hesabın var mı? giriş yap

  • benim de desteklediğim görüştür.

    tatlı sevmediğimiz için çorbayı sürahiden içiyoz biz evde.

    edit:bazen pipet kullandığımızda oluyor tabi çorba için.

  • bunun görgü ile değil tamamen karakterle ilgisi vardır. bir çok hatunla yeme içme takılma fırsatım oldu. bazıları buluşma yerine gelirken mesajda "aa cüzdanımı evde unutmuşum eve dönsem mi ?" diye mesaj atacak kadar yüzsüzken, bazıları ise tuvalete diye gidip çaktırmadan ödediğin hesabı kabul etmeyecek kadar gururlu oluyor.

    mesela para, görgü değil. imkanı olmayıp 2 çay içip kendi hesabını ödeyen kadın ile masaya bi yanarlı dönerli meyve tabağı söylemediği kalmayan ve hesap geldiğinde numaradan çantasını ağır ağır karıştıran kadın arasında bariz "asalet" farkı vardır.

  • emniyet kemeri takmayan butun barzolarin yasamasini diledigim, belki bazi seyler duzelir diye umit ettirmis eylem.
    birisinin canini korumak için onu parasiyla tehdit etmek zorunda kalmak ne aci.
    "sıkıyor be abi"

  • kuantum konseptini ortaya atan insandır. teoriyi doğrulayan sonuçlara rağmen kabul edilmesi o kadar uzun sürdü ki şöyle bir şeyler söylemiş bilimsel otobiyografi'de:

    "yeni bir bilimsel gerçeklik ona karşı çıkanları ikna ederek ve onların ışığı görmelerini sağlayarak değil, ona karşı çıkanlar en sonunda öldükleri ve ona aşina yeni bir nesil büyüdüğü için galip gelir. "

  • öyle bir noktada geliyor ki hayatınıza bu, ya kabul edip yaşıyorsunuz ya da daha fazlasını isteyip risk almaya devam ediyorsunuz.

    yaş ve yaşanılan hayal kırıklığı yüzdesine göre risk alma toleransınız düşüyor, bakıyorsunuz ki küçük şeyler de sizi mutlu etmeye başlamış, kıyıya vuran dalga sesi, oturulan bir koltuğun yarattığı rahatlık hissi huzur kaynağınız olmuş, "e böyle de güzelmiş ki hayat?" derken yakalıyorsunuz kendinizi.

    bu düşünceye bir de ortağınız varsa ki bu sevdiğiniz kişi olur, ev arkadaşınız olur, olay daha anlamlı oluyor, fikirler uyuşuyor, çatışma yaşanmıyor ve "less is more"u düstur kabul etmiş hale geliyorsunuz.

    mutluluk o kadar uzakta değil aslında, hırs denen şeyin dozunu iyi ayarlamak gerekiyor sadece.

  • size bir şey söyliyim mi? muhtemelen erkek tarafı bu şartları kabul etmiştir. o kadın bunları yazacak cesareti erkek tarafından almıştır.

  • asıl utanması gereken, bissürü teknik hukuki terimin kullanılacağı belli olan basın toplantısına tercüman olarak öğrencileri görevlendiren sorumlu organizatördür. ayıp ulan, üç kuruş hesap için mi yaptınız bunu merak ediyorum.

  • insanı durduk yere 3-5 yıl yaşlandıran durum. özellikle de çevreniz oynamaktan, ortamın odak noktası olmaktan çok hoşlanan insanlardan kuruluysa. artık düğünlerde, düğünün başlangıcından itibaren, nikahtır, fake pastanın kesilmesidir, takı törenidir, oynamaya kalan süreyi kafamda hesaplayabilme yeteneği kazandım. 45 dk kaldı, 30 dk kaldı. özellikle de evlenen kişi yakın arkadaş - akraba ise.

    bu konuda çok da öküz sayılmam aslında, halay türü ve senkronize oynanan kalabalıklar içerisinde kendinizi unutturabileceğiniz, takım çalışması ile icra edilen oyunlara kendi isteğimle katılarak, çiftetelli türü oyunlarda oyunlara çağırılınca, "aabi yorulduk be, siz oynayın" diyebilme çakallığını keşfettim kendimce. çünkü göbek atmalı oyunlarda her türlü hırboluğa maruz kalıp kendinizi bi anda el ayak çırpan 8 - 10 kişinin ortasında zenne gibi bulabilirsiniz. düşman başına.

    hayır bir de ailede bu konudaki tek sığır adam benim diğerleri, utanmasalar "düğün olsa da ortada dönsem" diye evde pratik yapan insanlar, sırf bu yüzden bile "lan acaba gerçek anam babam kardeşim mi lan bunlar" diye düşündüm. abim, tam bir disko kralıdır. benimse kenarda el çırpma yeteneğini kazanmam 25 yılımı aldı. adam bi dalar ortaya bi damadı çeker kenarı 1-2 dakika altından üstünden girer ordan burdan fırlar, bi anda yanınızda biter. adam tam olarak şöyle. tövbeler tövbesi, ben bu özgüvene sahip olabilmeyi rüyamda bile göremiyorum lan.

    abim evlendiğinde bile damatlıklarla pistin orta yerinde hani şu romanların mı bilmiyorum tam, yerde dizlerinin üstünde çamaşır yıkarcasına yaptıkları dans figürünü icra edip, müstabel kayınpederini renkten renge sokmuş adamdır. off yazarken bile içim şişti yeminne. adam orda "noluyo lan, kimlere veriyoruz bu kızı, bu nasıl damat, azcık ağır ol lan" demiştir içinden. ama yeni taktik de buldum tabi fotoğraf makinasını kullanıyorum artık, insanlar oynarken ben fotoğraflıyorum, nerden baksan 1 saat kazandırıyo bana, 4 kere de sigaraya çıksam 10'ar dakikadan 40 dakika. 1 kere de telefonla konuşuyorum ayağı çektim miydi. nerden baksan 1 saat falan kalır köşe kapmaca oynayacağım.

    bak gerçekten, yılların birikimi bunlar, biliyorum bizim sayımız çok fazla, sessiz bir kalabalığız biz oynayamayanlar. partisini kursak iktidarı sallarız. örgütlensek, liderler seçim öncesi ziyaret eder.

  • biraz bilim biraz şarlatanlık.

    işin bilim kısmını uzun uzun anlatmaya gerek yok. nöro bilim zaten üzerinde bir çok bilim insanının çalıştığı, kayda değer buluşlara imza atmış bir dal.

    bunun pazarlama metotlarına uygulanmasını da normal buluyorum. lakin ortada ciddi bir sıkıntı var. o da verilerin yorumlanması.

    işin şarlatanlık kısmı da burada başlıyor.

    çünkü iş verilerin yorumlanmasına gelince subjektif bir hal alıyor. şöyle,

    nöro pazarlama testi için size bir tane video izletiyorlar ve bu videoyu izlerken kafanıza fmrı adı verilen bir cihaz takıyorlar. bu cihaz beynin ödül, zevk, endişe gibi belirli duygulardan sorumlu kısımlarını inceliyor ve kan akışının en fazla nerede olduğuna bağlı olarak reklamın hangi duyguyu harekete geçirdiğini ölçebiliyor.

    buraya kadar sıkıntı yok.

    fakat insan beyni çok komplike bir yapıya sahip. beynin herhangi bir bölümü sadece bir uyarıcıya tepki vermiyor. yani o anda reklamdaki bir ses, renk, hareket vs. beynin o bölümünü aktive etmiş olabilir.

    benzer sıkıntılar fmrı dışındaki diğer nöro pazarlama metotlarında ve hatta hepsi birlikte kullanılsa bile ortaya çıkabiliyor.

    iş bu noktada yine subjektif yoruma kalıyor.

    nöro pazarlama destekleyici bir araç olarak oldukça işlevsel olabilir. özellikle para derdi olmayan büyük markalar mutlaka kullanacaklardır ve kullanmaya devam edecektir fakat kesinlikle anlatıldığı gibi hedefi on ikiden vurmanızı sağlayacak bir şey değil.

    şarlatanlık dememin sebebi de budur. adete insanın düşüncelerini duygularını anlayan, beynini okuyan bir yöntem gibi sunulmakta. öyle bir durum kesinlikle yok.

  • berberin tras sonrasinda enseye ayna tutmasi, darbe sonrasinda askerin referandum yapmasina benzer. kötü olduğunu görseniz bile kötü diyemezsiniz... sonrasinda ne olacagini bilemezsiniz; berberin her zaman daha kötü kesme ihtimali; askerin agziniza daha beter sicma ihtimali vardir. berbere "elinize saglik usta" dersiniz gozleriniz dolar; askere de %97'lik güvenoyu verirsiniz; iciniz sizlar...