hesabın var mı? giriş yap

  • efendim muhte$em bir muzik, muhte$em karakterler barındıran site. sol ustteki satır menuden "watch episodes" kısmına tıklayarak guzelliklere yakından bakabilirsiniz. muzigin melodik sevimliligini karakterlerin ba$ından gecen kısa oykulerde anlamlandıracaksınız.
    izlemek belki bir$ey katmaz ama izlemediginize sonradan uzuleceginiz bir$ey.

    http://www.happytreefriends.com/

  • 5 dakikalık mesafeye bile laf etmeden gelen, her seferinde kalite ortalamasını yukarıda tutmayı başarabilmiş bir girişim tabi ki hödük taksicileri sinirlendirecektir. keşke her şehirde olsa. keşke mezraya kadar girebilse.

  • normal koşulları olan bir uygarlıkta böyle bir keşif büyük heyecan yaratırdı. hadi halkı bir yana bırakın, bilim insanlarının bu işin peşine düşmesi beklenirdi.

    altın elbiseli adamın şanssızlığı bu işte. 2500 yıl sonra ilgisizliğe mahkum olması.

    yanındaki tabakta bulunan yazının ilk cümlesi okunmuş ve diyor ki :" hanın oğlu 23'ünde öldü..". 2500 yıl önce atalarımız bir alfabe kullanıyordu. bu bile çok heyecan verici bir olay değil mi? dile kolay 25 asır öncesinden bahsediyoruz. 300 spartalı thermopylae'de savaşırken, altın elbiseli adam orta asya'da türk dili konuşuyor, alfabe ile yazılar yazıyordu. bugün antik pers ve antik yunan tarihini okurken, aynı dönemlerde türklerin ne yaptığıyla ilgilenmiyoruz. ve hatta aşağılıyoruz kendi atamızı, "şehir kurmamışlar, yazıları yoktu, medeniyetleri yoktu". bu kadar basit değil. işte yazı vardı, işte altını en güzel şekilde işleyen, ölümsüz bir sanat eseri haline getiren bir medeniyet olduğu da ortaya çıktı. niçin kimse ilgilenmiyor? niçin daha fazla araştırılmıyor?

    uçsuz bucaksız orta asya steplerinde daha çok şey bulunacağına inanıyorum. didim, efes, truva bunlar toprak altında değil miydi? birileri araştırdı ve buldu. almanlar türkiye'deki hititlerle ilgili kazılara niye sponsor oluyor? çünkü hitit diliyle almanca arasında yakın ilişki olduğu biliniyor. adam sahip çıkıyor.

    peki aynı şey türkler için niye yapılmıyor? ortaya çıkacaklardan korkuluyor belki de. toprak altında şehirler, başka uygarlık kalıntıları olmadığını kim söyleyebilir? işte dün altın elbiseli adam yokken türk tarihini 500 lü yıllardan başlatıyorlardı.

    2500 yıl öncesinden gelen bir miras var orada, dil mirası, uygarlık mirası. konuştuğumuz dilin atası orada, yok denen uygarlığımızın, alay edilen kültürümüzün temeli orada. sadece ilgi bekliyor, toprağın altında.

  • gençlerin anlayacağı dilde yazmaya çalışacağım.

    dedem, babamı ağaca bağlayıp, kemerle dövermiş.
    babam bunu bize yapmadı. (ama 360 derece döne döne temiz dayağını yemişliğim vardır. her aklıma geldiğinde yeşilçam figüranlarına benzetirim kendimi. slow motion dönerek yere düşüyordum.)
    evet, babam bizi ağaca bağlayıp dövmedi, çünkü kişisel işletim sistemi bunun yanlış olduğunu anlamış ancak dayağın kötü olduğunu anlayacak kadar güncelleme almamıştı.

    babamlar yemek yerken, tabağa et sayılı konurmuş. mesela 2 şiş kebap yapılırsa, adam başı bir tike... babam bunu da bize yapmadı. bol bol verdi ama her yediğimiz yemek için, "beleş ekmek var yer misin?" dedi. yine aynı mesele, işletim sistemi aç yatmanın kötü olmasını anlamış ancak boğaza dizmenin yanlış olduğunu anlamamıştı.

    doğuda çok çocuklu ailelere horanta denir. birey değil, aile değil, insan değil... horanta... kelimenin sertliğine dikkat lütfen. zorunlu ihtiyaçların karşılanması yeterli bir ahır ismi gibi... bu yüzden özel ihtiyaçların için para, aile içinde paylaşılan bir şey değil, şahsen kazanılması gereken, özgürlük anahtarı bir şeymiş. babam da genç yaşta çok çalışmış, çok çalışmış, çok çalışmış. öyle bokunu çıkarmış ki, saat 09:00-21:00 arası bir iş yapmış, 21:00 - 02:00 arası ek iş... geceli gündüzlü çalışmak özgürlük getirmiyor. peki ne getiriyor?
    sinir,
    hakkının yenildiği hissi,
    dünyanın ağzına sıçma arzusu.

    babamın işletim sistemi bu tempoya 15 yıl kadar dayanmış. sonra?

    işte tam burası, bu başlığın tanımına geliyor. eğer, ortadoğu bataklığında ve cahilce büyüdüysen, eğer ninen, dedene göre, nazım'ın dediği gibi, öküzden sonra değerli geliyorsa, eğer lokman sayılırsa, çok genç yaşta insani şartların çok üzerinde çalışırsan çöküyorsun. bu çökme(fiziki değişimleri kapsadığı kadar) karakteri, aile değerlerini, sevginin önemini de kapsıyor.

    çöküyorsun! su veren itfaiye'ye, işine yaramayan papazın kilisesine, gogen'e sana ve bana... her şeye çöküyorsun.

    ben babama kızgın değilim ama benim versiyonum da ona karşı sevgi duymamayı bana öğretti. hayatımda huzurla uyuduğum ilk gece, evlendiğim gündür. gram'ı bile değerli bir şeymiş evdeki huzur. varsa kıymetini bilin dostlar.

  • gıda zehirlenmesi kökenli ishalin tanımı ile ilgili reddit'te çok güzel ve eğlenceli bir anlatım okudum. o kadar beğendim ki türkçeye çevrip biraz da yorum katarak buraya paylaşmak istedim:

    bağırsaklarınız uzun bir tren yolu gibidir, aldığınız gıdalar da raylarda giden tren vagonlarına benzer. a noktası, yani ağzınız ile b noktası yani anüs arasındaki yolculuk süresi zaman zaman değişkenlik gösterebilse de genel olarak hep planlı bir sürede gerçekleşir.

    bir şeyler yediğiniz zaman, vagonları raya koyar ve b noktasına gönderirsiniz. bu vagonlar b noktasına ilerlerken ince tünelde (ince bağırsak) çeşitli noktalarda yolcular (besin maddeleri) inmeye başlar. yolculuk henüz bitmez ve bu yolculuk vagonların şeklini de oldukça değiştirerek paslı bir renge bürünmelerine sebep olur. tünelin geniş kısmına geldikleri zaman (kalın bağırsak) vagonların içinde uyuyakalmış yolcu olup olmadığı kontrol edilir (kalın bağırsağın tekrar emme özelliği) ve vagonların şekli inceltilerek b noktasından çıkışın sıkıntılı olmaması sağlanır. çoğu zaman bu tren vagonları b noktasının çıkış kapılarının tam önüne park ederler ve operatörün (tuvalet) uygun zamanda geçit vermesini beklerler.

    ancak tüm bu süreç, a noktasından bozuk bir tren seti gönderdiğiniz zaman karmakarışık olur. rayların her yerinde sensörler mevcuttur ve bu sensörler içerideki bozuk vagonları algılar ve süpervizöre (beyin) acil yardım çağrısı gönderirler. süpervizör raylarda çıkan saçma durumu yöneticiye (bilincinize) haber vermeden halletme taraftarıdır, aynı zamanda raylarda bir sorun olduğunu bilmenizi de istemez. bir seçim yapmak zorundadır: ya a noktasına büyük bir şiddetle geri gönderecek ve rayları parçalama riskini göze alacak, ya da mümkün olan en hızlı biçimde b noktasına gönderecektir. sorunun rayların neresinde yakalandığına göre bu konuda seçimini yapar.

    b noktasını ele alalım. süpervizör panik butonuna basar ve raylardaki (vücuttaki) tüm tren vagonlarının hızını maksimuma çıkarır. vagonları hızlandırmak ve oldukları yerden en hızlı şekilde atmak için bütün tüneller (bağırsaklar) suyla ve kayganlaştırıcıyla dolar. vagonlar birbirleriyle çarpışır, daha önce son derece muntazam düzende olmalarına rağmen hepsinin içini su ve kayganlaştırıcı basar ve böylece eski hallerinden geriye sadece eriyik püre gibi bir şekil kalır. bu sadece bozuk vagonları değil, o anda rayda olan diğer tüm vagonları da mahveder.

    medya (ağrı), içerideki vagon kazalarını bir yerden duyar ve derhal kontrolden çıkmış olan süratli vagonları çekmeye başlar. medya tabii ki bu bozuk vagonları raylara kimin koyduğunu öğrenmek ve birilerinin bu dikkatsizlik sebebiyle cezasını çekmesini görmek istemektedir.

    yönetici (yani siz) olan biteni korkuyla televizyonda canlı yayından izler ancak elinden hiçbir şey gelmez, zira süpervizör sağır kesilmiştir ve ofis çalışma saatleri dışında onunla iletişime geçmenizi sağlayacak bir cihaz bulundurmamaktadır.