94 entry daha
  • peter pan asla bir çocuk hikâyesi olmamıştır ve elbette ki bir benzeri de alice harikalar diyarı’ndadır. elimizde şöyle bir bilgi var, “james matthew barrie”, kendisini ölen ağabeyinin yerine koymuştur ve bu bir çeşit “duygudaşlık” hali değildir, bunu bir “oluş” hali olarak adlandırmak mümkündür. ağabeyi genç yaşta öldüğü için, barrie’nin belleğinde sakladığı ağabey formu da yine öyle yaşamaya devam etti, hiç büyümedi ve hikâye dönüp dolaşıp peter pan karakterine geldi diyebiliriz.

    sahi, bizi peter pan’e çeken nedir? büyümüş olmanın ve sorumluluk taşıyor olmanın verdiği yük mü? ya da soruyu şöyle değiştirelim, peter pan neden biraz da korkunçtur? bunu elbette ki uzun bir soluktan sonra fark etmek mümkün, aynen harikalar diyarı’nda olduğu gibi. alice dinlediği masallarla uykuya dalar ve harikalar diyarında kurabiyeler [madlen], mantarlar ve iksirler o’nu bekler. peter da uykuya dalar ve yattığı yerden yükselir. acaba marcel proust da böyle bir uyku [daha çok sabuklama] halinde miydi madlenleri midesine indirip bıyıklarını sildiğinde? bu soru biraz da uzar.

    cinlere benzeyen kıyafetiyle, gece ay ışığında evinin çatısına çıkar ve oradan, gökte dolunay olduğu halde, kızıl saçları [james matthew barrie iskoç’tur] uzun sivri ayakkabısı ve kafasındaki tüylü şapkasıyla, her tarafı yeşil elbisesiyle uçmaya başlar. bu uçuşlar öyle güzel tasvir edilmiştir ki, etrafında küçük periler uçuşan peter pan, dünyada görülebilecek ne mutlu insandır ve bunun da yanında büyümez, büyümeyi reddeder. londra’daki parlamento binası üzerine konar ve koca şehri süzer. sonra bir anda denizdedir ve denizkızlarının, su perilerinin ve kocaman salix babylonica’ların etrafında gezinir. işte bu toplamda korkunçtur çünkü insan uçamaz ve insan bu kadar güzel uçamaz.
96 entry daha
hesabın var mı? giriş yap