• --- spoiler ---

    black panther : siyah panterler, amerikada ki ırkçı hareketlere karşı zenci haklarını savunmak için kurulmuş fanatik bir siyahi gruptur.

    brother/sister : filmde sürekli siyah panter üyelerinin ve bazı siyahların birbirlerine brother, sister gibi hitap ettiğini duyuyorsunuz. bunun nedeni tabii ki biyolojik olarak kardeş olmaları değil. bizdekine benzer sebeplerden söylenir, yakınlık bildirdiği için. (kardeşimsin, bacımsın...gibi)

    nigger/nigga/negro : siyahların kendi aralarında kullandığı ancak beyazlar tarafından kullanılınca ırkçı ifade kazanan deyim.

    coon : türkçe çevirisi rakun ya da zenci olarak kullanılabilir. ama beyaz amerikalılar, siyahları orta düzeyde bir aşağılama olarak kullandığı için rakun olarak çevirmek daha doğru geldi açıkçası.

    martin luther coon : siyahi amerikalı ünlü siyahi hareket öncüsü olan martin luther king' i aşağılamak için ırkçı beyazların kullandığı tabirdir. (rakun martin luther)

    ku klux klan : ari ırkının üstünlüğüne inanan, bunun haricinde ki nerdeyse tüm ırkları aşağı gören (ispanyol, meksikalı, yahudi, zenci...gibi) tamamen beyaz tenli amerikalılardan oluşan şiddete dayalı yöntemler de kullanan fanatik bir gruptur. döneminde siyasilerden, polislere kadar üyeleri olduğu bilinmektedir.

    commies : komunistler için kısaltma

    cybill shepherd : ülkemizde bruce willis ile oynadığı mavi ay adlı dedektiflik dizisiyle tanınan sarışın amerikalı aktristir.

    jackie roosevelt robinson : siyahi amerikalı ünlü beyzbol, basketbol ve amerikan futbolu oyuncusudur. amerika da hala beyazların kontrolünde olduğu bir dönemde beyazlardan oluşan beyzbol liginde ki ilk siyah atlet olarak tarihe geçmiştir. bir çok sıkıntı yaşamıştır, bu nedenle de burada örnek kişi olarak gösterilmiştir, sana zenci diye bağırdıklarında jackie roosevelt robinson gibi diğer yanağını da çevireceksin diye.

    bebop : bir tür jazz müziğidir.

    joint : esrarın sarılarak içildiği sigara türüdür.

    kwame nkrumah of ghana : gana devletinin kurucusu ve ilk başkanıdır. siyah özgürlük hareketinin en önemli öncülerindendir.

    sékou touré of guinea : ahmed sékou touré gine devletinin ilk devlet başkanı siyasetçidir.

    kwame ture : filmde ki siyah hareket lideri de bu iki büyük insanı onurlandırmak adına birisinin adını, diğerinin soyadını kendine yeni isim,soyisim olarak seçmiştir.

    tarzan : ilki 1932 yılında çekilmiş, ormanda bir çocuğun ailesinden ayrı kalıp maymunlar tarafından yetiştirilmesini anlatan hollywood filmidir. filmin özellikle eski versiyonlarında yerli halk oldukça kötü adamlar olarak gösterildiğinden, bu filmde de tarzan a olan bakışının nasıl değiştiğinden bahsediyor siyah lider.

    concentration camps for jew : (yahudiler için toplama kampı) filmde burada mantık oyunu yapılıyor. nasıl ki bir yahudi toplama kampına başka bir yahudinin götürülmesini alkışladığını görmek imkansız ise, tarzanın da yerlileri öldürdüğüne sevinmek o kadar gariptir demiş. vietnam savaşı : amerika nın yine özgürlük götürdüğü savaştır. 1955 yılında başlayıp yaklaşık 20 yıl sürmüştür. soğuk savaş dönemi adı verilen süreçte sovyetler birliği ve kuzey vietnam ile abd' nin gerçekleştirdiği savaş.

    pigs : amerika da polisler için kullanılan nahoş bir deyim.(bildiğiniz domuz) ancak burada ırkçı olanları tanımlamak için kullanılmıştır.

    spics and micks : meksikalı ve irlandalılar için kullanılan aşağılama sözü.

    dagos and chinks : italyan ve çinliler için kullanılan aşağılama sözü

    kwyd : 101.1 fm kanalından ıdaho, amerika' da yayın yapan radyo kuruluşu.

    david bowie : dünyaca ünlü beyaz erkek ingiliz asıllı şarkıcı ve söz yazarıdır.

    willie mays : amerikalı siyahi beyzbol oyuncusu.

    wilt the stilt : amerikalı ünlü siyahi skorer basketbol oyuncusu wilt chamberlain' in lakabıdır.

    heisman pose : amerikan futbolunun ileri gelenlerinden ve heisman pozuna ve de buluşu kendine ait olan özel oyun kuruluşunun mucidi amerikalı beyzbol oyuncu-hocasından gelen deyimdir.

    (john heisman) o.j. / o.j. simpson / the juice : orenthal james simpson siyahi amerikan futbolcusu olan ancak karısını ve sevgilisini öldürerek sadece amerika değil, dünya çapında garip bir şöhrete sahip olmuş birisidir. o.j. ve the juice ise ona takılan lakaplardır. the juice özellikle isminin kısaltması (o.j.) orange juice' a benzediği için halk tarafından the juice lakabı da verilmiştir.

    marie osmond : amerikalı beyaz kadın şarkıcı.

    two eyes to make a pair : iki göz bir çift demektir diye çevrilebilir. ancak bu aslında kelime oyunu. bir çift göz demek ile iki göz dediğinizde aynı anlama geldiğini söyleyerek konular arasında fark yok demeye getiriyor lafı.

    star of david : yahudiliğin ve israilin sembolü olan altı köşeli yıldız simgesidir.

    civil war : 1861 yılında başlamış washington ile 11 güney eyaleti arasında patlak veren amerikan iç savaşıdır. köleliğin ve toprak ağalığının bitirilmesi ile sonuçlanan büyük bir savaş.

    uncle ben and aunt jemima : ben amca ve jemima teyze, 1920' ler de çıkmış olan pirinç ve mısır şurubu markalarıdır. markalara adını veren isim ve resimleri tamamen firmalar tarafından yaratılmış olup, siyahlara daha rahat ürün satmak için kurgulanmışlardır. tabii zencilerin iyi hizmetçilik yapan, ev yemeklerini de yapan beyaz köle taciri kökenli amerikalılar içinde.

    alcoa can't wait : eski bir amerikan alüminyum geri dönüşüm şirketinin tv sloganıdır.

    stinkin' kike : 1900 lerin başlarında amerika da ki rus ya da alman asıllı yahudi amerikalılar için kullanılan aşağılayıcı deyimdir. (kokuşmuş yahudi)

    kosher : yahudi mezhebine göre yahudilerce yenmesine izin olan (helal yiyecek) besinlerin tümüne denilir.

    beverly hillbillies : orijinali amerikan bir tv dizisidir. bir ailenin köyde yaşarken petrol bulması ve beverly hills' e yerleşmesini konu alır. aile de sonradan zengin olduğu için, bu filmde olduğu gibi sonradan görme insanlar için kullanılan bir tabir olmuştur amerikan ingilizcesinde.

    black lawn jockey : amerika da bahçelerde kullanılan minik süs heykelciklerinin bir türüdür. jokey kıyafetli siyahi bir adamın minik heykelidir. (süs bahçe cücesi gibi)

    for you, it's a crusade : burada crusade olarak bahsedilen haçlı ordularının hristiyanlığı yaymak için vatikan vasıtası ve emirleriyle diğer ülkeleri fethederek dinlerini değiştirmeye zorlamaktı. papa aracılığı ile yapıldığı için kutsal kabul edilir. filmde de bu kutsallığa athıfta bulunarak polis için yapılan işin haçlı seferi gibi kutsal olduğu kastedişmiştir.

    wasp : (white anglo-saxon protestant) : beyaz anglo-saksın protestan amerikalılara verilen ismin kısaltmasıdır. orta direkt sınıfın amerikanın en güçlü sınıfı olduğu kabul edilirdi özellikle de 1960 larda. cleopatra jones : siyahi amerikan yapımı, 1973 tarihli siyahi propaganda filmidir.

    pam grier : pamela suzette grier 1970' li yıllarda siyah propaganda filmlerinde oynayan amerikalı siyahi kadın oyuncudur.

    shaft / richard roundtree : 1971 tarihli siyahi amerikan özel dedektifinin canlandırıldığı film ve başrol oyuncusu. ilk siyahi aksiyon filmi oyuncusu kabul edilir.

    superfly / ron o'neal : 1972 tarihli siyahi amerikan süper kahraman filmi ve başrol oyuncusu

    sammy davis jr. : 1960' lı yıllarda ünlenen siyahi amerikalı aynı zamanda yahudi olan erkek şarkıcı, aktör, komedyen, dansçıdır.

    criminal ınvestigation department (c.ı.d.) : amerika ve ingiltere de de bulunan ceza soruşturma dairesidir.

    bar mitzvah : yahudi çocuğun ergenliğe girişinin kutlandığı davet. 13 yaşında kutlanmaktadır. fed : (federal reserve bank) : amerika merkez bankası.

    gone with the wind : (rüzgar gibi geçti) eski bir amerikan klasik filmi.

    mammy : zenci dadı hattie mcdaniel : rüzgar gibi geçti filminde ki mammy (zenci dadı) rolünü canlandıran siyahi kadın amerikalı oyuncu. pinky nin kendisinin hattie mcdaniel' ı olduğunu söylediğinde bu filme gönderme yapıyor.

    mayflower society : amerika da ki kar amacı gütmeyen bir topluluktur. filmde yeralan şehirde değildir ama kar amacı gütmemesine benzetme yapmıştır.

    kennedy : john f. kennedy (jfk olarakda bilinir) amerikanın 35. başkanıdır. zencilere tanıdığı haklar nedeniyle filmde de zenci sevici olarak geçmektedir.

    boston tea party : 1773 yılında, amerikaya ilk gelen kolonistler ingiliz sömürgesini ve doğu hindistan şirketini protesto etmek amacıyla; amerikan yerlisi gibi giyinerek ingiliz gemilerine binip taşıdığı bütün çayları boston limanında denize boşaltmışlardır. bu olayda tarihte boston çay partisi olarak geçmektedir.

    norad : (new outer ring allied democracy) kuzey amerika hava savunma komutanlığı denilen amerikan askeri birimidir.

    eugenics : bir bilim dalıdır. istenen kalıtsal özelliklerin ortaya çıkmasını arttırmak için kontrollü bir yetiştirme ile bir popülasyonu iyileştirme bilimi. filmde ise üstün beyaz ırkın bu çalışmalar sayesinde yaratabileceğini ve devam ettirebilineceğine atifta bulunulmuş.

    fourth of july : (4 temmuz) : 4 temmuz 1776 yılında amerikan bağımsızlık bildirisinin açıklandığı tarihtir. her yıl dört temmuz da geçit törenleriyle ihtişamlı bir şekilde kutlanır.

    cajun ladies : (cajun kadınları) cajun lar, acadian ların torunlarıdır. acadian lar 1750 ler de louisiana dan güney kanada ya sürülen bir halktır. cajun sözcüğü ise fransız ya da ispanyol yerlilerini tanımlamak için kullanılan aşağılayıcı bir tabirdi.

    afro : siyahilerin saçlarını kabarık yapanlarına verilen isimdir. eskiden çok modaydı. hem erkek hem de kadınlar saçlarını eskilerde 1960-70 ler de bu şekilde yapardı.

    soul train / don cornelius : 1970' ler de yayınlanan çok ünlü bir müzik programıydı. r&b, soul, funk, disko ve hip-hop tarz da müzikler çalınırdı. don cornelius ise bu programın çok sevilen sunucusuydu.

    call us everything but a child of god : ingilizce de bir deyimdir. birinden nefret ettiğinizde söylenir. bizi allahın evladı adından başka her şekilde çağır.

    look who the cat dragged in : ingilizce de ki bir deyimdir. normal yollardan gelmeyen birisinin zor yolla geldiğinde ayak sürüyerek geldiği ve gelmeye zorunda kalması nedeniyle de ''bak kedi kimi içeri sürüklemiş'' denilir.

    --- spoiler ---
  • guzel hos ancak bi tik overrated filmdir.

    hikayenin gercek hikaye olmasi, ve islenisi babinda keyifle izlenecek bir malzeme var evet. ancak bunun komedi ya da kara komedi oldugunu dusunenler yanilir. gayet ayari kacmis bir "tur savruklugu" var filmde. gayet drama polisiye olarak da islenebilecekken, aman genc nesil de izlesin birseyler ogrensin kafasi ile cekmisler zaar. komedi unsurlari bu anlamda dozunda diyebilirsiniz, ancak dozundan ziyade yersizligi ve zamansizligi anlaminda bir bocalama yasiyor film bazi yerlerde. ha rahatsiz etti mi? eh iste. filme kusturecek kadar degil.

    filmin polisiye kismina gelirsek, baya bildigin lesh. ciddiyetten uzak. bak laubali demiyorum, bahsi gecen konularin yeterince ciddi anlatilmadigini dusunuyorum. ki onun sebebi de "millenials da izlesin kafalari acilsin mallarin" amaci olsa gerek.

    ama daha kritik baska bir konu var. amerikada irkcilik hala bir sorun, hala bu konuda cikmazlar yasiyorlar. ancak bu konuya dair cekilen filmler, hala 30-40 sene onceki ornekler ustunden, bilindik sorgu ve analizlerle yapildiginda, bana cok sig ve yavan geliyor. irkcilikla alakali farkindalik ve gonderme iceren bir film yapmak istiyorsan, bu olmamali artik. soylenmis seyleri tekrar etmek, magdura kasmak, bak siyahlar neler yasadi kafalari, sizi anca ciro pesindeki cakal bir produktor yapar amk. sizi farkinda degil suursuz yapar bu kafalar. ki hele bu da spike lee ise.

    insan demeden edemiyor, ulan duduk, madem bu konuda bir film cekesin var, anlatacak derdin var, neden abd deki siyahlarin egitimsizliginden, illegal ticaretin cogunun, uyusturucu ve silahli gang tayfasinin neden daha cok onlarda oldugundan, bunun ozellikle senin toplumunu kontrol altinda tutmak icin kurgulanmis olan bir devlet politikasi oldugundan, cezaevlerinin bile bu anlamda bir ticarethane gibi calismasindan, neden siyah irkin cogunun tam da istenildigi gibi, varos ve cehaletten nemalanan bir kulturle bilincli olarak yogruldugundan bahsetsene. haa yok madem boyle bir hafif serin, geyikci modda bir gercek hikaye anlaticaksin, o zaman da sanki dunyanin en onemli konusundan bahseden damari bulmus gibi, filmin sonuna gunumuzden 2 kare irkcilik olaylari, trump videosu vs koymayacaksin o zaman da. ama sktret ters amerikan bayraani da kodun, cannes da alkisi kaptin. meeh. bravo amk.

    yani biraz iki ucu boklu degnek. elde guzel bir gercek hikaye var, ama icerik komedi olarak anlatilacak kadar kolpa degil. tutup da agir drama polisiye kassan belki daha guzel ama, gene yeni birsey yok soyleyebilecegi. 2-3 trump a laf sokan her holivud filmini de ovemiyorum artik, siktigimin west coast inda trump a laf sokmayani dovuyorlar amk. bu mudur yani?

    tum bu arada kalmisligina ragmen, gayet izlenir, eli ayagi duzgun guzel bir filmdir, ama 8 lik film degil bu maalesef. 7 si cepte diyelim anlasalim.
  • evet o muhteşem parçanın adı: blut und boden (blood and soil) - terence blanchard

    link

    ron stallworth'ın kkk üyelik kartı
  • oldukça beğendiğim, özellikle adam driver’ı başarılı bulduğum filmdir.
    spoiler ---
    bu hikayede ron’dan ziyade philip’in başarısı daha fazla diye düşünüyorum. örgüt üyeleriyle sürekli sıcak temas halinde bulunan, hayatını tehdit eden durumlarda anında çözüm üretmek zorunda kalan, üstelik başka bir kimlik altında bunu yapan philip daha çok alkışlanmalıydı ama sadece ron alkışlandı. örgütle buluştuğunda üzerinde hep kayıt cihazı vardı, adamlar zorla sünnetli mi değil mi baksalar anlayacaklardı yahudi olduğunu ve anında öldüreceklerdi, bu stresi çok iyi yönetti philip, benim alkışım daha çok philip’e ve onu mükemmel canlandıran adam driver’a
    --- spoiler ---
  • - spike lee'nin, the wire'a çaktığı selam müthişti ve bunu isiah whitlock jr. aracılığı ile yapması daha da müthişti. *
    - 1915 yapımı the birth of nation filmini itin götüne sokması gene aynı şekilde. tamam efsane film ama aradan bir asır geçmesine rağmen etkisi hala silinmedi.
    örneğin: https://twitter.com/…ave/status/1087973652900073472

    fotoda, kendini siyaha boyayan orospu çocukları nereden ilham aldı sanıyorsunuz ?

    film klişe evet ama önemli olan klişelerin nasıl işlendiğidir. bence gayet güzel iş çıkarmış.
  • bu ödül iklimlerinin tantanasıyla hiç ilgilenmiyorum ben. cidden yıllardır ne ödül listelerin bakar ne de takip ederim. hele ki oscarları hiç mi hiç dikkate almam. sosyal medya, ekşiden duyup, okuduğum kadarını biliyorum genelde. bu black panther denen zırvalığın en iyi film adaylığından sonra kopan gürültüyü de yerinde buluyorum elbet. politik iyicilliğin büyük saçmalıklar üzerinden kurduğu denklikleri açıklamakta zorlandığım post truth çağında hakikat denen şey bile bile orijininden bu kadar uzağa düşmüşken bu tür tartışmalar içine girmek beni çok korkutuyor. herkes alabildiğine saldırgan ve fanatik. nesnel yargıların, gerçeklerin para etmediği, duygusal zorbalığın ''vurun kahpeye'' kültürünü istismar bilinciyle domine ettiği bir iklimde bazı evrensel kural ve hakikatlerden söz etmek güç gibi artık. anlam yerine gösteri aradığımız, ikili, üçlü sohbetlerde sadece kendimizden söz etme arzusunu tatbik ettiğimiz ilişki etiğinin kuralları günden güne başkalaşıyor. ben şu yaşımda artık kiminle nasıl ilişki kuracağımı şaşırmış haldeyim. benim beğenim ''beğenilerin en üstünü, yücesi'' düşüncesi sosyal normları tazeleyip, gerçeği kör eden bir özgürlük romansıyla savrula dursun özün , hakikatin öylece dineldiği ve yaşlandığı çağda uçlar faşizmin veçhelerini nefis ve aptalca bir güvenle kurmaya devam ediyor. daha da aşırılaşacak bu durum tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok.

    blackkklansman siyahi lobinin, duyarlılığın, politik doğruculuk orijinin taraflarından biri olarak black panther denen garabetin anti tezi gibi tarafgirliğin manasızlığına da vurgu yapıyor aslında kendi içinde. spike lee çağın aşırı uçlarını, faşizmin 50- 60 yıl önceki o sert, katı, vicdan ve ahlaktan yoksun yapısının bugüne olan uzantılarını, başkalaşım geçiren kökenlerini gözler önüne sererken istismar ve duygusal zorbalıktan uzak anlatısını bile ''kara'' bir mizah üzerinden resmetmeyi seçiyor. iyi de yapıyor. hikayenin taraflarını iyi bilen bizleri kendimizle yüzleştirme çabası kathartik efekti yıldız tozu gibi başımızdan aşağı dökmeye yönelik bir çabadan ziyade, insani, sosyal teamüllerin dürtüsünü harekete geçirmeye yönelik. böyle zor, çetrefilli ama bir o kadar da oscar heykeciklerine göz kırpan senaryodan, sade, basit ama yine de etkili bir film çıkarmak tasarımın titizliğini de gösteriyor.

    ben karmaşık, görkemli olmayı iyi bir sanat yapıtı olmakla eş tutan çağ göstermeciliğinden tiksiniyorum artık. strauss, mit ve anlam kitabında günümüzde tarihin mitlerin yerini aldığını, yani aynı işlevi gördüğünü, yazısız, belgesiz toplumlarda mitolojinin amacının da geçmişi geleceğe taşımak olduğunu, geleceğin geçmişle olan bağlarını mümkün mertebe korumak olduğu minvalinde bir şeyler söyler. ben günümüz sanatı için de bu düşüncesinin geçerli olduğunu düşünürüm hep. biçimci, göstermeci, gösterici, şovmen üretimin içeriğin anlamını bertaraf edip, yarattığı sözde anlamdan çağın olgularına uygun bir estetik yaratma garabetinin mitolojinin uğradığı başkalaşıma benzediğini düşünürüm hep kendi içimde. hikaye anlatıcılığının iyiden iyiye azımsandığı (sinemada da değil sadece, edebiyat da buna dahil) bir dönemde spike lee hala özün ve yorumun ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor seyircisine. faşizm gibi başkalaşarak yükselen korkunç garabetin anatomisini mizaha katık ederken, kavramın kendisini de küçümseyip, hafifsemiyor. bilakis başkalaşarak yükselen faşizm kavramına dikkat çekmek için sert, acıklı, ajitite edilmiş bir dil kullanıp izleyicisini ''daha önce görmediğim bir şey değil'' duygusuyla hizaya getirme kolaycılığından sıyırıp işin içindeki zekadan, nitelik, değerden yoksun acıklı komedyayı görmemizi sağlıyor.

    o lanet oscarlarınızı bu filme vereceksiniz muhtemelen. verin de zaten. ama black panther denen lunapark eğlencesinin hafifliğiyle şu filmi aynı değer ederi üzerinden bir denklikle sunmak da bilinçaltınıza yerleşen ve lee'nin film boyunca eleştirisini yaptığı örtülü iyicilliğin reklamını yapmaktan başka bir şey değil.

    bu arada spike lee deyince oldboy garabetine nasıl bulaştığını hala sorar dururum kendime. bana göre son 20 yılın açık ara en iyi filmidir chan-wook park şahanesi. tabii tüm zamanların en iyi on filmindendir aynı zamanda. öyle bir filmin yeniden çevrimine soyunmak için nasıl bir duygu durumu içinde bulunmak gerek bilemiyorum. neyse son 15-17 yılının (benim açımdan) 25th hour ile en verimli işini ortaya koymuş blackkklansman'la lee. 25th hour beni duygusal açıdan hırpalayan filmlerdendir. mutlaka görmeyeniniz vardır. bu vesileyle görün işte.
  • geçen yıl vizyona girip biri ırkçılığı ana meselesi, diğeri yan konusu haline getiren bol ödüllü iki film get out ve three billboards outside missouire'den çok daha iyi bu film bence. ha buna pek çok kişi katılmayacaktır. get out'ı daha yaratıcı bulanlar olacaktır veya three billboards'u daha etkileyici. ama ben three'yle blackkklansman'ı ırkçılık açısından karşılaştırdım. three ırkçılığı iyi işleyememişti, hatta aksayan taraflarından bir tanesiydi ırkçılık mevzusu. get out ise göze fazlasıyla sokuyordu mevzuyu. black'e dönersem. spike lee yıllar sonra formuna dönmüş. chi-raq'ı izleyemedim ama ondan önce oldboy diye aşırı kötü bir remake yapmıştı. ondan öncesi de parlak değildi. umarım black'ten sonra da vasata bağlamaz, birkaç iyi film yapar.

    blackkklansman'ın ilk yarısı son derece eğlenceli. güldürüyor, gülümsetiyor, eğlendiriyor ama eğlenceli olmayı başarırken amaçlanmayan bir şeye de yol açıyor: rahatsız ediyor. ırkçılıkla dalga geçilmesiyle ilgili sorunum yok. blackkklansman bunun üzerine kurulu. ama bir süre sonra tüm bu mizah, eğlence, komedi rahatsız etmeye başlıyor. hele bir sahnede (harry belofente'nin tek sahnesinde) öyle bir ciddileşiyor ki bu sahneden sonra tekrar komik tona geçince o denli komik olmuyor, iyiden iyiye rahatsız ediyor bu mizah kasma çabaları. böyle bir sorunu var. bir diğer sorun da finalde olayları alıp trump'a bağlaması. zaten trump'a gönderme üstüne gönderme yapıyor lee, yetmeyip en sonunda ana haberlere bağlanıyor, günümüze ışınlanıyor. gerek yoktu, hiç gerek yoktu. zaten çoğunluk tarihin tekerrür ettiğinin farkında. bir de bunu göze sokmaya gerek yoktu. sonda tek eksik, lee'nin kameranın önüne geçip "gördünüz, tarih tekerrür ediyor" demesiydi.

    bir yerde bizim siyahi deli oğlan "ya kkk'yi destekleyen başkan olur mu? olmaz öyle şey" diyor. tek trump göndermesi bu değil, film bununla dolu. 90'lardaki lee'ye şu öyküyü verseydik ortaya sözünü hiç sakınmayan, gönderme möndermeyi bırakıp eleştirilerini direkt belirten filmlere imza atardı. yaşlanınca sert üslubunu yitirmiş, bu da doğal bir şey galiba. bir diğer sorun da finali. onu da spoilerda yazaım. neyse sorunları bunlar. artılarıysa; argo benzeri köstebek vakası oldukça iyi işleniyor. eğlenceli ama yer yer gerilimli oluyor film. köstebek mevzusu normalde klişe bir mevzu ama burada gayet yaratıcı. adamımız kkk'yi sesiyle kandırıp toplantılara beyaz polis arkadaşını yolluyor. filmi diğer standart köstebek yapımlarından ayıran da bu oluyor. bu mevzu da gayet iyi işleniyor. tabii "lee'nin huyu değişmiş, eskisi kadar sert değil" dedik ama o kadar da değil. 100 yıl önce çekilen, ırkçılık ve kindarlıkla dolmuş taşmış "bir ulusun doğuşu" adlı sessiz filmi yerden yere vurmayı başarıyor, ki bu filmin, filmi övenlerin tekrar hedef tahtasına konmaları pek hoşuma gitti. zira filmde de denildiği gibi, "bu film, kkk'nin güçlenmesini sağlamıştı". oyunculuklarda sorun yok. denzel washington'ın oğlu ilk büyük rolünün altından başarıyla kalkmış. ilk kez spider-man'de denk geldiğim laura adlı genç kadın da o gözlüklerle pek tatlıydı. velhasıl lee sonunda formuna dönüyor dönmesine de sorunları nedeniyle filmi en iyilere dahil edemem ama kaçırılmamalı, ki vizyonda izleyecek başka şey de yok.

    spoiler

    finale gelirsek... tamam, herkes ırkçı değil ama final bana tam da hollywood sonu gibi geldi. bundan daha kötüsü biraz sahteydi, gerçekçi gözükmüyordu. filmin en leş karakterlerinden ırkçı-tacizci polisin bir oyunla tutuklanması, sonra siyahlarla beyazların bunu birbirlerine sarılarak kutlamaları... bana çok da realist gelmedi. bilmiyorum. eski/genç lee olsa böyle bir finale imza atar mıydı? gerçi günümüze ışınlanıp ana haberlere bağlanmadan önce kkk'nin haç yakmasıyla öykünün bitirilmesinden hareketle ortada tam anlamıyla bir mutlu son yok denebilir.

    spoiler
  • ırkçılığı kara mizahla suratımıza tokat gibi çarpan (bkz: spike lee) filmi.

    filmi izlemeden önce o kadar çok kötü yorum okudum ki, yok şöyle, yok böyle diye habire erteleme durumuna geçtim. filmi an itibari ile bitirdim ve bu film kesinlikle olmuş. yıllardır süregelen ırkçılığı spike lee oya gibi işlemiş ortaya bana göre muazzam bir yapım çıkarmış.

    anlamadığım, anlamlandıramadığım, anlamakta güçlük çektiğim nokta. adam filmi "yov ırkçılık konusu işliyor, omoriko üzerinden gidiyor" diye eleştiriyor. siz ciddi ciddi bir iq testine falan girin çok ciddiyim. bu zekayla fazla yaşamanız mümkünat dışı.

    film rezaletmiş, abartılmışmış. kara mizah denilen olayın ne olduğunu anlamayan, bilmeyen güruh bu şekilde eleştirecek bu filmi. ağzımı bozmayayım diyorum ama olmayacak s.ktirin gidin green screen, cgi filmlerinizle orgazm olmaya devam edin.

    sonuç olarak olmuş filmdir efenim. hiç boş yorumlara aldanmadan rahatlıkla izleyebilirsiniz.

    --- spoiler ---

    özellikle film bittikten sonra gelen sahneler, amerika'da ırkçılığın tekrar hortlaması, trump'a cayır cayır giydirmesi insanın içini garip yapıp "düşünsene türkiye'de böyle giydiriyorlar ve hapse girmiyorlar" düşüncesini akıllara getiriyor.
    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    filmin sonunda charlottesville'de katledilen heather heyer'ın görüntüleriyle yapılan gönderme bariz. ırkçılık tam gaz devam ediyor. ilerlemiyoruz, yerimizde sayıyoruz, geriye gidiyoruz. david duke nasıl ırkçılığı normalleştirerek "yumuşatarak" halka yaymak istiyor işte trump'ın charlottesville'deki olaylar hakkında yaptığı yorumlar da bunu destekler nitelikte.

    --- spoiler ---
  • spike lee'nin yönettiği blackkklansman 1970'lerde geçen inanılması güç gerçek bir olayı anlatıyor. colorado springs şehrinin ilk siyahi polis memuru ron stallworth ırkçı ku klux klan örgütünün içine sızmayı başarıyor ve üstelik de organizasyon içerisinde epey yükseliyor. elbette işin içinde küçük bir bit yeniği var: örgütle ilk teması bir telefon görüşmesi vesilesiyle kuran ron, daha sonra örgütün ileri gelenleri ile sohbetlerini de hep telefon hattı üzerinden yürütüyor, yani yüzünü hiç göstermiyor. toplantılara gidilmesi gerektiğinde ise beyaz polis arkadaşı flip onun yerine geçiyor.

    ırkçılığa karşı oldukça militan tavrıyla bilinen spike lee bu filmde farklı tonlar arasında mükemmel bir denge tutturmayı başarıyor. film içerdiği mizah duygusuyla birçok sahnede güldürmeyi başarırken, ırkçılık, bağnazlık ve adaletsizlik üzerine gayet vurucu mesajlar vermekten ve izleyicisini sarsmaktan da kaçınmıyor. anlatılan olaylar 40 yıl önce gerçekleşmiş olsa da, film boyunca yapılan göndermeler (özellikle de kimi üstü kapalı, kimi gayet açık trump referansları) günümüz amerikasında da pek bir şeyin değişmediğini ortaya koyuyor. sondaki charlottesville görüntüleri ise sinema salonunu duygularımız kabarmış bir şekilde terketmemize sebep oluyor.

    başrollerde john david washington (evet denzel'in oğlu) babasından doğru genleri aldığını gösterirken, sevgili kylo ren'imiz adam driver star wars'dan arta kalan zamanlarında zor rolleri üstlenmeye devam ediyor. filmin terence blanchard tarafından bestelenen müziği de harika. spike lee'nin yıllar sonra formuna geri dönüşünü müjdeleyen blackkklansman bu seneki oscar'larda epey adından söz ettirecek bir yapım. kaçırmayın.
hesabın var mı? giriş yap