda burada okuyucuya bir empresyonist ile ekspresyonist arasindaki temel farkin nasil olacagina dair de super bir ders verir.

    trinquetaille bridge

    the trinqueataille brige, arles, 1888, -trinqueataille arles'de bir kasaba, semt neyse yani iste, arles de fransa'da bir sehir ya da kent :k- bu kopru bir nehrin -rhone nehri, resimde gorunmez- iki yakasini birlestiren bir kopru fakat bazi ince noktalar var iste dikkat edilecek. biraz statik bilmek gerekebilir, biraz yapidan anlamak da.

    not: bu arada foregorund denen yer kanvasin alt yarisi, backdrop denen yer de ust yarisidir.

    resimi iki parcada gormek gerekiyor. sag tarafta saglam bir zemin var. yer orasi yani, arzin kabugu yani, koprunun altinda bir gecit var oradan insanlar yuruyor. zemin saglamlik hissini veriyor sonuna kadar. perspektifin de bunda payi buyuk.

    resmin sol foregorund tarafinda dengesizlik basliyor. ilk asamada sola dogru cikan genis merdivenler var, onun saginda yukari cikan merdivenler de resmin backdropuna dogru icine giriyor, kuculuyor, perspektif!. sonrasinda kopru basliyor ve bize bir tekinsizlik hissi geliyor. bir huzursuzluk var. hissettiniz mi? resme bakinca bir seyler garip gibi. resmin sag tarafinda bir guven varken sol tarafinda bir kontrast var.

    cunku serefsiz kopruyu havada birakmis. koprunun ayagi bir yere basmiyor bu yuzden resmin sag tarafi bize huzur verirken, sol tarafi da aksine tekinsizlik, huzursuzluk veriyor. adam boyle cizmis, bu tesadufi degil cunku onun durdugu yerde eminim butun kopru karsi kiyiya kadar gorunuyordu, ya da amaci zaten boyle tatminlik hissi vermek olsaydi koprunun tamamini gorecek bir yerde durur ve cizerdi. iste bu van gogh'un yani bu tercihi, mekani bu sekilde kullanmayi tercih etmesi bir ekspresyonist tasvir olarak degerlendirmekten baska caremiz kalmiyor. resmin iki yarisini da birbirinin tam ziddi sekilde stiffness sahibi olarak tasvir etmesi, resmin sag tarafi saglam iken sol tarafinin tehlikeliligi, tekinsizligi, guvenilmezligini ozellikle ifade etmedigini dusunemeyiz. bu da aslinda, yine van gogh'un kendi icerisinde bir yaninin gayet oturakli, gayet olgun, guvenilir ve saglam, kestirilebilir, uzerine yaslanilabilir bir karakteri oldugunu, ote yanda da ucari, guvenilmez, uzerine yaslansan sorumluluktan kacan, hasari ve dikkatsiz ve hatta belki haysiyetsiz oldugunu tasvir eder. iste buna da ekspresyonizm denir. bu yuzden bu tasviri van gogh'u yine caginin otesinde, uyumsuz, fakat belki ilk ekspresyonisti yapiyordu.

    bu dualiteyi aslinda yine van gogh'un ev arkadasi olarak sectigi gauguin'in karakterine baktigimizda da goruruz. van gogh gauguin ile ev arkadasi olmayi istemesi bir tesaduf tabii ki degildi.

  • bir günde türkiye'nin en sevilmeyen 5 kişisinden biri olmayı nasıl başardığına dair bir ted konuşması yapsın. anladığımız kadarıyla kendisini başarı abidesi olarak görüyor ama asıl başarı bu kadar itici özelliği bünyesine sığdırabilmiş olması: gold digger'lık, vergi kaçırma, marka ihlali, çalışanlara kötü davranma, mobbing, instagram'da sahte takipçi satın alma, yancılık, yalancılık, okumadığı kitaplarla şov yapma, linkedin'de saçmalama derecesinde ceo'culuk oynama, başkasının parasıyla girişimcilik konusunda ahkam kesme, sonradan görmelik, içi boş cahil özgüveni, samimiyetsizlik, everest gibi ego, herkese üstten bakma, görgüsüzlük, kibir, küstahlık...

    say say bitmiyor gerçekten bölüm sonu canavarı gibi, klinik vaka. karakter, kültür ve vizyon parayla satın alınamıyor işte, bunun çok güzel örneği oldu bu olay. "kadına çok yüklendiler. tamam yeter" diyenler de şunu kaçırıyor: insanlar böyle haksız yere zenginliğe ulaşmış varoş tiplerden çok sıkıldılar artık. bütün bu birikmişlik bu olayla bir kişiye patlamış gibi gözükse de aslında verilen tepkiler bu ve bunun benzeri herkese. bu işin peşini bırakmayıp olayın altını kazanlara özellikle teşekkürler. bunun gibi daha bilmediğimiz ne tipler var, sessiz sakin zengin oluyorlar haksız yere. hazır eliniz değmişken onlar da ifşa edilebilse keşke bir pot kırmalarını beklemek zorunda kalmasak.