• musa ve akhenaton adlı kitabin editörü ve sunduğu eleştirileri ile dikkat çeken kişidir gözümde.
    ilgili yazı aşağıdadır.

    “içinden geçtiğimiz çağın bize taktığı gözlük, batı tarafından imal edilmiş o gözlüktür. ve bu gün bilgi olduğunu sandığımız pek çok şey batının imal ettiği o kurguya ve o kurgudan kaynaklanan bir kör inanca dayanır.

    bu kurgunun önemli bir kısmı “tek tanrılı” dinlerle ilgilidir. onun önemli bir kısmı da eski ahit’e aittir. bu kitaptaki öykülerin önemli bir kısmı mısır’da geçmiş olmasına rağmen, sanki her şey mısır’dan etkilenmemek üzerine kurgulanmıştır. bu kurguya imkân veren şey ise mısırlıları ve onun yönetici sınıfını düşman olarak göstermektir. “firavun”un bütün tek tanrılı dinler tarafından bir tür küfür olarak algılanmasının sebebi işte budur.

    ahmed osman, bu kurgunun örtüsünü kaldıran düşünürlerden biri. mısır ile ibrani geleneği üzerine pek çok kitap yazdı. freud’un “musa ve tektanrıcılık” kitabının izinden giderek ve o kitaptaki tezleri daha da ileriye götürerek musa’nın aslında “kâfir kral” olarak nam salan devrimci firavun akhenaton olduğunu buldu. yusuf’un saray mensubu yuya olduğunu ileri sürdü. böylece bir anlamda ilk tek tanrılı dinin musevilik olduğu tezini de yıkmış oldu.”

    editörün şerhi

    aydınlanma, uzun dinsel kapanışın doruğunda insanlığın ışığa ulaşmada yeni bir yol arayışıydı. kurumsallaşmış din gördüğü her yerde sapkın gördüğü bu arayışı baskılamaya çalışıyordu. ama insan merakı şahlanmış, dizginlenemez bir hal almıştı. avrupa’da parası ve sonsuz merakı olan adamlar türedi, bir ucu iskenderiye’ye dayanan uzun araştırma gezilerini finanse ettiler. orada bulduklarını düşündükleri hermes tot’un metinlerini tercüme ettirdiler ve gizli toplantılarda huşu içinde okudular. okudukça, buldukları bu metinlerin kilisenin kitabından daha eski olduğuna inandılar. o meraklı adamlar o metinlerde kurumsallaşmış dinin eski orijinal halini görüyorlardı.

    filozof, rahip, gökbilimci ve okültist giordanobruno, o metinleri okuyarak dinde büyük bir bozulma olduğuna karar verdi. o halde arınmak için mısırlı olan eski orijinal dine geri dönmek şarttı. nicolaus copernicus, batlamyus modelini kıyısından köşesinden kemirirken ve yerine utangaç bir biçimde “güneş merkezli evren” modelini koyarken, altan alta mısır kökenli “güneş tapı”mının gereğini yapmaktaydı. hatta aydınlanmacılar arasında işi daha ileri götürüp hıristiyan inanışının mısır dininin bir yanlış anlaşılmasından ibaret olduğunu söyleyenler de vardı.

    paganizm

    kilise, kendisine yönelik bu etkisiz eleştirileri küçük tepkilerle geçiştirmeye hazırdı ama o da bu arayışlarda kendisi için çok tehlikeli olan bir şeyi, dinin ham halini görmekteydi. hıristiyanlığın ilk yüz elli yılı bu eğilimlerle mücadele içinde gelişmişti. kilisenin lanetiyle şeklini yitirmiş bir kavram olan “paganizm” aslında göründüğünden daha renkli ve daha zengin bir kavramdı. ve içinden her zaman en az kilisenin öğretisi kadar kapsamlı bir başka öğreti çıkma şansı vardı.

    bruno’ya, copernic’e gösterilen tepki de gerçekte bu korkuyla ilgiliydi. vatikan, bu devrimci arayışların arkasında hermetic-okültist inançların gizli olduğunun farkındaydı. tehlikeli bulduğu şey de o inançların ta kendisiydi.

    ama bütün bu arka plana rağmen, aydınlanmanın dinsel kökenleri bir sır olarak kaldı. batı, kendi inşasında rol üstlenen insanları sıra dışı, akıllı, çıkıntı adamlar olarak sunmayı daha uygun buldu. çünkü o adamların toplumsal düzenine karşı gericilik kilise ile işbirliği yaparak batının inşasını kendi istediği gibi yönlendirmişti. dinle işbirliği yapan yeni batı yıkıcı inançları yıkıcı fikirlerden daha tehlikeli bulmaktaydı. örttü.

    örtü hermetizmin ve masonluğun üzerindedir. her ikisi de batı’ya mısırlı kökenlerini hatırlatmaktaydı. hal bu ki batı o yıllarda başka pek çok ülke ve uygarlığa yaptığı gibi mısır’ın fethine girişmişti. uygarlığını borçlu olduğu bir kültürü istila fikri çok iticiydi. mısır’ı sildi, ötekileştirdi, afrika’ya itti. böylece mısır, devasa yapılar yapmasına rağmen mimarlığı bilmeyen, büyük metinler bırakmasına rağmen felsefeden ve matematikten anlamayan, her şeyi tecrübeye dayanarak yapıp etmiş alaylı bir kültür olarak yeniden tanımlandı. bu tanımlama batı’ya kendini kendi kendisinin babası olarak tanımlama olanağı da veriyordu. sonunda, gerçekte mısırlıların pek de yetenek pırıltısı göstermeyen öğrencileri olan yunanlıları buldular. felsefeyi, bilimi, matematiği, sanatı onların omuzuna yıkma çabası hala tarihin en cüretkâr işi olarak devam ediyor.

    martin bernal’in keşfedilmeyi bekleyen “kara atena-eski yunanistan uydurmacası nasıl imal edildi” adlı çalışması işte bu kurguya yönelik büyük bir itirazdı. batı, aydınlanmanın bulduğu ışıktan ürkmüş ve onun mısırlı köklerini silmek üzere harekete geçmişti. bunun tek yolu da, yeni bir tarih kurgusu imal etmekti.

    içinden geçtiğimiz çağın bize taktığı gözlük, batı tarafından imal edilmiş o gözlüktür. ve bu gün bilgi olduğunu sandığımız pek çok şey batının imal ettiği o kurguya ve o kurgudan kaynaklanan bir kör inanca dayanır.

    bu kurgunun önemli bir kısmı “tek tanrılı” dinlerle ilgilidir. onun önemli bir kısmı da eski ahit’e aittir. bu kitaptaki öykülerin önemli bir kısmı mısır’da geçmiş olmasına rağmen, sanki her şey mısır’dan etkilenmemek üzerine kurgulanmıştır. bu kurguya imkân veren şey ise mısırlıları ve onun yönetici sınıfını düşman olarak göstermektir. “firavun”un bütün tek tanrılı dinler tarafından bir tür küfür olarak algılanmasının sebebi işte budur.

    ahmed osman, bu kurgunun örtüsünü kaldıran düşünürlerden biri. mısır ile ibrani geleneği üzerine pek çok kitap yazdı. freud’un “musa ve tektanrıcılık” kitabının izinden giderek ve o kitaptaki tezleri daha da ileriye götürerek musa’nın aslında “kafir kral” olarak nam salan devrimci firavun akhenaton olduğunu buldu. yusuf’un saray mensubu yuya olduğunu ileri sürdü. böylece bir anlamda ilk tek tanrılı dinin musevilik olduğu tezini de yıkmış oldu.

    aydınlık, yerleşik inançta açılan gediklerden sızar. ahmed osman, tıpkı martin bernal gibi o inançlarda hatırı sayılır gedikler açtı.

    içinden geçtiğimiz “yeni ortaçağ”, tıpkı aydınlanma çağı insanlarının kendilerini içinde buldukları ortam gibi, ışık sızdırmaz bir yoğunlukta. ama çok şükür merakı sonsuz insanlar hep var.

    bizimkisi o meraklı insanları meraklı okuyucularla buluşturma çabası. inançta gedikler açmak tek umudumuz. aydınlığı çoğaltmanın başka yolunu bilmiyoruz çünkü.

    şimdi ışık, biraz daha ışık!
  • film gibi sürükleyici denilen yazısında beşbenzemezleri bir araya getirmiş hadi hepsini anladıkta, tanıl bora'yı harcamaya kalkmak ne demek oluyor, hele şu şekilde;

    "aynı gün birikim dergisi çevresinden tanıl bora’nın uzun araştırmalar sonucunda ürettiği kitabının müjdesi verildi. hürriyet ve cumhuriyet hemen üzerine atlamış, uzun söyleşiler yapmıştı. müthiş tezler ileri sürüyordu araştırmacı yazar: akp laikliği daraltıyor, erdoğanizm yükseliyordu. hayır, küçümsemiyorum, 14 yıl sonra bunu idrak edebilmeleri yine de takdire şayan. 2002’de dergilerine "muhafazakâr demokrat inkılâp" diye manşet atıp, erdoğan devrimini muştulamışlardı. araştırmacımız da bu."

    evet ne var bu yazıda, tanıl bora'nın tezine bir itiraz, bir karşı düşünce var mı? yok , ne var "siz 2002 de birikimde şu manşeti atmıştınız", insaf 2002 de, yani akp daha yeni iktidara geldiğinde", hadi onu geçelim yazıda bahsi geçen söyleşide tanıl bora kendisi söyledi, "bizim dergide farklı görüşler bir arada yaşar, 2010 referandumunda bazılarımız yetmez ama evet derken bir kısmımız hayır diyordu ben ise boykotçuydum" dedi mesela (bunlar ne kadar tuhaf görüşler değilmi ortodoks sipçiler için)

    tanım: kurgusu bozuk atlamalı zıplamalı öğrenci filmi sürükleyciliğinde bir yazı yazan şahıs
  • her yazısı dolu dolu olan sol yazarı.

    soldaki 100. yazısını yazmış.
  • 100. yazısı ile kendi muhasebesini yapmış, sözlüğü de değinmiş sol portal yazarı. hakkındaki saçma sapan eleştirilere güzel bir uslupla cevap vererek tekrar takdirimi kazanmıştır. sol'a katkılarının devamını diliyorum.
  • "hakkındaki saçma sapan eleştirilere" "benim kitaplarımı okumadıysanız ben sizi eksik sayarım, güdük sayarım" stayla yanıt veren yazar.

    “faili meçhul cinayetler tarihi” bu ülkenin kanlı karanlık geçmişi üzerine yazılmış tek kaynaktır hala. içinde yüzlerce, binlerce faili meçhul cinayet hikâyesi vardır. çoğunluğu bizim ölülerimiz, kayıplarımızdır. bir solcunun hiç görmemiş olmasını kendi eksikliği sayarım."

    neresinden tutsak dökülüyor da yine de tutmaya çalışalım.

    bir; bu kitabı "bu ülkenin kanlı karanlık geçmişi üzerine yazılmış tek kaynak" olarak adlandırmak, megalomaninin sınırlarının aşmakla, entelektüel dürüstlüğü bir kenara bırakmakla da kalmıyor bambaşka ahlaki sorunlara işaret ediyor ki oralara girmeye hiç gerek yok. ama allah aşkına; gerçekten sol portal okurları, faili meçhul cinayetler tarihi'nin bu ülkenin karanlık geçmişi üzerine yazılmış tek kaynak olmadığını biliyor değil mi?

    iki; "bir solcunun hiç görmemiş olmasını kendi eksikliği sayarım" demiş. maalesef gördüm, "hakkındaki saçma sapan iddialarla" dolu entrimi de görerek yazdım. evet, tek tek siyasal cinayetleri derinlemesine ele alan onca kitabın yanı sıra bunların hepsini özet bir şekilde bir araya getirmek amacı güdülmüş, bunu gördüm, buraya kadar ok. gazeteci kitaplarının böyle bir özelliği olabilir. derinleşmek istemeyen okura derli toplu özet bir çerçeve sunulabilir, burada hiç sorun yok. mamafih bu eleştirilmedi ki eleştirilen şey; kitabın sadece bir toplama olmasına (yani özgün bulgulara dayanmamasına) karşın, fikri mülkiyet etik ilkelerine uygun bir kaynak göstermenin yapılmamış olması... yani siz başkalarının binbir emekle yaptığı araştırmalardan parçaları bir google aramasıyla bulup öylesine kitabınıza ekleyemezsiniz, dipnotlarınızı neresinin alıntı, neresinin kendi özgü katkınız olduğunu belirsizleştirecek şekilde veremezsiniz. bunu üniversitede yaparsanız, akademik kurullara hesap verirsiniz. üniversite dışında yaparsanız da okur sizi eleştirecek bunu "ben sizi eksik sayarım" diyerek geçiştiremezsiniz.

    üç; ancak kendinizi gerçekten de "bu ülkenin kanlı karanlık geçmişi üzerine yazılmış tek kaynak"ı kaleme alıyor sanacak kadar gerçeklikten koparsanız haliyle sizin kitabınızdan önceki birikimi de yok sayarsınız, o emeğe değer vermez, verilen emeğin ürünlerini bir çırpıda kitabınıza kaynak göstermeden ekleyiverirsiniz. kitabınızda özgün bir katkının bulunmadığını söyleyenlere "ben seni eksik sayarım" deyiverince de kendinizi 'çok güzel bir uslupla' yanıt vermiş sanırsınız. bir takım "sol portal'da ne çıksa savunmam lazım"cılardan da alkış alırsınız. alkışınız bol olsun.

    yine de "pek çok konuda pek çok kitap yazdım. hepsinin baş eserler olduğunu söyleyemem. hatta şunu söyleyeyim, bu yazarlık işine biraz mecburiyetten bulaştım" demesi ve yazısının sonunu; "hata hep olur; sürçülisan ettiysek affola" diye bitirmiş olması bundan sonrası için küçük de olsa bir umut yarattı. umarım kitaplarının yeni baskıları yapılırsa bu defa yayınladığı her şeyin kaynağını didik didik araştırır, kaynak gösterme ve alıntı yapma etik kurallarına harfiyen uyar, böylelikle bizim "saçma sapan eleştirilerimiz" de bir işe yaramış olur. amacımız bağcı dövmek değil üzüm yemek sonuçta...

    o zaman biz de entrimize not düşer, deriz ki; kendisi artık apartma kitapların efendisi değildir.

    not: konuyla doğrudan ilgisi yok ama bahsi geçen yazısındaki şu paragrafa dair bir şey söylemeden de geçemeyeceğim;

    "kindar değiliz biz, kişilerle ilgili takıntılarımız yok. fikirlerimiz, tutumlarımız etrafında sert tartışmalar yapabiliriz. doğruyu bulmak, gerçeği açığa çıkarmak için acımasız davranabiliriz birbirimize. ama bütün bunların gerektiğinde yan yana yürümemize engel olmasına izin veremeyiz. solun yüzünü değiştireceğiz önce, yüzü dışa dönük bir harekete dönüştüreceğiz. bu kendi üzerine çökme psikolojisini yırtıp atacağız."

    bu satırları okuyunca 'sert tartışmalara', hatta zaman zaman 'acımasızlığa' bile açık bir insan imajı çiziliyor değil mi? ama nasıl da sahte... şu yukarıdaki satırlarda bir gram gerçeklik olsa, insan twitter'da kendisine tek bir hakaret, küfür etmeden orhan bey diye seslenerek gayet nazik eleştirilerini dile getiren solcuları bloklar mı? kendisini eleştirenlere sözüm ona makul yanıtlar verdiği yazısında eleştirenler hakkında tıpkı rte'nin "hayır diyenler arasında teröristler var" demesi gibi "varlığını cumhuriyet düşmanlığına armağan edenler vardır aralarında" diye yazar mı?

    solculuk, bir zamanlar söylediğini yapan, yaptığını söyleyen insanların siyasal tercihiydi. biz hangi ara bu hale geldik?
  • sol gazetesinin dönem dönem yaptığı projeci yazarcılığın son neferlerindendir. sol haber ekonomik sıkıntılar yaşadığı, aydınlarının egosunu doyuramadığı zaman en yakın liman olan odatv veya abc gazetesine dönecek yazardır orhan gökdemir.
  • nureddin yıldız gibi dincilerin ve bazı meczupların özellikle uğraştığı güzel siyasetçi ve yazar.

    ilgi ile okuyoruz ve takip ediyoruz.

    " ilahiyatçılara ahlak ve ölçü dersi veriyoruz"

    http://haber.sol.org.tr/…lcu-dersi-veriyoruz-200562
  • olum adam bor çöz gibi lan okudukça kafamı açıyor adam.
  • http://haber.sol.org.tr/…etsiz-milliyetciler-231362

    türkçüler'in soyunu araştırıp türk olmadıklarını keşfeden ırkçı histerik.

    ziya gökalp bir kürt, öncüsü mustafa celaleddin paşa ise bir leh'miş. sonuç: türkçüler türk değilmiş! peh... hani kafatasçı bizdik!?

    uzun bir okuma listesine gerek yok. yazar bey, cesaretini toplayıp kolay bulunabilir şu çalışmalara göz atarsa bütün sorunlarını aşacaktır:

    1) galip erdem'den suçlamalar
    2) ismail hakkı danişmend'den türklük tartışmaları
    3) sadri maksudi arsal'dan milliyet duygusunun sosyolojik esasları
    4) iskender öksüz'den millet ve milliyetçilik

    *

    bir cevap da yavuz bülent bakiler'den:

    http://www.enpolitik.com/…-kfirleri-ve-picleri.html
  • akp’li yıllarda türkiye’nin düzeni kitabı yeni çıkmış. 17 yıllık akp iktidarının başarılı bir özetine benziyor.
hesabın var mı? giriş yap