ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
oğlunun adını hayko cepkin koyan aile psikolojisi
-
+ oglumuzun adi hayko cepkin olsun necla.
- sadece hayko desek? hani soyadi zaten cepkin olacak, ondan diyorum...
babanın zulasından esrar çalmak
-
nereden baksan hırsızlıktır. bu eylemin gerçekleşmesi için esrar içen bir baba ve en az bir çocuk olmak zorundadır. üzeri ejderha oymalarıyla bezeli küçük bir tabakada saklardı babam esrar plakasını. tütün için kullandığı sigaraları ve üzeri yaldızlı arapça harflerle bezeli, şeker ambalajına benzeyen diğer şeyi. ejderhalı tabakayı da başucunda. küçük bir kız için eğlenceliydi babayı esrar pişirirken izlemek. önce gazete kağıtlarına, en son bir jelatine sarar, pişirirdi ocakta. sonra da bir su şişesinin altına koyar, üzerine çıkar, zıplardı. en sevdiğim bölümdü. komik gelirdi. aklım erdiğinde ben mi uzaklaştım yoksa uzaklaştırıldım mı bilmiyorum ama daha az şahit olduğum bir durumdu.
bilinen gerçek: babam esrarkeş. yani babam esrar diye birşey içiyor. içki gibi... yok, sarhoş olmuyor. hayır, sallanıp yıkılmıyor yere filan. sigara gibi. belki de çok anlatmaya başladığım için uzaklaştırılmış olabilirim. "çaylak her zaman tehlikelidir" derdi babam.
tam olarak ilkokula başladığım sene gözümün önünden bu görüntüler, burnumun dibinden esrarlı sigaranın dumanı ve genzimdeki yakıcı tadı kaybedilmişti. sanırım yeniden ortaya çıktığında orta ikinci sınıfa başlamıştım. neden hiç esrar içmeyi merak etmedim, neden hiç denemedim, hiç özenmedim, bilmiyorum. belki abartısız, sıradanmış gibi, olduğunca normal bir şekilde önüme sunulduğu içindir, bilmiyorum. belki de tesadüftür. kullanmadım, meraklanmadım. ama... sadece bir kez.. evet, bir tek kez.. babamın kutsal emanetinden bir cigaralık esrar çaldım. sezin abla için. evet. bıçakla çizerek, kırdım ve çaldım. hırsızlık anından yarım saat sonra babam anladı durumu. evde annem, ananem, iki kedi, bir kanarya yaşıyor. kimseye sormamış bile. doğrudan beni çağırdı. kanım dondu. parçamı bile bulamazlar. beni doğrayıp arka bahçeye gömeceğinden emindim.
"rana... burdan birşey aldın mı?"
ömrümün yüzbin yılını verdim bu soruyu cevaplamak için.
"almadım baba!"
ayağa kalktı. kenarına iliştiğim yatakta eriyip muşambaların üzerine akacağımı sandım. onüç yaşındaydım.
"doğru, almadın. çünkü çaldın!"
ağlamaya başladım. korkudan altıma işedim. titriyordum. şimdi bile ellerim titredi yazarken..
"kime verdiysen, git onu getir buraya.." dedi. arkasını dönüp arka odaya gitti. evden ölü çıkmış gibi bir sessizlik döküldü sofaya. niye yazıyorum bunları. bilmiyorum. ders, anı, hatırat merakı, kendimi deşifre etmek için belki. bilmiyorum. üstümü değiştirdim, ağlamamı kimse kesemiyordu. hıçkırmaktan göğsümün acıdığını hala hatırlıyorum. gidip, sezin abla'yı çağırdım. geldi. esmer bir kızdı. yirmili yaşlarını sürüyordu. bembeyazdı babamla karşılaştığında yüzü. babam ikimizi de karşısına aldı. sezin abla'ya içici mi olduğunu, ne zamandır içtiğini, nedenlerini sordu. sonra beni odadan dışarı çıkardı. onlar gene konuştular. uzun konuştular. sezin abla mutfaktan çıkıp evine gitti. hiçbirimizin yüzüne bakmadı. babam benle konuşmadı. ben günü huzursuz tamamladım. geceyi uykusuz geçirdim. bir bedeli olmalı bunun.
ertesi gün yemekten sonra babam beni alıp sokağa çıkardı. herhalde dönemeyeceğim kadar uzağa bırakacak, diye düşündüm. arabayla kuruçeşme'ye gittik. sahile park edip, topal ömer'e çay söyledi. sonra uzun uzun anlattı. uzun uzun. dinledim. yeminler ettim. sarıldım. özür diledim. kızmadan konuştu benimle. dedi ki: "korktum... hem de çok korktum. evladımsın. dahası avcuma bırakılmış bir hayatsın sen. nereye koyarsam orda duracaksın ya da yıkılacaksın.. korkuyorum bu sorumluluktan ve seni yanlış yere mi koydum diye soruyorum kendime "
bugün, benim babamın, doğum günü olacaktı. eğer yaşasaydı. böyle işte..
anne replikleri
-
manasız bir açıkoturum seyrederken aniden anırarak gülmeye başlayıp kardeşimle bana dönüp:"biz babanla imam nikahı kıymadık piçsiniz siz piç " diye katılmaya devam etmek
1955 yılında iran'da çekilen kuduz videosu
-
bana, bilimin insanlığa olan hizmetlerine teşekkür ettiren videodur.
her kim insanlığın faydasına çalışmış veyahut çalışıyorsa allah ondan razı olsun...
i. melih gökçek
-
yillar once eskisehir'de okurken, bir yandan da anadolu universitesi'nde iibf'de lab gorevlisi olarak calisiyordum. oturdugum ev visnelik'teydi. bu evin, ev sahibi de odunpazari'nda bir emlakci. hayatimda cok emlakci ile tanistim, iyisine denk geldigim pek soylenemez ama bu herif kotulerin arasinda bir numaraydi. paragoz olmasinin yanisira terbiyesizdi de.
bir gun, kira vakti geldiginde beni arayip kampuste isi oldugunu, o yuzden o ay bana ugrayip kirayi elden alacagini soyledi. tamam, iyi dedim. saat geldiginde bu yanima geldi konusuyoruz filan, o sirada disardan guvenlik gorevlisi geldi bu herifin plakasini soyleyip "bu aracin sahibi burada mi?" dedi, bu da "benim" diye disari cikti. birazdan soylenerek geri geldi ve soyledigi sey su oldu:
"neymis, dekanin yerine birakmisiz. ne olacak ? kac para kazaniyo lan bu dekan? benim kadar kazaniyor mu?"
yani; adamin kafasinda insanlarin degeri kazandigi paraya gore siralanmis durumda. kendisinden az kazanan herkes son derece degersizken, kendisinden daha cok kazanan birinin kopegi olabilir.
bu hikayenin i. melih gokcek ile dogrudan hic ilgisi yok. dolayli ilgisi ise, turkiye'nin bu tiynetteki adamlari dislamak yerine, onemli mevkilere getiren bir yapiya sahip olmasi. bu sayede bu adamlar, bu tiynetle milletin tepesine binip, kanunsuz, hukuksuz sekilde yagma yapabiliyor. ve yine, israrla, yillardir bu yagmaya devam etmelerine ragmen el ustunde tutulabiliyorlar. tam da bu yuzden, bu secmenler layik olduklari sekilde yonetiliyor, somuruluyorlar. olan da arada yanan yaslara oluyor.
i. melih gokcek'in odtu arazisinden agaclari kesip, sonra da uzerine "parasi neyse veririz" diye siritarak "al bu da basimizin gozumuzun sadakasi olsun" diyerek, kendisine ait olmayan halkin parasini kafasina gore odtu'ye diyet olarak gonderebilmesini saglayan da tam olarak bu rahatlik.
kahrolsun bagzi seyler.
yaran diyaloglar
-
(bkz: based on true story)
trafikte sıkışmış halk otobüsü
bruce tea: abi beşiktaş'a kaç saatte gideriz.
biletçi mavin: valla şu köprüyü bir geçsek, yol açıktır bilader.
şoför: istanbul' a üç katlı köprü lazım. las vegasta varmış.
muavin: ahh vegas... günahlar şehri...
mühendis fıkraları
-
buyuk bir sirketin ust duzey yoneticilerinden biri bir gun new york
uzerinde balonla dolasmaya cikar. aksilik bu ya, pusulasini asagiya
dusurur ve kaybolur. inmek icin uygun bir yer ararken bir gokdelenin
tepesinde sigara icen bir adam gorur ve alcalir. "pardon. ben
neredeyim acaba?" diye sorar. "yerden 500 feet yukseklikte bir balonun
icindesin"der adam.
yonetici sinirlenir: "sen muhendissin degil mi?" diye sorar.
"evet." der adam. "nereden bildin?" "cunku basim belada ve sana bir
soru soruyorum. verdigin cevap 100% dogru fakat hic bir isime yaramiyor."
"sen de yoneticisin degil mi?" "evet sen nereden bildin?" "cunku
yerden 500 feet yukseklikte bir balonun icinde kaybolmussun. pusulan yok,
berbat durumdasin. fakat bu simdi benim sucum oldu."
kurtlar vadisi
-
17 sene önce bugün * ilk bölümü yayınlanmış ve aslan akbey adına yazılı olan zarftaki şifrenin çözülmesi ile başlamış olan türk televizyon tarihinin efsane yapımı.
osman sınav yapımcılığında ve yine kendisinin ve mustafa şevki doğan yönetiminde, raci şaşmaz ve bahadır özdener'in senaryosunu yazdığı ve soner yalçın'ın konsept danışmanlığında ilk 2 senesini geçirmiş olan dizi, üçüncü senesinden itibaren yapımcı olarak raci şaşmaz, yönetmen olarak serdar akar ile yola devam etmiş, mustafa şevki doğan da osman sınav gibi 2.sezonun sonu itibariyle yollarını ayırmıştır.
dönemin ve zamanının bir çok önemli tiyatro ve seslendirme sanatçısını bünyesinde bulundurmuş, deyim yerindeyse bir çoğuna sanat hayatında ikinci baharı yaşatmıştır.
nihat nikerel (seyfo dayı), istemi betil (laz ziya), baykal saran (hüsrev ağa), nedim doğan (şeyhmus), tarık ünlüoğlu (testere necmi), sönmez atasoy (halil ibrahim kapar) gibi oyuncuları maalesef hayatta değildir.
hekimoğlu türküsü, asiye türküsü, bir fırtına tuttu bizi, elif türküsü, halil ibrahim ve tanrıdan diledim gibi bir sürü türküyü dillere de pelesenk etmiştir.
"kendi günü ve kendi saati" tabirini ilk kez bir dizi için ezberleten, perşembe akşamları sokakta insan bulunmamasına sebep olacak derecede tutkunları olan, süleyman çakır karakterinin arkasından cenaze namazı kılınması/gazeteye ilan verilmesi, çakır'ı vuran oyuncunun dayak yemesi, zafer ergin'in gittiği mekanlarda hesap ödeyemez duruma gelmesi, polisin bile operasyonu kurtlar vadisi saatine denk getirip yapması bakımından bir fenomen haline gelmiştir.
ekranda sadece 2.5 dakika olarak görülen ama çekimleri 10 saate yakın süren kumarhane baskını, laz ziya'nın testere necmi'ye kestiği racon, polat alemdar'ın cerrahpaşa kahvesi ziyareti, çakır'ın vurulması, hastaneye yetiştirilmesi ve bir bölüm süren ameliyatı sonunda ölümü, polat alemdar'ın türk ruleti oynaması, her bir sahnesi ayrı keyifli olan pala ve ekibi, breaking bad'den önce var olan abuzer ve erdal kömürcüaslan akbey ve karahanlı karşılaşması ve karahanlı'nın ömer baba'nın evine gitmesi gibi bir çok efsane sahnesi olan ve her seferinde ekrana kilitlemeyi başarabilen bir yapımdı.
iki önemli sahnesi de hep akıllarda merak uyandırıp, maalesef gerçekleşememiştir. 1.si, 30 yıldır aradığı oğlunun kendisini yok etmek amacıyla devlet tarafından yetiştirildiğini öğrenen baron ve en büyük düşmanının öz babası olduğunu öğrenen polat alemdar karşılaşması idi.
2.si ise, yıllarca "ölmedi" dediği ali candan'ın, aslında yıllarca yanında olan polat alemdar olduğunu öğrendikten sonra komaya girip, hayatını kaybeden elif eylül ile polat alemdar'ın karşılaşması idi.
17 değil, belki de 27 sene sonra da aynı şekilde merak edilip izlenecek belki de vadi. şanslıydık, spoiler vb. şeyleri hiç yemeden ekran başında öğreniyorduk. izlemeye de beklemeye de değiyordu. şahane bir yapımdı işte.
(bkz: iki kişinin bildiği sır değildir)
edit: çok fazla şey olunca atlanan şey de oluyor. türkülerden bahsettim ama müziklerinde gökhan kırdar imzası olduğunu unutmak çok ayıp oldu. sırf cendere için bile büyük takdir gösterilmesi gereken kırdar, müzikleriyle bir çok sahneyi çok çok yukarı çıkartmıştır.
istanbul'u itici yapan detaylar
-
- aşırı kalabalık, sıra oluşmayan hiçbir yer yok. ki halkımızın sıra kavramını düşünün. evet istanbul halkı daha bi cahil.
- suriyeliler her tarafta. özellikle geceleri çıkıyorlar, berbat.
- pahalılık. sonradan görme halk. en kötü ev 1000 lira olur mu??
- yemek olayı. "yok o orda yenir yok bu burda yenir" diye diye, dışarda yemek yemek ateş pahası, her yer isminin başına "tarihi" eklemiş. kim kimi dolandırabilirse.
- eminönü'yü hiç söylemeyeceğim. hayatımda gördüğüm en kaos ortam. bir deniz kenarı bu derece "bok" edilebilirdi.
- aşırı dar sokakları ve trafiği de söylemeyeyim.
iyi yan say deseniz cidden zor. insanlar ayda bir deniz görebilmek için deli gibi çalışıyorlar. facebook mutlusu o insanlar. "beykozda kahvaltıya geldik xdxd" emin olun gelmeden önce 2 saat trafikte takılıp, mekan önünde de 1 saat kahvaltı sırası beklemişlerdir. (evet orada da sıra var)
beyin yakan boşanma planı
-
- ablacım tam senlik bir kitap var bende...
+ medeni kanun, evlilik öncesi anlaşmalar, mal paylaşımı falan hakkında mı?
- yok... kapitülasyonlar.
#cumartesi21decihangirdeyiz
-
ben içki içmiyorum ama ortamlarda meyve suyuna votka kattım derim kim bilecek?
maksat kalabalık olsun.
26 ocak 2022 hamza yerlikaya'nın hesap sorması
-
yetimin hakkını yedirmeyeceği sözü verdiğini belirten ancak mahkeme onaylı diploma hırsızlığı ile tanınan ve akp tarafından sayısız makama haksız yere yerleştirilen hamza yerlikaya'nın tweetidir.
''bendeki de merak sanırsam herkeste vardır.
hesabı kim ödedi?
hesap ne kadar tuttu?
fatura kim adına kesildi?
şahsi mi yoksa belediyeye mi fatura edildi?''
link
hamza hesap soruyor arkadaşlar. hamza utanmıyor arkadaşlar. hamza'da arlanmanın zerresi yok arkadaşlar. hamza'nın diploması sahte arkadaşlar. hamza hiç değişmiyor arkadaşlar.
yaran fıkralar
-
bu hikaye kıbrısda geçmis gerçek bir olay; yasli bir amca, eseginin üzerinde karayolunda seyretmektedir.
bunu gören trafik polisleri, amcaya takilmak isterler ve durdururlar.
polis: be amca, necin dakman golani?
(golan: emniyet kemeri.)
amca: dakmam be iste!
polis: e bak gördün mu, simdi ceza keseceyik.
amca: kes bakalim ne keseceysan da gidecem, acele isim var.
polis: peki amca, cezayi sana mi yazalim yogsam esege mi?
amca: ???
polis: yani cezayi sana yazarsak bes milyon ödeycen, esege üç milyon
ödeycen.
amca: bana kes o zaman.
polis: neden sana keseyon amca?
amca: onun sicili temiz kalsin, polis yapcez onu !!!!