aynı isimde "antidepresan (mabel matiz şarkısı)" başlığı da var
  • geçmişte üç farklı antidepresan deneyip sonunda paxera ile ağır bir depresyon dönemini atlatmış eşimin 3 yıl kadar sonra kendini yine kötü hissetmesiyle yeniden başladığı paxera'nın yanına; bir süre sonra uykusuzluk da baş göstermeye başlayınca (bkz: desyrel) reçete edilmişti. kendisi başlamasından sonraki bir iki gün içinde hem mental olarak hem fiziken (bulantı ve baş ağrısı şikayetiyle) daha kötü hissediyordu. iki hafta kadar kullandı. elbette antidepresanların tam etkilerini gösterebilmesi için 3-6 hafta arası bir süre geçmesi gerekmekte. fakat yan etkileri için aynı şey söz konusu değil, bir hafta içinde dahi yeterli veriye sahip olabilirsiniz.

    burada antidepresan kötüleyecek değilim. fakat eğer siz veya bir yakınınız, herhangi bir antidepresana başladıysa ya da halihazırda kullanmakta olduğu ilaca yeni bir ilaç daha henüz eklendiyse; hepimizin eminim ki duyduğu okuduğu ama belki daha önce hiç tecrübe etmediği, edildiğine tanık olmadığı "intihara meyili arttırma" yan etkisine karşı çok ama çok daha dikkatli ve duyarlı olmanızı sağlamak amacıyla bu entryi giriyorum. bu yaşanmışlığı paylaşarak özellikle depresyon sürecine intihar düşüncelerinin de eşlik ettiği durumlara azami ciddiyetle yaklaşılması gerektiğini tekrar hatırlatarak sizin veya sevdiklerinizin kaybının önlenebileceği inancındayım. bir kişiye bile dokunsam kardır.

    eşimin paxera ve desyrel kombinasyonuna geçmesinin ardındaki iki hafta içerisinde bu meyilin arttığını fark etmemizle psikiyatristten en yakın tarihe yeni bir randevu almıştık. intiharların arkasında elbette ki tek bir sebebe bağlanamayacak kadar karmaşık bir güdülenme yatsa da, son eklenen antidepresanın duygudurumuna etkisi gözardı edilemezdi. kendisi bir psikologtu ve antidepresanlar konusunda ikimizin de olumlu olumsuz geçmiş tecrübelerimiz vardı. ve maalesef ki biz, o randevuya asla gidemedik. onu kaybettim.

    diyeceğim o ki siz siz olun, lütfen antidepresan kullanımının en kritik dönemleri olan başlama ve bırakma, bunun yanında dozajda ya da varsa kombinasyondaki herhangi bir değişiklik süreçlerinde; hayata dair en acı gerçek olan ölümün, daha da kötüsü intiharın, size ve sevdiklerinize ne kadar yakın olabileceğini bir an olsun aklınızdan çıkarmayın. intihar önüne geçilebilir bir şeydir fakat kişi kendi intiharını önleyemez. özellikle intiharla savaştığını bildiğiniz sevdiklerinizi bir an için bile düşünceleriyle başbaşa bırakmamak için elinizden geleni yapın. eğer mümkünse sürekli beraber olun, mümkün olamadığı zamanlarda ise güvendiklerinizle beraber olmasını sağlayın. eğer bu da olamıyorsa, istisnai durumlarda dahi sürekli iletişimde olun. nöbet tutun. depresyon ve intihar düşünceleri, bunlara neden olan zor zamanlar, zorlayıcı tedavi süreçleri her zaman geçicidir. ölüm kalıcıdır. kendinize ve sevdiklerinize iyi bakın.
  • bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlarin usanmadan kotuledikleri ilaclar grubudur. bir kere cehaletimizi baskalarina bulastirdigimiz icin utanalim ve ogrenelim: depresyon cokuntu demektir. psikiyatride genis olcekli kullanilan bir terimdir. buradan basliyor iste yanlislar silsilesi. bunun sebebini klinik cokluk olarak degil, psikopatolojik karmasiklik olarak algilayarak insanlar tribe giriyor. depresyon her zaman bir hastalik degildir. kimi zaman bir surectir, gecer gider. psikiyatristler merakindan mi soruyor sanki ne zamandan beri bu durumlar var diye. iki ayi gecmis olmasi lazim yasadiginiz cokuntunun ve bunun hayatinizi sekteye ugratmasi gerekli. endojen cokuntu ile psikojen cokuntuyu bir tutmak da hatadir. sizlanan aglayan vahlayan insanlar biliniz ki melankoliktir. bu kisiler kendini degersiz gorur, olmek ister, suclu hisseder falan. kaybettikleri seyler vardir. once onu degersizlestirir, ardindan kendini degersizlestirir. nevrozlu cokuntuler ise daha komplikedir. anksiyete, huzun, yorgunluk ve bikkinlik yogundur. arasindaki fark nedir peki bunlarin? endojenlerin intihar soylemleri "hmm" diyerek gecilir, psikojenlerinki ise ailesine "dikkatli olun" seklinde haber verilerek ya da klinik gozetime alinarak. oyleyse tek tip "depresyon" diye bir bokun olmadigini ogrenmis oluyoruz. bunlarin hepsi karpuz demekle olmuyor. kelegi var, lastigi var; kesmecesi yok bu isin. endojen ve psikojen diye ikiye ayirdigimiza gore, bunlarin tek tip mi tedavisi var simdi? elbette hayir. anksiolitikler, antidepresanlar ve noroleptikler bu yuzden cok cesitli. antidepresanlara bakalim konumuz bu. serotonin-noradrenalin gerialim inhibitoru mudur, secici monoamin oksidaz inhibitoru mudur, secici serotonin gerialim inhibitoru mudur, trisiklik midir nedir? hangisinden ne bekliyordun ki bok atma sebebin; tatminsizligin ne? egri oturup dogru konusursak "ben simarigim" idir bunun cevabi. kimsenin bir ilactan nedenleri ortadan kaldirmasini isteme luksu yoktur. bu ilaclarin genel amaci zaten alevlenme donemindeki aciyi azaltmak ve intihar ihtimalini dusurmek. bunu morpheus'in kirmizi hapi sananlar icine girdigi kucuk kaygan deligi de yeni ve buyuk bir dunya sandi. aklimiz henuz varken ne yaptigimizi dusunelim bir de. her gun binlerce kisinin referans olarak ilk basvurdugu site olan eksi sozluk'te daha duyarli olalim. doktora gitmek uzere olanlari ya da doktordan elinde recetesiyle donmus olanlari dusunelim. antidepresanlarin bazi yan etkileri vardir evet. ama prospektuste yazanin en fazla %50'si disinda bir sey degildir. geri kalan soylentilerin tamamina yakini gotunden uydurmanin en guzel ornekleridir, hastlikli beyinlerin istifrasidir. ve buradaki hastalik, hastalik hastasi olmaktir. gidin tasak tartin kardesim; halihazirda cokuntudeki insanlari kotumser sacmaliklarinizla korkutacaginiza. her boku biliyorsaniz neden bu hale geldiginizi de bilin; bunu sorgulayarak gecirin vaktinizi. "bu sitede yazilanlarin hicbiri dogru degildir" ifadesi herkes gotunden uydursun diye konmadi oraya.
    doktora gidiniz ve kullaniniz efendim antidepresanlarinizi. suphesiz ki onlar kendinize daha fazla zarar vermenize engel olanlardir.
  • geçtiğimiz günlerde bir lise öğretmeni bana ulaşıp antidepresan kullanımının yaygınlığını da içeren yeni nesildeki problemlerden bahsetti. benim kendi gözlemlerim bir tarafa kendisinin tespitleri de bu ilaçların kullanımının artık lise 1 seviyesine kadar düştüğü yönünde.

    mutsuzluk önleyici, mutlu edici kimyasal olarak algılanan bu ilaçların böylesi ufak yaşlarda bonibon gibi tüketiliyor olmasının çok ciddiye alınması gereken bir salgın olduğunu düşünüyorum. antidepresan satışları üzerinden yapılan istatistiki çalışmalar da bunu doğrular nitelikte. 2003 yılında 14 milyon 138 bin kutu antidepresan tüketilirken, bu rakam 2006 yılı verilerine göre 22 milyon 651 bine, 2007 yılında ise 26 milyon 246 bine çıktı.

    2012 yılında bu rakam 36 milyon 881 bine ulaştı.

    bu tablo normalin çok ötesindedir.
    insanlar sorunlarını çözemedikleri aşamada sorunlarını görmezden gelmelerine yardımcı olacak kimyasal destekler almaktadırlar. bu şekilde sorunları çözülmediği gibi hayatları boyuna ihtiyaç duyacakları hayat tecrübesini de edinememekteler.

    sadece mutlu hissetmek isteyerek yaşayamayız. çevremizde pek çok değişken var. elbette kimi zaman zorlu günler geçireceğiz. kaldı ki ergenlik döneminde sorun sandığımız şeylerin çoğunlukla gerçek birer sorun olmadığı da yadsınamaz.

    öte yandan bizdeki bu çılgınca antidepresan tüketiminin bir ayağı daha var.
    dertli olduğumuzu duyurmak için, ilgiye olan ihtiyacımızdan ötürü tükettiğimiz ilacın reklamını da yapıyoruz. yani hem kendimiz uyuşuyoruz hem de çevremizdekilere dertli olduğumuzu anlatabilmek için ilaç kullandığımızı söylüyoruz.

    ilaç kullanacak kadar dertliyim sonucunu buradan çıkartmak çok zor olmuyor elbette.

    "x kişi ilaç kullanacak kadar dert sahibi zor bir hayat yaşıyor."

    bu x kişilerden çevremizde o kadar çok var ki artık bir ehemmiyeti de yokmuş gibi geliyor aslında. oysa depresyon çok ciddi sonuçlar doğurabilecek tedavi gerektiren bir hastalık. ancak sorun şu ki bizim toplumumuzdaki kadar yaygın olması imkansız. yani bu da demek oluyor ki birileri kendini depresyonda sanıyor.

    oysa uzman bir psikiyatrist eşliğinde seanslara devam edilse belki de hiç ilaç kullanmadan içinde bulunulan durum atlatılacak.

    gerçi benim psikolojiye olan inancım freudyen anlayışın başlayıp bittiği yere kadardır, o ayrı mesele.

    özetle sevgili ergen dostlarım.
    antidepresanlara erişimin bu kadar kolaylaştığı bir dönemde hatalı propaganda sonucu ceplerinize ilaçları doldurup okula gitmeyiniz.

    dert sahibi olmak sizi yüceltmez
    her dert de sizi öldürmez

    kaçmak yerine savaşmayı deneyin. hayat şimdi farkında olmadığınız nice fırsatları sizin ayakalrınıza kadar getirecek. o fırsatlar karşınıza çıktığında yarı uyuşuk baygın ve tecrübesiz olmayın. kendinizi hayat savaşına gerektiği şekilde hazırlayın. tecrübelenin, hayat boyu işinize yarayacak yetenekler edinin.

    bunu da çocukluğu bir bok çukurunun içinde geçmiş, yarrağı taa kökünden kavramış bir ağabeyiniz olarak içtenlikle söylüyorum. asıl havalı olan ilaç kullanacak kadar çok dertli olmak değil, sorunlarını çözebilen, en azından çözüm yolunda adımlar atan özgüvenli bireyler olmaktır.

    ve üstelik hiçbir ilaç o çok istediğiniz kaliteli ilgiyi de getirmez.

    ilgiyi insana hortumla taşıyacak tek enstrüman her insanda var olan özgün karakteristik yetenekleridir. onları keşfedip uzmanlaşmaya çalışın. emin olun güzel memeleri mıncıklamanın da, güzel sikleri emmenin de, sevginin aşkın ilginin de kapısını açacak anahtar budur.

    sizleri uzaktan seven ağabeyiniz
    limon kimyon zorro

    hadi şimdi siktir olun gidin.

    (bkz: borderline kişilik bozukluğu/@limon kimyon zorro)
  • bir tür kayganlaştırıcı. yoksa hayat aynı hayat yani; değişen bir şey yok.
  • eski bir cipralex kullanıcısı olarak, kullanımına karşı olunmasını anlayamıyorum. hayat bir takım sebeplerden dolayı sizin için daha zorlayıcı olabilir. bu sorunların kaynağında siz olmadığınız halde, şartları değiştirmek için gücünüz kalmamışsa ve sadece kendinizi suçlamaya başladıysanız, desteğe ihtiyacınız var demektir. arkadaşlarınızdan, ailenizden aldığınız destek dışında, yeterli kuvveti ve güveni içinizde hissetmeye yarar.
  • "ilacı aldım mutluyum" yok. "ilacı kullandım mutluyum" var. ilacı sadece içme, kullan. o sana bir şeyler öğretiyor. gözünü aç.

    bir olay düşün, kötü bir olay. ilacını almışsın; duygulanımın seni etkileyemeyecek kadar düşük, diğer taraftan ilacını almamışsın aynı olayı yaşıyorsun; kırılmadık eşya, kalp, zihin kalmamış. fark ne? ilaç mı? aslında değil. fark, vücudundaki hormon dengesi. insan bir olay karşısında birden farklı şekilde tepki verebilir. bir olaya üzülürken aynı olaya güledebilir. beyin kendini kandırabilecek kadar zekidir, ilaçsızken ilaç almışsın gibi hissettirebilir. olay bu. bunu yapmayı öğren, ilaçların sende yarattığı etkileri hisset. artık öğrendim dediğinde doktorun izin verirse ilaçları yavaşça azaltarak bırak.

    günler geçti... durumun stabil, bıraktıktan sonra bir süre öyle olur. etkisi hemen geçmez ilaçların ancak bir gün bir bakıyorsun ki değişiyor. kötü bir olay var ya da kötü bir gün, her şey yeniden başlıyor diyorsun kendine. işte testin başlıyor, öğrendiklerini uygulama zamanı. algı değişikliği yaratman gerekiyor kendinde, ilaçların sana yaptığını yapman, bakış açını değiştirmen. vücudunu kullanman aslında. hükmet kendine, salma kendini. dünyada gidişatına etki edebildiğin nadir şeylerden biri kendi vücudun. dilini öğrenirsen sana çok şey anlatır. duygulara hükmetmek zordur biliyorum ama aradaki dengeyi kurarsan ne sen üzülürsün ne de vücudun. başarabilirsin.

    (bkz: yüreğini ferah tut)
    (bkz: hayat güzeldir)

    ... doktor ya da psikolog değilim, sadece yaşadıklarımı anlattım. benim rahatsızlığım fizyolojik bir nedene bağlı değildi.
    ... sonuç; mutluyum.
  • mutsuz bir dahi olmak mı istersin, yoksa mutlu bir salak mı?

    şu güne kadar yaptığım gözlemlerden şunları çıkarttım.

    - insanlar ikiye ayrılıyorlar. hafızası iyi olanlar ve kötü olanlar. hafızası iyi olan insan, bilgiyi daha kolay saklıyor ve bulunduğu yerden daha kolay çıkartıyor.

    insanı bir bilgisayar gibi düşünelim. sizin başarınızda iki şey önemli. işlemciniz ve belleğiniz. belleğinizde yeteri kadar bilgi yoksa işlemcinizin çok güçlü olması pek de işe yaramıyor. ilginç bir biçimde bellek arttığı zaman işlemci kapasitesi de otomatik olarak artıyor. bu artış doğru orantılı olmasa da birbirinden bağımsız değiller. buardan sonuç olarak şunu çıkartıyoruz. çok bilgi sadece hafızayı değil, aynı zamanda zeka denilen şeyi de geliştiriyor. doktorların sadece hafıza yarışmalarında değil, zeka yarışmalarında da önde olması bunu doğruluyor.

    bu bir kenarda dursun.

    şimdi çocuklara bakalım. çoğunluğumuz üç yaşından erken dönemleri hatırlamıyoruz. bunun sebebi beyinde kurulan ilişkilerin yetersizliği. tam bir anlamlandırma yapamıyor ve kalıp haline sokamıyoruz dış bilgiyi. hatta ergenliğe kadar yetişkin dünyasını bile tam olarak kavrayamıyoruz. o yüzden çocuklar mutludur her zaman. henüz dünyada öğrenecekleri ve keşfedecekleri çok şey vardır. ne zaman bu kalıplama işlemi biter, o zaman mutsuzluklar ortaya çıkmaya başlar.

    bebekler neden çok uyurlar ve yaş ilerledikçe uyku ihtiyacı azalır. bunun nedeni uykunun, dolayısıyla rüyaların beyine gelen bilgiyi analiz ve katologlama işlemlerinden kaynaklanmaktadır. yetişkinlerin beyninde kalıplar oluşmuş olduğu için yeni bilgilerin eski kalıpları değiştirmesi daha zordur. çocuklar ise daha açıktır gelişime her yeni bilgi onlar için bütün bilgilerin yeniden gözden geçirilmesi anlamını taşır. böylelikle çocuk ergenliğe kadar durmadan kalıplarını yeni gelen bilgiye göre yeniden düzenler.

    bu noktada rüyadan da bahsedelim. rüya beyninizde bulunan kalıplara göre dış bilincinizi sağlıklı tutmaya çalışır. yani bilinçaltına göre ruh halinizi belirler. bilinçaltınızda işleyen sistemlerden en önemlisi korkudur mesela. bütün canlılarda olan korku en derin iç güdülerden biridir. gördüğümüz kabuslar bizi korkularımızla yüzleştirerek kaygımızın azalmasını sağlar. korkuların temeli ölüm korkusudur. bu yüzden birçok rüyada öldüğünüzü görebilirsiniz. tabi rüyaların diğer bir amacı da katologlama. önem derecesine göre beyindeki bütün çağrışımları ve duyuları birbiriyle eşleştirmeye çalışan beyin bunu rüyalar aracılığı ile yapıyor. dolayısıyla rüya esnasında uyanırsak saçma sapan bağlantılara biz de şahitlik edebiliyoruz.

    başa dönelim.

    insanlar ikiye ayrılıyorlar hafızası iyi olanlar ve kötü olanlar. kolay unutanlar daha kaygısız ve mutlu. zor unutanlar ise daha melankolik ve mutsuz oluyorlar. başarı bakımından bakarsak; dahilerin, düşünürlerin, şairlerin melankolikler arasından çıkması daha kolay. bunların canı sıkılmaz ama hayatın acımasız yönü sürekli akıllarında olduğundan dolayı daha endişelidirler. bu endişe onları daha dikkatli yapar daha mutsuz yapar. diğer taraf ise daha mutlu olmakla beraber daha çok canı sıkılanlardır. oyun oynamayı, insanlarla beraber olmayı daha çok severler ve aynı zamanda daha dikkatsizdirler.

    antidepresanlara gelirsek;

    bana kalırsa tek yaptıkları şey hafızayı zayıflatmak. her şeyi hatırlayan melankolikler kaygı verici şeyleri de diğer gruba nazaran daha fazla hatırlıyorlar. bu durum hayatlarını yaşanmaz kılıyor. hele hayatı boyunca kötü şeylerle karşılaşıp hayatın birçok acımasız yönünü gören melankoliğin depresyona girmemesi çok zor.

    antidepresan hafızayı zayıflatırken seçici davranmıyor tabi. diğer şeyleri de unutmaya başlıyorsunuz. örneğin güzel bir manzarayı gördüğünüzde, güzel bir kokuyu duyduğunuzda çocukluğunuzda o sahneyle eşleşen bütün güzel duyguları önünüze getirerek sizi mutlu eden beyniniz artık bu işlevi yerine getirmiyor. dolayısıyla kötü olan şeylere olduğu kadar güzel olan şeylere de kaygısız kalmaya başlıyorsunuz...insanı insan yapan şey aslında bu denge. bu denge bozulduğu zaman antidepresan şart hale gelebiliyor. sonra da tereazinin diğer tarafı ağır basmaya başlıyor. bu noktada seçim sizin.

    bunlar benim kişisel görüşlerim. amacım antidepresan kullanımını engellemek değil. hatta birçok intiharın ve cinayetin bu ilaçlar sayesinde engelleneceğini düşünüyorum. sonuçta benim yaptığım bir genelleme bu , bana göre insanlar anlattığım yelpazade dağılmış durumdalar. herkesin durumu farklı olabilir. buna doktor karar verir ancak. tavsiyem kendi başınıza ilaç kullanmayın.

    düşüncelerimi çok dağınık anlatmış olabilirm. bu da benim kafa karışıklığım sanırım.

    düzeltme: tabi şunu eklemek lazım, melankoliklerin hepsi başarılı olmuyor bunun sebepleri var. en büyüğü beyne bilgi yüklememeleri, yani kitap okumamak yeni şeyler öğrenmemek diyebiliriz. çok bilgi yükü de bazen yaşanan diğer olumsuzluklardan kaynaklı olarak konsantrasyon bozukluğu nedeniyle işe çok yaramayabilir. tabi farklı faktörler de var. her insan ayrı bir dünya. kendinizi iyi tanımalısınız bu yüzden.
  • gunumuzde insanlar her turlu problemlerini cabucak cozmek istiyorlar. bir dugmeye basip, bir hap icip herseyin duzelmesini bekliyorlar. prozac ve benzeri ilaclar depresyon tedavisinde etkili olsa da her depresyona girene ilk olarak ilac tedavisi yapmak da dogru degil. bu tur ilaclar ilk tedavi olarak degil hersey denendikten sonra son care (last resort) olarak kullanilmalidir.

    antidepresanlar burada siklikla gordugumuz "sevgilimden ayrildim antidepresana basladim" "sinavim kotu gecti anti depresan verdiler" "isyerinde patronla atistik antidepresan almaya basladim" gibi muhabbetlere meze olacak kadar basit bir ilac degil. nufusun tas catlasa %1'lik kesiminin kullanmasi gereken bir ilac.

    bunun sebeplerine gelince...

    1.) anti-depresyon ilaclar bagimlilik yapar. "30 yildir kullaniyorum bende hic bagimlilik yapmadi" diyenler olacaktir ama son arastirmalara gore hayattaki istisnasiz tum bagimliliklar (madde bagimliligindan seker bagimliligina, seks bagimliligindan playstation bagimliligina kadar her turlusu) beyindeki serotonin merkezlerini cogu zaman gereginden fazla uyararak beyinde kalici yer ediniyor. peki beyinde serotonin merkezlerini dolayli yoldan uyaran seyler bagimlilik yapiyorsa bunu direkt olarak uyaran ve tum olayi da zaten bu olan anti-depresanlarin bagimlilik yapmamasi mantikli mi?

    2.) bu tur ilaclarin yan etkisi gorulse de gorulmese de uzun vadede basta karaciger ve bobrekler olmak uzere bir cok organa kotu etkileri oldugu yillardir biliniyor. yani kagit uzerinde hicbir yan etki gormemis olsaniz bile birkac yil veya daha uzun sure kullandiktan sonra bir cok ic organinizda bunun etkilerini goreceksiniz.

    3.) nasil en ufak bir hastalikta antibiyotik kullananlarin bagisiklik sistemi giderek zayiflayip bir sure sonra antibiyotik olmadan en basit hastaliklarla bile savasamayacak hale geliyorsa depresyonda da surekli bu tur ilaclara sarilmak insanin zihinsel direncini azaltir ve olasi bir bagimliligi daha da guclu hale getirir. bu durumda kisi antidepresan almadan gunluk hayatina bile devam edemeyecek hal alir. depresyondayken intihar edenlerin onemli bir kisminin zamaninda antidepresan kullanip sonra bir anda kullanmayi birakanlardan olustugu biliniyor.

    4.) antidepresanlar sizi depresyona sokan sebebi duzeltmez. ornegin issiz ve parasiz kaldiysaniz antidepresanlar size is bulmaz veya para vermez. sevgilinizden ayrildiysaniz antidepresanlar onu geri getirmez. sorunun kokune inmeyen cozum kanser olan birine yarabandi takmak gibidir ("anti depresan kullanan biri gecici olarak depresyondan cikip buradan edindigi enerjiyle yeni bir is veya sevgili bulabilir" denebilir ama anti depresanlar basiniz agridiginda agriyi gecirmek icin kullanilan aspirin gibi gecici olarak kullanilan ilaclar degildir). cogu zaman bu ilaclarin etkisini gostermesi bile 1 ay surmektedir.

    5.) yurtdisinda bazi alisveris merkezlerinde ve buyuk magazalarda (ornegin wal-mart) yurumekte zorlanan obezlere akulu araba verirler. bu akulu araba obezlerin yurumesinin onune gectigi icin durumlarinin duzelmesinden cok daha da kotulesmesine sebep olur. obezler zaten gunde 15-20 dakika egzersiz alabilecekken bu yuzden onu da alamazlar. durumu cok ciddi olmayan birine antidepresan vermek de buna benziyor. o kisi artik o ilaca o kadar bagimli hale geliyor ki hayatla nasil mucadele edebilecegini tamamen unutup ilacsiz yasayamayacak hale geliyor.

    6.) depresyonda oldugunu dusunen cogu insan aslinda depresyonda degil. istatistiklere gore nufusun %1-2'lik kismi major depresyon yasar ve diger depresyon turleriyle beraber tas catlasa %1'lik kismi kronik olarak ilac kullanacak kadar kotu durumdadir. gunumuzde bir cok rahatsizlik depresyonla karistirilmaktadir. ornegin gecen bir tanidigim bana bir mesaj atti ve "cok kotu depresyondayim, sabah yataktan kalkacak enerjim bile yok" dedi. ben de ona son bir haftada ne yedigini sordum ve "pizza, hamburger, cips, normal seyler..." dedi. bir hafta boyunca test amacli olarak sebze meyveyle beslenmesini soyledim ve sonunda "depresyonundan" eser kalmadi. neden? cunku eleman depresyonda degildi ama kotu beslenme aliskanliklari yuzunden tum enerjisini kaybetmisti. eger "sabah kalktigimda hava bulutluysa depresyona giriyorum" veya "bu sarkiyi duyunca depresyondan cikiyorum" gibi cumleler kullaniyorsaniz bilin ki depresyonda degilsiniz. depresyon oyle her saat girilip cikilan bir sey degil. bu durumda ilac kullanmanizin da size faydasindan cok zarari olur.

    bugun kandaki demir eksikliginden tutun seker hastaligina kadar bir cok hastalik depresyonla karistiriliyor ve bir cok insana gereksiz yere anti-depresan tedavisi yapiliarak bosu bosuna bagimlilik yaratilmakla kalinmiyor ayni zamanda o kisinin gercek hastaligina cevap verebilecek bir tedavi almasina engel olunmus oluyor.

    7.) bu ilaclarin vucuda tam olarak ne etkiler yaptigi ve nasil calistigi hala tam olarak anlasilamamaktadir. bugun bilimsel makalelerde arama yapinca anti-depresanlarin calisma mekanizmasini ve yan etkilerini daha iyi anlayabilmek icin devam eden 100'den fazla arastirma ve deneyi gorebilirsiniz. bu ilaclarin hem terapik etkileri hem de vucuda verdigi zararlarin tam olarak anlasilmasi icin en az 20-30 yil boyunca arastirmalar devam edecek. etkileri tam olarak anlasilamayan bir ilaci kronik bir sekilde yillarca kullanmak, ozellikle daha once diger careler denenmediyse cok buyuk bir risk almaktir.

    "antidepresan kullanan birine kullanma diyen kisi" ne kadar gereksizse isin aslini arastirmadan sirf hasta memnun olsun diye ota boka antidepresan recetesi yazip hastayi basindan savmaya calisan sahislar da o kadar gereksizdir.

    edit: baska bir entry'de "kanser olan birine "kemoterapi kullanmayip kanseri kafanda yen" demek ne kadar sacmaysa depresyondaki birine de "antidepresan kullanmayip depresyonu kafanda yen" demek o kadar sacmadir" denmis. teknik olarak bu dogru olmakla beraber ikisi ayni sey degil. doktora gidip "sanirim depresyonum var" deyince birkac soru sorup aninda antidepresan yaziyorlar. doktora "sanirim kanser oldum" diyenlere direkt kemoterapi yaziliyor mu? tabi ki hayir. kemoterapi yazmadan once elli tane test yapip kanser oldugunuzdan emin olmak istiyorlar. bugun istatistiklere gore antidepresan kullananlarin %5-10 kadarinda gercekten depresyon var.
  • elizabeth wurtzel 1994'te yayımlanan prozac nation isimli kitabıyla, yakın bir zamanda kültürümüzün ortasına düşecek olan antidepresan bombalarından bizi haberdar etmekteydi.

    seksenlerin sonunda piyasaya sürülen ilk ssri fluoksetin henüz ortalarda gözükmeden bir kongrede akiskal tarafından 'depresyonla ilgili dertlerimiz bitti, mucize bir ilaç geliyor' gibi bir cümleyle müjdelendiğinde eminim hiç kimse trisiklik antidepresanların üst modeli olan ssri'ların bu denli kitlesel ve aynı zamanda kültürel bir etkiye sahip olacağını öngörmemişti.
    20 senenin ardından antidepresanlar giderek güçlendi, hem moleküler hem kültürel açıdan. modern hayat insanoğluna 100 yıl önce kestirilemeyecek hediyeler verirken yanında ruhsal zorlanmaları da getiriyordu. artık herkes depresyondaydı, herkesin mutluluğa ihtiyacı vardı ve mutluluk hapı olarak bilinen antidepresanlar insanların imdadına koşuyordu.

    öyle miydi acaba diyene kadar uzun yıllar geçti, antidepresan pazarı büyüdü de büyüdü, universiteli genç kızlar, eski köylü sonradan şehirli olan teyzeler, kodu mu oturtan aile babaları, hepsi antidepresana koşuyordu.

    psikiyatri eğitimleri iki üç hafta stajla sınırlı pratisyenler duruma hakim olamadıklarından, nörologlar her şeyi bildiklerini sandıklarından, dahiliyeciler ağrılı sızılı teyzelerden bıktıklarından şeker gibi antidepresan dağıtıyorlardı. bu sırada işin erbabı olan psikiyatristler de polikliniklerde hasta yoğunluğundan ve terapi imkanı bulamadıklarından reçete ediyorlardı antidepresanları. sonunda biz de prozac toplumu olduk çıktık.

    bu yoğun antidepresan kullanımının bir noktasında birileri çıktı ve 'durun! siz hap diye şeker de içseniz bu kadar iyi gelirdi!' diye bağırdı. beklenileceği üzere bu kişi bir psikologdu. senelerdir bitmek bilmeyen psikiyatrist-psikolog tartısmasının taraflarından biri, psikiyatristlerin önemli avantajlarından biri, hem de pek büyük bir avantaj olan ilaç yazma yetkisinin kalbine - metaanaliz çalışmalarının bilimsel değeri yüksek olmasa da - kazığı sapladı.

    'bravo hocaefendi! çok yaşa!' demeyeceğim.
    evet, baştan beri 'herkese çerez gibi veriliyor bu antidepresanlar da canım, önüne gelen reçete ediyor, önüne gelen kullanıyor' diyordum ama antidepresan placebo kadar etkili diyen bir meta-analiz çalışmasına bravo demeden önce düşünülmesi gereken bir çok konu var.

    öncelikle antidepresanlar etkin ilaçlardır. bir çok çalışmayla etkinlikleri kanıtlanmıştır. elbette placebo etkisi psikiyatrik tedavilerde önemli bir rol oynar. ilaç etkilidir ama tedavinin etkinliğine inanan birisi bu etkiyi daha güçlü yaşayacaktır.

    böyle bir sonucun bu şekilde yayınlanmasının çok ciddi sonuçları oluyor elbette, mesela bir arkadaşımın şizofren bir hastası arkadaşımı yani doktorunu arayıp 'doktor hanım, antidepresanlar işe yaramıyormuş, benim ilaç da yaramıyordur belki, bıraksam mı?' diye sormuş, eminim sormadan bırakan bir çok hasta vardır. antidepresan kullanması şart olan depresyon, kaygı bozukluğu, okb hastaları vardır ve bu çalışma ilaç kullanması şart olan bireylerin terapötik birliktelik duygusuna da darbe vurmuştur, şimdi bunu okuyan bütün hastalar bu soru işaretiyle tedavi olacaklardır, bu da negatif bir placebo etkisine yol açabilir.

    ayrıca malum çalışmaya alınan hastalar ne menem insanlardır, klinik olarak depresyon gözlenebilen kişilik bozukluğu hastaları ya da uyum bozukluğu hastalarında antidepresan kullanımı zaten ancak semptomatolojiyi azaltabilir, kocası her gün içip eve gelip kadını dövüyorsa bu kadını prozac'ın tedavi etmesini kimse beklemez, prozac hayatı boşluk duygusuyla geçen bir borderline kişilik bozukluğu hastasının dişinin kovuğunu doldurmaz. bunları psikiyatristler de biliyor ama devlet tarafından terapi olanağı yaratılmıyor ve toplumumuz terapi maliyetlerini karşılayacak kadar zengin değil, hastaya semptomlarını hafifletecek bir destek olarak veriliyor antidepresan.

    prozac toplumu olmak pek matah bir şey değil, ne danışanlar/hastalar için ne de doktorlar için, ama bir alamete binip kıyamete gidiyorken, yeterli kadın sığınma evi, yeterli terapi olanağı, hasta başına düşecek yeterli sayıda doktor, fakültelerde yeterli eğitim, evlerde yeterli ebeveyn desteği/ilgisi olmadıkça daha çok antidepresan var içilecek.

    şifa niyetine.
  • vaktiyle gayet zor bir hayatım olmasına ragmen hiç kullanmadığım hede.
    çok canım sıkılırsa passiflora alıyorum sadece.

    sigaram, içkim, başka bağımlılığım zaten yok. tırnak yemiyorum, herhangi bir tik veya obsesyon edinmedim. peki nasıl baş ediyorum stresle?

    ağlıyorum arkadaşlar. neredeyse güldüğümün yarısı kadar ağlıyorum. üzülünce, duygulanınca, sinirlenince gözyaşı döküyorum ve bu acıklı bir durum değil çünkü ağlamak benim için gülmek kadar doğal bir tepki ve insanın içini acayip temizleyen bir şey.

    benim nacizane alternatif tedavi önerim bu. kendinizi tutmayın, gülün ya da ağlayın. içinizdeki pisliği akıtın.
hesabın var mı? giriş yap