• sizin ve eşinizin birer hücresinden meydana gelmiş olsa da, 9 ay karnınızda sıcacık besleyip taşımış olsanız da, ona hayat veren siz olsanız da, değişmeyen gerçek, sizin ona değil, "çocuğun size sahip olduğu"dur... daha bu sabah okula giderken "çıkmadan önce çişini yap istersen oğlum" dediğimde , "ben senin kurallarına uyamam anne, sen benim kurallarıma uymalısın, şu an çişim yokken nasıl yapabilirim ki?" dedi lan! 5 sene önce yoktun sen hacı, ne diyon?.. (bkz: diyemedim ya la)
  • daha evvel uzun süre oğlum olsa ne oluru düşünmüştüm. şimdi şimdi kızım olsa nasıl oluru düşünüyorum. çok acayip değil mi aga? mesela benim bir abim var, adam kızı olduktan sonra denyolukta dünya markalığından sezen cumhur önal'lığa döndü. adam adeta bir ruh adamı, adeta bir sanatçı. nasıl değiştirir bir kız beni çok merak ediyorum. gerçi benim çocuk sahibi olmak gibi bir derdim de yok ama acaba nasıl olur diye düşünmek çok güzel. bi bana mı öyle geliyor acaba. yok lan yok, çok güzel. öhm.

    olmuş bir tane kızım, almışım ilk defa kucağıma mesela. hatuna, çocuk doğurup da kafasına takmayanı dövdüklerini tahmin ettiğim kurdeleden almışım. kırmızı. bizimki kendini gülşen bubikoğlu sanarken, ben kucağımdaki çocuğa bakıyorum. okuduklarım aklıma geliyor. erkeklerin çok büyük bir kısmı, çocuklarını kucaklarına aldıklarında herhangi bir şey hissetmez. sevgi zamanla gelişir ve temeli paylaşımdır. ben de çocuğa nötr olanlardanım demek ki. öyle bakıyorum. kendi çocuğuma bakar gibi değil, herhangi bir çocuğa bakar gibi bakıyorum. annelerin çoğunun çocuklarının güzelliklerini yersiz abartmaları geliyor aklıma. 3 kilo bi şey, 50 cm boyu var. tipe bak.

    vakit geçiyor, iletişim başlıyor aramızda. akşam alıyorum kucağıma işten gelince. bakıyor böyle yüzüme bön bön. sağıma soluma bakıyorum, hatun içerde. ne ayaksın lan sen diyorum, hala bakıyor. hehe, tipe bak lan diyorum. sonra iyice darlıyor kucağımda beni. oturmayı öğrendi diye televizyona doğru oturtuyorum bunu. arkadan da kesiyorum ne yapıyor diye ara ara ki düşmesin, başıma iş açmayayım. reklamlara bakıp kahkaha atarken çocuk, birden bana bir dönüyor ve gülümsüyor ki aklım çıkıyor. bu çocuğa nasıl der insan güzel değil diye. dünyanın en güzel çocuğu bu olmalı diyorum. hatta dünyanın en güzel insanı bu. oha.

    yaş 3-4. oğlanı parka götürdüysek kızı da götürelim parka. gitmeden tembihliyorum bunu, git güzel kızlara sırnaş. kaç yaşına geldin babana bi faydan olsun diyorum. anneme söyliycem diyor. adını söyleyemiyor, adımı söyleyemiyor ama maşallah anasına her şeyi söylüyor. yapma etme güzel kızım diyorum, baba şaka yaptı sana diyorum. çukulota al bu iş huzur içinde çözülsün diyor. ataya babaya saygı yok diye söylene söylene bakkala gidiyorum. bakkal, beni her gördüğünde seviniyor. bütün yollar bakkala çıkıyor.

    aradan zaman geçiyor, kız da büyüyor elbet. 9 yaşında. okula gitmeler filan. bilmediğini bana danışıyor. matematiğin resmen anasını sikmişler ama çocuğun ahlakı bozulmasın diye he babam, evet babacığım filan diye idare ediyorum soruları. sonra birden ersin diye bir pezevenk peydah oluyor akşam ders çalışmalarımızda. ersin şöyle, ersin böyle, ersin aşağı ersin yukarı. ersin basketbolu en iyi bilenmiş, çok çalışkanmış. ersin'i de bilmesem gam yemeyeceğim ha. taş çatlasın 1.40, 30 kilo bi şey. vursan yarısı boşa gider. işkilleniyorum, işkilleniyorum, sonra dayanamıyorum ve hatuna soruyorum çünkü ben çok kazak bir erkeğim, öyle kıza sorup şımartmam; nedir bu ersin denen adamın haneme bu denli girmesinin sebebi diye, bizimkisi hoşlanıyormuş ersin'den. çıldırıyorum. ne demek hoşlanmak ya. 9 yaşında çocuk hoşlanmaz. bizim zamanımızda hoşlanma mı vardı. gelir ailesi, münasip şekilde tanışırız diyorum. hatun beni dehliyor, anenelerimiz hiçe sayılıyor. ersin, seninle de veli toplantısında görüşeceğiz. ölümcül kaplan tekniğim şu anda çok tehlikeli seviyelerde, o zamana kadar muhtemelen master roshi seviyesine gelirim.

    gün geçiyor, zaman geçiyor, kız 15 yaşına geliyor. regl midir nedir, onu bir şekilde halletiler herhalde. konuşmak zorunda kalmadığıma çok memnunum. ne diyeceksin ki çocuğa. "şimdi kızım, regl dediğin çok doğal bi şey. yanisi kafana takmıyacan hacı" diyemiyorsun. insanlar belli yaşa gelince vücutlarında bazı değişiklikler olur? cık. bu çocukların 18 yaşında doğmaları lazım. neyse, her şeyi de biz mi halledeceğiz canım! hatun hallediversin. ergen olunca maalesef garip afralar, tafralar, kişiliği koyacak yer aramak, agresyon. bobo beni anlamıyorsun. evet, anlamıyorum. nedir yavrum senin derdin diyorum. off, diyo içeri gidiyor. şimdi erkek olsa, hani bizim pederden de bildiğim bazı taktikler var. onlarla bir şekilde yerimizi yaparız ama kıza bir şey de denmiyor. hatuna diyorum nedir bunun olayı diye, yine oğlan meselesi. mert. bu kız benim pantolon değiştirmemden çok oğlan değiştiriyor, daha ersin'i kabul edemedim kimdir bu mert denen densiz diyorum, bu kız nereden buluyor bu kadar oğlanı, biz bu kızı anadolu lisesi diye kazara torna tesviyeye mi yazdırdık diyorum, ben bu kadar oğlanı askerde görmedim diyorum, fakat yine çirkin bir şekilde sepetleniyorum. hatun içeri gidiyor, artık ne konuşuyorlarsa bilemiyorum, geri geliyor ve evime, haneme, mahremime, elin herifinin yemeğe geleceğini söylüyor. oğlum ben mr cingılbört müyüm lan, ne işi var elin adamının evimde desem de sözüm dinlenmiyor. kız gitmiş tanışmış, oğlan da bizle tanışacakmış. oğlan olsaydı güreş ediyoruz ayağına 2 künde çekip hırsımı alırım ama vuramazsın da, kız çocuğu. allah'ım daha neler göreceğiz.

    o karanlık cumartesi günü, dünya güzeli kızım, mert denen zibidiyi getiriyor evime. mert. tam tahmin ettiğim gibisin. cölelenmiş saçlar. ben oldum tavırları. iğrenç bir ses tonu. insan değil elyın. çocuk değil manda yavrusu. her fırsat bulduğumda ters ters bakıyorum buna ama mert denen antilop siki daha sözsüz haberleşmeden bihaber. rahat ol ama mert, akşam daha bitmedi. bizim kızla hatun mutfağa gidiyorlar, işte aradığım fırsat;

    -evet delikanlı. meslek?
    +öğrenciyim amca.
    -öğrenci mi? haha! seni zavallı. geçimini nasıl sağlıyorsun peki?
    +baaamdan harçlık alıyom. haftalık.

    aslında hakettiği baaanın amına koyim ama diyemiyorum. ayıp.

    -peki baandan aldığın harçlıkla evini nasıl geçindireceksin?, diyorum. susuyor.
    -bak delikanlı, ben lafı uzatmayı sevmem. kızımı peşini bırak, sana 30 tane kola alayım, diyorum. yine sukunet. fakat yüzü düştü.

    öyle boynunu büktürürler mert efendi. akıllı olacaksın. 1-2 saat oturuyor mert suratı asık halde, sonra da siktir olup gidiyor. hatun, çocuğu evine bırak dese de biz daha ölmedik lan, diyerek bu salvodan kurutuluyorum. artık kızın peşini bırakır piç.

    ertesi akşam, ben tam da her şeyi halletmişken, artık yastığa başımı rahatça koyacağımın hayali ile eve girmişken, kızım höykürerek üzerime saldırıyor. lanet olasıca mert ötmüş.

    -babaaaaaağ! babaaaaağ! mert'e nasıl dersin öyle şeyler?
    +kim demiş ya?
    %ne oluyor kızım? selçuk, nedir mesele?
    -anne, babam mert'e benden ayrılırsa 30 kutu kola alacağını söylemiş.
    %selçuk, ne kolası ya? kaç yaşında adamsın, utanmıyor musun?
    +hayatım, para vereydim de sonra parayla ne yaptı diye onu mu düşüneydim. hayret bi şey. her türlü pislik var. hap alır, ot alır. zaten it kopuk bir oğlana benziyor, benden bulmasın belasını.
    -baba, mert'i rahat bırak. biz birbirimizi seviyoruz.
    +ya bırak kızım ya. bi benim aşkım satılık değil bile demedi. ayhan ışık filmi seyretmemiş oğlandan sana hayır gelmez.
    %- selçuk/baba, saçmalama. bıdı bıdı bilmem ne. -hep bir ağızdan, anlamıyorum yine-
    +eeh, sikerim lan mert de mert. başlarım mert'inize.
    %selçuk evde küfretme, çocuğun ahlakını bozacaksın!
    +niye? kolçıstır düşeşi mi bizim kız. benden habersiz kızı natingım prensiyle mi nişanladın. evde duymasın, sokakta duymasın. ilk duyduğu yerde düşsün bayılsın. tövbe tövbe.

    bu kadar makul argümanlarıma rağmen yine ben haksız oluyorum. kız da mert bi benim aşkım parayla satılamaz demedi diye benle tam 15 gün konuşmuyor. yapay sevda bunlarınki arkadaş. anlatamıyorsun ki.

    sonra çevrilen yaprak sayfaları, geçen günler, aylar ve hatta yıllar. okuldan mezuniyetini de gördük. tüm ahmakça hareketlerime rağmen iyi bir insan yetiştirdik diyorum hatuna, kızım 200 metre önümde kepini atarken. meslek sahibi, bana bağımlı değil artık diye üzülürken, artık kimseye muhtaç olmayacak diye gururlanıyorum. kalem gibi doğru olsun istedik hep çünkü. sonra bir akşam, bu sefer aracısız, kendi geliyor. biri var diyor, hayatlarımızı birleştirmek istiyoruz. seçimini sorgulamayacağımı, nasıl mutlu olacağına inanıyorsa ancak arkasında olacağımı söylüyorum. gözleri doluyor. sonra dünyadan yok olsun diye umduğum onlarca adetin hala tekerrür ettiğini, tedavülde olduğunu görüyorum hayretle. önce oğlanla tanışacağız. ali diye bir elaman, zibidinin biri. ya tamam kızın seçimine saygı gösterelim, suretle şaka olmaz, euzubillah küfre girer filan da bu bildiğin at hırsızı diyorum hatuna, teksas'a girerse sorgusuz sualsiz vururlar bunu diyorum. diğer taraftan sakın kıza söyleme diye tembihleyecek kadar da anlıyorum kadın ruhundan.

    isteme diye evime geliyorlar bir başka kara cumartesi, kalabalık değil kabile. at hırsızı kılıklı ali'nin eşi dostu da at hırsızı kılıklı oluyor. armut dibine düşmüş, mendel bu günleri ta 200 yıl önceden görmüş. bir sürü anlamsız prosedür geçiliyor ve uğurluyoruz yeni akrabalarımızı. akşam, yastığa kafamı koyduğumda belki 30 senedir ilk kez bir kadın için gözlerimin dolduğunu hissediyorum. hatuna, " mert de iyi çocuktu aslında" diyorum. "hala çocuk gibisin" deyip gülümseyerek uykuya dalıyor. benim gözüme uyku girmiyor.

    çünkü bugün, ihtiyarlığımın ilk günü; ve ali, senden nefret ediyorum.

    düzeltme: dogubatisentezi'nin uyarısı ile sezen cumhur öner değil, önal.
  • daha minicik, hayatının başında bir kızım var, 1.5 yaşında. çocuk sahibi olmak konusunda paylaşabileceğim çok fazla bir şey yok ancak genel havadan, geçirdiğim son 1.5 yıldan gözlemlerimi aktarayım.

    çocuk sahibi olmanın mutluluğu anlatılmaz diyorlardı, yaşaman lazım diyorlardı, öyleymiş. onun bir kavanoz kapağıyla 15 dakika oynaması, dışarı çıkmak istediğinde gardroptan pantolonlarımızı çıkartıp getirmesi, annesinin nöbetçi olduğu gecelerde uyandığında anneanne ya da babaanne değil benim kucağımda geri uyuması kelimelerle anlatılabilecek şeyler değil. gülümsemesi ve kahkahası insanın içini ışıkla dolduruyor.. bir nevi ilerleyen yaşların aşk duygusu gibi bir şey.

    çocuk, özellikle bebek, insanın sabrını çok sınayan bir olgu. uyumaması, yememesi, saçma sapan şeylere saatlerce ağlaması, bir şeyin (yatağın üstünde koşmak, buz gibi beton üzerinde çorap giymemek vs) zararlı ve tehlikeli olduğunu idrak edememesi insanı yoruyor. ilginin ve odağın her zaman demeyelim de çoğu zaman kendisi üzerinde olması gerekiyor. ancak her mimiğinde ve hareketinde kendinizin ve sevdiğiniz kişinin izlerini görmek de bambaşka bir mutluluk.

    yanıbaşınızda küçük bir insan bulunması, özellikle çocuksuz kısımları uzunca olan evlilikler* için hepten daha büyülü bir atmosfer oluşturuyor. evet, evden atamayacağınız, kısa ve orta vadede yanınızdan hiç ayrılmayacak mikro bir insanınız var.. buzdolabınızdaki elmalara ortak, kumandanın yeni sahibi, gece ikiye kadar uyumayıp, sabah altıda zımba gibi kalkabilecek ailenizin yeni bir üyesi var artık.

    bir yandan da geleceği düşünüyor insan. hala bazen babamla konuşurken, yahu diyorum, ne diyorsun be adam!, saçma sapan konuşuyorsun.. anlamıyorsun vs vs.. sonralarda da şimdi şimdi, ulan diyorum yarın bugün bu velet büyüyecek ve benim bir şeyleri anlamadığımı, yanlış düşündüğümü iddia edecek.. akılalmaz gelse de (ben kendimi güncel tutarım, arkadaş gibi oluruz, babam kadar denyo(!) olmam vs diye) yine de insanı üzüyor.

    çocuk bir yandan müthiş sorumluluk gibi gelirken (maddi manevi), bir yandan da eğitimini şöyle yapar, şu işe girer, şu yaşında da ayrı eve çıkar, yollarımız ayrılır tüm bu sebeplerle zaman açısından sınırlı bir proje gibi geliyor.. sonra da kızım daha üç aylıkken annemin bir akşam bize destek olmaya gelmesi ve bana, bak oğlum çocuk sahibi olmak böyledir, asla hayatından çıkmaz ve hep onun mutluluğu ve rahatı için uğraşmak istersin, sen otuz yaşına geldin ama benim için hala çocuksun ve seni desteklemek için burdayım dediği geliyor aklıma...

    tüm bu edinimler toplamında da insanın aklına şu soru geliyor: çocuk sahibi olmaya değer mi? bence samimi olarak bu sorunun mantıklı cevabı net bir şekilde "değmez", kendi yaşantından vazgeçiyorsun, maddi-manevi yükler altına giriyorsun ve en kötüsü bir gün terk edilip gideceksin, hatta senin yanlış düşündüğün ve birşeyleri anlamadığın iddia edilecek.. yani mantıklı cevap: "değmez".
    ancak bu soruyu mantıklı bir cevap almak için mi soruyoruz, işin püf noktası ve esas cevabı da orda sanırım... gerçek mutluluk mantıkla ona ulaşamayacaklarını bilenlerin ya da bunu zamanında öğrenenlerin oluyor bence..

    neyse, sözlerime son verirken kızımla inşaatını sürdürdüğümüz legokule residence projesine dönmem gerekiyor. belki her zamankindan daha yükseğe çıkarız ve ben bir öpücükle ödüllendirilirim.. kimbilir.. belki de ileride o kadar da yanlış bulmaz beni...
  • hayatta büyük bir anlam problemi olduğu için gereksiz yere romantize edilmiş bir kendini kandırma aparatıdır çocuk sahibi olmak. monoton bir hayata anlam verir. kişiye bu sıradan hayata, bu 8-5 mesaiye, bu anlayışsız eşe neden katlanması gerektiğiyle alakalı doyurucu bir cevap verir.

    bebeğin ve çocuğun o kendine yetemez, anne babasına muhtaç hali insanın egosunu çok güzel besler. hesap kitap yapamadığı için evlatla kurulan ilişkinin samimiyeti sorgulanmaz. ilişkide kontrol ebeveyndedir. ona izin verdiğin kadarını yapabilir, ona öğrettiğin kadarını bilir. bir sürü ilkini senin sayende tecrübe ettiği için gözünde büyürsün, seni otorite olarak kabul eder, onayını ister. bunun da tatminkar olduğu çok açık.

    ama bir süre sonra ilişkinin bu mahiyeti biter. çocuk güçlendikçe, başkalarıyla da iletişime geçtikçe, yeni sosyal ilişkiler kurdukça, kendi kendine de bir şeyler öğrendikçe, kendince belli konular hakkında fikirler edindikçe, başka edimler geliştirdikçe kişiliği de büyür ve ebeveynleriyle yeni bir ilişki biçimine geçer. ilk kavgalar ebeveynlerin bu iktidar talebine karşı çıkması yüzünden olur. sizin kendinizce yaptığınız fedakarlıklar onun içine doğduğu şartlar olduğu için hiçbir zaman sizin beklediğiniz şükranı hissedemez. tecrübesiz olduğu için hayatla alakalı saçma sapan planlar yapıp sizi kızdırabilir. sizin yanlış saydığınız bir şeyi savunabilir. salakça bir konuya takılıp sizi deli edebilir. onu anlamadığınızı iddia eder ve aslında biraz haklıdır. yetersizliklerinizi fark etmeye, hatalarınızı görmeye başlar.

    zamanla üniversite, iş hayatı vs derken artık evlat ayrı bir birey olur. sizinle zamanında kurduğu ilişkinin samimiyetine inanıyorsa diyalog güzel bir biçimde devam eder ama ister kabul edin ister etmeyin bu ilişki artık yetişkin bir bireyle kurulmuş bir ilişkidir. ve bu noktada gardınız inikken gelecek yumruklara hazırlıklı olun.

    bir anda sizin için hiçbir önemi olmayan ama ona küçükken travma yaratmış bir olayı bam diye önünüze koyabilir. boşanmanız yüzünden yaşadığı ama o zamanlar adını bile koyamadığı bir ruhsal bunalımı yetişkinliğinde fark edip sizi suçlayabilir. zamanında onu cesaretlendirmediğiniz için sevdiği işi yapamadığını, korkak yetiştirdiğiniz için insanlarla sağlıklı ilişkiler kuramadığını iddia edebilir. arkadaşlarının ailelerinin desteğiyle hayata ne güzel başladığını söyleyerek sizin veremediğiniz desteği yüzünüze çarpabilir. siz hayatınızı bir başkasına adadığınızı sanarken bir de üstüne suçlanırsınız.

    bütün bunların yaşanmayacağına inanıyorsanız bile bana göre ebeveynliğin en büyük sınavı artık çocuğu rahat bırakma gününün geldiğini hissedip gereğini yapmakla verilir. hayatından çıkmayı kast etmiyorum ama artık ona hep belli bir alanı bırakmanız lazım. halam, 27 yaşındaki oğlu “ben ayrı eve çıkmak istiyorum” dediğinde sinir krizi geçirdi, hastaneye zor götürdük. kadın resmen hıyanete uğramış gibi hissediyordu kendini. bu sağlıklı bir şey değil.

    bütün bunları bir de arıza bir çocuğunuz olmayacağı varsayımıyla yazıyorum. çocukları alkolik, keş, suça batağa batmış insanlar tanıyorum. eşinin gazına gelip aile şirketini batıran, ortaklığı bozan, kardeşleriyle düşmanlaşmış evlatlar biliyorum.

    peki ben hayatımın en verimli çağını bir başkasının yetişmesi, sağlıklı büyümesi, güzel bir eğitim alması için harcayacağım ve sonra ona bir birey olduğu için saygı duyacağım ve artık büyük oranda hayatından çıkacağım. ben bunu yapmanın hiçbir mantıklı gerekçesini göremiyorum. bazıları “bunun bir de yaşlılığı var” diye bir argüman üretiyor. valla anneannemin 7, babaannemin de 5 çocuğu var. ikisi de bakıma muhtaç ve iki taraf da o yöreden biriyle anlaşıp evinin temizliğini falan yaptırıyorlar. ayda yılda bir de yalandan bir iki saat uğrayıp gidiyorlar. yani elden ayaktan düştükten sonra kimseyi hoş bir son beklemiyor.

    muhakkak çocuk sahibi olmanın güzel yanları da var. ama insanoğlunun kendine bela olarak icat ettiği en büyük şey bu kendini kandırma hastalığıdır. kadın erkek ilişkisini romantize eder, doğayla, hayvanlarla kurduğu ilişkisini romantize eder ve kendine buradan bir tatmin sağlamaya çalışır. sonrası hayalkırıklığı
  • ara ara kendimi acayip senaryolara sokup zihin egzersizi yapıyorum. son birkaç gündür çocuk sahibi olsam ne acayip olur lan diye çocuklu versiyonumu düşünüyorum. düşünüyorum düşünmesine de çok komik geliyor. baba filan diye paçamda geziyor bir tane çocuk. küfür etmiyorum yanında ki ahlakı bozulmasın, okuma alışkanlığı kazansın diye oturup kitap okuyorum vicdansızla kaç yaşıma gelmişim ama bu bilgisayara kaçmaya çalışıyor, içimde küfür kıyamet ama git oyna diyorum. hele erkek çocuk olsa çok daha ilginç. o zaman kadarki hayatımı yaşıyorum sanki tekrar.

    mesela oğlum olmuş. şerefsiz gelmiş 3-4 yaşına. dışarı parka çıkarıyorum ibneyi, çünkü evde rahat huzur vermiyor mesela. çıkmadan fitliyorum bunu. bak git güzel kızlara sırnaş, hadi beni aslanım, hadi benim tosunum diyorum. bu da ağzında eksik dişlerle gülüyor. ya sabır diyorum tekrar anlatıyorum. bak aslan, böyle böyle yapacaksın diyorum, bu hala bana çukulota al diyor. içten allah ıslah etsin, dıştan alıyorum çukulota alıyorum diyorum buna. babasına bi faydası dokunmaz ki amına koyim diyorum yine içimden. ağzında diş kalmadı hala çukulota diyor pezevenk.

    sonra bu okula başlıyor. her akşam kafamı sikiyor. o onu demiş, bu bunu demiş. bir gol atmış ki maçta üff. derken bir akşam bakıyorum canı sıkkın. ne oldu la keranci, karadenizde gemin mi battı diyorum. diyor ki okulda caner diye bi çocuk var, sürekli bana sataşıyor. oturduğum yerde dikleşiyorum. sağa sola bakıyorum, hatun yok. mutfakta filan herhalde. eğilip kulağına diyorum ki sana dövüşmeyi öğreteyim ama annene benden öğrendiğini söylemeyeceksin diyorum. kendini savunmayı öğren diyorum, tamam diyor. o esnada hatun geliyor, bizi öyle birbirimize fısldarken buluyor, "ben de buna dedim ki sen dedim ne ayaksın dedim, aa hatun ne haber" diyorum ve kirli planımızı saklıyorum. sonraki birkaç gün hatuna yakalanmadan nasıl yumruk atılır olunur olsun, nasıl gard alınır olsun, "kimsin lan kimsin?" olsun kavgada ihtiyacı olabilecek her şeyi öğretiyorum. bir gün mesaide hatun arıyor, okuldan aramışlar çok acil okula gitmemiz lazımmış. çocuğa mı bir şey oldu diyorum merakla, yok diyor ama muhakkak senin de gelmen lazımmış. peki. okulda, müdür muavinin odasında müdür muavini, rehberlik öğretmeni, şişmiş bir dudak, caner ve caner'in çirkef annesini bizi bekler buluyorum. eşekoğlueşek, kendini savun dedik, git hasmının ağzını burnunu kır mı dedik? su istesem getirmez. oturuyoruz, kadın diyor ki sizi şikayet edicem. benim hatun makul kadındır bereket, çocuktur bunlar, düşe kalka büyürler diyerek alttan giriyor, üstten çıkıyor meseleyi kapatıyor. caner'le annesini gönderiyoruz. "e bize de müsaade" diyorum ama müdür muavini kalmamızı rica ediyor.

    -neden?
    +oğlunuza kavga etmeyi nerede öğrendiğini sorduk, sizden öğrendiğini söyledi.
    %ney ney ney? selçuk?
    -hayatım bi saniye şimdi burda şeyapmayalım.
    -ya olur mu hoca'anım, ben işte baba oğul şeysi manasında, diyorum ama kimse yemiyor. 2 saat orda rehberlik öğretmeninin bikbik ötmesini dinliyorum, bereket bitiyor.

    bitiyor dedim ama aslında ben bitiyor sanmışım. evde hatun, beni de oğlanı da oturtmuş koltuğa fırça atıyor. lan çocukken annem de fırça atardı kavga ediyorum diye, kaç yaşıma geldim hala fırça yiyorum. demek ki erkek yaşlandıkça kendi kavgası için değil başkasının kavgası için fırça yermiş diyorum kendi kendime. "zaten kaç yaşıma geldim şu kadınları anlayamadım. oğlan kavga etmesin, maç izlemesin, küfür etmeyi bilmesin. kız gibi yetiştirelim amına koyim çocuğu. hadi hepsine yine tamam, kereviz, kuzu kulağı filan yesin diye tutturmak nedir? beni yaktı yaktı, oğlana da enginar, karnabahar filan yediriyor" diye düşünüyorum. derken hatunun fırçası bitiyor, sonra tepkisini göstermek için balkona çıkıyor.

    -lan şerefsiz, ne ispitliyorsun beni? demedim mi ben sana benden öğrendiğini söylemeyeceksin diye?
    +annene söyleme dedin, öğretmene söyleme demedin ki.
    -*:( göt oldum* caner de dombiliymiş, nasıl dövdün lan?
    +baba geldi kitaplarımı itti. git dedim gitmedi. "kimsin lan kimsin" dedim, ağzına bi vurdum ağlaya ağlaya kaçtı.
    -eheh, ağladı mı?
    +eheh, evet ağladı.
    -aferin lan keraneci.
    +eheh, sağol baba.

    sonra bu pezevenk geliyor 12-13 yaşına. hatun diyor ki çocuk ergenliğe girecek, bi psikologa götürelim. "her sike de psikolog! nedir bu psikolog sevdası ben anlamıyorum ki? gerek yok, boş yere masraf. ben konuşurum şerefsizle. biz girmedik mi ergenliğe, biz gittik mi psikologa? gitmedik diye eksik mi kaldık? yoo. hayret bi şey" diye söyleniyorum. bi oturup düşünüyorum ne diyeceğim bu pezevenge diye, bi şey bulamıyorum. hayır erkekte de ergenliğe girmek kadındaki gibi keskin değil ki kardeşim. kızın olsa alır dersin ki bak kızım, büyük ihtimal bi sabah uyandığında yatağını kana bulanmış bulacaksın! gece olmazsa işte okulda filan kanarsın. böyle böyle kadın oluyorsun de.. yok lan o da kötüymüş. neyse, o kadar sert çıktık, erkekliğe de bok sürdüremediğimden -ki başıma ne geldiyse hep bundan gelmiştir-, her zaman yaptığım gibi işleri oluruna bırakmaya karar veriyorum. rüyalanmayı bari anlatayım. çağırıyorum bunu;

    -gel lan gel. erkek erkeğe bir konuşalım senle.
    +yoo, ne var yoo! -ağzına sıçtığımın elyını işte. ata baba bilmiyor ki. ama baba yüreği, sikmiyorum taalukatını-
    -ne var ne yok lan sıpa? nasıl gidiyor okul filan?
    +iyi baba yoo. -allahümme sabirin, bu çocuk neden repçi gibi konuşuyor?-
    -aman iyi olsun. ee, oğlum bak şimdi, ee, erkek senin yaşlarına geldiğinde, ee, birtakım olaylar olur. şimdi bu vücut dediğin bir makina gibidir adeta. işte vay efendim bunun dişlisi, vay efendim bunun profili, vay efendim bunun contası, meme yapmış bu. meme yapmış.
    +yo baba ne diyon yooo?
    -*eşeğin sikini diyorum* oğlum dur iki dakika anlatıcam. içten yanmalı motor filan. hah, piston piston. piston çalışmaya başlar yaş gelince. çalışması bitince piston aşağı iner filan. basınç artar vücutta, vücut açar pressure relive vanasını? anlıyor musun?
    +pff baba yoo, oyun oynuyorum yooo. ne diyon yoo?
    -eşekoğlueşek, gece mala vurucan bazı bazı diyorum, ne öğretiyorlar lan size okulda?

    bak sonra, bu pezevenk gelmiş 15 yaşına. tüy gibi saçı sakalı var. gerizekalı gelip de sormuyor baba ne yapıyoruz bu saçı sakalı diye. hadi etek tıraşını, koltuk altı tıraşını güç bela anlattık. bildiğim kadarıyla çükünü filan kesmedi yani. zaten etek tıraşı diye çükünü kesecek kadar davarsa kessin pezevenk diyorum. bir gün çağırıyorum bu şerefsizi yanıma, diyorum ki "kızlar bakmaz lan böyle sana, tıraş olmayı öğreteyim sana", seviniyor. ben sormasam gelmeyecek ibne. neyse, gidiyorum buna bir tane mach14 tıraş bıçağı alıyorum. "bak bu tıraş köpüğü, yüzüne iyice süreceksin. ondan sonra da tıraş olacaksın, çok kolay. zaten kaç senedir de izliyorsun beni tıraş olurken" diyorum, tamam bobo yoo diyor. sikicem pezevengi, az kaldı. neyse, bi mutfağa gidiyorum su içmeye ki banyodan yandım allah diye bir ses gelmesi bir oluyor. içeri koşuyorum, yüzünü kesmiş antilop siki.

    -lan nasıl becerdin bu bıçaklarla yüzünü kesmeyi lan? ben uğraşsam kesemiyorum.
    +yoo baba yoo.
    -sikicem senin yo'nu, amarigalı senin kadar yo demiyor lan. hayvan herif. bi siki de becer. kaç yaşına geldin.

    sonra gidiyorum, içeriden gazete kağıdı parçaları getiriyorum. yaralarını kapatıyoru birliktez. lavabodaki kan damlalarına tuhaf bir gururla bakıyorum. adam oldu pezevenk diyorum kendime.

    daha bunun ilk kez aşık olması var, spor yapmayı öğretmesi var, hısım akrabayı tanıtması var, bilgisayar çok yavaşladı bi bak hele şuna'sı var, format mı atıyon resimlerime bi şey olmasın'ı var, telefon rehberimi düzenle demesi var, yapamadığı ödevlere yardım etmesi var, anasını sikeyim bu nasıl matematik demesi var değişen müfredat sonunda tuhaflaşmış matematiğe, bakkala göndermesi var, bakkala gitmediğinde baba oğula bağ bağışlamış, oğul babaya bir bağ üzüm vermemiş demesi var, yaşı gelince maça götürmesi var, beşiktaş'ı da tutmaz vicdansız ona sitem etmesi var, var oğlu var. onlara hiç değinmedim daha. tuhaf geliyor. kendi çocukluğunu, kendi gençliğini takip ediyorsun. çok komik geliyor lan, hakikaten çok komik geliyor. müsamaha göstermeye çalışıyorsun, senden iyi olsun diye uğraşıyorsun. garip yani.

    bir de anladım ki baba dediğin hakikaten kutsal şey, insan düşünmeden farkına varamıyor.

    düzeltme: gather ye rosebuds while ye may'ın uyarısıyla kimi yazım yanlışları düzeltildi. teşekkür ederim kendisine.
  • cocuk sahibi olmazsiniz aslinda. efendinizdir, onlar size sahip olurlar.
  • kısaca vazgeçmek, kendi hayatınızdan, ya da tercih etmek, daha zor bir hayatı. bu da pek kısa oldu, açalım.

    önceleri tek başınızaydınız, eğer biraz aile ilişkileri sağlamsa hesap verecek ya da endişelenecek bir tek anne-baba, değilse kimse yok zaten. ne yaparsan yap günahı da sana, sevabı da. sonra birine düşer yüreğiniz, belki düşmeden de olabilir mantık falan ayağına. dersin ki, ben bununla bir ömür geçirebilirim. (hata bir). neyse, evlenirsin, ilk zamanlar fena değil, sonraları inişli çıkışlı gider bir şekilde. sonuçta karşındaki de eşşek kadar adam/kadın. en azından laf anlatınca dinliyor, tepki veriyor, paylaşım var. ha eğer yoksa da zamane rahatlığı zaten bas götüne tekmeyi. buraya kadar yine sorun yok. sonra, birazda ilerleyen yılların verdiği rutinliği kırmak mıdır amaç, yoksa hormonlar mı, ya da konu komşunun bitmek bilmeyen çocuk ne zaman sorularından bunalmak mı, emin değilim ama, bir karar alınır. hadi çocuk yapalım. (hata iki). bir ömür boyu vazgeçemeyeceğin bir canlı getirmek üzeresin dünyaya, sence yeterince düşündün mü? düşündüm der herkes genelde, ya da, aman herkes nasıl bakıyorsa ben de öyle bakarım. oldu canım, bakarsın.

    hamileliği anlatmaya gerek var mı? işte bu gerçekten bir mucizedir aslında. bir insanın, başka bir insanı içinde taşıması, dokuz ay boyunca. bir keresinde annelik ne zaman başlar demişti bir arkadaşım. doğunca mı, kıpırdayınca mı, ilk anne dediğinde mi? benim için hiç biri değildi galiba. aşılama yaptırdığımız gün eve dönüyorduk ( tam dört sene uğraştım birde ben bu dana için). yolda top oynayan çocuklar vardı, bizden oldukça uzak. biri topa vurdu, eğer çocuk şaşı falan değilse topun bana ulaşma ihtimali, nihat doğan'ın ben artık konuşmuyorum deme ihtimalinden bile zayıftı. ama yinede..korktum. hani böyle ani bir harekette sağa sola falan dönüp kapanma gibi bir hareket vardır ya, öyle yaptım ben de bir anda, iki elimle de karnımı tutuyorum. ne yapıyorum ben dedim kendime, bir eşime baktım bir karnıma, belliydi işte ne yaptığım, bebeğimi koruyordum. olmayan, olması çok zayıf bir ihtimal olan bebeğimi. o an başladı bence annelik.

    ve oldu. düşük ihtimalleri, hastanede geçen haftalar, sancılar, korkunç ağrılar, ilaçlar. iki uzantı gösterdiler bir gün bana ultrasonda, ben diyim iki kürdan, siz diyin bahar da yeni filizlenen ağaç dalı. bacakları bu oğlunun dedi doktor. bacak? oğlum? bir oğlum olacak.

    ve oldu. sekiz saat süründürdü beni, nefesimi kesti, ölüyorum sandım, içeride dışarıda yırtmadığı yer kalmadı, ama oldu. bir şey daha oldu. öpmek istedim, yanıma getirdiler, sustu, kafasını çevirdi ( evet çevirdi) ve bana baktı, tam gözümün içine. kanlı canlı bir mucize görmek çocuk sahibi olmak. sonra yine bağırmaya başladı, ve bir sene boyunca hiç susmadı.

    e çocuk sahibi olduk, bitti mi? hayır, hikaye yeni başlıyormuş aslında, bilemedim. hadi yeni doğdu bağırması normal, küçük çocuklar hep ağlar. dimi? birinci gün bitti, ikinci gün bitti, üçüncü gün, dördüncü..bir hafta, iki hafta, üç..hayır susmuyor. ne beklemiştim ki? yeterince düşünmüştüm, çok basitti değil mi çocuk bakmak (hata üç). değilmiş. annede kalınan süre, oradan eve geçiş, yaralar henüz çok taze, oturmak, kalkmak hep işkence, yorgunluktan ölüyorum. ama koca gece boyunca toplasan uyuduğum uyku bir saat yok. bir çocuk kesintisiz ne kadar ağlayabilir, bir insan uykusuz ne kadar yaşayabilir öğrenmekmiş çocuk sahibi olmak.

    yemek yemeye vakit yok, yapmak zaten imkansız, temizlik yada günlük rutinler hak getire, tuvalete bile birlikte giriyoruz. susmuyor, eskaza bir yere bıraksan iki dakika, birinci dakikanın sonunda morarmaya başlıyor, ölecek kaldırmazsan. herkesin işi gücü var, arada çağırıyorsun yardıma birilerini ama en fazla bir kaç saat, sonra yine yalnızsın. eş işe gidecek, geç geliyor, erken kalkıyor, benim uyumam lazım diyor. e benim de uyumam lazım!! çaresizlik bazen çocuk sahibi olmak.

    doktor doktor geziyoruz, bu çocuğun neyi var? sapasağlam. kolik diye bir şeyin varlığından haberdar olmak çocuk sahibi olmak. iyi de kolikler belirli zamanlarda bağırıyor, yok bizim ki koyu kolik, neredeyse hiç susmuyor. üstelik ilk üç ay demişlerdi, altı ayı deviriyoruz hala bağırıyor.

    bir zamanlar hayatın merkezi olan eşin artık yok. yan yana oturduğunuz zamanlar, izlenen filmler, kahkahalar, canınız ne zaman isterse, sabahın körü ya da gece yarısı gezmeleri yok, arkadaş ziyaretleri, kısa tatiller yok. saatlerce bıkmadan ettiğiniz sohbetler yok, deli gibi seviştiğiniz geceler gündüzler yok, birlikte yenen yemekler yok, özlem yok, aşk yok. sadece bıkkınlık var artık, öfke var, yorgunluk var, kavga var, biri tutarken diğerinin ayak üstü iki lokma halinde yediği yemekler, artık yan yana yatılamayan bir yatak, tek işi kucağındaki mucizeyi susturmaya çalışmak olan bir kadın, eve gelmekten kaçan bir adam var. bölünmekmiş çocuk sahibi olmak.

    doğum sonrası depresyon katkılı ve mucizesinin de inkar edilemez yardımlarıyla artık evin içinde durmadan bağıran, ağlayan sinir topu bir anne, ben çalışıyorum, zaten yorgunum eve geldiğimde benden bir şey bekleme diyen bir baba..tuvalete girse biri, diğeri özleyip kapıda bekleyen bir çiftten, senden nefret ediyorum diyen, hakaretlerin küfürlerin havada uçuştuğu bir çifte evrilen bir kadın, bir adam. gerçekten bunu atlatmamızın başka bir yolu yok muydu, varsa neden bulamadık bilmiyorum. iki kişiyken ne kadar mutluyduk aslında. bazen de deli gibi geçmişi özlemekmiş çocuk sahibi olmak.

    tam yaşına bir ay var. hala bağırıyor, konu örneği çiftimiz artık birbirini görmeye tahammül edemiyor. ama küçük mucize sanki arada bir susuyor artık bir kaç saat. oyuncaklarıyla oynuyor falan, belki diyoruz işte büyüyor, belki düzelir. tam on bir aylıktı. bana normal yoldan çocuğun olmaz diyen doktorların ebesine selam olsun. hiç sebepsiz içine düşen bir korkuyla gebelik testi alıyor kadın kahraman. ve müjde, ikinci mucize geliyor. hani olmazdı? olamaz, olmamalı, olmasın. ama oluyor, doktor kontrolü, ve kesin, hamilesin. lan zaten ayda yılda bir sevişiyoruz. al sana mucize işte.

    sonrasını anlatsam mı acaba? aldıralım diye direten bir baba, kendinden de, eşinden de, ilk mucizesinden de, karnındakinden de nefret eden, sadece ölmeyi dileyen, ama yinede yapamam, aldıramam diyen bir anne. tüm kavgaları, mutsuzluğu, evliliğin çatırdama seslerini, ağlayan bağıran çocukları, hepsini ikiyle çarpın işte, üstüne birden bire kötüleşen ekonomik durumu da ekleyin. içinden çıkılmaz bir karmaşaymış çocuk sahibi olmak.

    herkes aynı değildir tabi ama, artık ben diye bir şeyin kalmamasıdır çocuk sahibi olmak. eğer biz de olamıyorsanız, olay daha da kötüleşiyor. istediğiniz hiçbir şeyi istediğiniz anda yapamıyorsunuz, gitmek istediğiniz bir yer, almak istediğiniz bir şey, artık hepsi küçücük bir çocuğa bağlı. uyku durumu, aç mı, hava nasıl, hasta olmasın, orası fazla kalabalık, bu şey çok pahalı, çocuğun ihtiyaçları var. denge baştan şaşınca evlilikte içinden çıkılmaz bir hal alıyor. bir zamanlar onunla sıkılmayı bile keyifli bulduğunuz insan artık öyle uzak ki, gerçekten biz birbirimizi bu kadar sevmiş miydik, bu kadar mutlu muyduk diye düşünüyorsunuz. uzak bir hayal gibi o günler. artık anne ve babasınız. artık bir ömür kendinizden daha çok seveceğiniz, düşüneceğiniz, endişeleneceğiniz birileri var. istekleri, ihtiyaçları her zaman sizden daha önemli olan birileri. kendimize bunu niye yaptıkla, allahım ne olur onlara bir şey olmasın arasında salınıp duruyorsunuz.

    seneler geçiyor tabi, hiçbir şey aynı kalmıyor. şimdi anaokuluna giden birinci mucizem, ve 4 yaş civarında bir prenses olan( kendisi öyle diyor) ikinci mucizemle, hala ebeveyn olmaya alışmaya çalışıyoruz. tam olarak sustuklarını söylemem, benden olan bu kadar oluyor demek ki. hala normal çocuklara göre fazla yaramaz, fazla ağlayan, fazla bağıran, ve fazla konuşan çocuklar. hala uykusuzum, hala yorgun, hala bıkkın, ve hala eşimle bir kaç cümleden fazla konuşamayız, yan yana olduğumuz zamanlar kısıtlı. ve sanırım hala birbirimiz eskisi kadar sevmiyoruz. belki her şey zamanla düzelebilir, ama bunu düzeltemedik, olmadı ne yazık ki. ayrılmayı denedik, yapamadık. en büyük mutlulukları ikimize aynı anda sarılabilmek olan iki mucize var, ve artık hiçbir şey bizim kontrolümüzde değil.

    kısa oldu diye açalım dedim ama, bu da fazla mı uzun olmuş ne?

    neyse, ne diyordum, dedim ya başta vazgeçmek diye, hah işte bu yüzden vazgeçmektir çocuk sahibi olmak, kendi hayatından.
  • sanılanın aksine, birkaç dakikalık keyifli bir eylem sonucu oluşmamaktadır. çocuk sahibi olmaya karar veren ebeveynlerin üzerinde düşünmesi gereken bir çok nokta vardır.

    bu noktalara katlanmak, uygulamak, başarabilmek, tahammül göstermek herkesin yapabileceği şeyler değildir, etrafınızda “ya ne olacak rızkı ile doğar o, yapın yapın, ne olur sevişin ya, bir şekilde büyür nası olsa” gibi cümleler kuran eş dost akrabalarınızla temaslarınızı kesin, mümkünse görüşmeyin ya da çocuğunuz hastalandığında tedavi için onlara gönderin.

    maddelere geçmeden önce şu bilinmelidir ki; hamilelik şüphesiyle gittiğiniz ilk kontrolde, ultrasonda hızlı hızlı atan bir kalp görmek (ki ilk gelişen organdır) üzerine espri yapılacak bir durum değildir. (ağır girerim kalbini de kırarım)

    aşağıda sıralanan maddelerin tıbbi hiçbir geçerliliği yoktur, herhangi bir yerden alıntı da değildir, bir babanın hayat tecrübesidir;

    -hamile kalındığının öğrenildiği gün, tahmini olarak eylemi gerçekleştirmenizi ilk takip eden regl dönemi olarak kaydedilir ancak bu tarih her zaman geçerli değildir, %100 bilgi vermez.
    -kalındığı varsayılarak, önünüzde tahmini olarak beliren 40 haftanın ilk 2 ayı, bu değişime ayak uydurduğunuz dönemdir ve hem anne hem baba için bir hayli yorucudur. rahmi gelişmeye çalışan cenin, anneye türlü sıkıntılar vermekle birlikte (her bünyede standart yaşanan şeyler değildir) sürekli mide bulantısı, kusma, halsizlik, baş dönmesi yapar. anne hiçbir şey yiyemez ve yiyemediği için bebeği için endişelenmeye başlar ancak bu endişelenme yersizdir. sadece omurgasını oluşturmaya çalışan bir cenin için anne kanı yeterlidir. bu yüzden hiçbir şey yiyemediği için (zaten doğa siz ilk ay bir şey yiyemeyin diye midenizi bulandırtıyor çünkü annenin yediği şeylerden zehirlenmemesi ve bebeğe zarar vermemesi gerekmektedir, kusma bir tepkidir, önlemdir ve anne için yararlıdır) telaşlanmasına gerek yoktur. sadece demir alımı kâfidir. bunun olduğu besinler de alınamıyorsa modern tıp size bir demir ilacı doktor tavsiyesiyle temin edecektir.
    -sıkıntılı geçen ilk 2 aydan sonra anne yavaş yavaş karnındakine alışmaya ve onla iletişim kurmaya başlar. bebeğin bu dönemde sesleri duyamaması onun bu davranışlarını değiştirmeyecektir. zayıf bünyeli annelerin sıkı bir beslenme programına başlamasına gerek olmadığı gibi kilolu annelerin de diyet yapmaları hem anne için hem de bebek için zararlıdır. ancak 40 haftalık süreçte ortalama 12 kg alınması gerekir. bunun %65'ini bebek geri kalanını plasenta, amniyon sıvısı, annedeki yağ, kan ve sıvı artışıdır. yani ayda 1-1,5 kg kilo artışı normaldir. ancak bu artışın bir kısmı bazı aylarda yavaş son dönemlerde hızlı olabilmektedir.
    -3. aydan sonra annede yüzündeki sivilcelerin iyileşmesi, cildin pürüzsüz ve parlak bir hal alması dışında pek belirgin bir karın şişmesi yoktur. bebek henüz çok küçüktür ve kontrollerde gittiğiniz gelişmiş ultrason fotoğraflarında, ayıcıklı jelibon kıvamında poz vermektedir. henüz ayakları ve kolları bedeninde bütünüyle ayrılmamıştır. ilaç olarak, demir eksikliği olanlarda demir ilacı alımına devam edilir ve vitamin takviyesi yapılır. bunun dışında ilaç (ağrı kesici, antibiyotik vs..) kesinlikle alınmamalıdır. hazır besinler tercih edilmemelidir, konserve, dondurulmuş gıdalar, şekerlemeler, cipsler kesinlikle yenmemelidir. haftada 3 yumurta bebeğin gelişimi için önemlidir ancak şart değildir yumurtada bulunan besinler alternatif olarak başka besinlerden de temin edilebilir. etrafınızdan duyduğunuz her sabah ballı süt, öğlen mutlaka pekmez, akşam yatmadan portakallı ördek yemen lazım gibi cümleler kuran ve direnen insanlar olacaktır. ciddiye almayınız. bu besinler tabi ki hayatımızda önemlidir ancak her bünye bunları tüketemeyebilir zorlamayınız aynı minareleri içeren başka besinlere yöneliniz. normal bir insanın sağlıklı beslenmesi için öğütlenen kurallara uyarsanız bebeğiniz de sağlıklı olacaktır. hamilelikte ekstra taze meyve sebze yemen lazım, fındık fıstık, ceviz ye gibi zorlamalar ertesi gün ishal olmanızdan ve aşırı kilo almanızdan başka bir işe yaramaz. bu öneriler bir insanın sağlıklıyken de tüketmesi gereken besinlerdir. hamilelik öncesi almıyorsanız ve şimdi de tüketemiyorsanız, bebeğiniz bunun için sizi sorumlu tutmaz. unutmayın ki dünyada bunların hiçbirini tüketemeyen ama sağlıklı olan çocuklar mevcuttur.
    değişen hormonlar ve alt üst olan psikoloji beraberinde sıkıntı ve depresyon yaratabilir. gayet normaldir. içinizde bir canlının yavaş yavaş (size göre) büyüdüğü fikrine alışmak zaman alabilir. ona zarar vermekten korkmaya da gerek yoktur, zira bir bebeğin en güvenli olduğu yer anne karnıdır. dünyaya gelince içerde otomatik olarak yaptıkları her şeyi (beslenme, uyutma vs..) sizin yapmanız gerekeceğinden anne karnında, hayatlarında bir daha hiç olamayacakları kadar rahattırlar. gelişen plasenta anne karnını gittikçe büyütür, bu büyüme karın derinize baskı yapar bu dönemlerde badem yağı, gül yağı gibi doğal yağlar kullanmanız tavsiye edilir. piyasada bulunan baby oil gibi çeşitli markalardaki nemlendiriciler 2. planda düşünülmelidir. özellikle badem yağı hem cildinizi güzelleştirir hem içindeki minarelerle cildinizi kuvvetlendirir. özellikle çatlak oluşumu içim karın, basen ve bacaklara uygulanmalıdır. ve bu uygulamanın her akşam yatmadan önce uygulanması, gün içinde sürülen yağın deri tarafından emilmeden atılmasını engeller. ve yağı mümkünse babanın sürmesinde fayda vardır çünkü annenin hareket kavramındaki azalma yüzünden ulaşamadığı bölgelere ulaşılmış hem de babanın bebekle olan teması artırılmış olur. bebeğe masaj etkisi yapar.
    -her ay kontrollere aksatılmadan gidilmelidir. bu kontrollerin bir kısmında çeşitli testler ve tahliller istenecektir; kan ve idrar tahlili, down sendromunun ihtimal testi (bu test kimi ebeveynler için hiç önemli değildir yaptırmayanlar da vardır çünkü down sendromunun her bebekte olma ihtimali vardır. ancak gelişmesini normal şartlarda sürdüren bebeklerde istatistikî veri olarak daha düşüktür. yani bir bebeğin down sendromu olma ihtimali 500.000’de 1 iken bir başkasının ki daha düşük ya da daha yüksek olabilir.)
    ayrıca crl (popo ile baş tepesi arası uzunluk), bpd (başın enlemesine çapı), hc (baş çevresi)
    . ofd (başın uzunlamasına çapı), tcd (beyinciğin enlemesine çapı), fl (uyluk kemiğinin uzunluğu)
    . ac (karın çevresi) ve diğer çeşitli kemiklerinin uzunlukları ve her iki göz arası mesafenin ölçülmesi vs… kontrolleri doktor her gittiğinizde yapar, sizin ekstra bir şey yapmanıza gerek yoktur.
    -baba, annenin bu değişen kimyasına ayak uydurması, anneyi rahatlatır, gelişen ve büyüyen kemiklerine (özellikle kalça) yerleşen ağrılar için çeşitli masajlar yapmalıdır. doğumun hangi şekille olacağı, rahimle ilgili bir problem en baştan beri bilinmesi dışında, belli değildir ve bilinemez. bu yüzden doktorunuzun direkt sezaryene yönlendirmesinden kıllanın. doğanın bize verdiği yöntem normal doğumdur evet zordur fakat anne için de bebek için de en sağlıklısı budur. bu yüzden tüm normal şartlarda ilerleyen gebeliklerin sonucu normal doğummuş gibi çeşitli sporlar yapmakta mutlak fayda vardır ve bunlar yürüme ve yüzmedir. bunların dışındaki sporlar ağır gelebilir ve anneyi dolayısıyla bebeği yorar. her sabah yapacağınız yarım saat ila 45 dakikalık yürüyüşler annenin gece kramplarını azaltır ve son dönemlerdeki sancılarının şiddetinde önemli rol oynar. yüzmek de hijyenik olduğu şartlarda (havuzu hiçbir doktor ilk sırada önermeyecektir, deniz suyu her zaman tavsiye edilir) en güzel spordur. su terapisi hem bebeği rahatlatır, hem sancıları azaltır hem de mükemmel bir kalori yakıcıdır.
    kontrollere babanın anneyle birlikte gitmesinde fayda vardır hem babalık psikolojisine alışır hem de anneyi telkinde önemli rol oynar. ayrıca besin olarak en çok tüketmeniz gereken şey su dur. günde 15 bardak olarak sınırlandırmak doğru değildir ancak ne kadar çok alırsanız o kadar doğru bir şey yapmışsınızdır. maden suyu ve hoşaf, komposto gibi şeyler hem kramplarınızı azaltır hem de süt üretimini artırır. bu orta dönem beslenmenize en dikkat etmeniz gereken dönemdir. düzenli ve sağlıklı beslenmek, vitamin ve mineraller açısından zengin besinler tüketmek bebeğinizin bağışıklık sistemi için yararlıdır.
    -son dönem ağrılarınızın arttığı, sinir sisteminizin çöktüğü dönemdir. anne için uyku sorunları, yalancı sancılar başlar. olur olmadık şeylere ağlayabilir mantıksız davranabilirler. normaldir. bazı kokulara hassasiyet geliştirebilirler bazı yiyeceklere karşı aşırı istek duyabilirler ve bunlar genelde keskin kokulara sahip şeylerdir ör: soğan, nane vb…
    uykusuzluk ve huzursuzluk hali anneyi yorar. halsiz düşürür. sürekli dinlenme isteğine yöneltebilir, gece uyumaları yerini gündüz şekerlemelerine bırakabilir. bu sıkıntıları size bebeğinizin verdiği onun için katlanılması gerektiği düşünülmelidir, şikâyet edilmemelidir tamamıyla doğaldır. baş ağıları artabilir. baba gecenin bir yarısı karpuz almaya gönderilebilir. şehirlerarası bir yolculukta, gideceğiniz yere varana dek araç, anne tarafından pastırma kokusuna boğulabilir, bir reklâmdaki bebeğin duruşuna saatlerce ağlayabilir, yaptığınız yemek soğanlı diye 3. dünya savaşı başlatabilirler. babalar tamamen anlayışla karşılamalı mümkünse tartışmaları yatıştıran bastıran taraf olmalıdır. anne kesinlikle üzülmemelidir. birçok sorundan uzak tutulmalı, çok sarsıntılı yolculuklardan uzak tutulmalıdır. sürekli dinlenmesi sağlanmalıdır. unutmayın ki 9 ay bebeği taşıyan annedir ama baba ikisini birden taşımaktadır.
    bu dönemde kontroller sıklaşır, aylık periyodik kontroller yerini haftadan haftaya 15 günde bire bırakır. anne nst’ye bağlanıp çocuğun kalp atışları, annenin sancıları ve hareket düzeni sürekli kaydedilir.
    şehirlerde de yaşasak her bebeğin bir ebesi vardır. sağlık ocaklarına giderseniz orada size yardımcı olacak sizin ve bebeğinizin aşı kartını düzenleyecek bir sağlık memuru olacaktır. hatta bazı şehirlerde ebeler mahallelere ayrılmıştır, aşı günleri dolaşarak evlerinizde koruma amaçlı aşılarınızı yapacaktır.
    son haftalar sabrınızın sınırları iyice zorlanabilir. artan sıkıntılar, yorgunluk ve düzensizlik bebeğinize kavuşma özleminizi artırabilir, zamanı iyice yavaşlatabilir.
    normal doğum yöntemini sağlıklı olduğunuz halde tercih etmeyebilirsiniz. (bazı ülkelerde bu tercihin anne-babaya bırakılmadığı da bilinmelidir) sezaryen yapmaya karar verdiğinizde ya da doktorunuz tavsiye ettiğinde sancıların artıp sizi iyice komaya sokmasını beklememelisiniz. bebeğiniz içerde olduğu gibi dışarıda da gelişimini tamamlayabilir. ve doktorunuz sizin için uygun bir tarih belirlediğinde bu geçen süre içinde ilk kez bir çocuk sahibi olacağınızın gerçeğiyle karşı karşıya kalırsınız. daha önceleri sizin için elle tutulur bir gerçek olmayan eylem bir anda alabildiğine gerçek oluverir.
    hastanede kullanacağınız çantayla birlikte, soluğu ameliyathanenin kapısında alırsınız. gergin bir bekleyiş başlar orda. ameliyathane hazırlanmasını, doktorun gelmesini beklersiniz. sonra kapı açılır hemşire hazır mısınız der. anneyi yolcularsınız. üstündeki yeşil ameliyat önlüğüyle dünyanın en güzel kadınıdır sizin için. kapı kapanır. yaklaşık (herhangi bir aksilik olmaz ise) 15-20 dakika sonra kapı açılır. elinde bolca battaniyeye ve çarşafa sarılmış bir bebekle hemşire gelir. şimdiye dek filmlerde duyduğunuz ama anlamını hiç kavrayamadığınız cümleyi kurar size. yüzüne bakarsınız ilk defa. kanınız donar. ailenizdeki herkese benzetirsiniz. aşısı vurulur, temizlenir, kundağa sarılır ve size teslim edilir. bu saatten sonra iş narkozun etkisinden kurtulmaya çalışan anneyi beklemekle geçer. bebeği kucağınıza almanızdan yaklaşık 15 dakika sonra da anneyi çıkarırlar onu uğurladığınız kapıdan. henüz kendinde değildir. onu anne olarak gördüğünüz ilk andır o. odanıza çıkarsınız. bebek doğduktan ilk yarım saat ile 1 saat içinde emzirilmesi gerektiğinden ne bok yiyeceğinizi şaşırırsınız. hemşireler yardımcı olur size, gösterirler. hiçbir bok bilmediğinizi anlarsınız. hayattaki tüm tecrübeleriniz anlamsızlaşır. aklınızda fuzuli tuttuğunuz onca bilgiyi işlemciniz hızlıysa hemencecik tararsınız ancak bebeğin bundan sonraki hayatı ile ilgili bir bilgiye rastlayamazsınız. cahil bir manda gibi bakarsınız öylece. tüm o işe yaramaz fuzuli edinilmiş onca bilgiyi bir anda çöpe atarsınız. artık hard disc’i formatlamanın zaman gelmiştir. ilk gün anne ve çocuk müşade altında tutulur ve 1 gün hastanede kalır. ertesi gün evinize dönersiniz. en son bıraktığınız haliyle uzaktan yakından alakası yoktur evin. şimdiye kadar bir anlamının da olmadığını fark edersiniz.
    ilk aylar bebeğin hayata, nefes almaya ve ağzıyla beslenmeye alışmasıyla geçer.
    hepatit b, çocuk felci, dbt karma, verem ve kızamık aşılarını yaptırırsınız. yine de hastalanır, üşütür, acıkır, üzülür, merak eder, sizi tanır, baba der, emekler, yürür, okula kaydolur, okumayı söker, resim dersinde sizi çizer, sabahları sizi uyandırır, o elleriyle size tost yapar, büyür, genç kız olur, aşık olur, sever, üniversite okur, kendine iş bulur ve bu aşamaya kadar onu getirirken yaptıklarınızı 15 dakika’da tekrar izlersiniz. sanki dün gibidir ve sonunda evlenir. kızınızı yeşil gömleğiyle uğurlarken onun dünyanın en güzel kadını olduğunu düşünürsünüz. 15 dakika sonra elinize torununuzu verirler. bildiklerinizin hepsini unutmanız gerekir, çoğunu hatırlayamazsınız da zaten.
    en başta attığınız format sırasında oluşan hatadır aslında bu. kendini yeniler durur sadece…
    hayat sadece bu 15 dakikaların toplamından oluşur gerisi yalandır. yanılsamadır.

    çocuk sahibi olmak, sanılanın aksine birkaç dakikalık bir keyif değildir. öyle olsa bile sorumluluğunu bir ömür boyu çekersiniz ve ne acıdır ki onların hayatlarının sadece bir bölümüne tanık olursunuz. geri kalanında yoksunuzdur. sizin yokluğunuzda nasıl bakar kendine hiç bilemezsiniz.
  • bu haftaya, 33 yaşında kocasını kaybettikten sonra kendisini tamamıyla üç kızına adayan halamın, büyük kızı ile başladım. alışveriş bağımlılığından dolayı etrafında kim var kim yok illallah ettiren ve artık kardeşleri de dahil kimsenin görüşmek istemediği, şu hayatta bir tek annesinin ne yaparsa yapsın sırtını dönemediği kuzenimle... arada ''bir daha asla yardım etmeyeceğine'' dair yeminler de etmiş olsa kız kardeşinin perişan haline dayanamayıp defalarca kez borçlarını kapatan, en son bir ay önce “bunun artık son olduğuna, ucunda ölüm de olsa bir daha yardım etmeyeceğine'' dair yeni bir yemin daha eden babama kuzenimin attığı mesaj, bu başlığa gelmeme sebep şeylerden ilkiydi. attığı mesajda, arkadaşından aldığı altın borcunu ödemek için borç olarak para istiyor, borcunu ödeyemezse öğretmenlik yapmadığı yaz tatilleri boyunca lokantada bedava bulaşıkçılık teklif ediyordu babama. can sıkıcı ama artık beni şaşırtmayan, sadece bir insanın onurunu, gururunu bu kadar ayaklar altına alıyor oluşuna, en çok da büyük umutlarla ve çok da emekle onu yetiştiren halamın, kızının bu hallerine şahit olduğu yıllar içinde nasıl kahrolduğunu düşündükçe üzülmekten kendimi alamadığım bu haberle başlayan hafta benzer olaylarla da devam etti.

    iş yerinde çok sevdiğim, emekli emniyet mensubu, 70'lerinde olmasına rağmen ek gelir elde etmek için çalışan bir iş arkadaşımın, defalarca kez borcunu kapattığı, internet üzerinden kumar oynayan oğluyla ilgili yaşadıkları iki gündür etkisinden çıkamadığım ikinci hadise oldu. en son aylar evvel oğlunun yüklü kumar borcu için iş yerinden çektiği avansın borcunu henüz daha bitirmeyen bu adam, çarşamba günü acilen çıkması gerektiğini söyleyerek çıktı işten. dün çok üzgün olduğunu fark edip, ''iyi misiniz?'' dememle koca adam karşımda hüngür hüngür ağlamaya başladı. ''para değil üzüldüğüm bakikubbe hanım, benim ailem paramparça oldu. oğlumun hayatı bitti.'' diyordu. o ağladı ben kahroldum, o anlattı ben ağladım. türkiye'nin en köklü fabrikalarından birinde kimyager olan oğlunu tefeciden aldığı borcu ödeyemediğinden dövdükleri, tehdit ettikleri içinmiş meğer önceki gün aceleyle çıkışı. tefeci yetmemiş, kredi kartlarını alabildiği tüm akrabalarından kredi kartı toplamış ve onlarla da kumar oynamış. bu da yetmeyince işinden ayrılmış tazminatını alıp onunla da borçlarını kapatmamış, gitmiş kumar oynamış.

    bunlar yetmedi, az evvel konuştuğum, şu hayatta tanıdığım en iyi annelerden biri olan arkadaşımın, yine türkiye'nin en iyi okullarından birinde okuyan kızının aylar evvel okuldan atıldığını ve bunu annesinden gizlediğini üstelik de eroin bağımlısı olduğunu öğrendim.

    bunları şundan yazdım gece gece; çocuk sahibi olmak, insana çok güzel hissettiren, en zor zamanlarda bile hayata bağlayan, her koşulda ayakta durma gücü veren, sevmelerin en güzelini tattıran, muhteşem bi şey ama şu dünyada en zor şey de sanırım insanın çocuğunun acısını yaşaması ve kendisini yavaş yavaş bitirmesini çaresizce izlemesi. ve bence bu büyük acıyı yaşama olasılığına rağmen çocuk sahibi olmak çılgınlık, zır delilik.
  • insanın yapabileceği en bencilce şey sanırım.

    bilinçli bir başka canlıyı var etmeye niyetlenmiş insanların cesaretine hayranım sevgili okur. konuşacak, düşünecek, değiştirecek, değişecek bir başka insanı nasıl olup da yokluktan varlığa taşımaya karar verilebilir. bu dünyaya çocuk getirilmez geyiği falan yapmıyorum yanlış anlaşılsın istemem. herhangi bir dünyaya çocuk getirilmez bana sorarsanız. bu bir karamsarlık da değil, bir anlayamama hali.

    dünya kötü olduğu için değil yani çocuk yapılmasına şaşkınlığım. böylesi inanılmaz değişkenlerle dolu bir evrene o evreni anlayabilme potansiyeli olan bir canlıyı getirirken insan nasıl çıldırmıyor onu kavrayamıyorum. bu dev sorumluluğu sıradan bir hak haline getiren insani egomuzu kabullenemiyorum.

    öyle bir domino taşı ki rahatça devrilen, arkasından neler geleceği tam bir muamma. sonsuz olasılık sonsuz sonuç, olasılıkların ve sonuçların farkında olacak bir bilinç. bu kararı alırken biz insan türünü böylesi hayvani bir umursamazlığa salan dürtü nedir merak etmiyor musunuz.

    ben delirircesine merak ediyorum. araba alırken üç ay fiyat araştıran, ustaya giden, deneme turuna çıkan insanların bir çocuk yapmaya karar verdiklerinde dünyanın en sıradan kararını vermişcesine davranmaları cahil olduklarından aptal olduklarından değil elbette. sadece hayvan olduklarından.

    üremek öyle temel bir yaşam döngüsü parçası ki onu sorgulamak bile kitlesel düşmanlık kazanmak için yeterli. üremek zorunda olduğumuza dair elde kesin bir delil olmamasına, üremenin bize faydalı olduğunu gösteren tek bir veri olmamasına rağmen bundan vazgeçemiyor oluşumuz sadece cinsel ilişkinin zevkli olması ile tabii ki açıklanamaz. öte yandan cinsel ilişkinin zevkli olması da bence şüphe uyandırıcı zaten.

    neden var olmalıyız, neden bir başka insanı daha bu evrende düşünür kılmak zorunda hissediyoruz. daha ötesinde zorunda bile hissetmiyoruz bunu çok normal karşılıyoruz. içine bencillik katmadan bu kararımızı mantıklı kılabilir miyiz?

    yaşlandığımızda bize bakacak bize destek olacak birileri olsun diye yapılmıyor çocuklar. çocuğumuz olsun diye yapılıyor. yani çocuğa dair içimizde şu nedenle yapıyoruz diyebileceğiz somut bir neden bile yok. çocuk yapmak istiyoruz arsızca, bencilce, acımasızca.

    o da bizimle beraber dünyayı inorganik kaya yığınlarından organik kalıntılara dönüştürsün istiyoruz. daha önce başka bir yazıda da değinmiştim aslında ama yeri geldi söyleyeyim, bazen dünyanın canlıya dönüşmek için çabalayan dev bir bilinç olduğunu hayal ediyorum. parça parça canlanıyor, bir ölüyor üç canlanıyor. giderek daha canlı daha vahşi daha hasta canlanıyor.

    bu kötülük değil, bu canlı olma hali. daha canlı dünya daha umarsız oluyor acıya.

    bu yazıda bir umutsuzluk sezdiyseniz yanlış okudunuz, bu yazıda duygu gördüyseniz yanlış okudunuz, bu yazıdan insanlar kötü ondan ürememeli anlamı çıkardıysanız yanlış okudunuz . çünkü ben hiç duyguların gazıyla yazmadım bunu. çok uzaklardan insana bakıp yabancılaşınca gördüm bu yazdıklarımı. neden ürediğini anlayamadığım bu tür ve dahi diğer türler cinsel haz için değil, pratik fayda sağlamak için değil, çoğalmak için değil sadece onları sevecek bir canlı olsun diye ürüyorlar sanki.

    o bile değil belki. öylece olduğu gibi ürüyoruz. cahil bir bencillikle çoğalıyoruz.

    neden çocuk yaptın diye soramıyoruz bile diğerlerine.

    çünkü çocuk yapılır bir şeydir.

    aksi bir düşünce yoktur olmamalıdır.

    "çocuk da mı yapmayalım" seviyesinde bir reddetmeye sebep olur çocuk yapmak gibi toplumsal bir talep.

    yabancılaşın istiyorum insana, hayvana, canlıya. yabancılaşın ki beraber şaşıralım zamanın başlangıcından beri yaptığımız her şeyin garip olma olasılığına. normallerimizi sarsarak altlarına biriken milyar yıllık toza bakalım. toza bakma durağında buluşalım.

    bence çoğu şeyin cevabı en yakınımızda hep orada durduğunu sandığımız kati doğruların altında gizli. bence en normal şeylerin altında en ciddi sorularımızın cevabı yatıyor.

    şimdilik emin olduğum tek şey neden ürüyoruz sorusunun cevabının bize bugüne kadar söylenenler olamayacağı. ben bir annenin bebeğine bakan gözlerinde saf bir "doğru şeyi yaptım" ifadesinden başka cevap göremiyorum ve bu beni inanılmaz kaşıyor.

    insan olmasam, hayvan olmasam, madde, enerji olmasam o kadın bana neden ürediğini anlatabilir mi çıldırarak merak ediyorum. nedenini bilmeden ürüyorsa bu bize çok daha şaşırtıcı bir veri sunmaz mıydı merak ediyorum. çünkü düşününce belki de canlı olmak daha büyük bir planın basit bir parçası. belki de annelerin babaların çoğalmakla ilgili bu zombivari kararlılığı bize asıl gerçeği işaret eden bir ipucu.

    bilemiyorum ama aşırı merak ediyorum. içine hiç duygu katmadan canlılığın devamının mantıklı bir sebebini bulmak istiyorum. onun ötesinde de eğer bir sebep varsa bunu bilmeden şu an nasıl yaşayabiliyoruz onu öğrenmek istiyorum.

    çok mu az meraklıyız?
    yoksa bunu merak etmememiz daha iyi olduğundan mı şimdiye kadar cevabı arayıp bulamadık.

    ön not:
    yeni anne baba olmuşlar üzerime gelmesin tamamen felsefi bir merak ile doluyum. duygusal hezeyanlarınızın ulaşabileceğinden uzakta saklanıyorum.
    çocuğun olunca anlarsın falan diyeni süpürge sopasıyla kovalarım.

    (bkz: canlı/@limon kimyon zorro)
    (bkz: üçüncü cins/@limon kimyon zorro)
    (bkz: modern dünyada hayvan olduğunu unutan insan)
    (bkz: insana canlı demenin hakaret olması/@limon kimyon zorro)
    (bkz: çiçek/@limon kimyon zorro)
    (bkz: delilik/@limon kimyon zorro)
    (bkz: #27873065)
hesabın var mı? giriş yap