hesabın var mı? giriş yap

  • hayatim boyunca gosteri sanatlarina ilgi duydum.
    kendimi hep bir tiyatro sahnesinde ya da nefis bir filmde sahane bir performansla hayal ettim.
    kucuk bir ilkokul ogrencisiyken, okul koridorlarinda kollarindan cekilerek siniflara sokulup bir seyler anlatmam icin israr ederdi insanlar.
    bir keresinde bir sinifin onunde sadece durdugumu hatirliyorum ve onlarin katila katila guldugunu.
    ilk defa 4. sinifa giderken bir tiyatro oyunu icin ogretmenimin hic dusunmeden secmesi, sinif arkadasimin annesini canlandirmak filan, bunlar hep gulumseten detaylar olarak aklimda kaldi.
    iyi bir taklitciydim. hala, arkadaslarim herhangi bir sey izledikten sonra, telefonla arayip.
    "bak bunu iyi izle, senden de izlemek istiyoruz" derler.
    liseye giderken en buyuk hayalim konservatura gidip egitim almakti. ama ailem ve hatta sulalem yuzunden bu hayali gerceklestirmem mumkun degildi.
    oyle icimde patladi yani sahne hayali.
    seneler sonra kizimin okulunda hazirlanan, egitim amacli dans ve drama gosterisinde izledim ilk once arkadaslarimi.
    oldukca amator bir girisimdi ama ayni olcude buyuleyiciydi.
    sozlukten de ve yillarca ayni apartmanda komsuluk yaptigim bilge hatunu cok kiskandim mesela o gosteride izleyince.
    bir sonraki sene yine gerceklesecegini duyunca da biraz tereddutle ben de katildim.
    sifirdan basladik. aylarca on calisma koregrafi calistik gec saatlere kadar.
    gercekten butun yoruculuguna ragmen muthis bir duyguydu.
    ve sahne gunu geldi catti.
    yuzlerce insan karsisina cikacak olma heyecani, becerebilecek miyim korkusu ile..
    ve sahne !
    benim gosterimde; hayatin hizi, mekaniklesmesi insanin ama sonunda elimdeki kagittan okudugum insan oldugumuzu hatirlama ani...
    sadece kopan buyuk alkisi hatirliyorum.
    tabi ki, ozne degildim. zaten dans dramada ozne yok. bir butunun parcasisiniz. bir sorunun, bir cozumun.
    hayatimin en buyuk hayalini gerceklestirmistim. titreyerek ciktigim sahnede baktigimda isiklardan baska bir sey gormuyordum.
    ta ki kizimla birlikte selamlamaya ciktigimda salonda kopan alkis tufanina kadar.
    sanirim, gercek anlamda mutluluk buydu...

    sonra, oyun cikisi bir ogretmenimizin;
    -kizim sizinle tanismak istedi. bir turlu veli oldugunuza ikna edemedim.
    demesiydi o gece ve belki butun hayata yayilacak kuvvetteki gulumseten detay.

    hayatta her sey mumkun...

  • doğu illerindeki bir ağanın en büyük zevki, kar üzerine çişiyle imzasını atmakmış.
    bu nedenle kar yağmaya başladığı andan itibaren köyde hayvanlar dahil hiç kimse sokağa çıkamazmış.

    kar biraz kalınlaşınca, ağa sırtına kurkunu giyer ve koy meydanına gelirmiş.

    yanında da en yakın yardımcısı haso. ağa sırtını köye doğru döner sonra sorarmış:

    “-ula hasso, ahali bakiy mi?”

    hasso yanıtverirmiş:

    “-evet ağam, hepisi de bir olmuş, pencerelerden bakir.”

    ağa çişiyle karin üzerine imzasını atarmış, “abdullah cizrelioğlu” sonrada bir nokta koyarmış ve sorarmış:

    “-hala bakirler mi lo?”

    “-he ağam, hem bakirler hem de çılgın gibim alkışlirler.”

    her sene ayni tören sürermiş. aradan 7 yıl geçmiş. ağa yine kar tuttuktan sonra çıkmış koy meydanına.

    sormuş hasso’ya:

    “-ahali bakir mi?”

    “-he ağam bakirler, kopekler, kediler bile camdadir.

    ağa adini yazmaya başlamış “abdullah” diye. “cizreli” demiş ki, kalakalmış, çünkü yas gereği prostat.

    halka rezil olmak var..alçak sesle hasso’ya sormuş:

    “-bakirler mi?”

    “-he ağam bakirler de, sen ne diye durdin ki ogle?

    ağa çaresiz

    “-ula gel yanıma, arkanı don ahaliye, tamamla sunu.” diye emretmiş.

    hasso bir an durmuş, sonra çişini yapmaya hazırlanmış ve ağanın
    kulağına eğilmiş :

    “-ağam..” demiş haso..,

    “-kırk yıldir kafama vurdin salak dedin, sırtima vurdun aptal dedin. he bu kulun okumayı yazmayı sökemedi ki, ucunu tut da yazının devamını sen yaz…

    yanımızdakileri eğitmezsek, tutacağımız gün yakındır.

  • üst edit: bir süredir cemal kaşıkçı olayına ilişkin derli toplu bir yazı yazmak istiyordum. olayın ortaya çıktığı ilk günlerde fikirlerimi genel hatlarıyla burada ifade etmiştim. ancak son yaşanan gelişmeler, bende, olayı daha detaylı yazma ihtiyacı yarattı.

    kaşıkçı olayı belki macaristan veliaht prensi franz ferdinand cinayeti/suikasti gibi yeni bir dünya savaşına yol açmayacak, ama uzun yıllar etkisi hissedilecek bir takım sonuçlar doğuracağını söylemek mümkün. üstelik bu olayda sözü edilen ya da masaya oturan tarafların inatçı ve dediğim dedik anlayışları, süreci çok daha kırılgan ve içinden çıkılmaz hale getiriyor. masanın bir tarafında abd’nin haşarı başkanı trump’ın, diğer tarafında monarşinin şımarık suudi prens salman’ın olduğu bir masada sonuçların nereye gidebileceğini kestirmek zor. üstelik bu masada oturan veya oturmak isteyen rusya, ingiltere, fransa, almanya, israil ve türkiye gibi unsurların da olduğunu göz önüne alındığında süreç çok daha karmaşık bir hale geliyor.

    türkiye-suudi arabistan çekişmesi
    ne yazık ki bu olayın doğrudan taraflarından birisi de ülkemiz. çünkü olay ülkemiz toprakları üzerinden cereyan etmiş ve ülkemizin yabancı diplomatlar için güvenilir bir yer olduğu algısını çok ciddi şekilde sarsmıştır. bu nedenle sürecin bizim tarafımızdan çok daha incelikli ve ustaca ele alınması çok önemli. fakat son 10 yıldır “yeni osmanlı” hayali ile ortadoğu’da son derece yanlış hamleler içerisine girmiş olan recep tayyip erdoğan’ın bizi temsilen masada olacak olması, bu sürecin bu kadar ustaca ele alınıp alınmayacağına dair akıllarda soru işaretleri yaratıyor. zira “yeni osmanlı” hayalinin temel adımlarından birisini bugün ortaduğu ve yakın afrika ülkeleri üzerinden güçlü bir etkiye ve liderliğe sahip olmak oluşturuyor. işte burada suuidiler ile “yeni osmanlı” hayalleri olan erdoğan karşı karşıya geliyor. zira şu an için suudi arabistan; sahip olduğu para ve petrol kaynağı ve bunun bir sonucu olarak arkasına aldığı abd ve israil’in de destekleriyle, arap coğrafyası üzerinde önemli bir etkiye sahip ve bunu erdoğan ile paylaşmaya hiç de hevesli değil.

    türkiye ile suudi arabistan arasındaki bu “çatışma”nın bir tezahürü de “ılımlı islam” -ki bunun suudi arabistan’daki yansıması olarak müslüman kardeşler ya da nam-ı diğer ihvan- ile vahhabi matlakiyetçilik çatışmasıdır. erdoğan ve onun temsil ettiği anlayış, mısır’daki abd destekli renkli darbe sürecinde de gördüğümüz üzere, müslüman kardeşler (ihvan) çizgisidir. bu da iki ülke arasındaki bir diğer ayrışma fay hattı olarak duruyor.

    dahası son yıllarda türkiye ile suudi arabistan arasında açıkça cereyan eden bir siyasal ve ekonomik çatışma mevcut. hepiniz hatırlayacaksınız; suudiler katar ile ilişkilerini kestiklerinde, bu para ve petrol zengini ülkeyi suudilere karşı desteklemek için türkiye askeri birlik göndermişti. erdoğan böylece hem o dönemde yaşanan ekonomik dar boğazın etkisini hafifletmek için ihtiyaç duyduğu sıcak paraya kavuşmuştu ve hem de bu hareketiyle arap coğrafyasında suudilere karşı güç gösterisi yaparak etkisini arttırmıştı. elbette suudilerin düşmanlığını da beslemişti. ki suudiler de erdoğan’ın bu hamlesini karşılıksız bırakmamış, türkiye sınırında konuşlu kürt güçlerine 100 milyon dolayında para desteğinde ve silah desteğinde bulunmuştu.

    burada brunson olayını da anmadan geçmemek lazım. malum, erdoğan’ın suudilere karşı kaşıkçı olayında elini güçlendirebilmek için abd desteğine ihtiyacı vardı. bunu sağlamak adına da brunson’un bırakılması iyi bir “jest” olacaktı. zaten abd tarafından bu konuya ilişkin yapılan baskılara dayanmak da güçleşmişti.

    kaşıkçı olayı
    kaşıkçı olayının bizzat veya tek başına suudi veliaht prens muhammed bin salman tarafından organize edildiğini söylemek benim için zor. zira daha önce de yazmıştım, eski bir suudi istihbarat ajanı olması yüksek ihtimal olan kaşıkçı’nın abd için de çalışan yani ikili bir ajan olduğunu düşünmek için bolca veri var elimizde. abd’nin afganistan’da suudilerin desteği ile ürettikleri el kaide lideri ile görüşmesi, bin ladin’in ölümünün ardından üzüntülerini ifade etmesi, suudi arabistan adına uluslararası siyasal toplantılara temsilci olarak gönderilmesi, türkiye ile suudi arabistan’ın suriye’de cihatçılar eliyle yürüttükleri savaşta koordinasyon işini yürütmesi vb bir dizi veri bunu işaret etmektedir. hal böyle olunca, evrak işlemleri için öncelikle abd’deki suudi konsolosluğuna giden kaşıkçı’nın buradan türkiye’deki/istanbul’daki konsolosluğa yönlendirilmesinden abd istihbaratının haberinin olmadığını söylemek çok zor. burada şu soruyu sormak lazım: eğer abd istihbaratırın haberi var idiyse, neden buna izin verildi? sanırım bu soruyla birlikte şu soruyu da cevaplamak lazım: suudi arabistan’ın abd’deki konsolosluğu neden kaşıkçı’yı öldürmek ya da tutuklamak için istanul’daki konsolosluğa gönderdi?

    işte tam bu noktada ben bu sürecin abd’nin ustaca bir taktik, istihbari hamlesi olduğu kanısındayım. abd; kaşıkçı’nın istanbul’a gelmesine yeşil ışık yaktı, böylece onu koruyamama sorumluluğunu üzerinden atmış, kendi ülkesinde böyle bir olayın gelişmesinin yaratacağı güven yitiminin önüne geçmiş oluyordu. kaşıkçı tam da bu nedenle, yani abd’ye güvendiği içi istanbul’daki konsolosluğa gitmekte bir beis görmemişti. abd ise kaşıkçı üzerinden suudi arabistan’a yeni taleplerini kabul ettirme ve bölgede yeni bir düzenlemenin ön adımlarını atma amacı güdüyordu.

    tek abd hatalı algısı
    dünyanın hemen her ülkesinde olduğu gibi amerika’da da yek pare bir iktidardan söz etmemiz mümkün değil. trump dönemiyle birlikte bunun çok sık açık açık görüyoruz. hal böyle iken, suudi arabistan’a yönelik yaklaşımda da iki farklı yönelim olduğunu söylememiz mümkün.

    örneğin trump; ortadoğu politikasını suudilerle ilişkiler üzerine kurdu ve salman ile iyi ilişkilere sahip. bu nedene de salman’ın üzerine çılgınca gitmesini beklemek pek doğru olmayacaktır. ancak öte yandan abd’deki diğer etkin güçler trump’ı, suudi arabistan koşunda yönelim değişikliğine zorlamak istiyor. bu nedenle kaşıkçı olayını da etkin olarak kullanıyorlar. dikkat ederseniz trump’ın kaşıkçı olayına ilişkin açıklamaları da oldukça inişli çıkışlı. bir yandan suudilere silah satışını durdurmayacağını, suudilerin önemli bir ekonomik ortak olduğunu söylerken öte yandan “eğer kaşıkçı olayında anlatılanlar doğru ise, suudiler bunun karşılığını çok ciddi şekilde öderler” diyor. trump’ın iç siyaset ve uluslararası siyasetin beklentilerini de göz önünde bulundurarak bir çıkış yolu bulması gerekiyor.

    kaşıkçı’nın washington dc’de bolca dostu var. ana akım gazeteciler onu kendilerinden biri olarak görüyorlar. neo-liberaller kadar yeni-muhafazaarlar da rejim değişikliği ve arap baharı desteğinden ve suudi arabistan karşıtı çabalarından hoşlanmışlardı. abd kongresi’ndeki pek kişi, kaşıkçı’yı şahsen tanır. bu kesimler trump üzerinde ciddi bir baskı oluşturarak onu önümüzdeki seçimde zora sokma amacıyla hareket etmeyi çıkarlarına uygun görüyorlar. dahası böylece bir taşla birden fazla kuş vurarak suudi politikalarının da zemin taşlarını döşemiş olacaklar. bu doğrultuda adımlarını çoktan atmış durumdalar. örneğin riyad’da düzenlenen ve bölgenin davos’u olarak bilinen geleneksel foruma bu yıl birçok küresel firma katılmama kararı aldı.

    fakat bütün bu baskılara karşın trump’ın, suudi arabistan’ı ve salman’ı cezalandırması çok da basit değil. zira abd’nin ve israil’in ortadoğu politikalarının baş finansörü suudi arabistan. örneğin suriye işgalininin giderleri bu ülkenin akıttığı paralarla mümkün. yine iran ve rusya’nın petrol üzerinden -petrol fiyatları düşürülmek suretiyle- dizginlenmesinde de suudilerin büyük payı var. abd ekonomisinin büyümesinde, suudilerin akıttıkları paraların payı ise görmezden gelinecek gibi değil.

    böylesi bir kıskaçta olan trump’ın nasıl bir çözüm bulacağı henüz soru işareti. ancak kanımca, kısa vadede bu olayın salman’ın direktifleri dışında hareket eden unsurlar tarafından yapıldığı öne sürülecek. akp genel başkan danışmanı ve yazar yasin aktay’ın bir suudi kanalında; “suudi arabistan’ı suçlamak için erken. türkiye’de de bu tür cinayetler oldu ve bunları derin devlet yaptı” diyerek az evvel söylediğim çözümü işaret etmişti. zaten cnn gibi uluslararası kuruluşlar da dün benzer haberler geçerek, salman’ın cinayeti kabul edeceğini ancak bunun sorguda kazara olduğunu, bunun kendisinden bağımsız yapıldığını kabul edeceğini iddia ettiler. türkiye ile ortak komisyon kurulması, olayın haftalardır pazarlık konusu yapılarak aydınlatılmamasının ardında da bu hadise var.

    her ne şekilde olursa olsun, bu olaylar neticesinde suudiler abd başta olmak üzere bir dizi devlete ciddi ödemeler yapmak durumunda kalacaklardır. trump boşuna, “ey kral, bize ödeme yapmak zorundasın çünkü biz olmazsak o tahtta iki gün bile oturamazsın” demiyordu. elbette suudiler, olası bir yaptırıma karşı diş göstermekten uzak durmuyorlar. bu diş göstermenin ilk adımını, petrol fiyatlarını yükseltme tehdidi ile yaptılar. bunu rusya ile görüşmeler, iran ile yakınlaşma mesajları, petrol ticaretinde farklı bir para biriminin kullanılabileceğine yönelik imalar izledi. suudiler kolay bir lokma olmadıklarını bu tür hamlelerle göstermeye devam edecekler. ancak abd seçimlerini trump karşıtlarının kazanması halinde salman’a yolun sonunun görüneceğini söylemek mümkün. dahası trump üzerindeki ulusal ve uluslararası baskının artması halinde bu bizzat trump tarafından dahi yapılabilir. zira emperyalist ülkelerin uzun süreli dostlukları yoktur, uzun süreli çıkarları vardır.

  • her şey bir friendfeed iletisi ile başladı. ne kadar dalga ne kadar gerçek olduğu bilinmez, birisi sözlükte yazılanlardan dolayı iki polisin kapısına dayandığını iddia ediyordu. önce olayın doğrulanmasına çalışıldı. evet olay doğruydu. sonra olayın niteliği anlaşılmaya çalışıldı. klasik olarak dini değerlere hakaret prim yapar mı hocu olayıydı. buraya kadar olay bilindik bir türkiye hikayesiydi, ekşi sözlük hikayesi değildi.

    sonuçta buraya üye olan herkes, asgari olarak okuma yazma biliyor demekti. yazdıklarından dolayı dava konusu olabileceğini ve sözlüğün kendisini legal planda savunmayacağını da biliyor olması gerekti. malum hukuk ilkesi yasayı bilmek mazeret sayılmaz ve bu bir ekşi sözlük yasasıydı. bireysel bir ihbar ve bununla bireysel olarak mücadele etmesi gereken yazarlar vardı.

    burada tek bir gariplik vardı. savcılık entryi silin dediğinde, yazara danışmadan kendi hukuk gücüne güvenerek hayır çekmeyi bilen site yönetimi, yazarın soruşturma konusu olmasında bahis görmezken, hatta reklamım olcak hafız diye avuç kaşırken, iş o yazara durumu bildirmeye gelince kanun boyle yalanına sığınıyordu.

    zaman geçtikçe hikaye garipleşmeye başladı. çünkü bireysel bir şikayet değil belli bir başlıkta yazan yazarlara toplu bir saldırı vardı. sözlük yazarlarının hiçbir haberi olmaksızın sadece sözlük yönetiminin bilgisi dahilinde, bu işlerdeki inatçılığıyla meşhur biri tek tek ihbarda bulunmuştu. yani olay yazan yazarların bireysel sorumluluğu değil sözlüğün kendisiydi. ama karşı taraf kurnazca davranarak sözlüğe yönelmiyor, yazarlar üzerinden dolanıyordu. ki sözlüğe yönelmesi halinde leoparı karşısına alacaktı. malum leopar ve zebra ekmek kapılarına yönelik en küçük bir riskte hemen ayaklanıveriyorlardı.

    aynı adresden aynı anda 100 istem gelse ddos saldırısı var diye alarma geçen sözlük yönetimi, aynı adresten peş peşe yazarlarına yönelen bu saldırının, bireysel olarak yazarlarına değil bizatihi kendi varlığına yöneldiğini görmüyor, görmek istemiyor ve hala aynı kavalı üflemeye devam ediyordu. hatta daha da korkakcası bunu o yazarlardan saklıyordu. çünkü o yazarlardan hiçbiri arkadaşları, eşi dostu filan değildi. öyle olsa malum alttan haber uçururlardı yoksa canım. onun yerine her zaman yaptıklarını yapıp peşlerine bir sürü fare takılmasını sağlayacak kaval nağmelerini üflemeye devam ediyorlardı.

    şimdi sayısı bilinmeyen, sözlük yönetimince yasalar böyle bahanesi ile kendilerine haber bile verilmeyen sözlük yazarları haklarındaki ihbara istinaden yapılacak işlemi bekliyor veya beklemiyor. sözlük yönetimi bu yol bir kere açıldığında ve duyulduğunda sözlüğün ağzına sıçılacağını anlamıyor bile. tek bildiğimiz aralarında ssg, kanzuk veya onların sevdiği birilerinin, yani yasaların işlemez hale gelmesini sağlayacak birilerinin olmadığı. ha leopar. onun başlığına yakında sakallı bir abi şu bakınızı verecek:

    (bkz: kuyruğunu tutmadan leopar böyle sikilir)

    benim onbinlerce sıradan sözlük yazarından biri olarak bu hikayeden kendi payıma çıkardığım şu: allahı kitabı tık olan ve kendilerini asgari esnaf ahlakından bile azade kıldıklarını cümle aleme ilan edenlerin tek bir fazla tık elde etmesini bile engellemek. olur ya tesadüfen biri bir konuda gugılda sörç yaparken entarime rastlar da siteyi tıklar diye silerim entarilerimi, canım yazmak isteyince yazarım, eğlenmek isteyince eğlenirim, sıfır katkı maksimum keyif. tıpkı as you like it.

  • 13 yaşındaki ege liseye hazırlık kursuna gitmektense evde oturup gta oynamayı tercih etmektedir ama bu düşüncesini doğrudan paylaşmak da işine gelmez...

    ege: selamün aleyküm mübarek!
    romica: aleyküm selam oğlum, "kursta bizi sınavlara hazırlamak yerine dinle beynimizi yıkıyorlar" algısı yaratma planını anlıyor ve yaratıcılığına şapka çıkarıyorum ama işe yaramıyor...
    ege: sümme haşa!

  • kar ederken ortak mıydık da zarar ederken ortak olalım. yabancının 3 katı fiyatı yerliye çekmeye utanmayanlara mı yardım edelim?