• yaw kiz avazi ciktigi kadar bagirip butun kumarhaneyi susturabiliyodu, camlari falan kiriyodu sesiyle de yolda giden adama sesini duyuramiyodu;bence onemli bir mantik hatasiydi bu..
  • prologue
    almanca'da tok bir erkek sesi hafif tondan konuşmaya başlayıp birden sesini yükselttiğinde coşuyorum ben, 'jeanny quit living on dreams..'* diye yırtınasım geliyor. fakat müzikte -bildiğim- kendi dillerinde tek bir ballad yapabilmiş bu güzel insanlar, iyi film yapmakta bu kadar tutuk değiller.
    --------------
    (pespembe yatak sahnesi)
    "küçük göğüslü, koca popolu da olsan; ışık iyi ayarlandığında bir natalie portman tatlılığında görünebilirsin"den de "sevgilinle birlikteyken, cilveleşirken, birbirinize 'beni sevmiyorsun' veya 'ya ben ölürsem?' diye takılırkenki o sonsuz mutlu zamanlar sandığından da önemli"den de daha fazla şeyler söylüyor bu film.
    --- spoiler ---
    'kader' açısından filme yaklaşmaya çalışırsak; hikaye lola'nın hikayesi ve kaderi lola belirliyor. 3 farklı durumda da hikayenin sonu, manni ile lola'nın tesadüfler karşısında gösterdikleri ya da göstermedikleri öfke'ye göre ve şansa inanıp inanmamalarına göre değişiyor. belirleyiciler şans ve öfke.
    serefsizim bir cinnet her seyi halleder çığlıkları filmin dinamikliğine tam uymuş.

    ilk bölümdeki abartılı bir öfke gösteriyor babasının ofisinde ve şansına tam inanmıyor lola hanım kızımız. manni de öyle. '20 dakika sonra geleceğim' diyen kız arkadaşına güvenmiyor. sonunda lola ölürken yatakta sorgulamalar başlıyor. 'beni seviyor musun?' -tabii gizli soru, seviyorsan neden beklemedin?-
    ikinci bölüm; ne yapmak istediğini bilen bir kadın var fakat bu sefer de hayatı, olması gerekenden fazla ciddiye alıyor. tüm her şeyi riske edecek kadar. herkesin gözü önünde silah çekmesi yakalanmadan çıkması zaten bir mucize. lakin yeterince cömert olmayan hayat, o şansı verirken manni'nin hayatını alıyor. 'ben ölsem ne yapardın?' yeni hikayemizde lola, buna izin vermeyecektir.
    üçüncü ve son bölüm ise, lolamız bir şeyler başarabileceğine olan inancını yitirmiyor ve şansına güveniyor. parası ve kıyafeti uygunsuz olduğu halde giriyor kumarhaneye ve kazanıyor. lola'nın bu şansı, paralel evrende manni'nin şansını da döndürüyor ve film -nispeten- mutlu sonlanıyor.

    lola'nın yolda karşılaştığı insanların hayatını, fotoğraf kareleri olarak gördüğümüz bölümler ise*, hayatın sonsuz olasılıkları karşısında insanın kendi kaderini belirleyebilme yeteneğinin bahse değmeyecek kadar az olduğunu vurguluyor.
    yönetmenin -benim anladığım kadarıyla- film boyunca vurguladığı şey şu: bu karmaşık dünyada hiç fark etmediğiniz halde birbirinizle paralel yaşıyorsunuz ve sonsuz anlamsızlık ve olasılıkta hepiniz eşitsiniz. daha anlamlı bir hayat için, öfkeyle değil ama inançla, şansınıza da güvenerek yolunuza devam edin, elinizden fazla bir şeyler gelmese, hayatın getirileri karşısında sadece figüran olsanız dahi.
    --- spoiler ---

    epilogue
    keşke, her şey o pespembe yatak sahnesindeki gibi olsa. zira sürekli koşuyorsun, öfkeyle ve inançla koşuyorsun; gayene ulaştığını hissettiğinde; yüzünde, hayatın sana oynadığı bu kötü oyunun sonrasıdaki şaşkınlık ve elinde ne yapacağını hiç hiç bilmediğin bir çanta kalıyor.
  • bu filme, yalnızca sinemada görülebilecek, hayran olunası bir kadının hikayesi olarak bakmayı seviyorum.

    gerçi bu hikayeden öncesini de bilmiyoruz. yani manni gerçekten filmde anlatıldığı kadar sorumsuz bir düz adam mıdır, yoksa daha fazlası var mıdır, lola ile aralarındaki ilişki nedir, nasıldır vs... zaten film de bunlarla pek ilgilenmiyor gibi görünüyor. olayın 1. tekrarı ve 2. tekrarı arasında ve 2.tekrarı ve 3. tekrarı arasında gördüğümüz flashbackler (lola ile manni'nin yataktaki muhabbet sahneleri) dışında bu husus hakkında aman aman bir bilgi edinemiyoruz. fakat bu iki flashback'in merkezi konumları ve içerikleri bence epey önem arzediyor.

    1.ve 2. tekrarlar arasında olanında; yatar vaziyetteyken lola'nın başının altına kolunu koymuş, sigarasını içen, güçlü olan pozisyonundaki manni, lola'nın "kızsal" sorularına cevap vermeye çalışıyor. kızsal demeyi uygun buldum, çünkü sorular gerçekten kelimenin tam anlamıyla kızsal. şöyle ki:

    lola: manni, beni seviyor musun?
    manni: tabiki seviyorum.
    lola: nasıl bu kadar eminsin?
    manni: bilmiyorum. çünkü seviyorum
    lola: ama başka bir kız da olabilirdim. neden olmasın?
    ....

    böyle devam ediyor diyalog ve sonuçta lola aldığı cevaplardan tatmin olmamış görüntüsü çiziyor. kararsızlık dökülüyor lola’nın suratından. fakat, bu diyaloğu ölüm döşeğinde hatırladığı zaman anlıyoruz ki, aslında o zaten kararını çok önceden vermiş, zaten tatmin olmuş. sorun ise bunun farkına çok geç varmış olması...

    2.tekrar başlıyor.

    2. tekrarın sonunda ise, bu sefer manni ölüm döşeğindeyken, fi tarihinde yatakta geçmiş başka bir (ya da aynı) diyaloğu hatırlıyor. bu sefer manni’nin kafasının altında lola’nın kolunu görüyoruz. sigarasını tüttürerek karşı taraftan gelen -yine- “kızsal” olarak niteleyeceğim sorulara cevap vermeye çalışan kişi ise lola... alakasız bir soru, merak kafanızı kurcalar ve günlerce buna bir cevap düşünür, kurar durursunuz ya, işte bunu görüyoruz onun sorularında:

    manni: ben ölsem ne yapardın?
    lola: ölmene izin vermezdim.
    manni: ya ölümcül bir hastalığa yakalansaydım?
    lola: bir yolunu bulurdum
    manni: ya komada kalsaydım ve doktor bir günüm kaldığını söyleseydi?
    ...

    diyalog esnasında cevaplardan tatmin olmamış olsa da manni de kafasındaki soruların cevabı verilmiş olarak ölüyor. sorularının cevabını veren de lola’nın o ölürkenki surat ifadesi oluyor. fakat, ölüyor sonuçta. sorun ise yine durumun çok geç farkına varılmış olması.

    bunlar, yalnızca tarafların yer değiştirdiği, iki birbiriyle aynı diyalog. lola fedakarlık yapma vakti gelene kadar, manni ise o son bakışı görene kadar emin olamıyor. fakat lola’nın koşmasının nedeni içten içe zaten farkında olduğu, fakat çok geç fark edebildiği daha doğrusu emin olabildiği o şeyde saklı. yönetmen sanki, “dış dünyanın farkında olmak bir yana, içimizde olup bitenlerin bile çok geç farkına varabiliyoruz, farkında olmadıklarımızın etkisinden yoksun verdiğimiz kararlar veya düşünüdüklerimiz ise ne yazık ki değiştirilemiyor. peki, ya bunları değiştirebilseydik?” demiş veya ben öyle anlamışım...

    eklemeden geçemeyeceğim, çünkü entry'yi yazmamın sebebi aslında o'ydu. lola, ilk başta da belirttiğim gibi cidden hayran olunası bir hatun ve bu durum franka potente’nin kaşından gözünden kaynaklanmıyor. ha, şahane yüzü, tapılası kızıl saçları, oldukça başarılı oyunculuğu, harika vücudu etken değil mi? etken tabi, bir er bünye olmam itibariyle bunların etken olması da çok şaşırtıcı değil (selam ederim). fakat bence asıl etken senaryo yazarının yarattığı o kararlı, ideal hatun karakteri. ister istemez etkileniyor insan. lola vurulduğunda "alçaklaarh!" diye bağırasın geliyor. kaldı ki niye vuruyorsun lola'yı, hayvanoğlu hayvan.
  • franka potente'nin, sinema tarihinde bir ilke imza atarak, oncesinde degil çekimi sirasinda kilo verdigi film.
  • bu filim aslında kieslowski'nin treni karçırma-kaçırmama üzerine kurulu przypadek'e bi saygı duruşu. hatta witek'in (baş karakter) yatak odası sorgulamaları da girmiş filmin içine. orada kadınlar farklıydı, burda lola merkezinde kayıp kuşak sevgililer çıkmış sahneye. ayrıca przypadek'in ağır atmosferine karşın, hızlı ve olabildiğince iyimser, ki üç "farklı" kadere rağmen ısrarla üçüncüsünü seçiyor seyirci. büyülü postmodern gerçeklik uçup gidiyor.

    söylemezsem çatlarım: manni filimde itin teki. yahu, lolacık sadece bi dalgınlıkla çaldırıyor motosikleti. sen tamı tamına 100.000 mark kaybediyorsun ve bi de kızcağıza çemkiriyorsun. ayrılsınlar. çekilmez bu hödük.
  • aşırı gereksiz bir detay ama manni'nin girdiği telefon kulübesinin kapısında "murat" da yazıyor.

    https://s3.eksiup.com/478cec6b9302.jpg

    yıllar önce bir alman ablamıza istanbul'u gezdirmiştim. bu filmi önermişti. çok sevdiği filmmiş. izlemek şimdi nasip oldu. ben de sevdim filmi. teşekkürler claudia abla.
  • izledikten sonra mirkelam-her gece ve kargo-yıldızların altında kliplerinin karışımı olarak düşündüğüm ikinci kez izlenmesi epey sıkıcı olacak film.
  • --- spoiler ---

    lola'nın çığlık sahneleri ve casino(şans, para, arzu) denemesi senaryoya dahil edilmeseymiş daha iyi bir öyküsü olabilecek clint eastwood filmi.

    ne lola'nın çığlık atmasına mantıklı bir sebep buldum ne de casino'da kumar oynayıp o gün şanslı olmasını filmin öyküsüyle bağdaştırabildim.

    --- spoiler ---
  • yıllar önce ailecek oturup izlemeye başladığımız bir filmdi. filmi bir süre izledik fakat babam kadının koşmaktan başka bir şey yapmadığını görünce hiddetlendi, bir anda ayağa kalkıp cd'yi cihazdan çıkarttı ve ikiye böldü. haliyle o akşam film izleyemedik.
    ben bu filmi yıllarca aradım fakat bulmak bugüne kısmet oldu. bir ara izleyip karar vereceğim: babam cd'yi kırmakla iyi mi etti, kötü mü etti?
    edit: filmi izledim. babam kesinlikle haksızmış. film gayet akıcı ve anlamlı, başucu filmlerime attım bile.
  • ek olarak, 2000 yılında "ingilizce olmayan en iyi film" dalında bafta ödülüne aday olmuş fakat ödülü todo sobre mi madre'ye kaptırmıştır. 1998 yılında çekilmiş filmin bu ödüle niye 2000 yılında aday olduğu sorusunu bir kenara bıraksam dahi, ödülü todo sobre mi madre'ye nasıl kaptırdığını anlamak oldukça güç. lavuk ingilizler...
hesabın var mı? giriş yap