• günlerdir türban sorunu üzerine yapılan tartışmalarda tarafların kullandığı ses tonu ile daha netleşmiş bir gerçekliktir. ne yazık bağırmayı itiraz sayan bir gelenekten geliyoruz. yaşam lineer bir çizgi olmadığı için felsefenin asıl konusu olmuştur. elbet sorunlar ortaya çıkmaya devam edecektir ve demokrasi madem çoğulcu bir bakıştır farklılıklar olacaktır. sarı giymeyi tercih eden bir insanı nasıl yargılayamıyorsak bizden farklı düşünen insanı da yok sayamayız. sorunun ismi rengi şekli bugün dairedir yarın çok kenarlı ve hacimli küp olacaktır. mesele sorun çıkması değildir bir kriz anında buna çözüm bulurken kullanılan yöntemin kendisidir. bu yöntemin ses tonudur. ben soruna değil ama tartışırken kullanılan ses tonuna bakıyorum en başta. neredeyse tek şirazem bu. gerçek bir demokrasi de tartışma tonu kahramanlık şiirine benzemez, benzememeli çünkü gerçek bir demokrat gerginlikten kazanç hesabı yapmaz. bizde bir siyasinin lider olabilme özelliği sahne sesi kullanmasıyla ölçülür oysa batıda artık tiyatroda bile bu gelenek yıkılmaktadır. en etkili sanat biçimlerine bakın resim bağırıyor mu?, heykel bağırıyor mu?, karikatür bağırıyor mu?, şiir bağırıyor mu? ama bir tiyatro oyunu alıp insanları sokağa dökebilecek kadar güçlü olabiliyor. mizah bunun en keskin bıçağı. kan dökmeden dilim dilim edebiliyor ama o da bağırmıyor. yabancı dil bilmeyenlerin pek çoğu bir yabancıya yolu bağırarak tarif eder bizde çünkü bu anlaşılmanın tek yoludur. çünkü baba da evde, öğretmen de okulda, siyasi de meydan da sadece bağırır. biz insanları bir kuyruğa davet ederken hep bağırırız. hem biz bağırmaktan medet umarız hem de bizim dışımızdaki herkes zaten bunu hak eder böyle düşünürüz. çünkü sadece biz anlarız ama onlar bağırmadan anlamazlar. ya da bağırmadan anlarlar. bakar mısınız saygıyı oluşturmanın temel prensibi zaten demokrasiden millerce uzakta bir şey. evet sevgiliyle, kardeşle, hastayla, seçmenle, okurla, sanatçıyla, evimizde musluğumuzu tamir eden ustayla konuşmayı öğrenmeden bir demokrat olamayacağız. çünkü kendi doğrumuz gücünü ses tonumuzu zurna gibi öttürmekten alıyor, dinleyebilmekten, anlayabilmekten, itiraz hakkını ele bele dayamadan kullanabilmekten değil. şiir okur gibi söylev vermeyen siyasilere prim vermeye başladığımız, çözümü bağırma değil aktif dinleme olarak gördüğümüz gün sorun türban sorunu olur ya da başka haklar sorunu şu anda sorun hala bağıran bir ülke olmamız bence. kutuplaşma sorunla ilgili zannedenler yanılıyor. tartışma programlarına bakmak yeterli. kaç kişi karşısındakini anlamak üzerine dinliyor. derdimiz bize sıra gelsin, biz konuşalım ve tabi biz haklı olalım. bizim toprağımız bu. siz bu toprağa hangi problemi ekseniz yeşerir boy atar. bu problemlerin çözümsüzlüğünden değil toprağın elverişliliğinden ileri geliyor. bağırmayı güç, bağırmayı itiraz hakkı, bağırmayı tartışma geleneği, bağırmayı haklılık, bağırmayı saygınlık, bağırmayı çok bilmekten saydığımız sürece bağırmayı artık ayıptan, kayıptan saymadığımız sürece bu toprağın asıl sorunu biz olacağız. bağırma bir dil değildir o sebeple aslında hiçbirşey anlatamaz. bir ilkel kabile diline bile tercüme edilemediğini deneyenler görecektir.
  • şu anda okan bayulgen' in programinda çok da hakli olduğu bir konuda bağirarak insanin dengelerini bozan avukatla bir kere daha benim için netleşen önermedir. yaw niye bağirarak konuşur ki insan? bir kere bu insani huzursuz eden birşey. hayvan haklarini kadin haklarini insan haklarini yani çok da hakli şeyleri bu kadar bağirarak anlatmaya çalişmak için karşidakinin anlamadiğina inanmak gerek. ama anliyoruz. yani ben ne söylendiğini anlamayinca bağirmanin buna faydasi olmuyor mesela. ben biri bağiriyorsa konudan tamamiyle uzaklaşiyorum ve meselenin tam da dişinda birşey benim meselem oluyor o da gürültünün bende yarattiği tahammülsüzlük.
  • nedense bir turiste yabanci dille anlatılması gereken birşey anlatilamamiş ve türkçeye ani bir dönüş yapilmişsa unutulan önermedir. bağrilarak türkçe yabancilaştırılmaya çalışilır.
hesabın var mı? giriş yap