hesabın var mı? giriş yap

  • demokrasinin her olgusunu olumlusu ve olumsuzu ile içinde barındıran kuzey avrupa ülkesidir.yeri gelir,insan haklarının en hırçın savunucusu olur,herkes için eşitlik özgurlük der,yeri gelir kendi silah tuccarlarını acımasızca eleştiren politikacılar yetiştirir.ama yeri gelir anadoluda teror estiren bir örgütü himayesine alır,silah tuccarlarını ve hatta abd'yi eleştiren politikacılarının ölümlerine zemin hazırlar.ilginç bir ülkedir.sadece kalkıp kötü yönleri ile bakmamak gerekir.nobel edebiyat ödülünün son dönemde bizdeki yankıları ile isveç oldukça eleştirildi.ancak kendi içindeki işleyişi açısındanda demokrasi ve yönetme adına ilginç ipuçları vermektedir.

    isveç sosyal demokrat partisinin bugunki genel başkanı mona sahlin,1995 yılında ingvar karlsson hükümetinde başbakan yardımcısı idi.olof palme ekolunden yetişmiş bu genç ve aktivist bayan politikacının karlsson sonrası partinin başına geçmesi bekleniyordu.ancak aynı yıl içinde,gittigi bir magazada görev yaptıgı bakanlıgın harcamalarında kullanması gereken kredi kartıyla özel alışveriş yapmış,200 kronluk (40 ytl) toblerone marka çikolata satın almıştı.yapılan bu alışverişin medya tarafından belgelenmesinden sonra sahlin,sadece sosyal demokrat parti liderligini şansını yitirmekle kalmadı,milletvekilliginden de istfa etmek zorunda kaldı.o gunden sonra ''tobleroneci bakan'' olarak anılmaktan kurtulamadı.

    sırf 40 ytl'lik bir ürünü bakanlık parası ile aldıgı için istifa etmek zorunda kalması,bizim demokrasimiz ve onu işletenler açısından karikatur gibi birşey olsa gerek.

  • ömer hayyam'ın üç bilinmeyenli denklemler üzerinde çalışırken bilinmeze arapça "şey" adını vermesi ve endülüs'ü emevilerden devralan ispanyolların "şey"i "xay" 'e çevirmesi.zamanla sadece ilk harf olan 'x'in kullanılması.

    (bkz: samarcande)

  • daha onu tanımayan hiçkimseye rastlamadım, herkes tanıyor. ama tabi herkes arkasından ağlamıyor.
    arkadaşlarım artık alıştı, babamlar gülüp geçiyorlar, bir tek kardeşim anlıyor beni, neden ağladığımı...

    5 yaşında sahneye babası tarafından dövülerek zorla çıkartılmış, çocukluğunu yaşamasına asla izin verilmemiş, 50 küsür yaşında bile çocukluğuna özlem duyup, çocukluğunu yaşamaya çalışan bir insan.
    çocuklara olan aşırı sevgisi yüzünden adı pedofiliye çıkmış, hiçbir zaman kanıtlanamayan (ancak öldüğünden sonra iftira olduğu itiraf edilen) iddialarla boğuşmuş bir insan.
    hastalığıyla dalga geçilmiş, burnunun büyüklüğüyle dalga geçilmiş, dalga geçmesinler diye burnunu küçültmesiyle dalga geçilmiş bir insan.
    ve tüm bunların üstüne, o yaşayamadığı çocukluğunu dünya üzerinde rengine, ırkına, dinine bakmadan bütün çocuklar yaşayabilsin
    ve o çocuklar gitgide daha da kötü bir yer olan bu dünyayı kurtarabilecek kişiler olarak büyüsünler, umudumuz olsunlar diye ömrü boyunca bütün gücünü, parasını, vaktini, popülaritesini harcamış bir insan.

    bakın sanatından ve dünya üzerinde şu ana kadar gelmiş geçmiş en büyük eğlendirici (saçma biliyorum ama entertainer'ın daha mantıklı bir türkçe'sini bulamadım) olmasından falan bahsetmiyorum. doğuştan gelen yeteneklerinden falan bahsetmiyorum. 35 yıl boyunca her çıkardığı albümle farklı farklı insanlara hitap edebilmesinden falan bahsetmiyorum. aynı anda "pop, rock & soul"un kralı sayılabilmesinden bahsetmiyorum. aldığı ödüllerden ve rekor kırma rekortmeni olmasından bahsetmiyorum. yaşarken dünya üzerinde yaşayan en ünlü insan olmasından bahsetmiyorum. 10 milyon satıştan aşağı düşmüş albümü olmamasından bahsetmiyorum. dünya üzerinde "ölün" dese ölecek milyonlarca insan olmasından bahsetmiyorum.

    kendisine, kıçının üstünde klavye başında cahilce ama küstahça "pedofili" demekten, "rengini beyazlattı" demekten başka hiçbir vasfı olamayan insanlar daha fazla eğlensin diye yarım asıra yakın yaptığı şeylerden bahsetmiyorum.

    onlar bile daha güzel bir dünyada yaşayabilsinler diye yaptıklarından bahsediyorum.

    bugün, dünya üzerinde eğer hala umut varsa, bu dünya daha güzel bir yer olsun diye didinen insanlar varsa, hala çocukları seven insanlar varsa, ve onların geleceği için çalışan insanlar varsa; bunun nedenlerinden biri de senin bu insanların yapabilecek güçlerini farketmesini, bir şeylerin farkına varmalarını, iyi çocukluk yaşayıp iyi birer insan olmalarını sağlamandandır.

    o yüzden, rahat uyu michael!

    fans love you! your majesty, my king!

  • "ben düşünmekten yoruldum, benim yerime de düşünür müsün? benim yerime ilgilenir misin insanlarla, yalanla, ihanetle, yalnızlıkla? geceleri birdenbire bastıran sağanak yağışlı korkuları alır mısın yamacımdan? gündüz gözüyle sevemiyorum kimseyi. yüreğimdeki bu düğümü çözebilir misin? "

  • şüphesiz iman dolu gözlerin göreceği ibret verici satırlardan oluşur. bu türküyü 2000li yıllara kadar oynaya hoplaya söyleyenler için sonuç acı verici olmuştur. bakınız para bakınız gemi hem de recep var, karakol var.işte tüyleri diken diken eden o satırlar:

    gemilerde talim var
    bahriyeli yarim var
    o da gitti sefere
    ne talihsiz başım var
    hani benim recebim
    sarı lira vereceğim almazsan karakola gideceğim.

  • 7000 entry sahibi, 600+ karması olan celebrity sözlük yazarlarının dahi başlık içinde ara butonunu kullanmaması, bu sebeple sözlüğün en popüler başlıklarının anasının sikilmesi. aferin valla, debe'ye de girmiş. bu başlığın 5 sene sonraki halini düşünemiyorum. penguenler ve gamzeler sevsin sizi!

    #21303865 / 26 aralık 2010 / tam 51 kez favorilenmiş bu entry. hatta başlığı şükela modunda incelediğinde dahi ilk sayfalarda çıkıyor. yapman gereken tek şey başlık içinde "gamzedeyim" kelimesini aramak.

    #30464433 / 5 ekim 2012 / bu arkadaş da aramaya inanmamış. bire bir aynı temalı 2. entry.

    #32154294 / 13 şubat 2013 / bu arkadaş da aramaya inanmamış. belki de bilmiyor, yol gösteren olmamış.

    #48406062 / 14 ocak 2015 / ve fakat sen diazepam'sın yahu, büyük düşün biraz! sen nasıl aramazsın arkadaş? yazık, bu sözlüğün ruhuna fatiha okuruz bir müddet sonra..

  • gözdenin londra muzikallerine koysan sırıtmayacak performansının "oy nurcanım"a elendiği yarışma.

    akp'nin 2015 genel seçimindeki zaferi kutlu olsun.

  • acilen kedilerime onlar tarafından ödüllendirilmek istemediğimi, mamaları karşılıksız verdiğimi anlatmam gerekiyor sayın kediciler. ben kediden anlamam, köpekten anlarım. köpeğe hayır derim mesela, ödüllendirmez. ancak kedi konusunda ne yapacağımı bilmiyorum. hatta ödüllendirildiğimi anlamam bile aylar sürdü bak, o kadar yabancıyım kedi milletine. beynim bir türlü basmıyor.

    şincik, benim 5-6 tane kedim vardı. bu sayı çok diye başta bayağı söylendim. ben bakmam, istemem, vermiyorum mama cart curt diye. sonra bir baktım meğerse 14-15 kedim varmış! aynı renkte olanları ayırt edemeyişimi fırsat bilen üçkağıtçılar sırayla ortaya çıkmak sureti ile beni kandırdılar. zaten hiç doymuyor oluşlarından şüphelenmem lazımdı. yav diyorum kuş kadar mideleri var, 15 kg mamayı anında bitiriyorlar. yine de kötü düşünmedim, yakıyorlardır, koşuyor garibanlar dedim. duygularımla oynadılar. ta ki mama vermeyi unuttuğum güne kadar. ertesi gün mamayı bir döktüm, her yerden kedi yağdı. sağa bakıyorum benim şişko sarı, sola bakıyorum benim şişko sarı. zaten o sarının huyunun hep değişiyor olmasından da şüphelenmeliydim ama işte hep iyi niyetimden hep :( neyse sonuçta sürüsüne bereket kedim var.

    bir gün mutfak penceresinin önünde, bahçede, ölmüş bir fare gördüm. aha dedim, kedilerim eve girmeye çalışan bir fareyi yakalamış. fareye üzüldüm çünkü ben üzülmek için yaratılmıştım ama yine de kedilerin evi koruması hoşuma gitti. ödül olarak verdiğim mama miktarını artırdım. çalışın aslanlarım dedim. sonra yine mutfak penceresinin önüne bir koyun bacağı geldi:( gittikçe bir korku filminin içinde yaşamaya başlar oldum. evi koyun bacaklarından korudukları için de teşekkür edebilirdim ama biraz saçma geldi ne bileyim. zavallı koyun bacağı bana ne yapabilirdi ki? heveslerini kırmamak için bunu yüzlerine vurmadım. olur öyle dedim.

    bu arada kedilerimin mamasını mutfak penceresinden veriyordum. sonra kapının oradan vermeye başladım çünkü mamalar girişte duruyordu ve böylesi daha kolaydı. ayrıca uzun uğraşlar sonucu o ölmüş fare ve koyun bacağını da atmıştım, ardından da ptsd tedavisine başladım, sizlere acıdığım için onları atarken hissettiklerimi yazmıyorum. his derken neyle tutarsan tut bedenleri böyle, tamam anlatmıyorum.

    neyse, sonra kapının oraya başka bir ölmüş fare geldi. bu kez fare kendi geldi ölük ölük. ve tombişti, diğer ölük fare değildi. ertesi gün de aynı kapının önüne tombiş koyun bacağı geldi:( bilmiyorum kayaları birleştirebildiniz mi ama farelerin ve bacakların her seferinde benim mama verdiğim yerden eve girmeye çalışmaları çok mümkün değil gibiydi. kedilerim beni ödüllendiriyordu:( nolur beni kurtarın, sözün özü bu. bahçede çok sevdiğim ve köpeklerimi delirten kirpim var, ödül olarak onu getirirlerse ya? kirpime savunma sanatlarını öğretmek istiyorum çünkü dikenleri sivri ve sert değil. geçen gün büyük köpeğim onu ağzına almış gezdiriyordu kirpime hiçbir şey olmadı. köpeğime de. tabii ki köpeğin kirpiyi aldığını fark etmedik yoksam izin verir miyiz ya neyse işte. eve gitmiycem ben karar aldım şu an. kesin kapının önünde ölük bir şey olacak:(

    ben geldim: kedilerimi göstereceğim. burada soldaki şişko sarı kedim, sağdaki ise şişko sarı kedim. tabii iki gün önce bu kediler böyle değildi. soldaki şişko sarı resmen gitmiş yüzünü gözünü patilerini beyaza boyamış ama neyse, bir şey demiyorum. böyle boyanmış halini dedem de ayırt eder. nasıl boyamış ya, hayret bir vaka. bu da diğer sarı kedim, boyanmamış olan. sabahın köründe çektim fotoları ve otur dedim bekle dedim hiç dinlemediler. insan güceniyor. sonra şu fotoyu gördüm. sağdaki ne:( önce ayakkabım sandım ama öyle tüylü ve yumuşak ayakkabım yok. kedi mi bu, kediyse benim öyle kedim yok:( kirpim desek hiç değil çünkü kirpim toparlak ve tek renk, gri. tilki de olamaz, tilki olsa kedilerimi yerdi. kesin karıncayiyen bu çünkü karıncayiyen hiç görmedim, demek ki gözüm algılamadı sabah sabah. aa karıncayiyenim oldu bahçede, yaşasın be, ismi guido olsun. guido salvadora.

  • yalnızlık bir münzevînin yegâne sığınağıdır.

    yalnızlığın tanımını kanaatimce en güzel şekilde ortaya koyan kişilerden birisi, ünlü psikiyatr carl gustav jung’tır. jung yalnızlığı tam olarak şu şekilde tanımlamıştır: ‘’yalnızlık, insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. insan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı ya da başkalarının olanaksız bulduğu görüşlere sahip olduğu zaman kendini yalnız hisseder.’’ bu güzel tanımı kendimce biraz genişletmeye çalışacağım.

    öncelikle ilk cümle ile başlamak isterim: ‘’insanın, kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramaması.’’ aristoteles’in dediği gibi insan, gerçekten de politik bir hayvandır. her insan bir toplum içinde yetişir, gelişir ve var olur. o toplumun; fikirleriyle, hayâlleriyle, maddî-manevî anlayışlarıyla şekillenir. daha sonra toplumdan bağımsızlaşmayı başarabilirse kendince; yeni fikirler, düşünceler ve anlayışlar üretir. fakat bu yapıp ettiklerini ve ürettiklerini paylaşacak, onayacak tek bir kişi dâhi bulamadığında muhakkak ki yalnızlığın en acı hallerinden birini tadacaktır. aslında bu durum tanımın ikinci cümlesi olan ‘’başkalarının olanaksız bulduğu görüşlere sahip olma’’ durumuyla bir illiyet bağına sahiptir.

    yaşamış olduğu toplumu fikirleriyle aşan, kültürünü bağımsız kılan; geleneği, akletmenin gücüne hapseden, dünyayı çok daha geniş bir pencereden izleyen insanlar için yalnızlık kavramı genel itibarıyla hayatlarının mihrakındadır. bu konuda; yalnızlık, erdem ve entelektüel beceri arasındaki nedenselliği en güzel şekilde ortaya koyan büyük filozof schopenhauer’ı anmamak, üstada saygısızlık olacaktır. şöyle diyor schopenhauer:

    ‘’yalnızlık, bütün büyük ruhların kaderidir.’’

    esas itibarıyla, jung’ın yapmış olduğu tanımla schopenhauer’ın bu aforizması tam olarak birbirlerini tamamlıyorlar denilebilir. büyük bir ruha sahip insanlar, genel itibarıyla yaşamış oldukları toplumda anlaşılmazlar; fikirleri saçma; dine, geleneğe ve dolayısıyla kültüre aykırı bulunur. tüm bu sebeplerden ötürü kalabalıklar içinde yalnızlaşır veya yalnızlaştırılırlar. hemen her büyük insan çağının ötesinde yaşamaktadır. onların çoğunun gerçek anlamda anlaşılması ve idrak edilmesi genellikle birkaç yüzyıl sürecektir. tabii, geride geleceğin dünyasına meramını anlatacak bir eser yâhut yapıt bırakmışsa.

    sosyal, asosyal; münzevî

    günümüzde, başlıkta yer alan bu üç kavram o kadar sığ ve o kadar akıldan uzak tanımlanıyor ki çoğu insan yanlış şekilde yaftalanıyor ve bu dar kalıpların içine hapsediliyor. sosyal dediğimiz insan genel itibarıyla; toplum içinde var olmaktan hoşlanan, toplumsal konularla alâkadar olan ve karşı taraf ile iletişime geçmekten keyif alan insandır. bu insanlar genellikle yaşamış oldukları toplumla barışıktırlar ve toplum içinde de ‘’sevecen’’ olarak algılanırlar. asosyal insan ise bunun tam tersidir. toplum içine karışmaktan hoşlanmayan, iletişime geçmekte zorlanan ve kolay kolay ilişki kuramayan insanlardır. asosyallik bir tercih değildir, belli bir durumun sonucudur. asosyal insanlar genel itibarıyla iletişim becerileri düşük olduğundan iletişimi başlatmakta yahut devam ettirmekte zorlanırlar. başlattıkları bir iletişimin sonucu olumsuz olursa bundan dâima kendilerine bir pay çıkarırlar. dolayısıyla zaman içinde çekingen bir tavırla toplumdan ve politik yaşamdan uzaklaşmaya başlarlar.

    peki, münzevî dediğimiz kavramı bunlardan farklı kılan özellik nedir? münzevî yaşam tam anlamıyla bir tercih meselesidir. sosyal becerileri çok iyi olan, insanlarla iletişim kurmakta hiçbir zorluk çekmeyen, toplumsal olaylara karşı duyarlı bir insanın münzevî bir hayatı seçmesi pek olasıdır. ve hatta diyebiliriz ki münzevî insanların tamamına yakını bu mâhiyetlerin birçoğuna sahiptirler. onların münzevî hayatı tercih sebebi genel itibarıyla toplum ve şahsı arasındaki ahlâkî, vicdanî ve hemen her entelektüel anlayış arasındaki iflâh olmaz uyumsuzluklardır.

    eğlencelerin bercestesi*

    eğlenmek için yersiz gürültü patırtı ve kalabalıklara muhtaç olmak kanaatimce çağımızın en büyük vebalarından birisidir. günümüzdeki ‘’umumî’’ eğlence anlayışına baktığımızda aklımıza ilk gelenler; partiler, çılgın danslar, konserler, kahvehanelerdeki çılgınlıklar, son ses müzikler vb. durumlardır. otomobillere ilgi duyan kitle genel itibarıyla hemen janti bir müzik sistemi yaptırmakta, egzozdan çıkan ses ile tatmin olmakta ‘’haydi, eğlenmeye çıkalım’’ cümlesinin ardından hemen bir disko, bar, kalabalık arkadaş ortamı vb. gibi şeylerin geleceği anlaşılmaktadır, tabii bunlar akla gelen ilk ve belirgin örnekler.

    --- spoiler ---

    ''melâlimizi avutmak için bin türlü eğlence, bin türlü zevk icat ettik.''

    yahya kemal beyatlı
    --- spoiler ---

    birkaç arkadaşınızla bir kafeye gidip sakince oturmak istediğinizde dâhi kalabalığın sesinden ziyâde anlamsız ritimler ve sözler ile dolu şarkılara maruz kalıyorsunuz. çevrenizde atılan kahkahaların dâhi dozu yok. her şey kuru gürültü ve sesten ibaret. insanlar eğlence seviyelerinin çıkan ses ile doğru orantılı olduğuna dair tuhaf bir yanılgı içindeler. ‘’sâkin eğlence’’ dediğimiz kavrama rastlamak artık çok güç. yalnızca ülkemizde değil, birçok avrupa ülkesinde de durum aynı. romanlardan yâhut filmlerden gördüğümüz o salon muhabbetleri, çin’de bundan yarım asır evvel bir sanat olarak kabul edilen karşılıklı konuşma eğlencelerine vesaire artık günümüzde rastlamak imkânsız bir hale gelmiş durumda.

    er ve hatun kişilerin birçoğu artık entelektüel uğraşlardan maalesef haz alamaz hale geldiler. elbette ki genelleme yapmanın yanlış olduğunun bilincindeyim ve istisnasının bol olduğu bir durum olduğunun da farkındayım. lâkin genel itibarıyla durum maalesef bu halde. yapıp ettiğimiz her şeye bolca gürültü karıştırıyoruz, kafamızın yalnızca bu şekilde dağılacağını düşünüyoruz. oysa kitaplar aracılığıyla geçmiş yüzyılların dehalarıyla sohbet edebilir, arkadaşlar ile derinlikli sohbetlere gark olabilir, otomobilimiz ile geceleri yollarda anlamsızca dolaşabiliriz; bu ve bunlar gibi birçok şey de insan ruhu için muhteşem bir eğlence kaynağıdır aslında.

    oysaki çağımız, sâkin eğlence diye bir kavramın varlığını dâhi tuhaf karşılayacak bir hâlde. eğlenceyi ortaya yazıp bir zihin haritası çıkarmaya karar versek bu kavramın etrafını dolduracak şeylerin birçoğu gürültü ile dolu olacaktır. dolayısıyla entelektüel becerilere sahip insanlar böyle bir toplumdan uzak durmaya çalışacak, eğlenceyi ruhunda ve geçmişte yaşamış büyük dehâların sohbetlerinde arayacaktır. ve bu da kendisini şimdiki zamanda içinde bulunduğu toplumdan bir nevi soyutlayacaktır. yöneleceği şeyler yüksek ihtimalle kitaplar, çeşitli sanat etkinlikleri, nitelik film ve gösteriler gibi seçkin tercihler olacaktır.

    insanın elbette ki coşkuya, heyecana, adrenaline de ihtiyacı var fakat her şeyin dengede olmasının en güzeli olduğunu düşünüyorum. ve yine konuyla ilgili olarak arthur schopenhauer’ın bu konudaki çok beğendiğim bir aforizmasını paylaşmanın yerinde olduğu kanaatindeyim, buyrunuz:

    --- spoiler ---

    “uzun zamandır şuna inanıyorum: insanın dayanabileceği gürültü miktarı ile zihinsel yetileri arasında bir ters orantı vardır. kapıyı eliyle yavaşça kapatmak yerine gürültüyle çarpan bir insan yalnızca terbiyesiz değil; aynı zamanda bayağı ve dar görüşlüdür.”
    --- spoiler ---

    diyebiliriz ki entelektüel zevklere sahip olan hemen her insan kendisiyle yalnız kaldığında can sıkıntısından daha ziyâde içsel bir huzura kavuşacaktır. toplumun genelgeçer yargılarının hemen hemen tamamını karşısına almış, farklı düşünen ve yorumlayan bir bireyin dışa dönük olmasını beklemek oldukça zordur. dolayısıyla son çare olarak münzevî bir hayatı benimsemesi kaçınılmaz görünmektedir. nietzsche bu konuda oldukça realist bir tavır ile ‘’ bu tür sıra dışı kişilikler başlangıçta inlerler, sonra melankoliye yönelirler, sonra hastalanırlar, en sonunda ölürler.’’ diyerek işi biraz daha yüksek ve felsefî boyutlara götürmüştür (eğitimci olarak schopenhauer, nietzsche f. s.23).

    konuyu, daniel defoe’nun sorgulatıcı, zihin açıcı kezâ konumuzu da bir nevi özetleyici şu muhteşem sözü ile sonlandırarak zihinlerinize bir sual bırakmak istiyorum:

    ‘’bir adamın benden başka herkes aldanıyor demesi güç şüphesiz ama sahiden herkes aldanıyorsa o ne yapsın?’’

    hâsılı bizce, evinde izole yaşamında mutlu mesut yaşasın.

    konuyla ilgili sendromlar için:
    (bkz: diyojen sendromu)
    (bkz: dostoyevski sendromu)

    yazıyı medium sayfamdan okumak için şöyle gidebilirsiniz.

  • 1- türkiye'de yayınlanan ve yayınlanmış olan gazetelerin geçmişten günümüze tüm sayılarına ulaşabileceğiniz bir platform

    2- dünya üzerinde çekilmiş tüm filmlerin çarpıcı sahnelerinin olduğu bir arşiv

    3- müzik aleti notalarını algılıyan ve akor düzeltmesi yapmanıza yardımcı olan bir site

    4- şarkılardan sözleri çıkarıp enstrümantal hale getiren site

    5- dünyanın her yerinden yüzlerce üniversitenin ortak çevrimiçi kütüphanesi

    6- nasa'nın uzay ile ilgili keşiflerini ve fotoğraflarını bulabileceğiniz online arşivi

    7- ses kayıtlarınızı metne dönüştürme aracı

    8- pdf escape ile hiçbir uygulama yüklemeden, oldukça basit ve kullanışlı bir arayüz üzerinden pdf dosyalarınızı düzenleme aracı

    9- önemsiz bir siteye üye olmak için kullanabileceğiniz tek kullanımlık mail servisi

    10- ücretsiz ve yüksek kalitede stok fotoğraflar indirmek için harika iki site.
    1
    2

    11- filmlerde geçen mekanlar hakkında tanıtıcı bilgilerin olduğu, bu mekanların aslında hangi kentte bulunduğunu gösteren site

  • eksisozluk'te son zamanlarda gordugum en yararli filtre... bu varliktan sonunda kurtulabilmek harika olacak.. virus gibi kadindi, covid bile masum kalir insanlarda olusturdugu kin ve nefretin yaninda.

    edit: tekrar tesekkurlerimi iletiyorum, ublock'ta da ise yariyor filtre.
    edit 2: nasil ekleniyor diyen arkadaslar icin. ublock ayarlara girip my filters'a ekliyorsunuz yukarida arkadasin verdigi satiri ve bilgisayarda bu sahsin gectigi basliklar gorunmez oluyor. görsel