• travis tam konser alanına girerken, fonda bir konuşma kaydı duyuluyordu. travis önceden mi ayarladı bilmem ama, fonda bu kayıt duyulurken sahneye çıkıp seyirciye arkalarını döndüler. sonra tam kayıt "i am mad as hell, and i’m not going to take this anymore" diyerek bittiği anda, grup üyeleri çoşkuyla seyirciye dönüp ilk şarkılarına başladılar. işte demem o ki, o anda duyulan ses kaydı 1976 yapımı network filminde peter finch tarafından seslendirilmiş efsanevi repliğe aittir. konserle ilgili gerekli tüm bilgiler yazıldıktan sonra, böylesi gereksiz bir bilgiyle kendimi belli edeyim dedim. huzurluyum.
  • eğer 17 yaşında yalan söylemişseniz, oasis'in wonderwall şarkısındaki wonderwall un anlamını çözememişseniz, sağınız solunuzda, solunuz sağınızdaysa, her daim pencerenizde çiçekler varsa, bazen yağmurlar sadece sizin üstünüze yağıyorsa ve sevdiğinizin biraz daha yakınınıza gelip size güvenmesi gerekiyorsa, bu sizin için gidilmesi farz olan bir konserdir.
  • kelimelere dökmekte zorlandığım konserdir.
    öncelikle şunu söylemeliyim ki benim için 2008in en önemli etkinliği bu travis konseri olsa da konser biletiyle ankara-istanbul gidiş dönüş biletini aynı gün almam nedeniyle "ulan travis bugüne kadar benim için ne yapmış da ben bütün paramı bu adamlara harcıyorum?" diye söylenmekteydim. bir taraftan da konser heyecanı vardı tabii. sabahın köründe yola çıkıldı, istanbula varıldı, "istiklali görmeden de olmaz ki canım" mantalitesiyle önce taksime ardından da parkormana geçildi. (cümle çok edilgen oldu be!)

    kapı açılışı olan 4ten önce kapıdaydık. sıra yeni yeni uzamaya başlıyordu. pek sosyal bi amca sıradaki grupları tek tek dolaşıp "gençler 4 dedik ama açamıyoruz şimdi. bi 15 dakika geç açabilicez" diyerek organizasyon adına puan topladı. (gerçi 15 dk falan yalanmış yaklaşık bir saat bekledik sonra) 5 civarı parkormana saldık kendimizi, doğrudan sahne önüne atıldık. yer tutmak lazımdı tabii. arada ihtiyaçlarımız için (tuvalet, gıda, su, bi de alkol) gidip geldiysek de sahne önünden pek ayrılmadık. (yerime geri dönerken yardığım kalabalıkta beni anlayışla karşılayan herkese çok teşekkür ediyorum, zaten acayip anlayışlı ve pozitif bi kitle vardı. keşke bütün ülke böyle güzel insanlarla dolsa taşsa dedim. belki sırada beklerken "ya biz bu votkayı fazla almışız, al senin olsun!" diyen kızın da etkisiyle içimdeki insan sevgisi iyice kabarmıştı, bilemiyorum *)

    organizasyon bir açıdan artı puan bir açıdan eksi puan aldı. eksiyle başlayalım: adamlar konsere kaç kişinin geldiğinden, kaç bilet sattıklarından habersizler. sen binlerce insan topla ondan sora iki kabin kızlar tuvaleti, iki kabin + iki pisuvar erkekler tuvaletinin yeterli olacağını düşün, olacak iş değil. insanların saatleri tuvalet kuyruğunda geçti. keza yiyecek içecek için tek noktadan fiş kesiliyordu ve o kuyruklar da çekilir gibi değildi. bir votka almak için 40 dakika beklemek pek hoş bir şey değildi. biranın votkadan pahalı olması ise bir votka festivalinde biranın daha fazla içilmesini engellemek için yapılmış gibiydi. firma açısından gayet mantıklı bir hamleydi ama biraseverler pek hoşnut kalmadılar bu durumdan. organizasyonun artısı ise çıkan grupların çok dakik olmasıydı. trt gibi organizasyondu valla bu açıdan.

    19:00'da sakin çıktı. albüm sağlam, şarkılar güzel, sahne performansı taş gibi ama solistin o tavırları neydi öyle? "bak sahnede ne kadar rahatım ben" tavrıları şımarıklık noktasına gelmişti ve şarkı arasındaki konuşmalar çok enteresandı. hani belki dokuz tane albümü platin plak seviyesine gelse bu tarzını normal karşılacaktık ama hele otur bi soluklan yigenim daha ilk albümünüz bir kaç ay önce çıktı. diğer grup elemanları ise mülayim tavırları ve enstrüman hakimiyetleriyle tam puan aldılar.

    20:00'da mor ve ötesi çıktı. en önemli kısmı şuydu: 23 çaldılar!!
    detaylı bilgi için (bkz: 27 haziran 2008 mor ve ötesi konseri)

    21:30 olduğunda ise travis çıkmak üzereydi. (hah entrinin esas kısmına anca gelebildik)
    why does it always rain on meyi dinlediğimiz ilk günden beri türkiyeye gelmelerini beklediğimiz grup nihayet karşımızdaydı işte. grup sahneye ilk çıktığında özellikle fran healy çok tedirgin görünüyordu. bir tek douglas payne * sırıtıyor gibiydi. ikinci şarkı olarak pipe dreams girdiğinde bile hala bi tedirginlik vardı adamlarda. çok sevdiğim şarkılar çalınıyordu ama ben "lan niye geldim buraya ya" modundaydım, üzgündüm. organizasyonla bi sorun yaşamışlar gibi geldi, ve konser boyunca böyle gergin çalacaklarını düşünerek mutsuz mutsuz seyrediyordum. derken muhteşem seyirci topluluğu sayesinde bir anda ekibin keyfi öyle bir yerine geldi ki. o noktaya kadar amatör ruha özgü "acaba beğenecekler mi bizi?" endişesiyle çaldıklarını düşünmeden edemedim - ki bu bile çok sevimli geldi bana. frani mutlu gördüğümde ağzımı toparlayamamaya başladım, biliyorum burda tarif etmek çok güç ama o an travisle aramdaki bağın çok farklı bir şey olduğunu farkettim. adamları mutlu görmenin verdiği huzur bambaşka bir şeydi. o gülümseyişin kaynağı olduğumu düşünmek ise (binlerce seyirciyle beraber) mütemadiyen yeni gelin gibi sırıtmama neden oluyordu.

    en zıplanamaz denen şarkıda bile (nasıl bi tanımsa) coşulabileceğini, ana dili ingilizce olmayan bir seyirci topluluğunun neredeyse bütün şarkıları hep bir ağızdan söyleyebileceğini göstermiş olduk travise. fran bazen ne yapacağını şaşırdı. seyirciyi dinlerken şarkı sözlerini karıştırdı, güldü. sık sık birbirlerine baktılar "oha lan ne güzel di mi" dercesine. fran espriler yaptı, ağır iskoç aksanına rağmen anlaşılır konuştu. (konser dvdlerinde bu kadar anlayamamıştım kendisini) douglas payne konser boyunca bas gitarıyla sevişti, kafasını sallayarak bütün seyicileri kesti, ama ne kesiş! seyirciyi gözüyle yedi diyeceğim ama bu adam bir bakışta, sevişme sonrası sigarasını yakma aşamasına bile geldi desem daha doğru olacak. gitarist andrew dunlop sahne kenarına çıkıp gitarını yere dayayarak çalma, mikrofon ayağıyla solo atma gibi son derece rock n roll olaylara girerek bizleri mest etti. davulcu neil primroseu arkada kaldığından pek göremesek de görevini başarıyla yerine getirdiğini duyabiliyorduk. aralarda da tebessümlerine gülücüklerle karşılık veriyorduk.

    konserin en samimi anıysa 5 elemanın bir araya gelip (klavyelerle ilgilenen claes björklund da dahil), elinde akustik gitar franin çevresinde toplanıp tek gitarla hep bir ağızdan flowers in the window söylemesiydi. hatta şarkının bir kısmında gitar franin omzuna asılı, akorları sol taraftan andy basıyor, ritmi sağ taraftan dougie atıyordu ki ben hiçbir konserde böyle sevimli bir sahne görmedim! (hatta o noktada "yahu böyle grubum olsun, bir milyon dolar borcum olsun" diye düşünmeden edemedim.)

    ilk defa türkiyede çalınan dört şarkıya yer verdiler. biri j smithti. ki gerçekten 3 dakikalık rock operası formatında, dinler dinlemez kafada dönmeye başlayan başarılı bir şarkı. diğer şarkılarda da gördük ki yeni albüm daha az akustik daha çok rock n roll olacak. andy daha çok solo atacak, fran elektro gitarını kolay kolay omzundan çıkarmayacak. eski rock gruplarından etkilendiklerini ve ortaya yine travise özgü ilk albüme * daha yakın bir sound çıktığını düşündüm.

    şarkı seçimi genelde tatmin ediciydi. genelde diyorum, çünkü çalınmasına garanti gözüyle baktığımız my eyesın eksikliği derinden yaraladı. re-offender da eksikliği hissedilenler arasındaydı. (daha bir sürü güzel şarkı vardı tabii çalınsa mutlu olacağımız ama bu ikisini çalmamazlık etmezler diyorduk) happy to hang around ise beklemesek de eğer çalınsaydı konser daha da eşsiz bir hal alacaktı. ha, tabii bir de keşke why does it always rain on mede yağmur yağsaydı. yine de açılan onca şemsiye çok hoş görünüyordu. (düz sarı şemsiyeli kız, how i met your mother çağrışımı yaptı bende doğrudan. ted, oğlum senin hatun buralarda geziyor haberin ola!) konser beklendiği üzere bu şarkıyla kapandı.

    arada selfish jeanle zıplamaktan kudurduk, closerda seyircinin sesi enstrümanları bile bastırdı, turn çalınması bendenizi acayip mutlu etti. writing to reach you, sing, side, pipe dreams, as you are, driftwood, blue flashing light, all i want to do is rock, beautiful occupation, love will come though gibi şarkılar bizi bütün sene yetecek kadar mutlu etti. bütün sene diyorum çünkü öbür yaza kadar yeniden gelmelerini bekliyorum. hatta bir sorun çıkmazsa kesin gelirler diyorum, seyircinin grubu böylesine bağrına basmasının ve elemanların bile hayretler içerisinde kalmasının ardından. zaten fran de "see you soon" diyerek ayrıldı huzurlarımızdan.

    ben de biletleri aldığım günden beri kafamda dönen "travis bugüne kadar benim için ne yapmış ki lan?" sorusuna çok sağlam bir cevap bulmuş oldum: adamlar mutluluğu vermişler bana doğrudan, bunca yıldır birbirlerine olan bağlılıklarıyla, pozitiflikleriyle, seyirciyle olan iletişimleriyle, her şeyden öte yağmurlu şehirlerinde yaratıp bizlere gönderdikleri yaşam sevici dolu onlarca şarkılarıyla..

    see you soon!
  • bugune dek gittiklerim arasında bana en farklı hisleri yaşatan konser. hayır konsere gittigim insanlarla alakası yok, hani fonda guzel bir muzik çalar sen de hoşlandıgın insana karşı cesaretini toplarsın falan filan olayı degil bu.

    bir bucuk saat boyunca o kadar huzurluydum ki... sıcak bir yaz gununun, serin, hafif esintili akşamı, arkana dönsen havuzun ışıltısı ile binlerce insanın samimi eğlencesi, önünde akustik gitarını eline almış vokali ile dunyanın en sempatik toplulugu ve şemsiyelerini açmış renkli insanlar. pankart açan arkadaşımıza hak vermedim degil.."heaven is now in front of me" dedim ben de.

    neden en farklı hisleri yaşatan oldugunu anlatayim. çok fazla başarılı konser izledim. artık daha iyisini izleyemem heralde dedigim de oldu. bunların kiminde pogo yaptım, kiminde bütün sinirimi bağıra bağıra atmanın tadını çıkardım, kiminde bir yere oturup adamların yaptıgı virtuoz muzigini alkışladım. ama bu sefer gerçekten çok farklıydı. hangi kelimeler açıklar bilemiyorum ama kısaca keyif almak diyelim biz buna. resmen onlardan biriydim ben de, belki gormediniz ama 5 kişi birbirine sarılıp flowers in the window söylediklerinde ben de arkalarında onlara sarılmış altıncı kişiydim. buyuk ihtimalle siz de. travis belki benim en sevdigim grup degil ama dün en yakın arkadaşım oldu. aferin lan.
  • "rock'n coke iptal olmuş, kime ne!" tadındaki konserler serisinin bir başka halkası..
    (bkz: mutluyuz)
  • 16:00 kapı açılışı ve dream tv dj’leri performans
    19:00 sakin
    20:00 mor ve ötesi
    21:30 travis
    23:30 new model army

    şeklindeki programa bakılırsa travis'in ön grup olduğu konserdir. *

    (bkz: binboamania.blogspot.com)
  • "yillardir bekledigim gunlerden birisi bugunmus benim." dedirten konser.

    kendilerinin de konser basinda dedikleri gibi bir on sene kadar gec geldiler, ama yine de geldiler. malum yuruyerek geliyolarmis falan. velhasil diyecegim sudur ki; ben hayatimda boyle sempatik, boyle sahned eglenen/eglendiren bir grup dinlemedim -ki burada belirtmek isterim ki baya da grup dinlemisligim vardir.

    belki benim overdose travis askimdan, belki de muzikten anlamamazligimdan dolayi bilmiyorum, su gune kadar gittigim ve gordugum performanslar arasinda ilk siraya yerlesmesi zor degil travis'in bu performansi/konseri ile. ha tabi denebilir ki adamlar sing caldi, side caldi, ne kadar basarili bir performans gosterebilir. olay caldiklari sarkilar degil. zaten adamlarin sarkilari ya nese abidesi ya da tokat gibi vuran damar sarkilar. bu performansin ilk siraya yerlesmesinin yegane sebebi seyirci ile diyaloglari ve gercekten saglam bir kiyak yapip -ne kadar dogru tartisilir, bir bilgim yok-, yeni albumleri olan ode to j smith'in adini aldigi sarki j smith'i, kendi deyimleri ile world premier olarak bu konserde calmalari -ki sarki ciddi basarili bir sarki- , sahneden inip bis icin tekrar ciktiklarinda bir ilkokul korosu esliginde mikrofonun arkasinda toplanip hep bir agizdan akustik sekilde flowers in the window soylemeleri, belki cok bir kimsenin favori sarkisi olmasa da benim olan slide show'u, sonunda yer alan bonus track ile birlikte calmalari ve daha nice sebep... bu arada cumle bozuk oldu, bitiremedim, farketmedim degil.

    neyse velhasil yillardir bekledigim bir grubu daha dunya gozu ile gorebildigim icin mutlu ve gururluyum. coldplay ve silverchair kaldi bir de dinleyecegim, sonra mutlu ve huzurlu bir sekilde olebilirim, arka fonda slide show calmasi kaydi ile.

    ha bir de yuruyerek geldikleri icin ayaklari inanilmaz agriyomus bu adamlarin, ayak masajini iyi bilenleri sahne arkasina almayi vaad ettiler, bilmiyorum ne kadar girebilen oldu...

    (bkz: super olay)

    not : bir de bu konser ben her daim mustafa olarak hatirlayacam ki, o apayri bir baslik-entry konusu...

    edit : kasim 2007 deki son konserin playlistinden farkliydi playlist. eminim biri yazar fekat re-offender ve efsanelesmis olan britney coveri baby one more time calinmadi. uzulduk.

    bir diger edit : why does it always rain on me esnasinda semsiye acanlara ve konserin hemen basinda* pipe dreams'in sozlerini pankart olarak acan -(i'd pray to god if there was heaven, but heaven seems so very far from here.)- arkadaslara selam ediyorum. konseri daha bi guzellestirdiler.
  • fran'in ayak masajı yapmak isteyenleri backstage'e çağırdığı, tahmin edildiği üzere happy to hang around çalınmamış konser oldu,.. bir takım grupların aksine, çalarken yalancıktan değil, yürekten gülümsediler gibi geldi bana,.. belki de beklemiyorlardı bu denli kalabalık, bazı şarkılarda ses kısılsa da bu kadar sing along,..
  • (s)empatiyle müzik yapmanın farkını hissettiren bir müzik şöleniydi. sürekli gülümseyen şahane adamların haftanın yorgunluğuna ilaç gibi geldikleri şahane bir konserdi. öyle ki, kendi kendime uydurduğum bir melodiyle sahnede ilk kez çaldıkları j smith'i 3 gündür mırıldanmaktayım. bugün radyoda şarkıya denk gelince, konserin etkisinin bünyemde melankolik bir iz bıraktığını farkettim. zira şarkı yer yer sert tınıların akustiğinde ilerlese de, konser gecesindeki müthiş ambiyansın etkisinden olsa gerek, şarkıya tam tersi bir modla romantik bir eğim verdiğimi bugün anladım.
    o gün, bir grubun hayatın akışını ne kadar naif yorumlayabileceklerini de anladım. neredeyse son bir haftadır, travisin etkisiyle yağmuru beklemenin de ne kadar güzel olduğunu anladım. gülümseyerek şarkı söylemenin, kalabalığın içindeki en çoğul özne olmanın ve söz söylemenin müzik yapmakla uyum oluşturduğunun anafikrini de anladım. konseri başından sonuna dek anladım. epey alkollüydüm ama herşeyi anladım.
  • kendi deyimleriyle yürüyerek geldikleri için geç kaldıkları ama en nihayetinde vardıkları, birkaç yakın arkadaşla gidildimi tadından geçilmeyen, şu an fonda flowers in the windowu dinlerken hakkında sayfalarca yazabileceğim konser...
hesabın var mı? giriş yap