• dedemlerde oturuyorduk. dedemin ve anneannemin bütün çocukları, ve onların eşleri oradaydı. neden toplanmıştık hatırlamıyorum. sanırım, özel bir nedeni yoktu. benim çocukluğumda aile meclisleri çok sık toplanırdı zaten. insanın ailesiyle birlikte zaman geçirmesi için özel bir neden gerekmezdi şimdiki gibi.

    birisinin parmağı kapının düğmesine takılmıştı sanki. basıyor ha basıyordu. yahu, bir kez bas, açmazsak yine çalarsın. yok, dinlemiyordu. anneannem, "hayırdır." diyerek kalktı. babam ve büyük dayım "sen dur anne!" deyip, ondan önce koştular kapıya. çalanın bir derdi vardı çünkü. ve o günler tekin günler değildi. her gün çatışmalar olurdu evin önünde. birilerinin kafaları gözleri yarılırdı.

    biz çocuklar işi öğrenmiştik. bize genelde bir şey olmazdı. kavga edenleri tiplerinden ayırırdık. baskın tarafın nabzına göre şerbet verirdik.

    "sol pezevenkler sol. siz ananızdan, siz babanızdan böyle mi terbiye gördünüz?"
    ertesi gün bakardık ki solcular maçı önce götürüyor. biz de takımı değiştiriverirdik...
    "hoşt hoşt faşistler, millet sizden ne bekler..."

    babamın "evren paşa, sıçtı taşa" diye evin içinde nida atmaları bir kaç ay sonra'ya denk gelir. ama küçük dayımın bir gün okuldan eve dönemeyip ertesi gün kafası kazınmış olarak döndüğü günler tam da o günlerdi.

    uzun lafın kısası, babamla büyük dayımın kapıyı birlikte açtılar. ve açmalarıyla birlikte evin içi eli silahlı polislerle doluverdi. o kadar çok polisi bir arada hiç görmemiştim. onlar akıllarınca bizim evi basmışlardı. biz kardeşimle tabii böyle bir şeyden haber değildik. polisleri misafir gibi düşünmüştük. ama 50 yaşını geçmiş dedem de bizden farksızdı. sanki, polislere kız veriyorduk da, düğün alayı kızı almaya gelmişti.

    hemen ayağa fırladı, en öndeki polisten itibaren sırayla teker teker hepsinin ellerini sıkmaya, "hoş geldiniz" demeye başladı. doğma büyüme chp'li olan dedem. devletin herhangi bir memurunu, evin fertlerinden ayrı tutmazdı. ölene kadar da böyle kaldı. yıllar sonra, memuriyeti bırakıp özel sektöre geçtiğimde bana kızgınlığı aylarca devam etmişti. evin kardeşim dedem ve ben dışındaki bütün fertleri korkaklıkla şaşkınlık arasında gidip geliyorlardı. bu arda dedem hoşgeldin faslını bitirip polislere yer gösterdi. polisler de şaşkındılar. dedem gibi güler yüzlü tonton bir adamı kıramıyorlardı herhalde. oturdular mecburen. evin bütün fertleri ayakta, elleri önde bağlanmış olanları seyrediyordu. dedem sıradan başladı:
    - efenim, ben emekli öğretmenim, 10 yıl önce emekli olduktan sonra eşimle birlikte göçtük ankara'ya. bu büyük kızım, kendisi de gazi eğitim'den öğretmendir. damadımız mülkiye'den mezun, cebeci'deki okul. oğlum, kızım, üniversitedeki küçük oğlum...

    aslında o dönem öğretmenlik hiç söylenecek bir şey değildi. okullar en tehlikeli yerlerdi. hele mülkiye falan. ama polisler dedemin samimiyetinden şüphe etmemişlerdi herhalde... içlerinden biri sıkkın sıkkın:

    - beyefendi, biz aramaya yapmaya gelmiştik. bir ihbar vardı da... işimiz gücümüz de var. hemen bitirelim de gidelim izninizle...

    dedem onları şaşırtmaya devam ediyordu:
    - ne demek efenim? buyrun, arayın. isterseniz biz çıkalım da siz rahat arayın. bu ev de gördüğünüz her şeyi devletin verdiği maaşlarla aldık, saklayacak bir şey yok...

    polis çıkma fikrini pek beğenmedi:
    yok beyefendi, siz de burada kalın. bize refakat edin.

    sonunda başlamıştı arama. dedem onlara arama sırasında yardım ediyor, nerede ne var gösteriyor; ailenin diğer fertleri de el pençe divan bekliyordu. yastıkları mıncıkladılar, koltukların altlarına baktılar, dolapların içlerini karıştırdılar, hiç bir şey bulamadılar. zaten yoktu bulunacak bir şey. emekli öğretmenin evinden ne çıkardı ki... tam gideceklerdi gözleri balkondaki bidonlara takıldı. mücevher bulmuş gibi hevesle açtılar balkon kapısını. "bunlarda ne var?" diye sordu polislerden biri. dedem anneanneme baktı. cevap hakkı onundu. anneannem biraz kekeler gibi konuştu.
    - şey var onun içinde, şey yani...
    - ne varmış?
    - turşu kurduydum da...

    "anlarız şimdi!" dedi polis, şüphelenmişti sanırım. bidonun kapağını açtığı gibi kolunu dirseğine kadar daldırdı içine. uzun uzun karıştırdı bidonun içini. evin içinde herkes suspus olmuştu. zaman donmuştu sanki, uzadıkça uzadı.

    sonunda elini çıkardığında üniformasının kolundan şapır şapır turşu suları damlıyordu.

    elinde ise koca bir kelek vardı...
  • 12 eylül ile ilgili en iyi tanımlamayı doğaldır ki kenan evren yapmıştır. darbenin en etkili olduğu dönemlerde bir konuşmasında şöyle demiştir: "şimdi benim evlendiğim yolunda dedikodular çıkaranlar var. onları bir bulursam 12 eylül'den fena yapacağım". gerçektir. böyle demiştir.
  • siyasal islamcıların, abd ve suud eliyle türk siyasetinde yükseltilirken önlerine çıkabilecek potansiyel riskleri(!) bertaraf etmek, mümkünse de tümüyle ortadan kaldırmak için tasarlanmış abd menşeili askeri darbedir. bu şark kurnazı siyasal islamcılar ve yancıları olan liboşların sistemli bir şekilde askerle uğraşması, aslen bu gerçeği kamufle etmek içindir. şöyle birkaç örnekten gidersek olayı daha da netleyebiliriz:

    - 14 ekim 1980, kenan evren’in diyarbakır konuşması: “dinsiz millet düşünülemez. dinimize sımsıkı sarılmalıyız.”

    - 17 ocak 1981, kenan evren’in hatay konuşması: “12 eylül yönetimi sadece sözlerle yetinmedi. msp’lilerin bile başaramadığı, din derslerini okullarda mecburi hale getirdi.”

    15 ocak 1981, kenan evren’in konya konuşması: “tanrısı bir, kuran’ı bir, peygamberi bir, aynı sesleniş ve yakarışla namaz kılanları birbirinden koparmaya imkân yoktur.”

    küçük kenan aslında bize bir şey söylemeye çalışıyor…

    - 15 mayıs 1981’de cunta yönetimi, “din istismarını inceleme alt grubu” adıyla bir komisyon/kurul oluşturur. genelkurmay, adalet, içişleri, dışişleri, milli eğitim, gençlik ve spor bakanlıkları, diyanet işleri bakanlığı ve mit müsteşarlığı temsilcilerinin bulunduğu bu kurul, hazırladığı raporunda mevcut imam hatip liselerinin var olan haliyle 10 yılda bile din görevlisi ihtiyacını karşılamada yetersiz(!) olduğu tespitini yapar. soner yalçın’ın hangi erbakan kitabında yer alan bilgilere göre;

    - yeni imam hatip okulları, ilahiyat fakülteleri, yüksek islam enstitüleri açılmalıdır.

    - din bilgisi dersleri, ilkokullardan başlayarak ilk ve orta öğretimde ‘mecburi’ olarak okutulmalıdır.

    - halkın basılı dini yayın ihtiyacı tespit edilmeli, her yaş ve kültür seviyesinden insanın ihtiyacı olan dini neşriyatın yaygınlaştırılmasına önem verilmelidir.

    - trt’de yapılan dini yayınlar güçlendirilmelidir.

    - yeni camiler yapılmalı, kadrosu bulunmayan 18 bin köy camisine kadro(!) verilmelidir...

    diye sıralanır öneriler. vakit kaybetmeden hayata geçirilen bu kararların gerekçesi de, “biz hurafelerle çocuklarımızın beyni yıkanmasın diye okullarımıza mecburi din dersi koyma kararı aldık” olacaktır. 12 eylül cunta idaresi dönemiyle devam eden süreçte 1982 anayasası’nın 24’üncü maddesiyle din eğitimi devlet güvencesi(!) altına alınıp seçmeli olarak okutulan din dersleri, ilk ve orta dereceli okullarda zorunlu hale getirilir. daha sonraları ise 1979-80 döneminde süleyman demirel’in açtığı 36 imam hatip lisesi’ne, darbenin hemen ardından ‘askeri yönetim’ 35 tane daha ekler! evet, yanlış okumadınız; askeri yönetim.

    peki daha sonra neler oldu?

    - 1982’ye kadar sadece bir tane ilahiyat fakültesi varken 1982’den sonra hızla artarak sayı 21’e çıkarıldı.

    - 1983’te 1739 sayılı milli eğitim temel yasası’nda değişikliğe gidilerek imam hatip lisesi mezunlarına tüm fakülte ve yüksekokullara girme hakkı tanındı. böylece imam hatip lisesi mezunlarına bürokrasinin tüm kapıları açıldı! (gittiği her ortamda, tam da bu tehlikeye defalarca vurgu yapan rahmetli uğur mumcu’yu saygıyla analım)

    - klasik imam hatip liseleri’ne ingilizce(!) eğitim veren anadolu imam hatip liseleri eklendi. 1984-97 arasında 235 imam hatip okulu açıldı.

    - imam ihtiyacının karşılanması için açıldığı iddia edilen imam hatip liselerindeki öğrenci sayısındaki astronomik artış bir yana, imamlık yapması mümkün olmayan kız öğrencilerin de imam hatip okulu ve liselerine alınması serbest bırakıldı.

    - 8 yıllık eğitimin şart koşulmasına kadar olan sürede sayıları 600’ün üzerinde olan imam hatip liselerinde 60 binin üzerinde öğrenci bulunuyordu.

    - 1982-84 yılları arasında yurtdışında bulunan hemen tüm diyanet işleri başkanlığı kadrolarına verilen aylık bin 100 doların rabıta örgütü (islam dünyası birliği) tarafından ödenmesi kabul edilir. rabıta, abd-suudi arabistan şirketi aramco tarafından kurulmuş ve tüzüğünde amacının; “islam ülkelerinde şeriatı getirmek” olduğunu ilan etmiştir.

    - yine rabıta örgütü tarafından kurulan islam konferansı örgütü (ikö) bünyesinde yer alan ekonomik ve ticari işbirliği daimi komitesi’nin (isadak) 4. yöneticisi de cunta lideri kenan evren olur.

    - faysal finans’a, al baraka’ya, islam kalkınma bankası’na çalışma izni verilir.

    - 1984’te, şimdiki adıyla albaraka türk kurulur.

    - “sivil” hayata geçiş için yapılacak seçimlerde cuntacıların general(!) turgut sunalp’e kurdurdukları milli demokrasi partisi’nin seçimleri kazanması için tarikatlarla ilişki geliştirmesi de desteklenir.

    - sunalp, 1983 seçimleri öncesinde, istanbul’daki nakşibendi dergâhı’na gidip şeyhlerle ayine katılmakta sakınca görmez.

    ama bir bakıyorsun ki bazı karaktersiz puştlar, bu darbeyi bile bir şekilde atatürk’e ve atatürkçülüğe getirmekte hiçbir sakınca görmüyorlar. çünkü bu canlı türlerinin doğaları bu… puşt işte.

    kaynak: imamın ordusu, ahmet şık.
    edit: yazım.
  • sonradan öğrendiklerimle değil de dokuz - on yaşımda yaşadıklarımla aktarmak istediğim "ihtilâl" (darbe denmezdi o zaman).

    12 eylül 1980'de ilkokul 4'e yeni geçmiştim. hemen öncesini çok iyi hatırlıyorum. ilkokul üçteyken, yanımızda bizden büyük ağabey ve ablaların okuduğu ticaret meslek lisesinin bahçesinde haftada iki - üç silahlı çatışma çıkar, gözümüzün önünde gencecik çocuklar birbirlerini yüzlerinden, enselerinden, başlarından vurup öldürürlerdi. alışmıştık artık, her "pat" sesini duyduğumuzda topluca yere yatıyorduk. sonra birileri ticaret meslek lisesini bombalamaya karar verdi ancak adresi şaşırıp bizim ilkokulda patlattı paketi, o zaman da sıraların arasına saklandık. bombalayacağı yerin kapısında kocaman harflerle ilkokul yazıyor, okuma yazması yok mudur bu adamın diye de şaşırmıştık çocuk halimizle.

    çocukken görüp bir şekilde alıştıklarımızın ne kadar korkunç şeyler olduğunu şimdi anlayabiliyorum. o zaman normal geliyordu, büyüyünce biz de tabancayla vuracağız - vurulacağız sanıyorduk.

    ancak o dönemi bir de anne babalarımızın yüzlerinde gördüklerimizle hatırlıyorum; bombaların patlamasından ya da insanların yanıbaşımızda kafalarının parçalanmasından bile daha korkutucuydu onların hislerinden bizlere yansıyanlar. cumhuriyet gazetesi alınırdı eve ancak sokakta gazeteyi alıp da elinde görünecek şekilde gezemezdi büyükler, ya da dolmuşta çocuk aklınızla ağzınızdan kaçırdığınız bir iki isim ya da kelime (erbakan - türkeş - ecevit - terör - komünist - ülkücü...) annenizle babanızın ecel terleri dökmelerine sebep olurdu.

    70'lerde özgürlük olduğunu iddia edenler ne yaşadı, ne gördü bilemem (özgürlük yoktu vs. demiyorum, ben çocuktum ve bilmiyordum) ancak sokakta yürürken vurulmaktan korkmanın nasıl bir özgürlük olduğunu da ben hatırlayamıyorum. benim çocuk gözümle gördüğüm ve hala da hatırladığım tek şey büyük bir eziklik ve müthiş bir korkuydu. o kadar çok masum insan taranıyor ve bombalanıyordu ki, yürürken yerde bulduğun misket için bile endişe edebiliyordu anne - babalar, aman patlar belki, boşver alma diye. herhalde çocuk sahibi olunca daha da iyi anlayabileceğim o korkuları.

    onların sonradan telaffuz ettikleri en büyük endişeleri, bizim büyüyor ve "belaya" giderek daha çok yaklaşıyor oluşumuzdu.

    insanlar o kadar sindirilmiş ve korkmuş durumdaydı ki 12 eylül günü ve sonrasında tanıdığım herkesin müthiş rahatlamış olduğunu hatırlıyorum. sonrasını doğal olarak umursamıyordu o anda insanlar.

    derken ihtilâl denen şeyle çocuk olarak tanıştık. yeni okuluma başlamıştım*. ilkokulumuzun bahçesine karargâh kurulmuştu, panzer, cipler ve silahlı askerler arasında teneffüse çıkıyorduk. her sınıfa bir asker koydular, öğretmenlerin "başlarına buyruk" ders yapmamaları için. sonra müdür ilgili komutanla görüştü, "çocuklar korkuyor" özetli bir açıklamayla. askerler sınıflardan çıktı ama sınıfların kapısı açık kalacak ve askerler de dışarıda, sınıf kapılarının hemen yanında bekleyecekti. uzunca bir süre böyle ders gördük. derken bir gün okulun kütüphanesini aramak geldi akıllarına. içeride ne kadar aziz nesin ve samed behrengi kitabı varsa toplanıp bahçede yakıldı. çocuk yaşımda en severek okuduğum iki yazarın kitaplarının yakılması, bir yıl önce gençlerin birbirini vurması kadar ürkütücü bir manzaraydı benim için.

    çok da haktan - hukuktan, anayasadan - demokrasiden filan anlamaya gerek yok. oniki eylül öncesi sürekli bir ölüm korkusuyla yaşıyordu insanlar. ancak 12 eylül'den sonrası bambaşka bir karanlık çöktü, bu karanlığın hala dağılmadığını ve giderek başka şeylere dönüştüğünü de gören gözler farkediyordur. son 20 küsur senedir birbirinden cahil gençler "yetiştiriliyor". o dönemde dinci kesimin pohpohlanmasının somut sonuçlarını yaşıyoruz. gençler okumuyorlar, dolayısıyla kendi dillerini doğru dürüst kullanamadıkları gibi düşüncelerini de dillendirebilmekten yoksun kaldılar. başka kültürlere ilgileri, farklılıklara tahammülleri yok. az sayıda düzgün ve kendini eğiten çocuklar vardır mutlaka, ama bütün toplum bok varmış gibi kurtlar vadisi oldu. günümüzde yaşanan bütün popüler akımlar 12 eylül'ün amaçlarının ister istemez uzantısı durumunda.

    bundan sonrası belli, türkiye islami bir amerika olacak. birilerinin "böyle" bir ülkenin varlığına ihtiyacı vardı diye milyonlarca genç harcandı. kimisi hayatını verdi, kimisi de şu andakiler gibi kişiliğini. daha neler göreceğiz bakalım?

    konu dışı edit:

    bu yazdıklarımın üzerine hiç ummadığım bir eleştiriyi çeşitli kereler aldım. arkadaşlar şuraya takılmıştı: "atma şimdi, din kardeşiyiz, çocuk ne anlar behrengi'den, nesin'den, o yaşta okunmaz ki o kitaplar, okusan bile anlayamazsın". bu edit'in amacı kendilerine herhangi bir cevap vermek değil. sadece böyle insanların da olduğunun bilinmesini istedim.
  • babaların kaçak pall mall içtiği, akşamları yemekten sonra ailecek televizyon izlenen günlerdi. semt pazarlarından ellerinde filelerle dönerdi alışverişe çıkanlar ya da büyük alışverişler için "beyoğlu'na çıkılır"dı. gazeteler siyah beyaz, dünya ise rengarenkti. trt 1 izlenirdi...

    küçüktük ufacıktık, top oynamış acıkmıştık. ertesi sabah okul var mıydı? önemi yok, mızırdanarak yataklarımıza yollanmıştık. geceyi renkli rüyaların koynunda geçirmiştik. uyandığımız sabah ise siyah beyaz bir sabah oldu.

    - baba polis amcalar niye gelmişler?
    - polis değil, jandarma onlar.
    - hımm, ne kadar kalabalıklar...
    - şimdi evi aramaya gelecekler. indirelim şunları bodruma haydi...
    - neden? neden arayacaklar evimizi? ne arıyorlar? kitapları niye indiriyoruz bodruma?
    - darbe oldu. herşey değişti, sonra anlatırım. tut şunların ucundan haydi. hazinemizi saklıyoruz onlardan şimdi, tamam mı?

    kaçak sigaraları da sakladık bodruma kitaplarla birlikte. saklambaç oyunun ebesi çoktu. hepsinin silahları vardı. çok heyecanlıydı! bodrum kapısını kamufle edecek koca kilimi dekorasyon malzemesi olarak kullanmak benim fikrimdi. bakalım bu abiler bulabilecekler miydi bizim gizli hazinemizi? belki sonra da dekman oynardık hem... geldiler, heryeri aradılar... bodrum kapısının önünden geçip durdular. ama kitaplarımızı ve sigaralarımızı bulamadılar...

    sokakta oyun oynayamayacağımızı öğrendik. evin içinde oyunlar icat ettik biz de... bir zaman sonra, hazinelerini iyi saklayamamış ya da saklamamış ailelerin çocukları belirsiz bir süre babasız kaldı. kadınlar, çocuklar ve yaşlılardan oluşan bir köyde yaşadık 12 eylül gününden sonraki yıllar. alıştık... belirsiz bir süreliğine, herşeye.
  • ülkemiz siyasi hayatındaki en önemli olaylardan biri de 12 eylül ihtilalidir. çok partili hayata geçişten itibaren, geleneksel olarak, her on yılda bir gerçekleşen darbe/muhtıraların son ayağı olan bu darbe, siyasi hayatı kökünden değiştirmekle kalmamış, türk halkını, etkilerini günümüze kadar sürdüren bir durumla karşı karşıya bırakmıştır.

    darbenin ana nedeni olarak sağ – sol çatışmaları görünse de asıl nedenler daha eskilere dayanmaktadır. darbenin sebebinin incelenmesi, 1974 petrol bunalımı ile başlayabilir. işbu petrol bunalımı nedeniyle, başta enflasyon olmak üzere, oluşan ekonomik olumsuzluklar, özellikle sol meslek gruplarını ve sendikaları halkın tepkilerini yansıtmaya zorladı. oluşan huzursuzluk ortamı, sağ - sol kavgalarını tırmandırdı. hükümetin, huzuru sağlamak için, 1977’de devlet güvenlik mahkemelerini kurmaya çalışması, chp ve sendikaların yoğun protestosu üzerine mümkün olmadı. tam bu arada meydana gelen 1 mayıs katliamı ve olay faillerinin yakalanamaması, hükümetin tutumunun bir göstergesi sayılmıştır.

    bu olayların sonunda, mutabakata varılarak erken seçime gitme kararı alındı fakat seçim sonuçları çoğunluk sağlayacak bir parti olmadığını gösteriyordu. 21 temmuz 1977’de msp – mhp – ap hükümeti kuruldu. bu koalisyona karşı çıkan milletvekilleri yüzünde çoğunluğu yitiren koalisyon, chp’ye katılan bu milletvekillerinin verdiği bir gensoru önergesiyle düşürüldü, chp, tek başına iktidar oldu.

    başbakan olan bülent ecevit, giderek tansiyonu artan olaylarla başa çıkamadı. malatya’da nisan, kahramanmaraş’ta aralık aylarında mezhep ayrılıkları yüzünden çıkan çatışmalarda yüzden fazla kişi öldü, on üç ilde sıkı yönetim uygulamasına geçildi (adana, ankara, bingöl, elazığ, erzincan, erzurum, gaziantep, istanbul, kars, malatya, kahramanmaraş, sivas, şanlıurfa).

    ekim 1979’da yapılan ara seçimle, mhp ve msp’nin de dışarıdan desteklediği bir azınlık hükümetiyle tekrar süleyman demirel hükümeti başa geliyordu. tam bu sıralarda ülkenin genel durumundan rahatsız olan genelkurmay başkanı kenan evren ve kuvvet komutanları, 27 aralık 1979’da, cumhurbaşkanına bir açık mektup yazıyor (türk silahlı kuvvetleri’nin görüşü), particiliğin bir tarafa atılarak ülkenin sağlam adımlarla, kaos ortamından düze çıkarılması gerektiğini öneriyordu ki bu darbenin ilk sinyallerinden sayılabilir. iktidara yeni gelen ap, bu mektubun kendilerini bağlamadığını söylerken, chp ise topu demirel’e atarak, kendisinin de aynı uyarılarda bulunmuş olduğunu belirtiyordu.

    demirel, sorunların kaynağının iktisadi olduğunu düşünerek bir dizi önlem almaya girişmiştir. “24 ocak kararları” adı verilen bu önlemler, imf’in önerdiği bir paket çerçevesinde uygulandı. devalüasyon yapıldı, sıkı para politikası uygulandı, iç talep kısılarak, satımlar dışa yönlendirilmeye çalışıldı, fakat bu sistem çok partili demokrasiyle beraber yürümedi.
    tüm olanların üzerine bir de cumhurbaşkanlığı seçimi eklendi. 6 nisan’da fahri korutürk’ün görev süresinin dolması üzerine, 15 gün öncesinden yeni cumhurbaşkanının seçilmesi gerekiyor ancak hiçbir parti 2/3 çoğunluğu sağlayamıyordu. turların iyice uzaması hem yönetim kademesini hem de vatandaşı çıkmaza sokmuştu. durum öyle bir hal almıştı ki sandıktan zeki müren ve türkan şoray isimlerinin çıktığı bile söylenmeye başlanmıştı. seçimlerdeki bu belirsizlik hem askerin, sivil yönetime güvenini kırıyordu hem de 1982 anayasası’nda, cumhurbaşkanlığı seçimini sağlam temellere dayandıracak adımların atılmasına neden olacaktı.

    terörist eylemlerin bir iç savaş ortamı yarattığı, günde ortalama on kişinin öldürüldüğü bu dönemde (ağustos 1980’de 258 ölü, 468 yaralı) 6 eylül günü msp’nin düzenlediği “kudüs’ü kurtarma yürüyüşü”nde anti – laik sloganlar atılmış, şeriat düzenine duyulan özlem gösterilmiştir.
    nihayet beklenen oldu ve ordu, aylardır beklenen; zaten ordu içerisinde de planlanmakta olan hamlesini yaparak, tüm emir – komuta zinciri içerisinde , saat sabaha karşı 03:00’de, bayrak harekatı’nı uygulamaya koydu ve saat 04:00’da milli güvenlik kurulu’nun ilk bildirisi radyodan yayımlandı:

    “yüce türk milleti;
    büyük atatürk'ün bize emanet ettiği ülkesi ve milletiyle bir bütün olan, türkiye cumhuriyeti devleti, son yıllarda izlediğimiz gibi dış ve iç düşmanların tahrikiyle, varlığına rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içindedir.

    devlet, başlıca organları ile işlemez duruma getirilmiş, anayasal kuruluşlar tezat veya suskunluğa bürünmüş, siyasi partiler kısır çekişmeler ve uzlaşmaz tutumları ile devleti kurtaracak birlik ve beraberliği sağlayamamışlar ve lüzumlu tedbirleri almamışlardır. böylece yıkıcı ve bölücü mihraklar faaliyetlerini alabildiğine arttırmışlar ve vatandaşların can ve mal güvenliği tehlikeye düşmüştür.

    atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık ideolojik fikirler üretilerek, sistemli bir şekilde ve haince, ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idare sistemi, yargı organları, iç güvenlik teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi partiler ve nihayet yurdumuzun en masum köşelerindeki yurttaşlarımız dahi saldırı ve baskı altında tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine getirilmişlerdir. kısaca devlet güçsüz bırakılmış ve acze düşürülmüştür.

    aziz türk milleti;
    işte bu ortam içerisinde türk silahlı kuvvetleri, iç hizmet kanununun verdiği türkiye cumhuriyetini kollama ve koruma görevini yüce türk milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünü ile el koymuştur.

    girişilen harekâtın amacı, ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmaktır.

    parlamento ve hükümet feshedilmiştir. parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır.
    bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir.
    yurt dışına çıkışlar yasaklanmıştır.

    vatandaşların can ve mal güvenliğini süratle sağlamak bakımından saat 05.00'den itibaren ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı konulmuştur.
    bu kollama ve koruma harekâtı hakkında teferruatlı açıklama bugün saat 13.00'teki türkiye radyoları ve televizyonunun haber bülteninde tarafımdan yapılacaktır. vatandaşların sükûnet içinde radyo ve televizyonları başında, yayımlanacak bildirileri izlemelerini ve bunlara tam uymalarını ve bağrından çıkan türk silahlı kuvvetlerine güvenmelerini beklerim"

    bu açıklamanın ardından genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının oluşturduğu mgk, ülkeyi yönetmeye başlamıştır. kenan evren, ilerleyen günlerde yaptığı açıklamalarda, hızlı kalkınmanın gerçekleştirilmesi, yönetimin tarafsızlaştırılması, işçilerin – mevcut koşullar dahilinde – haklarının korunması gibi önlemlerle ülkenin huzura kavuşacağını bildirmiştir.
    parlamento ve hükümet feshedildi, üyelerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı, siyasi partilerin faaliyetleri durduruldu ve genel başkanları gözetim altına alındı. emekli oramiral bülent ulusu yönetiminde bir hükümet oluşturuldu (bu hükümetin ekonomi bakanı, 24 ocak kararlarını da hazırlayan turgut özal’dır.). 24 ocak ile başlayan ekonomi politikası sürdürüldü, daha sonra ise mgk kararıyla kurucu meclis kuruldu ve anayasa başta olmak üzere bir çok temel yasa hazırlanmaya başlandı. ekim 1981’de hazırdaki tüm siyasi partiler feshedildi. hazırlanan anayasa, 6 kasım 1982’de bir referandumla, ezici bir çoğunlukla (% 93 - % 7) kabul edildi. aynı referandum ile mgk ve genelkurmay başkanı kenan evren de cumhurbaşkanı seçildi.

    bir not olarak belirtmek gerekir ki 1982 anayasası, 1961’de çok daha farklı özellikler taşımaktaydı. 1961’in nispeten liberal anlayışını bu anayasada görememekteyiz. progresif bir özgürleşme hareketinin görüldüğü dünyamızda bu anayasa, mustafa erdoğan’ın deyimiyle “anayasacılıkta atılmış geri bir adımdır”. öyle ki hazırlanan otoriter anayasa taslağı bile üst düzey komutanlarca beğenilmemiş, daha sert maddelerin koyulması istenmişti.

    uzun süren yasaklardan sonra nihayet mayıs 1983’te tekrar siyasi parti kurulma izni verildi. ilk olarak eski orgeneral turgut sunalp’in liderliğindeki milliyetçi demokrasi partisi (mdp), daha sonra ise 82’deki “banker olayı”ndan sonra bakanlıktan istifa eden turgut özal’ın anavatan partisi (anap), eski müsteşarlardan necdet calp’in halkçı parti’si kuruldu. haziran ayında ise erdal inönü’nün kurduğu sosyal demokrasi partisi’ni (sodep) ve yıldırım avcı’nın kurduğu, ap tabanına yönelen dyp’yi görmek mümkündür.
    6 kasım 1983’te yapılan genel seçimlere hp, anap ve mdp katıldı. dyp ve sodep ise mgk’nın vetosuna takıldı. seçimlerin sonuçlarına göre, birleştirici eğilimde olan anap oyların %45’ini alarak tek başına iktidara geldi., devletçi hp % 30 turgut sunalp’i12 n eylül rejimi takipçisi ve cunta tarafından desteklenen mdp’si ise beklenenin çok altında %23.2 oy aldı.

    sonuç olarak, darbenin hemen ardından, özellikle kenan evren’in cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra sivil yönetime doğru meyilleşen bir siyasi anlayış görülmektedir. nitekim bu anlayış 27 mayıs ihtilalinden ve 12 mart muhtırasından sonra da görülen bir anlayıştır ve uğur mumcu’ya göre “türk silahlı kuvvetleri, çok partili yaşama adımımızı attığımız günden bu yana oluşa gelen olaylar karşısında hiçbir zaman sürekli ve kalıcı bir askeri yönetim kurmayı düşünmemiştir. bu tutum, değeri çok sonra anlaşılacak bir büyük güvencedir.”
  • ülkenin bugününün mimarı olan aşağılık bir darbenin gerçekleştiği tarihtir 12 eylül 1980.

    yukarıda biri 12 eylülün “irticacıların, etnik bölücülerin, şeriatçıların, komünizm getirme heveslilerinin” “çanına ot tıkadığını” yazmış.

    tey allahım… ulan ne utanmaz adamlarsınız be.

    hadi kimsenin bilgisi yok sanıp tarihi çarpıtıyorsunuz da be mübarekler, şu an içinde olduğumuz cehennemi bize nasıl yutturacaksınız peki?

    12 eylül askeri darbesi sadece ve sadece solun ve solcuların, ülkenin aydınlık yarınlarının ve inanmayacaksınız ama cuntacıların dillerinden hiç düşürmedikleri “atatürkçülüğün ve kemalizmin” çanına ot tıkamıştır maalesef.

    12 eylül etnik bölücülerin canına od tıkamış diyorsunuz ya bir bakalım isterseniz öyle mi olmuş:

    12 eylül 1980 öncesi kürt siyasal hareketleri içinde demokratik yollarla siyaset yapmayı savunan yaklaşımlar güçlüyken ve pkk'nın esamesi bile okunmazken, 12 eylül faşizminin diyarbakır cezaevinde uyguladığı aşağılık ve korkunç işkenceler, baskılar ve zulüm sonrasında pkk palazlanmış, tabanını güçlendirmiş ve tarih sahnesine 1984 yılında daha aktif, militan ve güçlü bir örgüt olarak çıkmıştır.
    yani 12 eylül faşist darbesi etnik terörün ve pkk'nın en önemli nedenlerinden biridir. 12 eylül faşist darbesi pkk'nın güçlenmesinin asıl sebeplerinden ve terörün asıl kaynaklarından biridir.

    eruh şemdinli baskınları başlığına bir gidip bakın bakalım cahiller sizi.
    bir de mesela diyarbakır cezaevi falan başlıklarına da bir uğrayın.

    12 eylül irticacıların ve şeriatçıların canına od tıkamış öyle mi? bir bakalım isterseniz öyle mi olmuş:

    12 eylül 1980 faşist darbesi sola ve solculara karşı siyasal islamın güçlenmesi için tüm cumhuriyet tarihi boyunca hiç kimsenin ve hiç bir iktidarın başaramadığı ölçüde tarikatların ve dinci yapıların örgütlenip güçlenmesine ortam hazırlamış, destek vermiştir. kuran kursları ve imam hatiplerin ana kucağıdır 12 eylül 1980 darbesi.

    12 eylül öncesinde ülkede özellikle solun ve sendikaların dolayısıyla örgütlü toplumun güçlü olması nedeniyle demokratik haklar ve laiklik mücadelesi çok güçlüdür.

    12 eylül faşizmi ile birlikte adım adım imam hatiplerin, kuran kurslarının yaygınlaştırılması yoluyla tarikatların devlet eliyle güçlendirilmesi nedeniyle bugünlere gelindi.

    bakın bugün zaten uygulamada neredeyse bitirilmiş olan laikliğin anayasadan da çıkarılmasını oylamaya sunmayı önerecek kadar güçlendiyse ve palazlandıysa dinci tayfa bunun en önemli sebeplerinden biridir 12 eylül.
    12 eylülde canına od tıkandığını iddia ettiğiniz şeriatçı, irticacı yapılar ve başta fetullah gülen gibi figürler 12 eylülün kucağında büyütüldü.
    ulan adamlar güle oynaya, tatlı tatlı, adım adım iktidara geldiler be 12 eylülün gül döşediği yollardan. rejimi değiştirdiler, fatiha'sını okuyorlar hangi durdurulmuş irticadan, şeriattan söz ediyorsunuz gafiller?

    12 eylül darbeci faşist generallerinin ağzından “atatürk ve atatürkçülük” lafı hiç düşmezdi ancak gerçek kemalistler bilirler ki atatürk'e ve atatürkçülüğe en büyük darbeyi 12 eylül cuntası vurmuştur.

    çünkü darbeciler yaptıkları bütün alçaklıkları, kötülükleri atatürkçülük adına yaptıklarını söylüyorlardı.

    kemalizmin solla bağının kopmasının dolayısıyla da hem solun hem de kemalizmin zayıflamasının en önemli nedenlerinden biridir 12 eylül faşist darbesi.
    kemalizmin ilerici ve devrimci kimliği 12 eylül darbesinin “kofti atatürkçülüğü” yüzünden aşınmış ve “ulusalcılık” denen amorf garabet kemalizmin neredeyse içini boşaltmıştır.
    halkın büyük kısmında köklü olan mustafa kemal atatürk sevgisi de yine bu 12 eylülcülerin yaygınlaştırdığı kofti atatürkçülük yüzünden bugün 12 eylül öncesine göre kat kat daha fazla zayıflamıştır.

    12 eylül 1980 faşist darbesi;
    ülkemizin üzerinden silindir gibi geçmiş, ülkeyi yıllarca bir açık hava cezaevine ve işkencehaneye çevirmiş, ülkenin demokratikleşme ve gelişme hikayesine büyük darbe vurmuş, emekçi sınıfların örgütlü gücünü ve etkinliğini kırmış ve bugün bütün bir halk olarak canımızı yakan ne varsa; yoksulluk, cehalet, terör, şiddet, bağımsızlığımızın ve laikliğin kaybı vs. vs. vs. her kötülüğün ama her kötülüğün ana sebeplerinden biri olmuştur.

    kenan evren ve diğer cuntacılar yaşarken maalesef cezalarını çekmediler. bu bir derttir.

    en azından çeke, çeke, kan sıçarak geberseydiler bari.

    edit:
    12 eylül darbesi sonrasında:

    1 milyon kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
    açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, yaklaşık 100 bin kişi 'örgüt üyesi' olmak suçundan yargılandı.
    7000 kişi için idam istendi, 517 kişiye ölüm cezası verildi, 259 kişinin idam dosyası meclis'e gönderildi, 55 kişi idam edildi, 17 yaşındaki erdal eren idam edildi.
    binlerce kişiye müebbet hapis cezası, onbinlerce kişiye çeşitli hapis cezaları verildi.

    30 bin kişi yurtdışına gitmek zorunda kaldı. 4 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı, 388 bin kişiye pasaport verilmedi.
    30 bin kişi sakıncalı oldukları gerekçesiyle işten çıkarıldı,
    171 kişinin işkenceden öldüğü belgelerle kanıtlandı, işkence sonucu ölen diğer yüzlerce insan resmi kayıtlara giremedi, metris, mamak, diyarbakır gibi büyük cezaevleri işkencecilerin sayısız yeni işkenceyi denediği yerler haline geldi,
    diyarbakır cezaevinde 14 kişi açlık grevlerinde yaşamını kaybetti,
    300 gazeteci saldırıya uğradı, 3 gazeteci öldürüldü, gazeteciler hakkında toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi,
    13 büyük gazete için 303 dava açıldı, gazetecilere toplam 3315 yıl 6 ay hapis cezası verildi, gazeteler 300 gün kapatıldı,
    49 ton gazete, dergi ve kitap sakıncalı olduğu gerekçesiyle imha edildi,
    23 667 derneğin faaliyeti durduruldu,
    937 film sakıncalı bulunduğu gerekçesiyle yasaklandı.

    @marry wollstonecraft ve @tolgahan ve dans grubu suserlerimizin uyarısıyla “çanına ot tıkamak” olarak değişti.
  • 1980 yilinda orgeneral kenan evren (bkz: netekim) tarafindan "bu demokrasinin bize bol geldigi"nin ilan edildigi ve devletin yonetimine el koyularak iskenceler ve idamlarla memleketin huzur(!) bulmasina, apolotik ve uyuz bir genclik icin politikalara uygun zemin hazirlanmasina (bkz: nasil bir nesil geliyor arkadan), turkiye cumhuriyeti tarihinde ucuncu bir utanca adim atildigi tarih.
  • darbelerin darbesidir. en baba darbedir.
    korkunun sessiz çığlıkları. darbe olmadan bir gün önce sokağa çıkmanın olanaksız olduğu bir dönemdi. nasılsa darbe oldu aaa birde baktık ki ortalık süt liman iyi de ne oldu bu olayları yaratanlar nereye gitti. bunlar göğe çekilmedi ya. dernekler kapandı. işçiler haklarını alamadığı gibi grev haklarıda elerinden alındı. işçi memur maaşlarına zam istemek ne demek adı bile anılamadı. ne verirlerse onu alacaksın ve susacaksın dendi. üniversitelerin özerkliği kalmadı. suskun, apolitik, köşe dönmeci bir zihniyetin egemen olduğu bir gençlik yaratıldı. kültür yerlere döküldü. şehirlere muazzam göç başladı. akın akın gelenler sonucunda şehirlerin etrafında korkutucu boyutlarda varoşlar oluştu. bu varoşlara yerleşenler ne tam köylü ne de kentli oldular. köylerinden kopamadılar, kentede uyum sağlayamadılar. kendi aralarında gettolaştılar. ucuz insan gücü haline geldiler. kısacası 12 eylül darbesi dış düşmanların yapamadığını yaptı. yeni nesli bu günkü hale getirdi. kültür emparyalizminin sahneleyecisi oldu. ülkeye yazık oldu. insana yazık oldu. gençliğe yazık oldu. bir kuşak gençlik yitip gitti. hiç kimse de ne oldu, ne oluyor demedi, diyemedi.
  • 11 eylül 1980 konya "şeriat isteriz" mitinginden 12 saat sonra gerçekleştirilmiş askeri darbe. bir ayıbı örtmek isterken bin ayıba yol açmış, düşünmekten korkan bir gençlik yaratmış ve şeriat yanlılarına istediklerinden de daha uygun bir zemin hazırlamıştır.
hesabın var mı? giriş yap