hesabın var mı? giriş yap

  • tarihin ilk pili olduğu hakkında söylentiler olan alettir.

    şöyle ki: bağdat pili olarak anılan düzenek, 13 cm yüksekliğindeki, orta kısmı bombeli bir kil kap ve içindeki, demir bir çubuğun etrafına sarılmış, altı kapalı bakır bir rulodan oluşuyor. içine sirke gibi sıvılar doldurulduğunda bir akım uretebiliyormus. mö.250-ms.224 ya da ms.224-640 dönemlerine ait olduğu düşünülüyor.elektriğin icadından çok çok önceye dayanıyor yani...

    araştırmacılar bu pilin piramitlerde kullanıldıgını iddia ediyor cunku piramitlerin içlerine hiyerogliflerin yapılması için ışığa gerek vardi ve piramitlerin içlerinde herhangi bir meşaleden kalmış is veya benzeri bir iz bulunamadı.

    kimi iddialara gore ise bu pili icad eden medeniyetlerin bunun pil olduğunu bile anlayamadıkalrıdır.tabi bunların hepsi birer iddia olarak kaldı.
    kısacası, bağdat pili elektrokimyasal bir düzenek olsa dahi, bunu yapanların aygıtın nasıl çalıştığını bilmiyor olmaları büyük olasılık.durum boyle ise, elektriği keşfetmis olduklarını söylemek zor.

  • gece gece koparan insan.

    sergen yalçın: bizim takımlarımız sezon öncesi iyi çalışmıyorlar.
    mustafa doğan: beşiktaşlı oyuncularla konuştum, sezon öncesi iyi çalıştık diyor hepsi.
    sergen yalçın: mustafa, hangi oyuncu kötü çalıştık der?

  • kobra etkisi.

    kötü giden bir şeyin düzelmesi için yapılan müdahale ile durumun daha da kötüleşmesi demekmiş canlar.

    yer hindistan, başkent delhi'deyiz, bir kalabalık bir kalabalık sormayın. dervişler, dilenciler, atlarla dolaşan kırmızı kıyafetli ingiliz askerleri, her yer toz ve curcuna.
    yani coğrafyanın ingiliz kolonisi olduğu yıllar.

    ingiliz hükümeti bölgedeki zehirli kobralardan çok çektiğinden cin fikirli birinin aklına bir fikir gelir.
    "lan biz ne uğraşıyoruz amk! her ölü kobraya para verelim bu fakir hintliler para için hepsinin soyunu kurutur ellaham!" der ve kampanya başlar. önceleri çok iyi gider kampanya. ancak cin fikirli sadece ingilizler değildir, hintli cin fikirli ise "lan olm bu dangalaklar her ölü yılana para veriyor o zaman biz yılan besliyek amk! tee ormana kim gidecek kobra bulmaya, hem tehlikeli olm o iş. çiftlik kurak amk ehuehuehe" der ve gerçekten kobra beslemeye başlarlar. beslemek ne kelime üretime başlarlar. offf paralar gani gani.
    keklendiklerini anlayan ingilizler ölü kobra başına verdikleri para ödülü kampanyasını bu üretimi engellemek ve daha fazla salak yerine konmamak için sonlandırırlar.
    ve ne olur sizce? "madem para kazandırmıyor bu kobralar, salın gitsin amk hepsini" der hintliler ve her taraf ilk durumdan çok daha vahim şekilde kobra kaynar. yani kobra popülasyonu büyük artış gösterir. azaltalım derken tüy dikilmiş olur. işte bu duruma kobra etkisi denirmiş.

    benzer bir durum fransız kolonisi olduğu yıllarda vietnamda yaşanır. farelerden çok çeken fransız hükümeti, fare başına ödül koyar. ancak binlerce ölü fareyi ne yapsın, der ki fare kuyruğu getirin yeter der. bir süre iş görür bu ancak fransızlar bir de bakarlar ki sağda solda kuyruksuz binlerce fare dolaşıyor. meğer halk yakaladığı farenin kuyruğunu kesip serbest bırakıyor ki gitsin üresin çoğalsın da para kazandırsın.

    kaynak

  • açık söyleyeyim böyle hacı hoca tayfasıyla hiç işim olmaz, hiç de sevmem. lakin bu adamı kendi içinde tutarlı buldum. en azından inandığı şeye uygun davranıyor. birkaç hafta oruç tutup sonra yemediği nane kalmayan dallamalara yeğdir.

  • fred'den çok gol kaçırdığım kupa. tuvalete gidiyorum gol oluyor, mutfağa gidiyorum gol oluyor, telefon çalıyor gol oluyor. ulan hapşırıyorum yine gol oluyor yine kaçırıyorum..

  • deha ile yeteneğin farklı şeyler olması...

    bugün ekşide bateri çalan ve dalga geçilen genci izlerken insanların ön yargılarını görünce, bu başlığa yazacak şeyler aklıma geldi. benim ufkumu açmıştı ilk öğrendiğimde yazacağım bilgiler.
    johann sebastian bach diğer müzisyenlerden farklı olarak (mozart vb..) üç ismi de kullanılarak anılır. çünkü çingene bir aileden gelmektedir ve ailesinde birçok bach isimli başka müzisyenler vardır. bu müzisyenlerle karıştırılmamak için üç ismi de kullanılır. kendisi yaşarken kiliselerde cenaze törenlerinde org çalarak geçiniyordu ve cenaze başına ücret alıyordu. geçinemediği için cenaze sayısı çok az diyerek yardım istediği bir mektup bile mevcut...
    mozart sefalet içinde öldü.
    romantik akımın öncüsü sayılan john keats yaşarken hiç şiir satamadı ve 30 undan önce veremden(açlıktan) öldü. sevdiği kadınla evlenemedi, hiç saygı görmedi ve sevdiği kadın o ölünce kimseyle evlenmedi...
    tarantino film yapabilmek için ilk senaryosunu sattı. kendisi bir videocuda çalışıyordu ve sürekli film izliyordu.
    stallone'un öyküsü, jim carrey'nin standup ı bırakması...
    oğuz atay, nietzche...
    o kadar örnek var ki.
    vardığım sonuç,
    bir konuda iyi olduğunuza inanıp en mutlu olduğunuz işi yapsanız da insanlar para kazanamadığınız için size saygı duymayabilir.
    satamayabilirsiniz.
    kendinize dürüst olmanız bile saygıyla karşılanmalı ama insanlar, bazıları beste çalıp, fikir çalıp altına kendi imzasını attığı halde bu durumu görmezden gelebiliyor.
    örneğin gönülçelen müziğini manic streeet preachers-ocean spray'den arak, sözler sallinger-gönülçelen'den esinlenme, altında teoman imzası...
    teoman örnek sadece, severim de. ama saygı duymam.
    neyse,
    ne diyordum,
    satabiliyor olmak yetenektir.
    sanat dehadır.
    deha ile yetenek karıştırılmamalı.

    ve bir uğraş ile inandığı işi yapan mutlu insanlarla dalga geçmek bizim mutsuzluğumuzdur.

  • top bu adamdayken yaşadığım güven hissini bir tek insan hakları evrensel beyannamesini okurken yaşıyorum.

  • pisagorun öğrencisini köpek balıklarına attırıp öldürtmesi.

    pisagor, sayıların babası; zamanının rockstarı. en büyük kralların veziri yapmaya çalıştığı adam. tüm sayıların herhangi bir rasyonel sayının oranı şeklinde yazılabileceğini düşünüyor. tüm dünyada onunla aynı fikirde. o zamanlar irrasyonel sayılar daha keşfedilmemiş.

    ayrıca kendisinin bulduğu hepimizin bildiği a^2 + b^2 = c^2 (a kare + b kare = c kare) formülü var. bir dik üçgende dik kenara bağlanan kenarların karelerinin toplamının dik kenarının karesine eşit olduğunu anlatan formül. yalnız bu formülde bir sorun var.

    kenarları 1 birim olan bir dik üçgende, dik kenarın (hipotenüsün) uzunluğu bulunamıyor. çünkü, 1'in karesi + 1'in karesi = neyin karesi? dikkat edin, daha köklü sayılar keşfedilmemiş, her şey bir rasyonel sayıdır mantığı var.

    her şey rasyonel sayıların bir oranı ise, kenarları 1 birim olan dik üçgende kendi formülü 1^2 + 1^2 = birşeyinkaresi çalışmalı. ama çalışmıyor, çünkü hiçbir rasyonel sayının karesi 2 değil.

    pisagorun öğrencisi hippasus, kenarları 1 birim olan bir dik üçgenin hipotenüs uzunluğunun bir rasyonel sayı olamayacağını (yani irrasyonel sayıların doğuşu) ispatlıyor. pisagor şok. pisagorun okulu şok. öğrenciler "ama bana var dendi", "ama bana var dediler", "e ama var dedileeeer" diye ortalıkta dolanmaya başlıyor. pisagor bir anda göklerden gelen bir aydınlanma yaşayıp öğrencilerin kafasına çaykur rize çayı atmaya başlıyor. (şaka şaka. pisagor da dumur oluyor çünkü inandığı tüm sayı temelinin yanlış olduğunu gösteren bir şey bu.)

    bunu gururuna yediremeyen pisagor, bu adamın ellerini ve ayaklarını bağlatıp gemiden okyanusa attırıyor ve köpek balıklarına yem ediyor.

    fakat daha sonralarda pisagor her sayının bir rasyonel sayıya oranlanamayacağını kabul etmek zorunda kalıyor ve irrasyonel sayılar keşfediliyor. tüm dünyanın ve teknolojik çoğu aletin gelişmesini sağlayan bu buluşun sonu köpek balıklarına atılmak oluyor. irrasyonel sayılar, şu an bilgisayara ses aktarımı (mikrofonu kullanabilmeniz)den tutun wi-fi sinyallerinin dönüşümüne ve birçok telekomünikasyon aletinin var olmasını sağlayan sayılardır.

    olsun, kafasına gerçekten çay da atabilirlerdi.

  • ülkeyi kasıp kavuran bu sıcak günleri yaşarken, aklınıza hep gelen ama bir türlü anlam veremediğiniz o sorunun cevabını buluyoruz bugün. hissedilen sıcaklığın yaz döneminde 40 dereceyi geçtiği adana, gaziantep, şanlıurfa gibi güney şehirleri neden acı tüketmeyi bu kadar seviyor? ve daha önemlisi en sıcak günlerde bile acı yemekten vazgeçilmiyor bu şehirlerde? evvela, hemen dünyaya bakıyoruz. acıyı ve diğer çeşitli baharatları yoğun kullanan iki sıcak ülke çıkıyor karşımıza: hindistan ve meksika. yani, bizim ülkeye özgü bir durum da değil. haliyle, aklımıza şu soru geliyor; sıcak bölgelerde acı yemek özel bir fayda mı sağlıyor?

    hayatınızın en az bir noktasında dikkatinizi çekmiş olacağı üzere, sıcak havada besinler çok daha hızlı bir şekilde bozulur. neden? çünkü yüksek sıcaklıklarda bakterilerin besinleri parçalayan enzimleri çok daha etkin çalışır. buzdolabı gibi soğutma teknolojilerinin yaygınlaşmasının insanlık tarihinde pek yeni olduğu da göz önünde bulundurulursa yiyecekleri bozulmadan koruyacak önlemlerin alınmasının geçmiş dönemde ne kadar önemli olduğunu anlayabiliriz. hele ki, sağlık hizmetlerinin gelişmediği dönemlerde ishal gibi rahatsızlıkların ölümlerle sonuçlanabildiğini hesaba katarsak....

    acı biberin içerisinde alkoloid grubundan kapsaisin maddesi bulunur. ve bu etken madde antimikrobiyal etkiye sahiptir. cornell üniversitesi'nde paul sherman'ın ekibiyle yaptığı çalışmaya göre kapsaisinin yiyeceklerde bulunan mantar ve bakterilerin %75'ini öldürdüğünü ya da çoğalmasını önlediği raporlanmıştır. dolayısıyla, sıcak iklimlerde acı tüketiminin fazlalığı insanların hayatta kalma ihtimalini artırması itibarıyla günlük yaşam ve kültürü etkileyen önemli bir evrimsel adaptasyondur.

    ps: kaynak