• süpermen değil benim babam,
    ...upuzun pelerini yok ki!
    ama bir çantası var kocaman,
    ...biliyor musunuz siz?
    ...nerden bileceksiniz?
    içine girip onla işe gitmeyi istemediniz ki hiç!

    sabahlardan bir sabah
    ben yine yuvaya gitmicem diye salya sümük zırlayıp,
    kendimi temiz bir babanne dayağına hazırlayıp,
    salonun ortasına,
    daha geçen gün tutamayıp patır patır sıçtığım yere oturmuş,
    bu yalancı ağlamayı yuvaya gönderilmemem için daha ne kadar sürdürmem gerektiğini kestirmeye çalışırken
    ...ansızın o çantanın içinde kendimi buluverdim!
    tuttu elimden babam beni, "ofis"e götürdü
    işte ben o gün biraz küçük prens, biraz daltonlardan joe
    ...ama en çok devler ülkesindeki güliver'dim.

    yüksek masalara erişemeyen boyum
    bilgisayarda bana açılan birkaç sıkıcı oyun
    ve kadın kucaklarında yanağımın mıncırılmasıyla geçen yarım günün ardından
    biz babamla teneke tepsilerde makarna ve biber dolması yedik
    dolmanın kabuklarını bıraktım,makarnamın hepsini bitirdim
    bi de cola içip geğirdim;kadınlar, yine yanaklarımı sıktılar
    osursam bile yanağımı sıkacaklar!
    sonra dönüp ofise, önüme koyulan yalnızca 3 renk tükenmez kalemle
    -kırmızı, siyah ve lacivert-
    bir dağ,bir güneş ve bir nehir çizdim
    anlatmaya çalıştığım,
    güneş karardığı zaman nehirlerin kırmızı akacağı,
    ve karşı masada lacivert don giymiş ablanın
    dağ gibi memeleriyle çok canlar yakacağı
    ...olduğu halde,
    masaların altına girdiğimde eteklerine baktığımı söyleyemediğimden açıklayamadım resmimi.
    başlamadan bitti resim heykel kariyerim
    onlarsa,
    yanaklarımı sıktılar.

    akşam oldu, ışıklar söndü, dondurmacının dondurması bitti
    eve döndük biz de.
    hemen yatağa yatırdı annem beni
    çişim gelmiş gibi yapıp kalktım bir sefer
    bir sefer de "süt istedi benim canım" diye kandırdım
    ardından susadım
    ardından midem bulandı dedim
    ardından...annem masal okudu sanırım,uyumuşum.
    belki yarın da annem götürür hayali kurdum ama
    ertesi sabah hiçbir bahanemi kabul etmeyip,yuvaya yolladılar beni.

    temel sorunum,
    yuvanın bir grup gerizekalı tarafından işgal edilmiş oluşuydu;
    her uyku saatinde benim çarşafa işediğimi ispiyonlayan bir murat,
    sürekli ağlayan bir tuğçe,
    en çok da yanına yaklaştığım anda kafama patapata diye lego parçaları fırlatmaya başlayan bir adet boğaç!
    ki kendisi ütü baskısı yaptığımız gün,
    öğretmenin elinden kapıp ütüyü
    gösterip içindeki kötüyü
    ayşe'nin suratına bastırmıştı..
    18 yaşını geçip, "ameliyata elverişlidir" olurunu alınca anca,
    estetikle kazıdılar kızın yanağındaki "rowenta" yazısını...

    işte bu bir grup gerizekalı arasında, annemi günde sadece 1 saat
    babamıysa yalnızca pazar sabahları horlarken görebilen ben
    hiç de mutlu değildim!
    çıkıp yuvadaki masaya,
    öğretmeni yanıma çağırıp kulağına eğildim
    sordum fısıldayarak, aldığım cevap çok şaşırtmıştı beni
    yine de bir denemeye karar verdim...

    pazar günü geldi
    sabah çizgi filmlerini her nedense hayatımın en önemli şeyiymişcesine bellemiş olan ben
    erkenden kalktım
    televizyonu açtım
    bir kulağım yatak odasında...
    horlama kesinlikce uyandı demektir babam!
    kesildi horlama ve fırladım yerimden
    yatakta bir minicik boşluk kalmış anne denen perimden
    sığışıverdim,aralarına girmemeye dikkat ederek

    önce bir gözünü açtı babam
    ve annem hemen ardından
    biraz uykulu,bolca yorgun ve minicik boşluktan kendilerine bakan ben'i tanımaya çalışan bu iki çift göz,
    bu dört zeytin tanesi,
    bu dört kömür karası,
    ve biraz ıslak sanırım bacaklarımın arası...
    yine işemiş olmalıyım uyurken..

    tam olarak uyandıklarına emin olunca
    "sarılın" dedim, "birbirinize"
    önce anlamsızca suratıma bakıp,
    belki çalışmaktan belki benim yüzümden
    bir süredir unuttukları o yarı utangaç,yarı romantik gülümsemeyle sokuldular
    sarıldılar...
    sarıldılar...
    sarıldılar...

    hiçbir şey olmadı!

    kandırılmıştım!

    ve ağlamaya başladım
    babam aldı kucağına
    başımı gömdüm annemin sıcağına
    anlattım:
    "ben" dedim, "öğretmenime sordum"
    "kardeş nasıl olur diye"
    "öğretmenim sırıtıp dedi ki,
    annenle babam sarılsın, kardeş olsun sana hediye!"
    gülmeye başladılar!
    evet evet! ağlamama hiiiç aldırış etmeden!
    utanmadan gülüp durdular!

    ben daha ağlardım ya, gıdıklamaya başladı annem beni
    çıkıp tepelerine avaz avaz bağırıp direnmeye çalışınca da
    babam boğuştu benle!
    "demek kardeş" istiyorsun dedi, "işimiz var o zaman senle!"
    aralarına yattım
    ellerimi enseme attım
    bir dilek tuttum
    kardeş diledim de...
    "hemen olsun!" demeyi unuttum

    aradan geçen -ama geçmek bilmeyen-
    annemin canının erik çektiği
    ve "hayır annenin göbeğinin üzerinde zıplayamazsın!" yasaklı
    yaklaşık bir dokuz aydan sonra kardeşim oldu!
    ya da durun açık söyliyim:
    "aman bu ne be kırış buruş bişi çıktı çıka çıka!"m oldu bir tane..

    ***

    şimdi sen şu monitöre o iki zeytin gözle bakan kırışım, sen buruşum,
    şimdi sen, cevizli kurabiyem (evet annanemin yaptığından) ve ılık sütüm,
    anne baba yataginda pazar sabahi gidiklasmalarinın anlamı olan sen,
    koskoca, güpgüzel bi kızsın..
    ne bugün doğum günün, ne de uzaktayız birbirimizden
    ne kavga ettik yakınlarda, ne de küsüştük
    bir anlamsız 24 mayıs çarşamba bugün...

    ve ben seni, bu bir anlamsız 24 mayıs çarşamba günü...çok seviyorum!

    benimle bir anlamsız 28 mayıs pazarında uyanıp...annemleri gıdıklamaya gelir misin?
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap