176 entry daha
  • apollo 11, başkan kennedy’nin 60’ların başında nasa’nın önüne koyduğu “astronotların ay’a ayak bastıktan sonra sağ salim dünyaya dönmesi” hedefini gerçekleştirmeyi başarmıştı. ay’a dikilen amerikan bayrağıyla ilan edilen bu ultra-militarist zafer, abd’yi soğuk savaş döneminin psikolojik galibi haline getirdi; emperyalist egemenliğini pekiştirdi. artık dünyanın her yerinde, ay’a bakan herkes “süper güç” amerika’yı görüyordu. “güneşin asla batmadığı” britanya imparatorluğu’nun pabucu dama atılmıştı. ay’ın fethi, o sırada devam eden vietnam savaşı’nı kaygıyla izleyen üçüncü dünyanın bağımsızlık mücadelesinde büyük bir demoralizasyon kaynağı oldu. çünkü, günümüzde dünya yörüngesindeki binlerce uydunun denetiminde yaşanan ultra kapitalist küreselleşme sürecinin de bütün açıklığıyla gösterdiği gibi, aslında fethedilen dünyaydı.

    armstrong “benim için küçük, insanlık için büyük bir adım atıyorum” demişti. david bowie’nin derdi tam da bu “insanlık” kavramıylaydı. major tom’un acı hikâyesi, ötekine karşı üstünlük kurmak adına her şeyi yapmaya hazır olan insanlık idealine kapkara bir gölge düşürmüştü. bowie, nasa’yı histerik alkışlara boğan batılı propaganda makinesini aşıp emperyal kâbusu görünür kıldı. kennedy ve armstrong’un tersine, bowie “dünyaya dönmemek” üstüne bir kurgu yapmıştı. bu, damardan varoluşçu bir restti. major tom ‘yer kontrol’ ile son bağlantısında şunları söyledi: “100 bin mili geçmeme rağmen / çok sakin hissediyorum / ve bence uzay gemim nereye gideceğini biliyor / karıma söyle onu çok seviyorum / (o bilir!)” sonra yeryüzüyle bağlantısını keserek kendini sonsuz boşluğa bıraktı. dünyadan bakınca bir tür intihar gibi görünen uzay sarhoşluğunun içinde insan olmanın anlamını aramaya koyuldu. şarkının finali tüyler ürperticiydi: “burada teneke kutumda yüzüyor muyum / ay’ın çok üstünde / dünya gezegeni mavi / ve yapabileceğim hiçbir şey yok.”

    söz konusu mavi aynı zamanda blues’un mavisiydi, hüzündü. sonuçta dünya kederli bir yerdi. müthiş bir zamanlamayla kurulan bu çokanlamlılık, tek bir sözcükle bunca şeyi ifade etme yeteneği büyük bir şairinin müjdecisiydi. kuşağını yürekten vuran “space oddity”, stanley kubrick’in 1968’de vizyona giren 2001: space odyssey filmi ve buna temel oluşturan arthur c. clarke öykülerinden derin etkiler taşıyordu. david bowie’yi büyük yapan, 22 yaşında bir genç olarak, kubrick-clarke ikilisinin boğuştuğu insan evrimi, bilim, teknoloji, yapay zekâ, uzayda yaşam gibi modern felsefi sorunları sezgileriyle kavrayıp şiire dönüştürebilmesiydi.

    bowie’nin yapıtı, tek hücreli organizmalar gibi, her seferinde kendini parçalara bölerek üredi. böylece eskisinin izlerini taşıyan yeni bünyeler oluşturdu: “space oddity” ile açılan glam-rock dönemi, 1974’te r&b ve funk’a yönelişi, 1976’da bunu alman elektronik ekolü krautrock ve okültizmle buluşturması, iggy pop ile berlin yılları, 1980’de major tom’un yer kontrol ile tekrar bağlantı kurması, ardından brecht ile yerçekimine dönüşü, sonra synth-pop akımına katılması, power-trio ile punk rock, brian eno albümleri, philip glass ile minimalist işler, endüstriyel, drum & bass, hiphop denemeleri vs... bu “tek hücrelilik” vasfının tamamlayıcısı “androjen persona”yı (camille paglia) kılıktan kılığa sokan bowie, yaptığını bir daha tekrarlamayarak dehasını yeniliğe adadı. ama ne yaparsa yapsın kendiydi.
hesabın var mı? giriş yap