6 entry daha
  • http://www.cihandura.com/…ask=view&id=189&itemid=62
    bilimsel yöntem üzerine
    yazar cihan dura
    pazartesi, 30 haziran 2008

    bilimsel yöntem; gözlem, deney, tanımlama, hipotez kurma, hüküm verme,... gibi çok çeşitli eylem ve düşünme işlemleri gerektirir. bu nedenle yapıca son derecede karmaşıktır. onun bu heterojen yapısının bir ürünü, birçok bilimsel teknik almaşığını yanı sıra getirmesidir. bununla birlikte bilimsel yöntem, genel yapısı ile hep aynıdır.

    yaygın kullanımı ile bilimsel yöntem kısaca “gözlem ve muhakeme” şeklinde tanımlanabilir. buna göre, denebilir ki bilimsel yöntem iki temel yaklaşımın, ampirizm ve rasyonalizmin, deneycilik ve akılcılığın sentezinden doğmuştur.

    dünyada her bilgi gibi, bilimsel yöntem de varsayımlara dayanır. öyleyse, varsayımları çürütülürse, bilimsel yöntem de çürütülmüş olur. bu varsayımların başlıcaları şunlardır: sebepsiz olgu yoktur. her olgu, metafiziğe başvurmaksızın açıklanabilir. bilimsel yöntemle, geçerli ve güvenilir bilgiye ulaşılabilir. bilim adamına güvenilebilir.

    bilimsel düşünme ve araştırma, bilimsel yöntemle olur. çoğu aydınımız bilimsel yöntemi bilmiyor, bilse de kullanmıyor ya da kullanamıyor. okuduğunuz makaleyi bu yönde bir özendirme amacıyla kaleme aldım.

    bilimsel yöntem, aşamaları olan bir süreçtir. bu süreç başlıca olgu, gözlem, açıklama, hipotez ve sınama kavramları ile ilgilidir.

    i) bilimsel yöntemin aşamalari

    a) bilimsel yöntem, “betimleme” ve “açıklama” aşamalarından oluşan bir süreçtir. betimleme “gözlem,” açıklama ise “muhakeme” işlemi gerektirir. kimi kaynaklarda, ikinci işleme “sistemli analiz” adı da verilir. bu anlayışa göre bilimsel araştırma yöntemi iki esas elemandan oluşuyor:

    -olguların gözlemi (g),

    -olguların sistemli analizi.

    bunlardan “olguların sistemli analizi” sırasıyla üç aşamayı içermektedir:

    --hipotez bulunması (i),

    --hipotezin sınanması (s),

    --teori kurulması (t).

    kısaca ifade etmek gerekirse, bilimsel yöntem şu dört aşamadan oluşuyor: gözlem-hipotez-sınama-teori: gist. ikili yapıya göre: g-ist.

    bilimsel yöntemi “gi-st” şeklinde de düşünebiliriz. bu takdirde aşamalarını şöyle ifade ederiz:

    -insan sezgi ile bir şey keşfeder.

    -bulduğunu muhakemesi ile kanıtlar.

    1) insan sezgi ile bir şey keşfeder (gi)

    belli bir olguyu inceleyen bir araştırmacı; önce, onu yöneten bir bağlantının (yasanın) varlığını sezer, hisseder. burada “olguyu inceleme” gözlemi (g), “bağlantıyı sezme” hipotezi (i) anlatır.

    aslında doğa sürekli konuşur, fısıldar, gösterir. onu duyacak kulak, görecek göz gereklidir. işte insanın bu yeteneği, sezgidir. o fısıltı, o gösteri; insan zihninde bir fikre, eşdeyimle hipoteze dönüşür. araştırmacıyı bundan böyle yönetecek olan, bulmuş olduğu o hipotezdir.

    demek ki:

    - keşfedilen, hipotezdir.

    - hipotez sezgi ile bulunur.

    2) insan, bulduğunu muhakemesi ile kanıtlar (st)

    araştırmacı, aklî bir kontrol yoluyla, sezgisinin doğruluğundan emin olur. “akli kontrol”, sınama (s); “doğrulanmış sezgi” ise teoridir (t). aklî kontrol demek, “dedüktif muhakeme” demektir.

    b) bilimsel yöntem aynı zamanda endüksiyon ve dedüksiyonun bir sentezidir. buna göre -ilk gözlemler dışında- yine iki aşamadan oluşur.

    - dedüksiyon: açıklama vaat eden bir hipotez ya da teoriden, sınanabilir önermeler (neticeler) çıkarılır.

    - endüksiyon: çıkarılan önermeler, ilgili bulundukları gözlem ya da deney verileri ile karşılaştırılarak genellemeler yapılır.

    bilimsel yöntem bu görünümü ile, “hipotezli dedüktif yöntem” adını alır.

    c) bilimsel yöntem aşamasına göre araştırmalar; “betimleyici araştırmalar, hipotez kurucu araştırmalar, teori kurucu araştırmalar” olmak üzere üçe ayrılır.

    -betimleyici araştırmalar gözlem bilgisi sağlar. seçilen problem alanında, hangi özelliklerin hangi sıklıkla görüldüğü ortaya konur. bunların sayım ve dökümü yapılır. örnek: kamuoyu araştırmaları.

    -hipotez kurucu araştırmalar gözlemlenen olgular arasındaki ilişkilere dayanarak, hipotez oluşturur.

    -teori kurucu araştırmalar kurulmuş olan hipotezden yola çıkar. yeniden gözlemler yaparak, bu hipotezin doğruluğunu araştırır. bu noktaya değin, yapılan araştırma sınayıcıdır. eğer sınama hipotezin doğruluğunu gösteriyorsa, ortaya bir teori atılır.
    ii) olgu ve gözlem

    bilimsel yöntem, olguların gözlemiyle başlar. gözlem türlü tekniklerle yapılır.

    a) olgu

    1) olgu yaşantının, gözlemin bir verisidir. bir nesne, bir durum ya da bir süreç olabilir. insanın, örneğin bir araştırmacının duyduğu ses, dokunup hissettiği bitki, izlediği üretim süreci birer olgudur. eğer araştırmacının zihnini bir aynaya benzetirsek, olguların bu yüzeydeki yansımaları algılardır. araştırmacı bu algıların kaynağının, eşdeyimle olguların, kendi bilincinin dışında olduğunu bilir. dolayısiyle, onları gerçek ve kesin olarak kabul eder. öyleyse olgu “gözlemin verisi olarak meydana gelen, insan düşüncesinin dayandığı her şeydir.”

    olgu insan zihninden bağımsızdır; aklın ya da hayalgücünün değil, doğa’nın bir ürünüdür (burada doğa’yı, “insan toplumları dahil, canlı ve cansız tabiat” anlamında kullanıyorum). örneğin şu kavramlar birer olgudur: madde, hareket, yaşam, ticaret, yoksulluk. şu kavramlar olgu değildir: ahret, cehennem, serbest rekabet...

    2) “olgu” kavramı, bilimsel yöntemin uygulama alanı ile yakından ilgilidir. çünkü bilimsel yöntemin kapsamına “olgusal içerikli konular” girer. eğer bir konu ya da “sorun” bu içerikten yoksunsa, bilimsel yöntemin dışında kalır. “olgusal içerikli” demek, “üzerinde gözlem ya da deney yapmaya elverişli olan” demektir.

    örneğin “madde,“ “ışık,“ “yoksulluk,” “emperyalizm” sorunları olgusal içeriklidir; buna karşılık “tanrı” “ruh” “meleklerin cinsiyeti” sorunları olgusal içerikli değildir. bunlarla ilgili bilgiler olgusal yoldan doğrulanamaz.
    b) gözlem

    bilimsel araştırma gözlemle başlar.

    1) gözlem “olguları, daha iyi öğrenip tanımak için, dikkatle incelemektir.” daha teknik bir tanıma göre gözlem; “olguları kavramak için, onların kendiliğinden meydana gelen belirtilerini algılama ve kaydetme işidir.” araştırmacı, gözlem sırasında, olguların meydana gelişine müdahale etmez. ederse, yaptığı işe “deney” denir.

    2) gözlem, “araştırmacının bir araç kullanıp kullanmadığı” ölçütüne göre, ikiye ayrılır. bunlardan birincisi yalın gözlem, ikincisi âletli gözlemdir. eğer bir araştırmacı; nesnel gerçeğin gözlemini, yalnızca duyularının ve aklının yardımıyla yapıyorsa, buna yalın (basit) gözlem adı verilir. eğer araştırmacı nesnel gerçeğin gözlemini, duyularının ve aklının gücünü (keskinliğini) artırıcı araçlar yardımıyla yapıyorsa, buna da âletli gözlem adı verilir.

    sosyal bilimlerde gözlem, genel olarak iki teknik kullanılarak yapılır: belgesel gözlem, canlı gözlem. belgesel gözlem, sosyal olguların, üzerinde iz bıraktığı dokümanları derlemek ve analiz etmekten ibarettir. doküman (belge, vesika) “bir olgunun varlığını gösteren ve aklın kabul ettiği her şeydir.” örneğin kitap, gazete, arşiv, istatistik, resim, fotoğraf, filim, eşya,... birer dokümandır. canlı gözlem; anket, görüşme, soru kâğıdı,... yoluyla sosyal realitenin doğrudan doğruya gözlemlenmesidir.

    3) bilimsel gözlemin iki koşulu vardır: psikolojik koşul ve metodolojik koşul.

    i) psikolojik koşul

    bu koşul, araştırmacıda iki ögenin bulunmasını gerektirir: bilgi ve sezgi. gözlem ancak bunlar varsa verimli olur. bilgi ve sezgi, birbirini kontrol altında tutar.

    - bir gözlemci araştırma yaptığı alan hakkında bilgi sahibi olmalıdır. bu kazanım, ona şu önemli yararı sağlar: tüm gücünü ve dikkatini, çözeceği problemle ilgili olgular üzerinde yoğunlaştırma kolaylığına kavuşur. inceleyeceği olguları kolayca tanır. bilimsel yönden önemsiz olguları bertaraf eder. örneğin, bir mühendis, ekonomik olguları verimli şekilde gözlemleyemez; bunun tersi de doğrudur.

    - gözlemci, sezgi gücüne sahip olmalıdır. bu, ona, bilgisinin sınırları ötesine geçme olanağı sağlar. bir olgu düşünün, o zamana değin kimsenin ilgisini çekmemiştir; hiçbir araştırmacı bilimsel açıdan onu anlamlı bulmamıştır. oysa bir araştırmacı çıkar, sezgi gücü sayesinde o olgunun kimi bilimsel sorunların çözümü bakımından çok önemli olduğunu fark edebilir. buna ekonomi biliminden iyi bir örnek verilebilir: klasik ekonomide “para” uzun süre ekonomiyi etkilemeyen bir olgu olarak düşünüldü. oysa lord keynes, paranın ekonomide belirleyici bir değişken olduğunu ileri sürdü. kuşkusuz bu gerçeği, yaptığı gözlemler sırasında, sezgi gücüyle fark etmişti. ancak, unutmayalım ki, sezgisi, önceki ekonomistlere kıyasla, çok daha ileri bir iktisat bilgisiyle destekleniyordu.

    demek ki bilim adamının yalnızca bilgili olmasıyla iş bitmiyor, onun aynı zamanda sezgi yetisine sahip olması gerekiyor.

    ii) metodolojik koşul

    araştırmacı etüt ettiği olgular hakkında bir ön-fikir (hipotez) sahibi olmalıdır. hiçbir gözlem, hipotez olmadıkça ürün vermez. claude bernard bu gerçeği şöyle dile getirir: “aradığını bilmeyen gözlemci, bulduğunu da kavrayamaz.” olgular ancak çözecek sorunu olanla konuşur. iyi bir araştırmacı, kendine problem yaratan kişidir.

    ancak araştırmacı hipotezini sürekli olarak kuşku altında tutmalı, tartışma konusu yapmalıdır. böyle bir koşulu da ancak “eleştirici zihin” sahibi bir araştırmacı yerine getirebilir. aksi halde hipotez, sabit fikir haline gelir. gözlemi ve deneyi yozlaştırır, verimsiz kılar.
    c) gözlem verilerinin işlenmesi

    gözlem tekniklerinden biri ya da birkaçı kullanılarak olgular toplandıktan sonra, toplanan malzemenin özel tekniklerle işlenip değerlendirilmesi gerekir. bu işleme “gözlem verilerinin işlenmesi” adı verilebilir. kullanılan başlıca teknikler; analiz ve sentez, yalnızlama ve soyutlama, matematiksel modeldir.

    1) analiz

    her olguyu bir bütün (küme) olarak düşünürsek, analiz o bütünü, ögelerine ayırma işlemidir. analizin amacı; bütünü oluşturan ögeleri yakından tanımak, ögeler arasındaki ilişkileri görüp betimlemektir. bilimsel araştırmada, başlıca iki tür analiz kullanılır: statik analiz, dinamik analiz.

    statik analizde olgu; belli bir anda ve belli bir bakış açısından ögelerine ayrılır.

    dinamik analizde ise bir hareket, bir süreç ögelerine ayrılır. amaç; olguların sebep sonuç ilişkileri çerçevesinde ard arda sıralanışını ortaya koymaktır.

    dinamik analizin iki türü vardır: süreç analizi ve fonksiyonel analiz. süreç analizinde zamanın akışında belli bir yer işgal eden bir sürecin aşamaları bir sıra halinde belirlenir.

    ekonomiden örnek, büyüme süreci : tasarruf > yatırım > sermaye stoku > üretim > toplam gelir > kişisel gelir.

    fonksiyon analizinde ise iki ya da daha fazla olgu arasındaki ilişki belirlenir.

    süreç analizi “sebep,” fonksiyon analizi “etki” kavramına dayanır.

    2) sentez

    gözlem konusu olguya ait ögelerin (oluşturucu parçaların) sistemli olarak yeniden bir araya getirilmesine sentez adı verilir. genelikle her analizi bir sentez işlemi izler. başka bir deyişle sentez; analiz işlemiyle ayrılmış parçalardan hareketle yapılır.

    sentez, gözlemde üç aşamalı olarak kullanılır: ögeleri ayırma, inceleme ve yeniden bütünleştirme.

    - araştırma konusu olgu (bütün, küme) analiz edilir, ögelerine ayrılır.

    - ögeler belirlenir (tanımlanır, sınıflanır); ögelerin sırası, ögeler arasındaki ilişkiler kaydedilir.

    - ögeler aynı düzen içinde yeniden bir araya getirilir.

    sentez “gözlem keskinliği ve derinliği” sağlar. bu işleme araştırma konusu olguyu daha yakından tanımak için, ögelerin olgu (küme) içindeki yerini ve rolünü, olgunun yapısını ve işleyişini öğrenmek için başvurulur.

    anlaşılacağı gibi, sentezde araştırılan olgudan hareketle yine aynı olguya dönülür. ancak olgu; ikinci halde, birinci halde olduğundan daha net, daha belirgin ve daha eklemli olarak görülmektedir.

    3) yalnızlama ve soyutlama

    özellikle sosyal bilimlerde, araştırma konusu olgular başka olgularla iç içedir. onları birbirinden ayırt etmek çok zordur. çünkü sosyal olgularda bir süreklilik (continuum) karakteri vardır. dolayısiyle gözlemlenen bir olgu, kimi başka olgulardan doğal bir şekilde ayrılmış değildir. eğer gözlem, bu süreklilik karakterine uyularak yapılmaya kalkışılırsa, işin altından kalkılamaz. bu nedenle nesnel gerçeği (realiteyi) yalnızlama ve soyutlama gibi basitleştirici yöntemlere başvurulur. ancak söz konusu basitleştirme, zihnen yapılan bir basitleştirmedir.

    a) yalnızlama yalnızlama (isolation) yönteminde, araştırılan olgunun bağlantılı bulunduğu olgulardan bir bölümü yok varsayılır. hangi olguların yok sayılacağı önceden kararlaştırılır. böylece gözlem alanı daraltılmış, altından kalkılabilecek bir genişliğe indirgenmiş olur.

    ekonomiden örnek: fiyat artışlarının sebeplerini öğrenmek istiyoruz. alan geniş. çünkü fiyat artışlarının hem yurt içinden, hem de yurt dışından kaynaklanan sebepleri var. gözlem alanımı daraltmalıyım: fiyat artışlarının yurt dışından kaynaklanan sebeplerini yok sayarım. böylece geriye “yurt içi sebepler“ kalır. sadece bunlarla ilgili olguları gözlemlerim.

    b) soyutlama

    soyutlama (abstraction) tekniği yalnızlama tekniğine çok benzemekle birlikte, ondan önemli bir farkı vardır. farkı, gözlem dışı bırakılan olguların yok sayılmaması, her birinin daha sonra teker teker gözlemlenmesidir.

    örnek: diyelim ki bir y olgusu ile bağlantılı x1, x2, x3,...xn olguları var. bu ilişkiler küme’sini gözlemlemek istiyorum. gözlem alanı, heterojen; basitleştirmeliyim. önce x1 ile y arasındaki ilişkiyi gözlemlerim. öbür değişkenleri ( x2 ve x3‘ü) geçici olarak “sabit” yani etkisiz kabul ederim. bu işlem bittikten sonra x2 ile y, ardından x3 ile y, en sonra da xn ile y arasındaki ilişkiyi gözlemlerim. görüldüğü gibi çok sayıda olguyu bir defada gözlemlemeye kalkışmıyor, gözlemlediğim değişken sayısını azaltıyorum. bu tekniğe ceteris paribus (diğer değişkenler aynı kalmak kaydıyla) adı da verilmektedir. diyelim ki xn ile y arasında bir fn ilişkisi gözlemledim; o zaman şöyle derim: xn ile y arasında ceteris paribus fn ilişkisi var.

    4) matematiksel model

    araştırmacının, zihinsel basitleştirmede birinci yardımcısı uygulamalı matematiktir. uygulamalı matematik bu işlem için bize çok değerli bir araç sunar: matematiksel model!... süreci kısaca açıklayalım [j.p.king, matematik sanatı, 5.b., tübitak, ank.,1998]:

    -nesnel gerçek (gerçek dünya olgusu), soyutlama aracılığı ile matematiksel modele dönüştürülür. başka bir deyişle gerçek dünya olgusunun, matematiksel dünyada soyut bir kopyası yapılır.

    -araştırmacı gerçek dünyadan bir süre için kopar. artık matematik bir dünyadadır, tıpkı aynanın ötesine geçen, “harikalar diyarı”ndaki alice gibi... bütün dikkatini matematik model üzerinde toplar. matematiğin türlü araçlarından uygun olanları kullanarak model üzerinde çalışır, modeli analiz eder. yeni kavramlar, ilişkiler,... oluşturur.

    -sonra bu yepyeni bilgilerle donanımlı olarak, tekrar gerçek dünyaya döner. matematiksel bulgularını, araştırdığı nesnel gerçeğe uygular. artık gerçek dünya olgusu hakkında, başlangıçta olduğundan çok daha fazla şeyler bilmektedir.

    görülüyor ki matematiksel model süreci iki aşamalıdır:

    --gerçek dünyadan matematiksel dünyaya geçiş: soyutlama,

    --matematiksel dünyadan gerçek dünyaya dönüş: uygulama.

    iii) açiklama

    bilimsel yöntem, sırasıyla, olguları “betimleme” ve “açıklama” (tasvir ve izah) aşamalarından oluşan bir süreçtir. insanın, iki yetisini kullanmasını gerektirir : betimleme için duyular, muhakeme için akıl.. demek ki bilimsel yöntem bir “eylem” ile başlar, “düşünme” ile biter. betimleme gözlem ister; açıklama ise muhakeme... bu iki öge bütün bilimlerde ortaktır.

    araştırmacı betimleme aşamasında şunları yapar: duyularını kullanarak araştırmasına konu olan olguları belirler, aralarındaki ilişkileri saptar, sınıflayıp tanımlar. olguların ne olduğunu, nasıl meydana geldiğini kaydeder. araç olarak gözlem ve deneye başvurur.

    açıklamada ise, araştırmacı; betimlenmiş olgular arasındaki ilişkileri aklını kullanarak anlama gayesi güder, olguların nedenine iner.

    a) açıklama nasıl yapılır?

    açıklama iki farklı genelleme işlemine, “deneysel genelleme” ile “teorik genelleme”ye başvurularak yapılır [c.yıldırım, bilim felsefesi, 3.b., remzi kitabevi, ist.,1991].

    1) deneysel genelleme nedir?

    deneysel genelleme (olgusal genelleme) ya da endüksiyon; olgular tek tek gözlemlenerek elde edilen, bütün bu olguların tümü için geçerli olan genellemedir.

    i) soyut bir örnek vereyim:

    - olguların ( y1,...,yn; x1,...,xn ) tek tek gözlemi : y1, x1’e bağlıdır (f1) ; y2 , x2’ ye bağlıdır (f2) ; y3 , x3’e bağlıdır (f3) ; ... yn, xn’ye bağlıdır (fn) .

    - olguların tümü için geçerli genelleme: bütün y’ler x’lere bağlıdır [ y = f (x)].

    ii) somut örnek:

    -tek tek gözlem: bu dairenin alanı çapına bağlıdır; şu dairenin alanı çapına bağlıdır; o dairenin alanı çapına bağlıdır.... filan dairenin alanı da çapına bağlıdır.

    -genelleme: bütün dairelerin alanı, çaplarına bağlıdır.

    iii) başka bir örnek: hepimiz, ateşin yaktığını “deneysel genelleme” yoluyla öğrendik: bu ateş yaktı. şu ateş yaktı. o ateş yaktı... filan ateş de yaktı. öyleyse, bütün ateşler yakar.

    2) teorik genelleme nedir?teorik genelleme, deneysel genellemeye oranla daha ileri düzeyde olan, muhakeme gerektiren, deneysel genellemeyi açıklamak gayesiyle yapılan genellemedir. böyle açıklayıcı bir genelleme; hipotez ve teori biçimlerini alır. örnek: bütün y’ler x’lere z’den dolayı bağlıdır. ancak, açıklanmanın kabul edilebilmesi için, z sebebinin, yeni gözlemlere başvurularak kanıtlanması gerekir.teorik genellemede, şu hususlar önemlidir:

    - teorik genelleme, doğrudan doğruya gözlemlenemez.

    -hangi türden bir düşünme yoluyla elde edildiği bilinmemektedir.

    -bilimsel yöntem bakımından önemli olan; teorik genellemenin, olgusal verilerle desteklenip desteklenmediğidir.

    -teorik genellemenin çatısı şöyledir: buluş ve doğrulama. bu iki kavram şu anlama gelir: önce bir hipotez bulunur. sonra, bu hipotez doğrulanır.

    buluş işleminde, betimleme boyunca toplanan veriler bağlamında, olgusal ilişkileri açıklamaya elverişli hipotezler bulunur, ortaya atılır.

    doğrulama sürecinde ise, bulunmuş hipotezden sınanabilir önermeler (sonuçlar) çıkarılır. bu sonuçlar, yeni “gözlem/deney” verileri ile karşılaştırılarak sınanır.

    ancak geçmişle ve gelecekle ilgili araştırmalarda, yeni “gözlem/deney” yapma olanağı yetersiz kalır.

    b) açıklamanın iki türü

    açıklamalar (çözümler) karmaşıklık derecesine göre ikiye ayrılır: basit açıklama, karmaşık açıklama.

    1) basit açıklamaaçıklama, birkaç olgusal önermenin doğrulanması yoluyla gerçekleşmiş olur. örneğin “madenlerin, ısıtıldığında genleşmesi” konusunda çözümü ifade eden önerme, doğrudan sınanabilir niteliktedir. eşdeyimle, birkaç maden alarak her birini ısıtır ve her defasında, bunların genleştiklerini gösterebilirim.

    2) karmaşık açıklamabunlar daha üst düzeyde olan çözümlerdir. basit açıklamaların yanı sıra, kimi önerme ve varsayımları da kapsar. olgusal olarak doğrulanmaları, ancak dolambaçlı olarak sağlanabilir; eşdeyimle, dolaylı ve karmaşık kimi işlemler yoluyla... bir takım “işlemsel tanımlar“a ve sıkı “mantıksal çıkarımlar”a başvurmak gerekir. bu yoldan elde edilen açıklamalar, soyut kavramlar içerir. teorik nitelikte genellemelerdir. bu genellemeler sınanamaz, yani gözlem ve deneye gelmez. örneğin, maddenin atomik yapısı, ışığın dalga ya da parçacık niteliği, evrensel çekim gücüne ilişkin açıklamalar bu türdendir.

    c) açıklamanın bilimselliği

    bir açıklamanın (çözümün) bilimsel sayılabilmesi için şu koşulları yerine getirmesi gerekir

    :i) açıklama, mantıklı olmalıdır. bu koşul iki anlamı kapsar:

    - çözümü dile getiren önerme, mantıklı düşünme sürecine aykırı olmamalıdır.

    - daha önce, güvenilir şekilde bulunmuş bilgilerle çelişmemelidir.

    ii) açıklama, “güvenilir gözlem ya da deneyler yoluyla doğrulanabilir” nitelikte olmalıdır.

    iii) açıklama doğru olmalıdır. bir açıklamanın “doğru“ olup olmadığı, realite ile karşılaştırılarak anlaşılır. başka bir deyişle, bir açıklama önermesinin doğru sayılabilmesi için, güvenilir gözlem ya da deney sonuçları ile örtüşmesi gerekir.

    iv) hipotez ve sinama

    nesnel gerçeğin gözlemi, ancak ona sorulacak sorular önceden belirlendiği zaman verimli olur. şu koşulla ki soru ortaya konurken, aynı zamanda, varsayılan (tahminî) bir yanıt da tasarlanmalıdır. bu yanıta “araştırma hipotezi” ya da kısaca “hipotez” denir. işte, bilimsel araştırmanın gayesi, bu yanıtın doğru olup olmadığını sınamak olacaktır. eğer yapılan sınamalar sonunda hipotezin doğru olduğu anlaşılırsa, hipotez teori haline gelir. aksi halde ya değiştirilir ya da tümden terk edilir; yerine, sınanacak başka bir hipotez bulunur.
    a) hipotezin tanımı ve koşulları

    hipotez “araştırma problemi ile ilgili olarak öne sürülen, doğru olup olmadığı henüz sınanmamış, fakat araştırmacıya doğru gibi gelen, olası bir çözümdür. burada “doğru gibi gelen” ifadesi “sezilen” anlamındadır ve bilimsel yöntemin ilk aşamasına işaret eder: insan sezgi ile bir şey keşfeder. buna göre hipotez kavramı kısaca şöyle tanımlanır: hipotez bir bilimsel araştırmanın varacağı netice hakkındaki bir “esin,” bir sezgidir.

    hipotez şöyle de tanımlanabilir: ”eğer bir genelleme henüz doğrulanmamışsa, ya da yeterince doğrulanmamışsa “hipotez” olarak anılır.

    hipotez olmanın, koşulları vardır. bir önermenin hipotez sayılabilmesi için, sahip olması gereken en önemli nitelikler şunlardır:

    - doğru olup olmadığı bilinmemelidir.

    - doğrudan doğruya sınanabilir olmamalıdır.

    hipotez bulmanın da koşulları vardır: araştırma konusu alan hakkında “ön-bilgi” sahibi olunması, sezgi ve sağduyu yeteneği, problemi değerlendirme kapasitesi gibi.

    yapılan gözlem veya deneyler sonucunda doğrulanmış genellemelere ise “teori” denir. bununla birlikte hipotezler arasında genelleme biçiminde olmayan, tek bir olguyla ilgili olanlar da vardır.

    b) doğrulanabilirlik

    1) bir hipotezin “olgusal yoldan doğrulanabilir olması” ne demektir?

    olgusal yönden doğrulanabilir bir önerme, hem mantıksal hem de deneysel yönden olası görülen bir önermedir. örnek:

    -ay üzerinde volkanik kraterler vardır.

    -x yıldız kümesi, güneş sistemimizden ışık hızıyla uzaklaşmaktadır.

    yukardaki her iki önerme de mantıksal yönden doğrulanabilir niteliktedir. ancak birincisi deneysel yönden doğrulanabilir iken, ikincisi değildir.

    2) doğrulanabilirlik ölçütü eleştirilmiştir:

    - genelleme biçimindeki hiçbir hipotez, yüzde yüz doğrulanamaz. bu nedenledir ki bu tür önermelerin bilim dışı bırakılması gibi bir sakınca doğar. örneğin şu genellemeyi, var olan bütün cisimler için doğrulayamayız: atılan her cisim düşer.

    -birçok önerme, olgusal içerikten yoksun olmakla birlikte doğrulanabilir. doğrulanabilirlik yerine, k. popper tarafından “yanlışlanabilirlik” ölçütünün kullanılması önerilmiştir.

    c) hipotezin sınanması

    hipotez oluşturma endüktif (tümevarımcı), hipotez sınama ise dedüktif (tümdengelimci) bir işlemdir. çünkü hipotez oluştururken, olgular gözlemlenir ve genel bir önermeye ulaşılmaya çalışılır. başka bir deyişle araştırmacı “özelden genel”e yükselir. sonra araştırmacı tekrar “genelden özel”e, olgulara iner. neden? sınama (test) yapmak için, hipotezi doğru mu, yanlış mı diye!...

    hipotezler (başlangıç hipotezleri) özellikle sosyal bilimlerde doğrudan doğruya sınanmaya (test edilmeye) elverişli değildir. peki, elverişli hale nasıl getirilir? dedüksiyon yapılarak!... daha açık bir deyişle, başlangıç hipotezinden, dedüksiyona başvurularak gözlemlenebilir neticeler (yeni önermeler) çıkartılır. sınama işlemine işte bu neticeler, gözlemlenebilir önermeler tabi tutulur.

    d) teori

    1)teori;“gözlem-hipotez-sınama-teori” (gist) olarak şemalaştırdığımız bilimsel araştırma yönteminin son aşamasıdır.

    her teori bize nesnel gerçeği, olguları anlatmaya çalışır. teori nesnel gerçek hakkında ileri sürülmüş (geliştirilmiş), ancak önemli ölçüde doğrulanmış bir görüştür. bu bakımdan hipotez, paradigma ve yasa (kanun) kavramlarından farklıdır. şöyle ki:

    -hipotez doğruluğu kuşkulu, henüz kanıtlanmamış;

    -paradigma, doğruluğuna ilişkin kimi kanıtlar bulunan;

    -teori, doğruluğu büyük ölçüde kanıtlanmış;

    -yasa, doğruluğu tam anlamıyla, yadsınamaz ölçüde kanıtlanmış bir görüştür.

    teori; nesnel gerçekten, olgulardan ayrı bir varlığa sahiptir. bu varlık zihinseldir: teoriler ancak insan zihninde vardır. bu nedenle her teori kavramsal niteliktedir. başka bir deyişle, eğer dünya gerçeğini “nesnel gerçek ve göreli gerçek” diye ikiye ayırırsak, teori “zihnimizde oluşturduğumuz gerçek”tir, eşdeyimle “göreli gerçek”tir. bu nedenle, nesnel gerçekle “olabildiğince çakışana kadar” teoriler de sınanır. bilimde yenilikler yapmanın bir yolu da budur.

    2) teoriler hayat verdikleri tekniklerle (politikalarla) birlikte bilimleri oluşturur. başka bir deyişle “teori + teknik = bilim” yazılabilir. bu bakış açısından da bilimsel araştırmalar ikiye ayrılır: temel araştırmalar, uygulamalı araştırmalar.

    -temel araştırmalar mevcut bilgiye yenisini katmayı amaçlar. pratik amaç gütmez. bir bakıma “bilim, bilim içindir” anlayışına dayanır.

    -uygulamalı araştırmalar, mevcut bilgiden yola çıkar. pratik amaç güder : çünkü bilgiyi toplumun bir sorununu çözmek, topluma bir yarar sağlamak için kullanır. “bilim toplum içindir” anlayışına dayanır.

    sonuç yerine

    1) bilimsel yöntem, türkiye’de neden yaygın ve etkili şekilde kullanılmıyor?

    ilk akla gelen nedenlerden biri şu: bilimsel yöntem çok karmaşık, büyük çaba, sabır ve özveri isteyen bir süreç. birey olarak, çoğunlukla kendimizi zora koşmuyoruz.

    tarihsel olarak egemen kültürümüz, bilimsel yöntemin iki ana ögesiyle, gözlemle de, muhakeme ile de barışık değil. egemen kültürden kastım, islam kültürü. islam’da bütün yanıtlar hazırdır. hemen her şey “allah” kavramı ile açıklanır. dolayısiyle, insanın araştırma yapmasına, gözlem ve muhakeme yapmasına gerek yoktur. bizim -osmanlı’dan miras- dünyamızda, bilimsel yöntem; “topal” da değil, “kötürüm” kalmıştır: gerekli iki temel yaklaşımın sentezi bir yana, bu ikisinden rasyonalizm dinsel çerçevenin dışına çıkarılamamış, ampirizm ise hiç geliştirilememiştir. islam’da, insanla doğa arasında “bilimsel diyalog” yoktur.

    bu hazırcılığımızın kaynağı yalnızca islam mı? ne gezer..., onunla birlikte bir de “batı aktarmacılığı” var. diyeceksiniz ki modern bilimden yararlanmayacak mıyız? elbette yararlanacağız, ancak “körü körüne” değil. her konuyu, hattâ kendi gerçeklerimize ilişkin bilgileri bile -kayıtsız koşulsuz- batı kaynaklarından sağlamamız, bizi yurt gerçeklerini doğrudan doğruya görmekten, bilimsel gözlemler yapmaktan uzak tutuyor.

    bir toplumda bilimsel yöntemin kök salması için, önce onun temellerinin atılması lazım. bu ise, günümüz türkiye’sinde bile zor iş. şu nedenle: bilimsel yöntemin varsayımlarından “sebepsiz olgu yoktur” varsayımı, bizim kültürümüz için fazla bir anlam ifade etmiyor; çünkü olup bitenlerin sebeplerini araştırmayı sevmiyoruz. örnek: türkiye bugünlerde tarihinin en korkunç ekonomik bunalımını yaşıyor. ancak birkaç aydın dışında kimse “yahu, biz bu krize neden girdik?” diye kafa yormuyor. adam “türk parasının itibarı geri gelsin” diye hutbe okutuyor; ancak “paramızı, bu perişan hale kimler, nasıl getirdi?” diye hiç merak etmiyor. öte yandan toplumun en aydın katmanlarında bile olguları metafizikle açıklama eğilimi hayli yaygın. bilim adamına güven, bir türlü somutlaşamıyor.

    2) bilimsel yöntemin en önemli aşamasını anlatan, şu “insan sezgi ile bir şey keşfeder” sözü üzerinde biraz kafa yoralım: bir “keşif” yapılacak. ancak buluş, kendiliğinden olmuyor; önceden şunları gerektirmekte: insan nesnel gerçeğe yönelecek. bir olguyu anlama isteği olacak. o olgu üzerinde bilinçli olarak yoğunlaşacak. “bilinçli olarak” diyorum, çünkü anlamak isteğiyle iş bitmiyor. araştırmacı o nesnel gerçek kesiti hakkında yeterli bilgi birikimine de sahip olmalı. çünkü olgular arasındaki bağlantıları “fark eder gibi” olması, yani “sezgi ile bir şey keşfetmesi” büyük ölçüde buna bağlı.

    peki, bu kısaca sunduğum sürecin işlemesi neye bağlı? başlıca iki şeye: “bireyde doğa’ya yönelme eğilimi” ile “bireyin o bilim alanında iyi yetişmiş olması”na... bunlar da kuşkusuz “toplumsal elverişlilik” gerektiren koşullar. öyleyse şöyle düşünebiliriz: türk insanına bilimsel yöntemi benimsetmek, öyle bireylere birtakım öğütler vermekle “değişin, bakayım” demekle olmaz. toplumsal yapılar çok önemli... asıl sonuç getirici değişiklikler, oralarda. bu etmenlerin de ötesine geçersek, “ekonomik gelişme iradesi” ve “politik kadroların sorumluluk duygusu” ile karşılaşıyoruz. böylece diyebiliriz ki şu iki halin bulunduğu bir toplum, bilimsel yöntemi benimsemez: ülke sanayileşmiyorsa, politikacıları ahlâksızsa... ne acıdır ki günümüz türkiye’sinde bunların ikisi de var.

    3) bilimsel yöntem bir mekiğe benzetilebilir. çünkü o gözlemden muhakemeye, sonra muhakemeden tekrar gözleme dönen kesintisiz bir süreçtir. bu doğa’ya dönüşler, kafamızda oluşturduğumuz hipotez ve teorilerin doğruluğunu sınamak içindir. buraya dikkat edelim: bir düşünceye doğru damgası, bir otoriteye ya da kitaba sorularak değil, doğa’ya sorularak vuruluyor. tıpkı masaldaki kraliçe gibi, biz de bir aynanın karşısına geçip soruyoruz: “ey doğa, söyle, benim bu düşündüğüm doğru mudur?”

    demek ki toplumsal statümüz ne olursa olsun, aklımıza gelen her düşünce doğru değildir. onu doğruymuş gibi ileri sürmek, salt “ben öyle düşünüyorum” diye cansiperane savunmak; bilimsel açıdan çok ihtiyatsız bir davranış olur. çünkü o, büyük bir olasılıkla yalnızca bir hipotezdir. öyleyse, ikinci bir işlem daha yapmak zorundayız. doğa’ya başvurmalıyız: önermemizin doğruluğunu gösterecek somut kanıtlar toplamalıyız; doğruluğundan emin oluncaya değin onu sınamalıyız. bugün türk aydınlarının, toplumun sorunlarına etkili çözüm üretememesinin temelinde bu eksiklik yatar: aklımıza gelen her fikri doğru sanırız. kullandığımız bilgilerin hipotez mi, paradigma mı, yoksa teori mi olduğuna bakmadan muhakeme ve tartışmalar yaparız. doğu’dan, batı’dan aktardığımız görüşler için de aynı ihtiyatsızlığı gösteririz. sonuç, tabii kör tartışmalar, ülke gerçeklerinden uzak uygulamalar olur.

    bir diğer sebebi de unutmayalım: açıklamalarımızı, sağlam betimlemelere dayandırmıyoruz. anlamak istediğimiz olguyu yeterli ölçüde betimlenmeden yaptığımız açıklamalar, yetersiz olmaları bir yana yanlış da olabiliyor. açıklamalar (görüşler) yanlış olunca, uygulanan teknikler, politikalar da yanlış oluyor. sorunlar çözülemiyor, kaynaklar israf ediliyor.

    burada şu önlemler akla gelmekte:

    birincisi, aklımıza gelen ya da başkalarından aldığımız düşüncelerle doğa arasında sıkı bağlar oluşturmalıyız. betimleyici araştırmalara yönelişte büyük eksikliğimiz var. bunu gidererek, fikirlerimizi sistemli bir şekilde gözlemlerden türetmeliyiz.

    ikincisi, görüşümüzün doğruluğundan emin olana değin, onu büyük bir ihtiyatla ve olasılıklı anlatımlarla kullanmalıyız. bu önlemler bizi yanlış uygulamalardan korur; karşılıklı tartışmalarda ortamı yumuşak tutar, toplumsal gerilimleri önler.
    4) gözlem verilerinin analizinde kullanılan teknikler de çok iyi bilinmiyor, türkiye’de. bilinse de kullanımları yaygın ve dengeli değil. örneğin analiz yapmayı çok sevmiyoruz. dolayısiyle anlamlı ve verimli sentezlere yükselemiyoruz. yalnızlama ve soyutlama yöntemlerini, çoğumuz bilmiyoruz. dinamik analizden çok, statik analize yatkınız. oysa nesnel gerçeğin asıl açıklanması, dinamik analizle yapılır. aydınlarımızın bu eksiklikleri, matematik modeller kurma bakımından da geçerli. işin daha trajik yönü, gençlerimizi de bu tekniklerle donanımlı olarak yetiştirmiyoruz.dolayısiyle büyük çoğunluğuyla gözlem yapmıyor, yapamıyorlar. her bilgiyi, hazır olarak bekliyorlar. türkiye’de yetişip dünya çapında tanınmış bilim adamlarımızın, özellikle sosyal bilimlerde sayıca az olmasının nedenlerinden biri de bu olmalı.

    5) yetişkin olanlarımız hatırlar, bir zamanlar en sevdiğimiz sloganlardan biri “konuşan türkiye” idi, “düşünen türkiye” değil! bugün -politikacımızdan, yöneticimizden dincisine, bölücüsüne- kim ağzını açsa “düşünceyi ifade özgürlüğü, demokrasi,...” diye mangalda kül bırakmıyor. doğru düşünce bilimsel yöntemle bulunur ve onun sınırları içinde ifade edilir. bu yöntemin doğru dürüst kullanılmadığı, hattâ pek az bilindiği bir ülkede, “düşünce ve ifade özgürlüğü” öyle sanıldığı gibi “her derde deva” olamaz.
23 entry daha
hesabın var mı? giriş yap